RSS Feed for This Post

Aydınlanma Gaflettir!

Din ile akıl ilişkisi, İslam ve “hikmet-i hâlide” özelinde ele alındığında, bir süredir Esat Arslan ile Taraf Gazetesi sayfalarında yaşadığımız tartışmanın mâhiyeti daha net anlaşılacaktır.

Esat Arslan’ın Taraf’ta yazdığı “Aydınlanma İmandandır” yazısı, İslam ile akıl ilişkisi üzerine benim de katılabileceğim bazı argümanlar içeriyor. Ancak, nasıl bu ülkede konu özgürlükler ve demokrasi olduğunda, mesela bir liberal ile bir demokrat arasında pek bir fark yokmuş gibi görünüyorsa, bu tartışmada da aslında belirli niyetler ortak olmakla birlikte farklı çıkış noktalarına sahip iki yön söz konusu.

Bir toplumun “erdem” üzerine kurulmaya çalışılması ilk etapta benim de kabul ettiğim bir hedeftir. Ancak, bu hedefe ulaşmak için çıkış noktası Aydınlanma’nın aklını İslam’ın aklıyla özdeşleştirip, bu akıldan hareketle bir İslam yorumu yapmak olduğunda, ortaya, aynen Aydınlanma’nın sonucuna benzeyen bir sonucun çıkması kaçınılmaz olacaktır.

Evet, erdem dayatılmaya ihtiyaç duymayan bir şeydir. Ancak erdemin kaynağını seküler akıl yürütmede bulmaya çalışmak olsa olsa samanlıkta iğne aramak gibi bir sonuç verecektir.

Aydınlanma, kendi amaçlarına ihanet ettiği vahşi bir modernite ile sonuçlandıysa, bunun sebebini Aydınlanmanın kurucu aklına ihanet etmekte değil, tam tersi bu aklın kendi iç çelişkisinde aramalıdır.

Biz, insanı en hayranlık uyandırıcı nispetlerde yarattık (Ahsen-i takvîm). Sonra onu basamağın en aşağı derecesine fırlattık ( esfel-i sâfilîn)” (Tîn sûresi 4-5). Bu iki ayet İslam dininin, “insan”dan ve “akıl”dan ne anladığını çok güzel tarif ettiği için konumuzun da en önemli çıkış noktası olabilir. Bu çıkış noktası her şeyden önce Aydınlanma’nın “aklına” mutlak iman ederek o aklı “tekrar tekrar aynı sonucu vereceğini bile bile” kullanmak değil, bu aklın eksikliklerini anlamak olmalıdır.

Esat Arslan’ın yazısında konu ettiği erdemi temelleyemediği nokta tam da burası bence. Hz. Peygamber’in uygulamalarını “insan insanın kurdudur” diyen Hobbes’un toplum kurgusuna benzetebilmek de işte bu çıkış noktasının en problemli hallerinden birisini ifşa ediyor. Böyle olunca kendi argümanlarını haklandırmak amacıyla örneklediği Gandhi’yi de tamamen yanlış anlıyor.

Allah ile insan arasındaki ilişki her şeyden önce ontolojik bir ilişkidir. “Tanrıyı öldüren” Aydınlanma düşüncesi onun yerine koymaya çalıştığı insanı da öldürdüğünün farkına varamamıştır maalesef. Yani insan bir taraftan “Tanrı’yı öldürüp”, öte taraftan insan kalmak istiyor. Bu da onda önünün nasıl alınabileceğini bilmediği bir çelişki yaratıyor. Bu anlamda Aydınlanma düşüncesi, bir ağacın kökünü keser gibi bu ontolojik bağı kesen ve bu yüzden kendi “aklını” da temelsizleştiren bir yapıya sahiptir. Bu şekilde temelsizleşen akıl, kendisine başka temeller aramaya koyulur. Adorno ve Horkheimer, Aydınlanma aklının bu temelsizliğinin geldiği noktayı çok iyi analiz ederler. Temeli olmayan, ontolojik olarak herhangi bir kökü kalmayan “akıl” kendisine yeni kökler aramaya başlar. İşte böylece ortaya Aydınlanma’nın iddia ettiğinin tam tersine, “bireysel aklın” “tümel akıl” altında silikleştiği, yok olduğu ve özne denen “şey”in yok olduğu bir sonuç çıkar. Tümel akıl olarak ya kendisini ulus devletlerde ortaya koyan devlet aklı, ya da kendilerine sahte ilahlar arayan insanların bulduğu, para, güç, iktidar hırsı gibi “bireysel tanrılar” çıkar. İnsanın, kendi aklının en büyük teminatını bulduğu ve ona “eşref-i mahlukat” olma şansı veren bu akıl yerine konulan “yedek akıllar” işte en başta hedeflenen “erdem”in de asıl kaybettiricileridirler. Yani bu yol kesin olarak aynı noktaya çıkar! Tuhaf bir çelişki: yolun yarısında aramak için yola çıktığımız şeyi unutmak… kesin bir amnezi hâli…

Gandhi’nin, “Batı Uygarlığı için ne düşünüyorsunuz” sorusuna “olsaydı iyi olurdu” cevabını vermesi, Batı’nın özellikle Aydınlanma sonrası geldiği noktayı gören bir “kâmil insan”ın vermesi gereken cevabın da ifşasıdır aslında. Mücadelesinde en büyük destekçisinin mutlak ve katıksız iman olduğunu söyleyen Gandhi “aklı”, Aydınlanma aklına ne kadar yakın bir akıl acaba? Aydınlanma aklını mı, yoksa, her vahyedilmiş dinin özünde kendisini en güzel hâliyle saklayan ezelî hikmette mi aramalı Gandhi’nin imânını? Mabedlerinde Bhagavad Gita ile Kur’an’ı birlikte okuduklarını söyleyen Gandhi’yi Hobbes ile karşılaştırmak ne büyük haksızlık!

Arslan’ın her iki yazısı da, dinleri, mevcut hâkim ideolojilerin penceresinden görerek o ideolojileri bu yolla haklandırmaya çalışanların yazdıklarına benzer nitelikte. Halbuki dinler hiçbir ideolojinin haklandırma mekanizmaları değillerdir. Aydınlanma ideolojisinin epistemolojisini ve ontolojik kısırlığını kalkıp aynen Kur’an yorumlarına uygulamak olsa olsa modernist İslamcıların oluşturabildiklerini oluşturabilir: İslam’ın en yüce amacı olan “ihsan” sahibi “insan” değil, Batı tipi insanın “yeşil renkli” versiyonlarını! Bu da Batı’dan devşirdiği fikirlerin İslam soslularını ortaya koymak, dinin özünü soyarak onu kupkuru ortaya salmak demektir.

İslam düşüncesini (hatta kadîm Doğu düşüncelerini) Batı felsefe tarihinin perspektifinden değerlendirenler ve bu yüzden de İslam düşüncesini İbn Rüşd’den ibaret sayanlar için bir takım şeyleri hatırlatmak gerek. Düşünceyi, salt sebep sonuç ilişkisinden ibaret “sınırlandırıcı” bir aklî meleke olarak değil, her şeyden önce aklı “sahibine (Allah’a)” verip, O’ndan geri aldıktan sonra daha iyi kullanabildiğini bilen ve bu yüzden düşünmenin en kâmil formunu “akleden kalp”te bulan insanlara Batı felsefe tarihinden ezberle filozof denmeyebilir. Ama bilinmeli ki bu insanlar da, kendilerini bir üstünlük vasfı ile filozof diye adlandıran o kişileri “tek kanatlı kuş” olarak adlandırıyorlar. Allah’ın kendilerine verdiği melekelerin sadece bir tanesini kullanan ve hakîkati sadece bununla elde edeceğini düşündüğü için de hep baş üstü düşüveren tek kanatlı kuş!

Kur’an’ın asıl derdinin, Allah’ın “ruhundan üflediği” ve “eşref-i mahlûkat” olarak aşağılara saldığı insandan, hâkikatini öğrenen ve bu şekilde erdemin en gerçeğine sahip olan “kâmil insan” yaratmak olduğunu düşünüyorum.  Bencil insan yaratmak ve insana hâkikatini unutturmak konusunda başarılı olmuş bir “kurucu aklı” ısıtıp ısıtıp tekrar gündeme koymaya çalışmak olsa olsa tekrar tekrar aynı adaletsiz, ruhsuz, vahşi dünyaya razı olmak demektir.

Trackback URL

  1. 37 Yorum

  2. Yazan:Mehmet Bahadır Tarih: Mar 19, 2009 | Reply

    Ancak erdemin kaynağını seküler akıl yürütmede bulmaya çalışmak olsa olsa samanlıkta iğne aramak gibi bir sonuç verecektir.

    Aydınlanma, kendi amaçlarına ihanet ettiği vahşi bir modernite ile sonuçlandıysa, bunun sebebini Aydınlanmanın kurucu aklına ihanet etmekte değil, tam tersi bu aklın kendi iç çelişkisinde aramalıdır.

    Mükemmel bir tespit. Verdiğiniz Tin suresi 4 ve 5.ayetlerde konuyu çok güzel açıklamış.

    Evet insana dair yaklaşım bu olmalıdır. Bunun anlamı, insanın soyut ya da mutlak anlamda bir değer ifade etmeyip, sahip olduğu, benimsediği, özümsediği hayatına kattığı değerler oranında değerli ya da değersiz olduğudur.

    Erdemin kaynağı ya da insanı değerlı kılan aklı ya da sekuler aklı değil, söz konusu değerler yine Allahın beyanı ile şunlardır:

    “Andolsun zamana ki, insan gerçekten ziyan içindedir. Ancak, iman edipte salih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler başka (Onlar ziyanda değillerdir)
    ASR suresi 1-3”

    Yani iman etmek, Salih amel işlemek, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye etmek hüsrana uğramaktan kurtulmayı temin eden değerler olarak ifade edilmiştir.

    Bu değerlere sahip olmayanlar ise İlahi hitapta son derece aşağılanmışlardır.

    “Andolsun biz cinler ve insanlardan, kalpleri olupta bunlarla anlamayan, gözleri olup da bunlarla görmeyen, kulakları olup da bunlarla işitmeyen birçoklarını cehennem için var ettik. İşte bunlar hayvanlar gibi, hatta daha da aşağıdadırlar. İşte bunlar gafillerin ta kendileridir.
    Araf suresi 170 “

    “Kendi nefsinin arzusunu kendisine ilah edineni gördün mü? Ona sen mi vekil olacaksın? Yoksa sen onların çoğunun (söz) dinleyeceklerini yahut akıllarını kullanacaklarını mı sanıyorsun? Onlar hayvanlar gibidirler, belki yolca onlardan daha şaşkındırlar.
    Furkan suresi 43-44”

    Biraz ağır mı oldu? Ağır da olsa İlahi hitaplardır bunlar ve bizim de tebliğ vazifemiz vardır…

    Allah hüsrana uğramaktan korusun.

    Güzel yazınız için Allah razı olsun Enver kardeşim… Ufkumu aydınlattınız. 🙂

    Sevgilerimle…

  3. Yazan:MY Tarih: Mar 19, 2009 | Reply

    Bati karsisinda zayif düsen Müslümanlarin “düsmani” taklid etme çabasi, onun kelimeleri ve kavramlariyla düsünmeye çalismasi ne büyük gaflet.

    Tabi Bati deyip genellemek istemem, Avrupa’da her dönemde AKLA TAPMA tehlikesine karsi dimdik durmus DEVASA iSiMLER olmustur. “Sadece” Kant’in yazdiklarina bakmak, özellikle de Everest gibi dikilen “Saf aklin elestirisi” adli eseri anmak yeter.

    Aslinda Bati akla tapmayi icad etmeden çok önce, Eski Yunan Felsefesinden Islam Düsünürlerine kadar pek çok isim de bu konulari sorgulamis, yazarin israrla altini çizdigi noktalarda insanlari uyarmis.

    Ancak zannediyorum ki Endüstri devrimi ve onu takip eden teknolojik gelismeler insanligin gözlerini fena kamastirdi ve adina AYDINLIK dedigi bir KARANLIK dönem baslatti.

    Avrupa belki degil ama Avrupali düsünürler çoktan çiktilar bu karanliktan. Darisi bizim basimiza 🙂

    Sevgili Enver,

    Yazinda bir paragraf var ki DD’ye için bir manifesto yazilsa mutlaka eklenmesi gerekir:

    “Adorno ve Horkheimer, Aydınlanma aklının bu temelsizliğinin geldiği noktayı çok iyi analiz ederler. Temeli olmayan, ontolojik olarak herhangi bir kökü kalmayan “akıl” kendisine yeni kökler aramaya başlar. İşte böylece ortaya Aydınlanma’nın iddia ettiğinin tam tersine, “bireysel aklın” “tümel akıl” altında silikleştiği, yok olduğu ve özne denen “şey”in yok olduğu bir sonuç çıkar. Tümel akıl olarak ya kendisini ulus devletlerde ortaya koyan devlet aklı, ya da kendilerine sahte ilahlar arayan insanların bulduğu, para, güç, iktidar hırsı gibi “bireysel tanrılar” çıkar. İnsanın, kendi aklının en büyük teminatını bulduğu ve ona “eşref-i mahlukat” olma şansı veren bu akıl yerine konulan “yedek akıllar” işte en başta hedeflenen “erdem”in de asıl kaybettiricileridirler. Yani bu yol kesin olarak aynı noktaya çıkar! Tuhaf bir çelişki: yolun yarısında aramak için yola çıktığımız şeyi unutmak… kesin bir amnezi hâli…”

  4. Yazan:arif Tarih: Mar 19, 2009 | Reply

    Ali Bulaç ve Mustafa Akyol arasındaki bireyin konumlanması üzerine yapılan yorumların geliştirilmesi adına iyi bir fırsat bu yazı. Salim aklın nerede tecelli bulacağı belli olmaz. Hiç ummadığın keşfeder esrar-ı derunun diye başlayan dizeleri meşhurdur Ziya paşanın. Önce düşüncenin hangi kaynaklardan beslenip derinleşmiş olduğuna bakmadan, bunun ifade edileceği zeminin savunuluyor olması önem kazanıyor. Bu zemin önceliğinin savunulması; bu zeminde savunulacak kendi doğrumuzun kaçınılmaz ön koşuludur. Düşünce Referansını İslami müktesebattan alan bir kimse ile, seküler yaklaşım düzleminde fikri alt yapısını oluşturmuş bir kimsenin; ortak bir zeminde yarışması gerekmektedir. Liberal demokratik platform buna cevap vermiyorsa alternatifi varmıdır? Radyo gibi, internet gibi zeminler nasıl batı kaynaklı ise ve reddedilmiyorsa; liberal demokratik zeminde reddedilmemelidir. Gelişmeler insanlığın ortak değerleridir ve mutlaka sahiplenilmelidir. Bu zemin üzerinde daha kapsamlı açılımlar yapılması için, bu ortak zeminde yürünmelidir. Artık Türkiye özelinde bu zemine katılmak ve yürümek ağır basmakta isede; diğer İslam ülkeleri Türkiye ve AKP örneğine şimdilik ihtiyatlı bir mesafeyle bakmaktadırlar. Bu zeminin kabulü Türkiye örneğini, onun ilk oluşumunu; laik ve seküler dönüşüm sancılarını ve yakın geçmişte zeminin gelişmesine yapılan müdaheleleri hatırlayınca, çekingenlik artıyor. Türkiye örneği İslami yaşayış ve düşünce geleneğine iyi bir açılım fırsatı yaratıyor. İyiliğin istenip, kötülüğün sakındırılması adına yürütülecek faliyetler için, liberal demokrasi iyi bir vasat oluşturmaktadır. Erdem sahiplerinin ise bu ortak zeminde konuşup tanış olmaları daha uygun değil mi? Bu zeminin mana boyutlu hale gelmesi için, ilahi vahyin desteğini almış düşünce sahiplerinin, bu platforma katılmak ve onu geliştirmeye çalışma isteğinden daha doğal ne olabilir? Ortak zeminde yarışmak iradesini taşıyan farklı düşünce sahiplerinin, birbirine saygıyı çok önemsemeleri gerekiyor. Yıllar önce İsviçre alplerine düşen bir uçaktan kurtulanlar, ölü kardeşlerinin etini yemek suretiyle hayatta kalmışlardı. İçlerinden biri bunu reddetmiş ve ölüm pahasına yakın köylerden birine ulaşarak, kazayı haber vermişti. İşte bize işaret edilen fıtrattaki erdemin, din ve milliyet sınırı tanımadığına dair yaşanmış bir hikaye. Erdemin hangi farklı yapılarda yerleştiği ise tanışıp konuşma ile mümkün oluyor. Erdemli olmak için insan olmak yetmez mi?

  5. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Mar 19, 2009 | Reply

    Çok iyi tespitler, dimağınıza sağlık. Aklı kutsayıp, varlığı rasyonalite ile değerlendirmeye başladığınız zaman dünyaya sunacağınız ancak zevksizlik, merhametsizlik, sevgisizlik, tanrısallaşmış benlikler, egoizm olacaktır. Din elbisesi bu bedende aksesuar olarak kalacaktır. İnsanın tanrı ile olan ilişkisini zedeleyen bir şeydir bu. Dini kabuğa hapseden, “mutlu yaşamanın sırrı” derekesine düşüren, ve aslında buna da engel olan bir şeydir.
    Müslümanların rasyonaliteyle, aydınlanmayla, modernizmle bir problemleri yok. İşte asıl problem de bu değil mi zaten? Biz istemesek de zaten pozitivizm, aydınlanma damarlarımıza kadar işlemiş. Mesaimizi bu matrixin dışına çıkmaya harcamalıyız, barıştırmaya değil.

  6. Yazan:eg Tarih: Mar 19, 2009 | Reply

    esat arslan kardeşimle aslında iki farklı islam anlayışının tartışmalarının tekrarını yapmak anlamında verimli bir tartışma yaptığımızı söyleyebilirim. üniversite çağlarımda ve özellikle ondan sonraki birkaç yılda esat arslan’ın şimdi söylediklerine çok yakın biz çizgid duran bir insan olarak şunu net olarak söyleyebilirim: hepimiz hayatta fikri değişimler yaşıyoruz. bu değişimler hep en doğruyu bulmak yönündeki vicdani dürtümüzden kaynaklanıyor bence. bugün durduğum nokta budur ancak bu nokta da statik bir nokta olmaktan çok uzaktır. o yüzden esat ile tartışmamız aslında her iki tarafın da değişme potansiyelini baştan kabul ettiği tartışma olduğu için verimli oldu.
    yorumlar benim yazımdan çok daha güzel ve değerli olmuş gerçekten. çok teşekkür ederim değerli katkılarınız için.

  7. Yazan:ahmet hatip Tarih: Mar 19, 2009 | Reply

    Arkadaşlar, bu internetin ne işe yaradığını yeni yeni öğrenmeye başladım.Yazar ve yorumcularınızdan kimseyi doğrudan tanımıyorum, siz de beni!! Ancak, yaklaşık 2 senedir, izliyorum sitenizi. Sanırım yerli -yabancı gezmediğim site de neredeyse yok gibi.Ancak süreklilik arzeden birkaç siteden birisi de ‘Derin düşünce’dir.Vakıa, kendi çapımda bizim de bir sitemiz olsa da, burada yayımlanan makaleleri okumadan geçemiyorum. Sokak dilini kullanmıyorsunuz bu güzel bi bakıma, ama, sokağın dilini kullananlar da(belki bu ülkeye has) ya iktidarda, ya da 60 yıldır muhalefette. Bu çelişki, yazılamayan sosyal tarihimizin bir boyutu, belki de.Farkında olarak-olmayarak, birilerine göre değil, kişinin ve birikiminin kendince yansıtıldığı bir kulvar, burası. Ne güzel!!
    Hele, böylesi bir ortamda, ‘ya ondansın-ya bundansın’ tarzının para ettiği bir ortamda. Bağımsız ama, içerikli..Elbette, Dünyanın sorunları, burada yazılanlar kadar değil. Çektiğiniz fotoğraflar yeterli değil, elbette. Yazının başlığında dediğim gibi, “Fikr-i Zaruret” hadisesini yerine getiriyorsunuz. Sanırım, ‘Teklif’ mesabesine gelinmesi için ayrıca, ‘GÜÇ’ denilen fenomene ihtiyaç var. Buradaki görüşlerin güce ve teklife dönüşmesi için, dua ediyorum.Benim bir tezim vardı, ‘Terbiye edilmiş akılla,yürümek..’ diye.Hissettiğim odur ki, ülkemde bu yönde ilerleyenler de var ve iyi ki varsınız.Avrupa’da yayımlanan bir dergi var, ‘Kafdağı’, orada bi makalede okumuştum, batı batı değildir, doğu da doğu değildir, diyorlardı.Hatta, böyle bir ayırım yapılacaksa, Almanya ve Fransa, doğu sayılmalı,diye..İnsanlığın ortak değeri, aydınlık neredeye oraya koşulmalı,derim.Vesselam..

  8. Yazan:Hakkı Bentek Tarih: Mar 19, 2009 | Reply

    Yazar felsefeyi sadece akıl ile açıklamaya kalkınca, filozoflar konusunda yanılmış.

    Felsefe eldeki verileri, aklın yardımı ile değerlendirmektir. Bu veriler, ister bilime, ister vahiye dayansın sonuç değişmez.

    Gandhi’nin gözünde Bhagavad Gita ile Kur’an’ın bir farkı yoktur. Bu yüzden ikisini aynı zamanda okuyabiliyor. Gandhi muhtemelen her filozofun yapması gerektiği gibi diğer ulaşabildiği benzer kaynakları da değerlendirmiştir.

    Görüşlerini beğensek de, beğenmesek de Mevlana, Said-i nursi gibi kimseler de Filozoftur. Bunlara “tek kanatlı kuş” denebilir mi ?

    Aydınlanma Gaflet değildir. Patlak Ampul ile aydınlanmaya çalışmak gaflettir. Çünkü yanlış yollarda aydınlanma uğruna yazıda da bahsedildiği gibi yola çıkış amacını unutmak bile mümkündür.

    İyilik, doğruluk, güvenilirlik, adalet gibi erdemleri elde etmek ve topluma yaymak için yalan , adam kayırma, iftira gibi silahlar kullanılabilir mi ? İşte buna karar veren akıldır.

  9. Yazan:eg Tarih: Mar 19, 2009 | Reply

    hakkı bey,
    “Gandhi’nin gözünde Bhagavad Gita ile Kur’an’ın bir farkı yoktur. Bu yüzden ikisini aynı zamanda okuyabiliyor. Gandhi muhtemelen her filozofun yapması gerektiği gibi diğer ulaşabildiği benzer kaynakları da değerlendirmiştir.

    Görüşlerini beğensek de, beğenmesek de Mevlana, Said-i nursi gibi kimseler de Filozoftur. Bunlara “tek kanatlı kuş” denebilir mi ?”

    demişsiniz. sanırım yazımı anlamamışsınız üzgünüm.

    filozoflara “tek kanatlı kuş” diyen mevlana’dır. bu da felsefenin sokrates sonrası tanımıyla ilgili birşeydir. yani bu tanımdan hareketle mevlana da, gandhi de filozof değildir. ancak bu insanlar benim fikrimce bir filozofun olduğundan çok daha şümullü fikre ve akla sahiptirler bunlar. akleden kalbe!

  10. Yazan:Hakkı Bentek Tarih: Mar 19, 2009 | Reply

    Enver Bey, sanırım siz olayın bütününe bakamadığınız için, bir hataya düşüyorsunuz.

    Düştüğünüz hata da Filozofları ayrıma tabi tutmaktır. Oysa Filozoflar sadece savundukları ile ayrılırlar. Yaklaşımları ve Kullandıkları enstrumanlar değişmez.

    Bu yüzden “Tek Kanatlı Kuş” lafını Mevlana mı kullandı, kimin için kullandı, gibi ayrıntılara girmeyeceğim.

    Bu lafı kullanması Mevlana’yı bir filozof olmaktan çıkarmaz. Lütfen elinize Mesnevi’yi, Risale-i Nur’u alın ve içinde yazanları Platon veya Sokrat’ın eserleri ile karşılaştırın. Bir fark göremeyeceksiniz.

  11. Yazan:eg Tarih: Mar 19, 2009 | Reply

    hakkı bey,
    ben aynı fikirde dğeilim. tam tersi enstümanlar konusunda ciddi farkların olduğunu düşünüyorum…ama hata ise de varsın ben hata yapayım…sevgiler

  12. Yazan:emre er Tarih: Mar 21, 2009 | Reply

    Aydınlanmanın sakat yönlerine bireyin kendi ahlakını kendisinin üretebileceğine inanması düzleminde çok tanık oldum. Yazıda da modern ahlak arayışının günlük yaşama yansımalarını aradım, ama bulamadım. Böyle bir yazı yazmanız çok yararlı olabilir.

  13. Yazan:Hasan Tarih: Mar 23, 2009 | Reply

    Yazıda yapılan İslam’ın aklı ve seküler akıl ayrımında, İslam’ın aklının; edille-i şeriyye ekseninde mülahaza eden ve bunu daha ileriye getirmeyi içeren bir akıl olduğunu görüyoruz. Sadece bu yazı değil, genel anlamda Müslümanlar da İslam’ın aklı derken bunu kastediyorlar.

    Seküler akıl ise; İslam’ın aklından farklı olarak, herhangi bir dinin öne sürdüğü savları değil; mantığı, zekayı, aklı içerir. Gözlem ve deney sonucu ortaya çıkan bilgiye inanır. Elbette ki bu zorlu bir süreç ve her bu yönde atılan adımın doğru sonuç vereceğini düşünmek eksik olur, ama genelde doğru sonuç vereceği doğrudur..

    Burada bence daha makul olan akıl Seküler akıl.

    Pek çok nedenle;

    – Sürekli değişen dünyada, değişmeyen şeylerin üzerine inşa olmak yanlış. Seküler akıl daha esnek ve bu aklın öznesi insan. İslam’în aklında özne insan değil. İslam’ın aklında insan, “Allah’ın kuludur”.. Allah’ın kurallarına uyar, yasaklarından sakınır ve bunun öldükten sonra bir karşılığı olduğuna inanır. Böylelikle bütün yaşamını edilgen kılmış olur..

    – İslam’ın aklı olarak formülleştirdiğiniz şey somut temellere dayanmıyor. Pek çok tartışmada neyin doğru neyin yanlış olduğunu ona bakarak anlamamız mümkün değil. Russel’in bir göksel çaydanlık örneği vardır. Bu tarz sorunları İslam’ın aklı ile nasıl çözeceğimizin bir cevabı yok. Kaldı ki, her din beraberinde bir aklı olduğunu iddia edebilir ve tıpkı İslam’ın aklı gibi onun da bir yanıtı, cevabı yok. Russel’in göksel çaydanlığının da bir aklı olabilir, uçan spagetti canavarının da.

    – İslam’ın aklı siyasette yalnızca sömürülmeye yol açar. İslam’ın aklını o veya bu yönüyle temsil ettiğini söyleyen kişiler başka hiçbir şey yapmadan, hiç hizmet etmeden muktedir olabilriler. Bunun demokrasi için ne denli büyük tehdit olduğu ortadadır.

    Bu kısım elbette ki suistimal demek. Ancak İslam’ın aklı savında sorun, bunun ortaya çıkartılamaması. Yani İslam’ın aklı yürürlülüğe sokulduğunda hiçbir biçimde bu aklı temsil ettiğini iddia eden kişilerin haksız ve yanlış olduğunu ispat edemiyoruz. Çünkü mantığa, akla değil ayetlere ve gözle görülmeyen, elle tutulmayan bir Rabb’e dayanıyor. Bu suistamale kapılarını sonuna kadar açmış ve bugüne kadar içeriye çok kişi almış bir Akıl.. Ben İslam’ın aklını temsil ediyorum, Allah dostuyum diyen birini İslam’ın aklı ile çürütemezsiniz..

    Yazar, seküler akıl kullanılarak ortaya çıkan hataları kendine istinad noktası yapmış. Oysa seküler olmayan aklın binlerce “dini” var. Eğer bir akıl biçimiyle ortaya koyan yanlışlar meselenin özü saf biçimde ele alındığında bir anlam ifade ediyorsa dünyada bu kadar çok din olması seküler olmayan aklın ölümünü gerektirmez mi?

    Seküler ve materyalist akıl, insanın dünyadaki yeri ve nereden gelip nereye gideceği konusunda insanın istemeyeceği şeyleri söyler. Elbette ki bir insana onun bir Tanrı tarafından yaratıldığı ve kötülerin cezalandırılıp iyilerin mükafatlandırıldığı bir öteki dünya vaadi söylenirse insan buna inanmak konusunda daha istekli olacaktır. Bu yönetenlerin de işine yarar. Böylece, “din” kavramı bugüne kadar binlerce birbirine benzeyen biçimlerde karşımıza çıkagelmiş durumdadır zaten.. Bu insana manevi bir haz verir, belki psikolojisini bile düzenler. Hareketlerine dikkat etmesini sağlar, daha mutlu ve kanaatkar hale getirir. ( Metodist rahipler dinlerin kanaatkarlık veren bu yönünü kullanarak İngiltere’de ihtilal olmasını engellemişlerdi. Dinlerin aynı yönü Komünizme karşı da kullanıldı. (bkz. yeşil kuşak) )

    Ancak bu her din için geçerli.. Her din, inananlarına büyük bir ruhi dinginlik verir. İslam’da tasavvuf, diğer dinlerde farklı isimlerle bulunur. Daha doğrusu İslam’daki tasavvuf binlerce yıldır binlerce biçimiyle karşımıza çıkan din kavramında bulunan tefekkürün İslam’a ait terminolojiyle yeniden yorumlanmasından başka bir şey değil..

    Materyalizm ise, daha soğuk bir cevap verir. İnsana, bir yaratıcının olmadığı, iyiliğin-kötülüğün cezalandırılıp mükafatlandırılmadığı bir dünyada yaşamakta olduğumuz söylemi çok cazip gelmeyecektir. Gelmemektedir de. Çünkü bu bilgi kabul edildiğinde, beraberinde bugüne kadar insan ve toplum yaşamında dinlerin karşıladığı ihtiyaçları karşılamak için yeni şeyler gerekecek. Bunlardan epey var. İbadet yerine terapi-meditasyon, dinler yerine ideolojiler, rahipler yerine filozoflar, düşünürler, yazarlar.. Ancak bunlar onlara birşeyleri anlatırken kabul etmeye daha istekli olduğu biçimde mükafat-ceza, onları destekleyen tanrı vs. gibi şeyleri içeren bir dil kullanmadıkları için daha az inandırıcı olur..

    Televizyonun nasıl görüntüleri birbirine yolladığını, bilgisayarın nasıl çalıştığını, uçakların nasıl uçabildiğini bile hayretle izleyen bir insan aynı zamnda koskoca evrenin kendi kendine oluşabileceğine inanması da zor..

    İşte seküler olmayan aklın* kazanmış gibi göründüğü yer burası: insanın inanma zaafları..

    ( İslam’ın aklı kelimesini artık kullanmaya gerek yok. İslam’ın aklı ile diğer dinlerin aklı birbirinden farklı şeyler değildir. Hepsi benzer değerler üzerine inşa olunur. )

    Ancak tüm bunlar, seküler aklın daha makul bir akıl biçimi olduğu gerçeğini değiştirmiyor..

    Seküler aklın sorunları nelerdir?

    Pek çok var, sayılabilir.. Öncelikle süker akla ait değerleri fetişist bir dille tıpkı bir din gibi anlatan ve aklı, bilimi inanç sistemi haline getiren düşünceler.. Bununla birlikte modernitenin sosyolojik bir durum değil felsefi-toplumsal bir olgunluk düzeyi olarak kabul edip bütün insanlığın bu yöne doğru ilerlemesi gerektiğini savunan modernist yanılgı.. Ancak bunlar seküler aklın çözebileceği şeyler, çünkü seküler aklın değerlerine inanmaak cehennemle cezalandırılmıyor ve değişmez kuralları yok. Bir kutsal kitabı da yok. Kendi içindeki sorunları aşmak konusunda daha yetenekli bir akıldır, seküler akıl.

    Kaldı ki, yukarıda saydığım problemlere çözüm getiren ve seküler aklın içinde bulunan düşünceler de var. Jared Diamond buna dahil edilebilir..

    Bununla birlikte, modernizmin bu tümel yanılgısı birebir dinde de var. Hatta ben modernizmin bunu dinden miras aldığını düşünüyorum. Cemil Meriç, ideolojileri kiliselere benzetir; onlar gibi yobaz yetiştirdiklerini iddia eder. Doğru, gerçekten doğru. Seküler olmayan aklın taassubuyla seküler değerlere sarılmak gibi bir sorun var.

  14. Yazan:MY Tarih: Mar 23, 2009 | Reply

    Selam Hasan,

    Akil ve zekâyi ayird edelim istersen?

    Atom bombasini yapmak için zeki olmak gerekir yani deney ve gözleme dayali arastirma, inceleme, kavramsallastirma, uygulama…

    bu baglamda iki sopayi uc uca ekleyip yüksekteki muza erisen maymundan bir farkimiz yok, zihin gücümüzle “FAYDALI” oldugunu düsündügümüz bir seye erisiyoruz.

    AKIL bambaska bir sey, böyle bir bombayi kullanMAmak gerektigini söyler bize.

    Ne oldu? Birden bire BOMBA NASIL YAPILIR? sorusundan NE YAPMAK GEREKiR? sorusuna geçtik.

    Demek ki ayni düzlemde degiliz.

    Büyük düsünür Kant’in meshur 3 sorusunu hatirla,
    1) Ne bilebilirim?
    2) Ne umud edebilirim? (/neyi umut etmeme müsade var?)
    3) Ne yapmaliyim?

    Insan akli (senin kullandigin anlamda) zihnin bütün fonksiyonlari bir bütün olarak ele alindiginda bir araçtir. Bir rehber degildir.

    insan aklinin kisitli oldugu, yanillabilecegi ve sayet REHBER EDiNiLiRSE insani felaketlere sürükleyebilecegi eski yunan filozoflarindan Gazali ve Mevlana gibi Islam büyüklerine, oradan da Kant gibi ANITSAL FiLOZOFLARA kadar hakim bir görüstür ki aynen katiliyorum.

    Ne yazik ki insanlik bu dersi unutmustur, birinci ve ikinci dünya savaslari ile doruga ulasan ama gerçekte 1700’lerde baslayan YIKICI SÜRECiN bu denli YIKICI olmasi EMPiRiK AKLIN BiR REHBER olarak kabul edilmesindendir.

    Seküler Akil – Islamî Akil ayrimi bence uygun degil, seküler ahlâk- Islâmî Ahlâk – Teist Ahlâk diye bir ayrim yapilsa daha iyi olur. Bilimin konusu olan et ve kemik, ahlâkin konusu olan iyi-kötü-ödev-hak gibi kavramlardan ayrilmis olur.

    dostlukla

  15. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Mar 23, 2009 | Reply

    Hasan bey,

    İslami akıl, seküler akıl diye bir ayrım yoktur. Ayrım aklın sınırlarındadır. Seküler akıl mantığı, zekayı, aklı içerir de (akıl nasıl aklı içerir ayrı bir muamma), islami akıl bunları içermez değildir. Bunları içerdiği gibi, bunun ötesini de içerir. Seküler akıl, deteministik, pozitivist bir akıldır. Sadece gördüğüne dair fikir yürütür. Sebep-sonuç ilişkisini incelemekten ibarettir. Bu akıl köpekte de, maymunda da vardır. İslami akıl ise metazifiğe-“gayb”ın varlığına da ilişkindir. Aslolan ruhtur, görünen alem (şehadet alemi) ruhun bir örtüsüdür. Herşey, bir şeyi gösterir ve müsebbib-ül esbab birdir. İslami akıl da sebep-sonuç ilişkisini gözlemler. Ama bunun üzerine metafizik yorum da katar. Biz buna hikmet adını veriyoruz. Hikmet, insan ruhuna ve insanın alem hakkındaki kavrayışına dair bir bilgidir. Seküler akılda eksik olan budur. Çünkü görünenle mukayyed bir açıklama eksiktir. Bize bilgi verir ama hikmet veremez.
    Hangisinin üstün olduğu, hakikatin ne olduğuyla ilgilidir. Materyalist birisi için seküler aklın daha makul olması gayet makuldur, halbuki bir kısır döngüdür.

  16. Yazan:Mehmet Bahadır Tarih: Mar 23, 2009 | Reply

    Mehmet Yılmaz ve Ekrem Senai Abilerim

    Bu güzel ve hikmetli açıklamalarınız için ne kadar teşekkür etsem azdır. Sizler birer ışıksınız…

    sevgi ve hürmetlerimle…

  17. Yazan:Hasan Tarih: Mar 23, 2009 | Reply

    Aklı ve zekayı “seküler akıl, İslami akıl” kapsamı altında aldım. O cümledeki Seküler ve İslami sıfatlarının nitelendirdiği Akıl kavramı, aslında bakış açısı demek. Bir yorumlama şekli. Yazıda da o biçimde kullanıldığı için o şekilde devam ettim. Doğrusu belki perspektif ya da paradigma olabilirdi, her neyse.

    Atom bombası örneğiniz doğru, akıl ve zeka ayrımı açısından. Ayrıldığımız nokta, insanları bu biçimde öldürmemeyi bize söyleyen aklın niteliği konusunda.. Bu akıl, islami akıl mıdır, seküler akıl mı?

    Seküler olmayan aklın tek bir biçimi olmadığı gibi, seküler aklın da bir biçimi yok. Faşistler ve Naziler de ateistlerdi. Kızıl Kmerler de ateistti. Troçkistler de. Taoist bir rahip de, bir Budist de.. Mesele, insanın nasıl oluştuğuyla bitmiyor..

    Peki, insanın nasıl oluştuğunu yaradılış ya da evrim yordamıyla anladıktan sonrası için hangi akıl daha işlevsel?

    Seküleri mi, seküler olmayanı mı?

    Bence ikisi de değil.

    Çünkü; Gazze’yi bombalayan İsraillilerin Allah’a inancı tartışılmaz. Haçlı yağmalarının da. Bunları başlatanların temel motivasyonu belki başka şeylerdi, ama oraya ölmek için gidenlerin tek motivasyonu dindi.

    Çünkü; 7 milyonluk Kamboçya nüfusunun 3,5 milyonunu katleden Kmerlerin de Allah’a inançsızlığı tartışılmaz.

    Ve aynı zamanda ikisi de;

    Çünkü; Mevlana’nın, İbn-i Rüşd’ün Allah’a inancı tartışılmaz.

    Çünkü; aynı zamanda Ayn Rand’ın da Allah’a inançsızlığı tartışılmaz.

    Seküler aklın ve seküler olmayan aklın bombalamaya neden olabilecek ve olamayacak formları var. Bu yüzden bunların hepsini bir arada almamak ve onları bir bütün olarak görmemek daha doğrudur, öyle değil mi?

    Hayatları boyunca yıkanmayan, tırnaklarını ve kıllarını kesmeyen, ailenin reisi ölünce ailenin geriye kalanını cayır cayır yakan Sıkh diniyle; temizliği iman kaynaklıdır diyip yüce bir köşeye koyan, sebepsiz yere insan öldürmenin bütün bir insanlığı öldürmekle aynı olduğunu savunan İslam aynı yere konulur mu? Sırf ikisi de “seküler değil” diye?

    Benzer şeyler seküler akıl için de geçerli.

    Yazıya bu yüzden katılmıyorum.. İnsan, erdemlerini seküler akıl ile de bulabilir. Bulamayabilir de..

    İnsan erdemlerini seküler olmayan akıl ile bulabilir, ama bulamayabilir de..

    Dolayısıyla, atom bombasını bulan insandan onu kullanan insana geçişte her iki akılda eşit paya sahip olabilir, uygulama yönüyle. Bu konuda sadece seküler aklı suçlamak eksik kalmıyor mu?

    Atom bombasıyla yaratılan tahribatın benzerini “seküler olmayan akla” sahip olanlar da yapmadı mı? Kuyucu Murat’a bakalım. Muaviye’ye bakalım.. Hz. Hüseyin’in kesik başını bir mızrağa bağlayıp ibret-i alem olsun diye Kufe şehrinde tur attıranlar Ateistler miydi?

    Değillerdi, hatta başları Sahabeydi bile. Aynı zamanda peygamberin akrabasıydı.

    Dolayısıyla atom bombasını yapan insandan onu atan insana geçişin nedenlerini seküler akıl ve islami akıl çelişkisinde bulmak mümkün değil.

    Bu çok çok daha geniş bir şey.

  18. Yazan:eg Tarih: Mar 23, 2009 | Reply

    bu tartışmaya çok derinlemesine girmek istemiyorum, yazılarımın tümü demek istediğimi net olarak anlatıyor diye düşünüyorum. sadece hasan beyin yorumundaki bir alıntı dikkatimi çekti yanlış mı anladım diye sormak isterim

    “Faşistler ve Naziler de ateistlerdi. Kızıl Kmerler de ateistti. Troçkistler de. Taoist bir rahip de, bir Budist de..””

    taoistler ve budistler ateistlerdir mi denmek istenmiş bunu anlamadım…

  19. Yazan:Hasan Tarih: Mar 23, 2009 | Reply

    Tanrı görüşü yok demek daha doğru olur sanırım. Bu dinlerde Tanrı’ya inanç yoktur. Hatta bu yüzden onları din kavramına sokmayan ve felsefe olduğunu söyleyenler de var.

    Taoizm konusunda yanılmışım, onun farklı bir Tanrı görüşü varmış. Bu arada, Budizmin çeşitli uygulamalarında da Tanrı kavramı vardır. Ancak bu, asya’daki kimi toplumların kendi inançlarıyla Budizm’i karıştırarak elde ettikleri inançlardır..

  20. Yazan:MY Tarih: Mar 23, 2009 | Reply

    “Tanrı görüşü yok demek daha doğru olur sanırım. Bu dinlerde Tanrı’ya inanç yoktur.” (HASAN)
    Bence çok kestirmeden gidiyorsun Hasan Kardesim, Taoizm hakkinda konusmadan önce rahmetli Prof Dr Toshihiko Izutsu’nun anitsal kitabini okumani tavsiye ederim:

    A Comparative Study of The Key Philosophical Concepts in Sufism and Taoism / Ibn Arabi and Lao Tzû, Chuang Tzû.

  21. Yazan:MY Tarih: Mar 23, 2009 | Reply

    hele Budistler hele budistler… ahh hiç baslamayalim o konuya :)) Bil ki Buda ve Budizm çok ayri iki seydir, en az Hz Isa ve Vatikan kadar büyük bir uçurumla ayrilmislardir… Ama aramizda kalsin 🙂

  22. Yazan:eg Tarih: Mar 23, 2009 | Reply

    vallahi tam o kitabı tavsiye edecektim ki mehmet tavsiye etmiş…o kitaba ek oalrak anananda coomaraswamy’nin yine anıtsal denebilecek kitabı “hinduizm ve budizm” kitabı tavsiye edilebilir.

    seyyid hüseyin nasr’ın ekoloji ve kutsal bir bilim ihtiyacı ile ilgili yazdığı bir makalede bir yeri alıntı yapmak isterim, o alıntıda bilim geçen yerleri akılla değiştirebilirsiniz:

    “batı bilimi, bütün diğer mümkün tabiat bilimlerini inkar ederek ‘ilerledi’..onun monolitik (tek parçalı) ve monopolist(entegrist) karakteri, kendisi hakkında sahip tasavvurun bir parçasını oluşturur ve bu da, dünyada hiçbir mantık, başka bilim formlarının da olabileceğini kabul etmeyi reddetmezken, böyledir…modern bilim şeklinde ifadelendirilen özel zihni etkinlik biçimine atfedilen kibir öyle birşeydir ki, kendisine göre geçrek bilim olması gereken şeye uygun düşmeyen herşeyi, ‘sahte bilimlerbilimsiler’ alanına sürgüne gönderir…..
    “Bu, gerçeğe aykırıhaksız olarak kendisince bütüncü bir bilimin, yani kendi öz sınırlarını bilmeyen ve bizzat bu sebeplerden dolayı, bu sınırların ötesinde bulunan şeylere ulaşamayan bir bilimin keşifleri ve icatları ile kendisini oyalamayı terkeden adamdır.”
    nasr bir de newton fiziğini bir örnek olarak alır. “newton fiziğine göre bir cismin düşmesi incelenirken, o cisim üzerine etki eden cisim güçleri ancak, şayet maddi evrendeki diğer bütün madde parçacıklarının kütlesi ve uzaklığı bilinirse, hesaplanabilmektedir. böylece, yalnız newton yasalarını söz konusu basit duruma uygulayarak, kesin bir rakama ulaşabileceğiz. mu metod kuşkusuz bire takım neticeler sağlanmıştır, ama o son derece aslî olan bir şeyi, yani bir cismin basit bir düşme hadisesinin, platon’un ‘eros’, ibn sinâ’nın ‘ışk’ olarak isimlendirdiği bir güç sayesinde , evrendeki btün parçacıklarla bir ilişki içinde olduğu temel hakikatini yitirmiş ve ihmal etmiştir…bir zamanlar nesneler arasındaki bu münasebet perspektifini gözden kaçırmak, matematiksel bir kesinlikten elde edilebilecek yararla karşılaştırıldığında , pek fazla önemsenmiyordu. ama, bu kısmî tabiat biliminin uygulamasının bizzat tabiatı öylesine tahrip ettiği ve bizi de çok korkunç musibetlere tahrip ettiği; bundan başka bir de ekolojistlerin, bütün doğal çevrenin şayet diğer parçalarla orantılı olmazsa hiçbir şeyin işlemyeceği son derece kompleks, ama ahenkli bir bütün olduğunu keşfettiği şu anda ancak böyle bir gözardı ediş ve ihmalkarlığın gerçekten ne derece korkunç olduğu görülmektedir.”

  23. Yazan:eg Tarih: Mar 23, 2009 | Reply

    ananda coomaraswamy olacaktı, ….bir önceki yorumda an’ler fazla olmuş:))

  24. Yazan:eg Tarih: Mar 23, 2009 | Reply

    mehmet’in tavsiye ettiği izutsu’nun kitabı, ahmet yüksel özemre tarafından türkçeye iki cilt halinde çevrilmiştir. çok önemli bir kitaptır…ibn arabî’nin fusus’unda anahtar kavramlar(1) ve taoizmde anahtar kavramlar diye iki cilt halinde çevrilen kitabı diğer izutsu kitapları gibi şiddetle tavsiye ederim.

  25. Yazan:Hasan Tarih: Mar 24, 2009 | Reply

    Taoizmi yanlış hatırladığımı belirtmiştim zaten. Ancak Budizm’de bir Tanrı yoktur, bunu Budizme dair okuduğum kaynaklardan ve Budistlerle yaptığım konuşmalardan biliyorum.

    Birebir materyalist bir yorum olmadığı da kesin elbette ki..

  26. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Mar 24, 2009 | Reply

    Hasan bey,

    1.Sihlerin hayatı boyunca tırnak kesmediğini, yıkanmadığını, ailenin reisi ölünce diğer bireyleri yaktıklarını nereden biliyorsunuz? Cevap hakkı doğuyor, adamlar Türkçe bilmiyor.
    2.Budistler de tanrıya inanmaz, ateistler de tanrıya inanmaz, o zaman budistler ateisttir demek biraz komik olmuyor mu? Ne ilgisi var budizmle sekülerizmin?
    3. Muaviye ve Hz.Hüseyin arasındaki mücadele din kaynaklı mıdır yoksa dine “rağmen” seküler=dünyevi temelli bir iktidar mücadelesi midir?

    İnançlarımızla davranışlarımız arasında otomatizm yoktur. Davranışımız, ahlakımız, şuurlu bir tercihin veya hayat felsefesinin bir fonksiyonu değildir; felsefi veya siyasi tercihlerin bir eseri olmaktan çok çocukluktaki terbiyenin ve kabul edilmiş anlayışların bir neticesidir. ….

    Dinin terk edilmesinden, ahlakın terk edilmesine geçiş için ancak bir tek adıma ihtiyaç vardır. Bazı kişiler bu adımı hiçbir zaman atmazlar. Hayatlarındaki tenakuz bundadır. İşte bu gerçektir ki, incelemeyi güçleştiren iki şeyin ortaya çıkmasına imkan verir: ahlaklı ateistlerle, ahlaksız dindarlar.

    Diyor Aliya İzzetbegoviç. Ve şöyle ekliyor:

    Ahlaklı ateist olabilir, ama ahlaklı ateizm olamaz. Dindışı insanın ahlaklı olmasının kaynağı da dindir. Ancak geçmişteki eski bir dindir bu. Ve insanın ondan haberi bile yoktur. Bu din muhit, aile, edebiyat, film ve mimarinin içinden sayısız şekilde tesir icra etmeye ve ışımaya devam etmektedir. Güneşin çoktan battığı yerde de gecenin bütün sıcaklığı yine güneştendir…

    Din, bilgi ve tasdik; ahlak ise bu bilgi ile ahenk içinde bulunan tatbikat, hayat demektir. Her yerde olduğu gibi bilgi ve tatbikat arasında ayrılık ve tutarsızlık olabilir. Din, nasıl düşünmeli ve inanmalıyız; ahlak ise neye meyletmeli, nasıl yaşamalı, nasıl hareket etmeliyiz sorusuna cevap teşkil etmektedir. Öbür dünya hakkındaki haber her zaman geniş, sonsuz olan bu vizyonla ahenk içinde yaşama talebini de ihtiva eder fakat bu talep, vizyonun kendisi değildir…

    “İman edin ve iyi amellerde bulunun”. Kuran-ı Kerim’in sık sık tekrarlanan (en az elli defa) bu talebi, insanların tatbikatta birbirinden ayırmak istedikleri şeylerin beraber olması lüzumunu belirtiyor. Bu ayet, din (iman edin) ile ahlak (iyi amellerde bulunun) arasında tefrik yapmakta ve aynı zamanda bunların beraber olmasını istemektedir. Fakat Kuran-ı Kerim ters taraftan da bir bağ kurarak dinin ahlakta kuvvetli teşvik bulabileceğine işaret ediyor: “Sevdiğiniz şeylerden infak etmeden iman etmiş olmazsınız”. Yani imana gel ki iyi insan olasın denmiyor. Tam tersine; iyi insan ol ki iman etmiş olasın. Nasıl imana geleyim, imanımı nasıl kuvvetlendireyim sorusuna cevap şudur; iyilik yap; Allah’ı, tefekkür ederek bulmaktansa, iyilik yapmakla bulmak daha kolaydır.

    Yani dindarlık erdemliliği garantilemez, aynı ateizmin ahlaksızlığı netice vermediği gibi. Ama bu, -ateistlerin bundan nefret ettiğini biliyorum ama söylemekten kendimi alamıyorum- erdemin ana ve tek kaynağının din olduğu gerçeğini değiştirmez.

  27. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Mar 24, 2009 | Reply

    Mehmet Bahadır bey,

    Estağfirullah. Sadece okuduklarımı aktarıyorum.

  28. Yazan:Hasan Tarih: Mar 24, 2009 | Reply

    1.Sihlerin hayatı boyunca tırnak kesmediğini, yıkanmadığını, ailenin reisi ölünce diğer bireyleri yaktıklarını nereden biliyorsunuz? Cevap hakkı doğuyor, adamlar Türkçe bilmiyor.

    Oraya giden bir “Nurcu” ağabeyin aktardıkları. Uzakdoğu’da böyle garip dinler vardır.

    2.Budistler de tanrıya inanmaz, ateistler de tanrıya inanmaz, o zaman budistler ateisttir demek biraz komik olmuyor mu? Ne ilgisi var budizmle sekülerizmin?

    Yazdıklarımı okumuş olsaydınız böyle bir sonuç çıkarmazdınız zaten.

    Ancak şu bize bir ipucu veriyor: bütün dinlerde bir dinginlik, ruhanilik veren; insanın dünyayı farklı algılayıp farklı davranmasını sağlayan şeyler var. En antik dinlerde bile var bu. Demek ki İslam’â ya da seküler olmayan akla özel bir şey değil bu. Din kavramıyla ilgili muhtemelen psikolojik bir şey.

    3. Muaviye ve Hz.Hüseyin arasındaki mücadele din kaynaklı mıdır yoksa dine “rağmen” seküler=dünyevi temelli bir iktidar mücadelesi midir?

    Yaptığınız sekülerizm tanımı oldukça eksik. Dinin savunduğu iyilikler ya da erdemler zaten insanın seküler aklıyla bulduğu ve sonra bir ilaha devrettiği kavramlardır. Sekülerizmin tümüyle dünyevi bir çıkarcılık görüşü olduğu tümüyle yanlışlık, başka bir şey değil. Tanım aracılığıyla gerçeği değiştiriyorsunuz.

    Ahlaklı ateizm olabilir mi? Ahlakı eğer tekeliniz altına alıp, en ideal ahlak formunun İslam’da işlendiğini varsayarsanız -ki bu oldukça yanlış bir varsayım olur- bu elbette ki mümkün değil. Her düşünce kendi ahlak anlayışını kurar.

    Aslında mesele İzzetbegoviç’in söylediğinin tam tersi yani. Ahlaklı teizm, ya da İzzetbegoviç’in din olarak adlandırıp tanımlandırdığı kavramlar zaten insan ürünüdür. Orada bir dinsizlik vardır, ama kişi bunu din şeklinde yorumlamayı tercih eder. Bilme gücünün bittiği yerden gerisinde Tanrılar vardır.. Eskiden Tanrılar vardı tabii, sonra Akhenaton geldi tek Tanrı’ya dönüştü.

    Belirli bir dizilim içinde bütün dinlerde benzer hikayeleri ve mitolojik olayları görmemiz bir ipucu olabilir. Bakireden doğan bir Tanrısal kişi ve onun 12 havarisi pek çok antik dinde var örneğin..

  29. Yazan:Hasan Tarih: Mar 24, 2009 | Reply

    Budistler de tanrıya inanmaz, ateistler de tanrıya inanmaz, o zaman budistler ateisttir demek biraz komik olmuyor mu?

    Yazmayı unutmuşum. Hayır, hiç komik olmaz. Ateizm kelimesi yalnızca materyalist görüşü ifade etmez. Bir şekilde Tanrı’nın varlığını kabul etmiyorsanız Ateist olursunuz.. Mesele bu. Terminolojik olarak.

  30. Yazan:eg Tarih: Mar 24, 2009 | Reply

    hasan kardeşim hem budizmi hem de ateizmi son derece eksik bilgilerle ve dümdüz yorumluyorsunuz…böyle olunca da alakasız iki şeyi (hem de ne alakasız, dünyada birbirine en uzak iki şey seçin deseniz herhalde bu iki şeyi seçmelidir) aynı şeymiş gibi göstermek doğal hale geliyor. açık söyleyeyim dinler konusundaki bilgisizliğiniz bende tartışma isteğini alıp götürecek kadar fazla…çünkü bilgisizlikle yapılan tartışmalar eninde sonunda kavgaya varıyor ve kavgalardan bıktım usandım. artık bilgisizlik gördüğüm yerden ilk yaptığım şey kaçmak oluyor! sadece tavsiye ettiğimiz (hem benim hem mehmet’in) kitaplara bir bakmanız, koskoca gelenekselci ekolün biriimi duruyor bu dinlerle ilgili…okumadan yapılan bu yorumlar ciddi manada soğuk ve anlamayı imkansız hale getiren bir durum yaratıyor…benim söyleyebileceğim tek şey: biraz daha dinler tarihi okuyun. böyle yaparsanız hinduları da, budistleri de taocuları da daha iyi anlarsınız!

  31. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Mar 25, 2009 | Reply

    Hasan bey,

    “Nurcu” abiler abartmayı çok sever… Sih inancında bahsettiğiniz şeyler yok. Uzaaak ve de Doğuuu olunca ekran flulaşıyor tabi, atış serbest hale geliyor. Ücra köşelerde acayip dinler olabilir,ama su-i misal misal olmaz. Dindarların %99,9’u üzerinden konuşmak daha anlamlı olur kanaatindeyim. Dinlerin hemen hepsinin amaçları aynıdır, Tanrıya ulaşmak… Bunun için erdemli olmak, kötülüklerden arınmaya gayret etmek ortak amaçtır. Seküler amaç ise pragmatizm üzerine kuruludur, erdem de getireceği toplumsal ve sosyal “faydalar” dolayısıyla iyidir. Dolaylı erdem iğretidir, fayda ortadan kalkınca erdem de ortadan kalkar. Gözleri kör olan bir hafızın “seni bunun için mi okudum?” diye Kur’an’ı yırttığını anlatmıştı birisi. Tenakuz gibi gelecek ama bu, seküler ahlaka güzel bir örnek.
    Budist arkadaşlarınıza gidip “siz ateistsiniz” deyin bakalım ne karşılık veriyorlar? Terminolojisinin ne olduğu önemli değil, biz burada kavramlar üzerinden konuşuyoruz. Ateizm dediğimiz zaman hepimizin anladığı şey aynı. Ateizme erdem yamamak için dinlerden transfer yapmak tam da ateist ahlaka yaraşır bir şey. Kendisinde erdem olmadığını görüyor, can havliyle budistlere sarınıp, “bak sen de ateistsin, demek ki ateist erdemli olabiliyormuş” demek bari Budizme göre caiz midir hocam?
    Din zaten insan ürünüdür diyorsunuz. Tipik “aydınlanmış” bir zihin! Tanrı ürünü olsaydı nasıl bir şey olurdu acaba? Yani farzedelim ki insanı tanrı yaratmış olsun; ona evreni tanıyıp değerlendirmek için gerekli tüm alet edevatı, göz, kulak, zeka ve seçme iradesini vermiş, görüyoruz. Soru şu: Bu zeka ve irade olmasaydı Tanrıdan bahsedemezdik. Tanrıdan bahsettiğimize göre:
    a) Ya bu Tanrının iradesidir
    b) Ya da herşey bir tesadüftür
    Ben tesadüflere inanmadığım için ilk şıkkı seçiyorum. Eğer ilk şık doğru ise:
    O zaman Tanrının, bana bu zekayı ve iradeyi vermekte bir amacı olmalı. Bunu ya Buddha gibi kendi içimce bulmaya çalışacağım, ya da bulduklarını söyleyenlere kulak vereceğim. Onların metodlarından faydalanacağım. Ama, 60 sene yaşayıp ölen bir yaratık olarak neden burada olduğum ve ölünce ne olacağım en çok üzerinde düşünmem gereken konu olduğu açık.
    Bazıları, bu muammayı çözmek için ömürlerini sürdürürler; bazıları da böyle bir çabayı hafife alırlar, bu sorularla ilgilenmezler ve 60 yıl bu biganelik ve umursamazlık içinde yaşayıp ölürler. Elbette hayatı anlamlandırmaya çalışan ve Tanrıyı bulmaya gayret eden kişinin evrene bakışı; diğer şaşı bakıştan farklı olacaktır. Ve elbette birisi evrende gözlediği düzen, sanat, temizlik, şefkat gibi delillerden erdem devşirecek; diğeri ise 60 yıllık ömründe rahat yaşamak, prestij sahibi olmak, toplumda erdemli insan olarak anılmak gibi amaçlar uğrunda erdemin peşine takılacaktır.

  32. Yazan:MY Tarih: Mar 25, 2009 | Reply

    Budizm hakkinda okudugum bir kitaba göre Budha resimlerinin ve heykellerinin yapilmasini yasaklamisti. “Yoksa sizi Yaratan’i unutur bana ve benim imajlarima taparsiniz” diyormus.

    Hinduizm hakkinda:

    Bu inanci çok tanrili, bazen de tanrisiz olarak algiliyoruz. Cinler ya da benzeri “soyut” varliklara inandiklarini hatta animizme yaklastiklarini düsünüyoruz. Oysa bu bizim Ortadogu dinlerine asikâr olmamizdan kaynaklaniyor. Anlamadigimiz seyleri BiLDiGiMiZ SEYLER CiNSiNDEN iFADE ETMEK elbette insanî bir çaba. Ama “semantic gap” çok büyük.

    Büyük bir Hindu alimi söyle diyordu: “Biz deli degiliz, binlerce Tanri olmadigini biliyoruz, bin fasetli bir elmasin küçücük yüzeyleri söz konusu olan, ayni Cevher’den yansiyan bin renkli isik”

    Hindistan’in tamamina yakin kismina hakim olup bir kaç asir egemenligini sürdüren Türk Moghol (Moğol değil) sultanlarindan biri Islam ve Hinduizm üzerine karsilastirmali bir etüd yaptirmisti. Sanirim ISIK KiTABI ya da buna benzer bir adi vardi. 1200’lerde hazirlanan bu eserden alintilar okumustum. çok çarpici idi. Eger bu kitabin izine raslarsaniz okuyun derim.

  33. Yazan:eg Tarih: Mar 25, 2009 | Reply

    şimdi ateism ile budizm arasında kurulan koşutluğun anlamsızlığı için (ki ibni arabi ve tasavvuf dizisinin diğer yazılarında bu konuyu karşılaştırmalı olarak ele almayı planlıyoruz) bir örnek vermeliyim:
    ateizm eninde sonunda kavram olarak bu evrenin kendi kendisine varlığına; gördüğümüz maddi dünyanın kendi kendisine var lduğu için ezeli ve ebediliğine; maddi dünyanın tek gerçek olduğuna ; yani felsefi anlamda materyalizme zemin hazırlar. yoksa ateizm tanrı inancı olmayan demek oldukça indirgemeci ve bu indirgemenin yol açtığı sonucu göremeyen bir tutum demektir.

    budizme gelince, budizm (özellikle mahayana budizmi) maddi dünyanın gerçekliği konusunda (cevhercilik diyelim)tamamen en uç noktada durur. yani mahayana budizmine göre maddi dünya aslında tam anlamıyla bir hayaldir (bizdeki tasavvufi görüşle, taoizmle ve hinduizmle karşılaştırmaları sözünü ettiğim yazıda yapacağım) ve gerçek değildir. zen-budizm ise bizdeki tasavvufî anlamıyla “her an yeniden yaratma” kavramı üzerine kurulmuştur. ve budizm’in “mutlak” diye çevrilebilecek olan kavramı islam tasavvufunda zat-ul vücûd ile hemen hemen aynı şydir.

    yani budizmi ateizm olarak adlandırmak çok ciddi bir yanılgıdır. bu yanılgı büyük oranda modern bilginin durumu ile ilgilidir. bilgi artık bizlere “haplar” halinde veriliyor. o yüzden ekşi sözlük ve vikipedia gibi şeyler u kadar popüler. çünkü hap bilgi ile herkes bir konuda fikir sahibi olduğunu sanıyor ama derinlemesine nüfuz etmeyi düşünmüyolrar bile. tamam hap bilgi bir malumat verir ama derinlemesine inme ihtiyacı duyulmadan (ve suat hocamın bir başka yazıya yorumunda çok isabetli dediği gibi, bizim aslında ne derece cahil olduğumuu ortaya çıkaracak bir derinleşme ihtiyacı duyulmadan) yapılan yorumlar da, yazılan yazılar da birer malumat olmaktan öteye geçemezler.

  34. Yazan:hasan Tarih: Mar 25, 2009 | Reply

    Ateizm dediğimiz hepimizin anladığı tek bir şey aynıysa burada bir yanlış var. Ateizm, yalnızca Allah’ın varlığı-yokluğu konusunda bir fikirdir, bundan gerisi yekpare bir Ateizm modeli yoktur. Ateizm formları arasında benzerlikler olabilir, ama bu yekparelik şeklinde yorumlanamaz.

    Seküler akıl pragmatizm üzerine kurulu değildir. Pragmatizm, daha çok dini ve milli devletlerin siyasette epey kullandığı bir bilgiye, doğruya, siyasete yaklaşım biçimi. Bütün ateistlerin böyle düşündüğünü iddia etmek tek kelimeyle yanlıştır.

    Ateistlerin dünya algısı ile teistlerin dünya algısı elbetteki bir olmayacak. Bundan daha doğal ne var? Dolayısıyla ahlak kuralları ve toplum anlayışı, tarihe bakışları da aynı olmayacak. Benim için tarih; sınıfların, medeniyetlerin çeşitli gerekçelerle yaptığı savaşımların tarihi.. Bu çeşitli gerekçeler arasında en popülerinin din ve milliyetçilik olduğunu unutmamak gerek.

    Ateizmin çok formu olduğunu söylemiştim, faşistler ve naziler de -genellikle- ateistlerdi. Bunlar benim tasvip edebileceğim şeyler değil elbette ki. Kaynağı da Ateizm değildir. Benim için liberalizm geçerli.. Ve bunu savunmamdaki en temel neden Ateizm.. Tek bir şansı olan insanın bu hayatı oldukça iyi, özgürce, olabilecek en mutlu biçimde yaşaması gerekiyor. Dolayısıyla benim savunduğum şeyi, sırf özünde faşizm ile Tanrı konusunda aynı fikri savunuyor diye yanyana koyamazsınız.. Bu yanlış olur..

    Budizm’de, hala iddia ediyorum ki Tanrı anlayışı yoktur. Taoizmi ise yanlış anımsadığımı zaten daha önce belirttim. Hatta Theravada Budizminde, ruh ve Tanrı gibi kavramların olmadığı konusunun özellikle üzerinde durulur. Budizmi materyalizm kapsamında alamayız elbette ki, ben bunu zaten söyledim. Budizmin diğer türlerinde de Tanrı anlayışı yoktur. Belli ki Buddha ve onun takipçileri bu önemsiz sorunun cevabıyla pek vakit kaybetmemiş. Bu konuda benim bilgisiz olduğumu söylemekten başka bir kanıt da ortaya koymadınız henüz. H. Yahya’nın bununla ilgili islamvebudizm.com gibi bir sitesi var, orada da geçiyor bunlar. Ayrıca internetten yapacağınız diğer araştırmalar da bunu gösterir.

    İnsanın ruhi dinginlik, mutluluk vs. gibi kavramlar için Tanrı’ya inanmasının hiç de gerekmediğinin en iyi kanıtıdır Budizm..

    Kaldı ki, bir şeyin olup olmadığını verdiği mutluluğa ya da sağladığı yarara göre mi ölçüyoruz? Yoksa kendi içindeki gerçekliğine göre mi? Elbette ki ikincisi olmalı. İkincisinin verileri elinizdeki inanç ile çelişince, bu verileri görmeyen ve reddeden bir Akıl icat ediyorsunuz. Akıl biçimi aracılığıyla gerçeği işlevsiz hale getirmek.

    Tanrı’ya inanmanın insana bir mutluluk verdiği doğrudur. Bunun tarifsiz bir duygu olduğu ve deneyimlenmesi gerektiği de doğrudur. Aynı şey Galatasaraylı olmak için de geçerli. Burada mesele bir şeye anlam yüklemek ve bu anlamın büyüklüğünce bir duygu seline kapılmak. Başka bir şey değil..

    Bu yüzden Güneşe tapan bir Mısırlı da, Zeus’a inanan bir Yunanlı da bir Müslüman ile hemen hemen aynı hisleri paylaşıyordu. Zaten dinleri de birbirinden pek farklı sayılmaz, aynı mitolojik hikayeler farklı isimlerle..

    Budizmin, dinlere benzeyen yanları var. Ruhanilik, dinginlik, ahlaki öğretiler, ibadetler.. Ancak bunlar Budistlerin kendi kişisel aydınlanmaları ve felsefi mülahazaları ile buldukları acıdan kurtuluş yollarıdır.. Psikoloji biliminde de terapi yöntemi vardır. Bu konu epey uzun, ancak kesin olan şey Budizm’de Tanrı görüşünün bulunmadığı. Aynı zamanda Budizmin en eski okulu kabul edilen Therevada budizminde Tanrı’nın olmadığı kesin bir dille kabul ediliyor..

    Sıkh dini konusunda o nurcu ağabeyin söylemlerine inanıyorum. Aynı zamanda Hindistan’da cinsel organına taş bağlayıp dolaşan kişiler de var.. Hindistan’da din enflasyonu epey yüksek.

    Daha yazılacak bir şey kalmadı sanırım.

    İyi günler..

  35. Yazan:Mustafa Tarih: Mar 25, 2009 | Reply

    Efendim din ve akil dendimi felsefede ve felsefe tarihinde bundan “hiristiyanlik ve akil” anlasilir. Dini terimler hiristiyanliktaki terimlerdir. Islamiyetde aklin alanini en bariz sekilde Imam Gazali yazdi ama bir tek eserde degil. Bircok eserlerinde bölüm bölüm. Hepsini iyi okuyan arastiran derleyen aklin cercevesini bilir Islamda. “Islam (salim) akil dinidir” bu söz Seyhulislam Mustafa Efendiye ait ve kendisi son Kelam alimlerimizdendir.
    Gzali Miskatul envarda derki akil yaratilmislarin herseyini anlayabilir der ama hayatda bircok engellere bagimli der hayal, unutkanlik, hatali hüküm, his organlarinin sinirligi, nefsi duygular vesaire vesaire. Bu engeller ölümden sonra kalkiyor. Peyygamber akli hayatda iken maksimumca ileridir. Tasawwuf akil gelismesi icin vardir. Peygamberlige ve sahabelige kavusmak mümkün degil ama yaklasmak mümkün.
    Metafizik konularda ve dini konular bir yana dünyevi seylerde akli kullanmak tabiidir ve bunu kisitlayan dini birsey yoktur. Aydinlanmayin temeli Immanuel Kantin “kendini aklini kullanmakta” tesviktir ve “baskasinin senin aklini yönlendirmek ile yetinmemek”. Hiristiyanlikta kilisede klerus-laie ayrimi var. “Laie” denilen halk sadece itaat ve taklidi iman yapacak kafa yormadan arastirmadan önüne konulan seyi kabul edecek. Sadece dini konularda degil eskiden kilise dünyayida tarif ediyordu. Islamda iman-i taklidden imani istidlaliye ve Imani hakikiye tesvik var. Akil ile isbat edilen ilim ile ögrenilebilen seylere tesvik var. Nakli veya akli isbatlama bekleniliyor akaid ilminde. Amelde mezhebe baglanmak vardir velakin delil yollarini ögrenmek veya mezheb degistirmek mümkün kapali degil. Incillerde “ilim ögrenin” diye tesvik yok. Tersi Paulus “dünyanin hikmetini” kötülemekte. Ilahi hikmet ile dünya hikmeti zit imis güya. Aydinlanmanin cekirdegi hem kilisenin hem asilzadelilerin prangalarini atmaktir. Baska birsey degil. Ifade ve fikir özgürlügü. Islamda akila “nur” ve “Kalb” de denir tasawwufta ve dini kaynaklarda. Dini olub aklin kendisinin yalniz olarak yol bulamadigi konularda vahy kaynagindan gelen bilgileri tasdik vardir (Iman bilgilerin bir bölümü,ahiret bilgileri, ibadet sekilleri gibi) ve bunlarin dogru sekilde nakil edilmeleride akla dayanan isbat ile olur. Peygamberin peygamberligi aklen isbatlanir.

    Islam rasyoneldir ama rasyonalist degildir.
    Cok ince ayrim vardir : hayatin icinde insanda olan akil ve aklin kendisi….ayrirmak lazim. Allah akildan serefli birsey yaratmadi hadisi ile dini aklinca yorumlayandan zararli yoktur hadisi zit degildir. Ikincide rasyonalizm kritigi vardir. Herseyi (dünya hayatinda) olan akil ile kesin hüküm verenler kasd edilir. Akiin kendisi söz konusunda ise selim olan akildir. Biraz konudan saptim özür dilerim…

    Dünyevi seylerde aydinlanmanin özünü teskil eden fikriyat islama tam uygundur. Aydinlanma adinda olan asiri fikriyat ve felsefe ise elbette islami olmayan yeri vardir.

    Avrupada insanlarin islami ögrenme imkani yoktu. Ceddimiz onun icin onlarla cihat ederlerdi. Ögrenme imkani olan yerler var ise fikir hürriyetinden dolayi ve dini hayat yasama imkani olan (namaz, dini tedrisat vesaire) idarecisi hiristiyan olsa bile isyan veya ayaklanma ciz görülmemis. Eger bati dünyasi insan haklarina ve aydinlanmaya öyle veya böyle inaniyorlarsa ve az bucuk uyguluyorlarsa bundan Müslümanlarinda faydasi vardir ve müslüman olmayanlarinda. 16.yüzyilda bir almin müslüman olmasi idamlikti. 18.yüzyilda Prusya krali Frederik bir müslüman hakkinda sorulunca “herkez kendi yolunda seadetini arasin” manasinda sözler diyen adamdir.

  36. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Mar 25, 2009 | Reply

    hasan bey,

    Belli ki Buddha ve onun takipçileri bu önemsiz sorunun cevabıyla pek vakit kaybetmemiş.

    İsa’nın (S) yaşamını bile bilmiyoruz, Buda hakkında bildiklerimiz de spekülasyonlardan ibaret. Varsın anlatıldığı gibi olsun. Bu, bize soruları önemsiz bulan kaygısız ateistlerden çok yaşamı ve ölümü anlamlandırmaya çalışan ızdıraplı bir aklı anlatıyor gibime geliyor. Ayrıca Ferrarisini satan bilgelerden de hiç nirvanaya ulaşanına tesadüf etmedim. Her arayış isabetle sonuçlanacak diye bir kaide yok.

    İnsanın ruhi dinginlik, mutluluk vs. gibi kavramlar için Tanrı’ya inanmasının hiç de gerekmediğinin en iyi kanıtıdır Budizm..

    Bunu kanıtlamak için Budizm’e gerek yok. Köyde davarlara çobanlık yaparak huzura, kokain çekerek de nirvanaya kısa yoldan ulaşabilirsiniz. Amaç ruhi dinginlik ve mutluluksa…
    Amaç hakikati bulmak olmalı, huzuru bulmak değil. Huzur, hakikatin bir sonucudur, sebebi değil.

    Tanrı’ya inanmanın insana bir mutluluk verdiği doğrudur. Bunun tarifsiz bir duygu olduğu ve deneyimlenmesi gerektiği de doğrudur. Aynı şey Galatasaraylı olmak için de geçerli

    Galatasaraylı olmak her zaman mutluluk vermez.

    Aynı zamanda Hindistan’da cinsel organına taş bağlayıp dolaşan kişiler de var..

    Onlardan burda da var, dini ibadet niyetiyle olduğunu sanmıyorum.

  37. Yazan:Murat Aygen Tarih: Haz 10, 2009 | Reply

    BiLiM çölünden geçerse yollar; bütün bir ömür “aaah” ile dolar; inan ki gençlik gülden tez solar; “BiLiM” DE BiLME, ağlama ağlat; yoksa zehrolur bu tatlı hayat.

  38. Yazan:mahmut Tarih: Tem 7, 2014 | Reply

    İstatiksel olarak dünyanın suç oranı en düşük ve refah seviyesi en yüksek ülkelerinde halkın % 80’i ateist.BU bir tesadüf müdür?
    Ne ilgiçtir ki Nobel ödülü kazanan bilim adamlarının da % 90’ı ateisttir.
    Sizse Bilimsel akllı nasıl red ederiz diye yine bilimsel aklın en gelişmiş olduğu kültürlerden cımbızla çekip anlamından saptırıp yorumlar yapıyorsunuz.

  1. 2 Trackback(s)

  2. Mar 24, 2009: CNN Türk’de Mana Boyutlu Demokrasi : Derin Düşünce
  3. Eki 11, 2009: Ümmet Ümmet Olabilir mi? : Derin Düşünce

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin