RSS Feed for This Post

Filistin için tek çözüm

Mahçupyan’dan mükemmel bir analiz. Kanaatimce tek çözüm.

MY

“…Bugün geçici bir ateşkes safhasındayız… Herşeyin yeniden yaşanma ihtimali çok yüksek. Bunu durdurmak için hepimizin ve esas Filistinlilerin elinde bir fırsat duruyor. Haklı ve mağdur olmak, hakkaniyeti getirmiyor, mağduriyeti bitirmiyor… Sonuç almak siyaset gerektiriyor ve güçsüzün siyaseten kazanabilmesi de ancak güçlünün zihniyetinden uzaklaşmakla mümkün olabiliyor…”

Haklı, mağdur ve zayıf… Ya zihniyet?  

İsrail’in ahlaken ve insani açıdan kabul edilemez saldırıları sonucunda yine yüzlerce insan öldü, binlercesi yaralandı. Bu sadece orantısız bir güç kullanımı değil, açıkça kötü niyetli bir eylemdi. Nitekim İsrail kuvvetleri Birleşmiş Milletler binasını ve hatta hastaneleri de bombalamakla kalmadılar, bazı yaralıların tedavi görmelerini de engelleyecek tedbirler aldılar.
Türkiye bu olayı her düzlemden insanı birleştiren bir infial duygusuyla karşıladı. Başbakandan Yahudi cemaatinin dini önderliğine, sanatçılardan siyasetçilere İsrail’i kınamayan ve barışa çağrı yapmayan kimse yoktu. Ancak İsrail’in kendine göre bir stratejisi vardı ve Obama’nın Başkanlığı devralmasından önce başlayan saldırılar, yine devir töreni öncesinde bitti. Dahası Gazze boşaltılarak bütün dünyaya mücadelenin işgal için değil, şiddetin yenilmesi için yapıldığı izlenimi verilmeye çalışıldı. Böylece İsrail Amerikan kamuoyunun nabzını elinde tutmaya devam etmiş oldu… Çizilen tabloya göre, Filistin bir şiddet örgütü olan ve İsrail’i yok edene kadar savaşmaya niyetlenen Hamas’ın eline düşnmüş durumdaydı ve barış ancak Hamas ortadan kalktığında gerçekleşebilecekti.
Bu yaklaşım özellikle Batı dünyasında yansımasını bulmakta zorlanmıyor. Özellikle 11 Eylül sonrasının küresel siyasi atmosferinde, başta ABD olmak üzere neredeyse bütün batılı ülkeler Hamas’ı terörist bir örgütlenme olarak algıladılar. Bu hareketin aynı zamanda seçimlere katılan bir siyasi parti olduğu, halka sunduğu sosyal hizmetlerle öne çıktığı ve nihayette ezici bir oyla seçildiği unutuldu. Ortadoğu’nun siyasi kültür açısından ‘geri kalmış’ Müslüman halklara demokrasi götürmeye hevesli batılılar, karşılarında istemedikleri bir sonuç veren Filistin demokrasisini görünce çark ettiler. Demokrasi bir anda ‘usül’ olmaktan çıkıp, ideolojik beklentilerin aracı haline geldi. Nitekim Hamas’ın yönetime gelmesinin hemen ardından Gazze bir açık hapishaneye dönüştürüldü, dünya ile bağları kesilirken su ve ilaç gibi temel malzemeler bile esirgendi.
Ama iş bu kadarla da kalmadı… Çünkü Batının esirgediğini Müslüman ülkelerin de birçoğu verme niyetinde değildi. Hamas’ın İran ve Suriye tarafından desteklenmesi, bu ülkelerle aynı safta olmak istemeyen Müslüman ülkelerin olan biteni kayıtsızca izlemesine yol açtı. Küreselleşen dünyada yeni bölüşümlerin hesaplarını yapan ülkeler, bölgede Hamas türünden aktörlerin olmasını istemedikleri gibi, ABD’nin karşısına düşecek bir pozisyona sıkışmak da istemediler. Bu kısılmışlık hali Türkiye için de geçerli… Bugün bile duygusal tepkimizi sakınmazken, operasyonel adımlar atma isteğimiz pek yok. Küresel dünyanın ima ettiği en büyük ceza olan ‘marjinalleşme’ korkusu, herkes gibi bizi de avucuna almış durumda.
Dolayısıyla İsrail Gazze’ye saldırdığında başına hiçbir şeyin gelmeyeceğinden, kimsenin gerçek anlamda ona karşı çıkmayacağından emindi. Uluslar arası kurumsallaşmalların miadı çoktan dolmuş, küresel yaptırım imkanı ortadan kalkmıştı. Bu durum büyük bir otorite boşluğu ve aynı zamanda imkanı yaratmaktaydı. Öyle ki tam da ulus-devletlerin sorunları çözemediği, toplumsal talepler karşısında yıprandığı bir dönemde, dış politika alanı ulus-devleti yeniden ihya etmekteydi. Diğer devletlerle ilişkide geçmiştekinden daha da rahat bir biçimde yeni bir ‘düzen’ yaratma peşinde koşabilirdiniz… Tek bir koşulla: Dünyanın en güçlüsü olduğu için bir tür geçici dokunulmazlık kazanmış olan ABD’yi yanınıza alırsanız… O ABD ki, daha kısa bir süre önce ‘engelleyici’ savaş diye bir kavram uydurup, Irak’ı felc etmişti…
Kısacası İsrail arkasını sağlama almıştı. Öte yandan ABD’nin saldırının sonuçlarını görmezden gelerek verdiği gizli onay İsrail’i rahatlatan unsurlardan belki en önemlisi ama sadece biriydi. Buna uluslar arası kurumların zayıflığını, Batılı ülkelerin terör ve Hamas konusundaki ortak algısını ve Müslüman ülkelerin çıkarcı yaklaşımlarını da eklemek lazım…
Üstelik İsrail’in asıl niyetinin terörü durdurmak veya Hamas’ı iktidardan indirmekten çok öte gittiği de herkesin malümü. İsrail’in niyeti Filistin’in ya ortadan kalkması, ya da tamamen İsrail’e bağımlı bir tampon alana dönüşmesidir. Ama dünya buna rağmen olaya seyirci kalabiliyor… Öte yandan bu tür durumlar ilk kez ortaya çıkmıyor. Şimdiye kadar onlarca toprak parçasında buna benzer etnik temizlik deneyimleri yaşandı ve hemen hepsinde de olan biten yapanın yanına kar kaldı.
O halde İsrail’i neye dayanarak eleştireceğiz ve bu gayri insani uygulamanın tekrarını nasıl önleyeceğiz? İsrail’in ahlaki açıdan eleştirilmesi son derece doğal ve rahatlatıcı olmakla birlikte, işlevsel değil… Çünkü diğer ülkeler de aynı şekilde davranıyor. Yakın tarih gösteriyor ki eğer bir devletin elinde etnik temizlik yapma gücü varsa ve bu işi yaptığında başına bir şey gelmeyeceğini biliyorsa, o etnik temizlik oluyor… Mesele güce indirgendiği anda ve ‘milli çıkarlar’ söz konusu olduğunda, birçok devlet bu hamleyi yapmakla kalmıyor; diğerleri de kendi ‘milli çıkarları’ nedeniyle seyirci kalıyorlar.
Sorunu ahlaki temelde çözmek imkansız, çünkü ulaşmak istediğiniz kulaklar ahlaki bir bakışa tıkalı… Bu kulaklar İsrail’in veya Batının değil, bizzat devletin, günümüzde daha da vahim bir biçimde ulus-devletin kulakları… Çünkü ulus-devletler ne kendi toplumlarına, ne de çevrelerindeki halklara ahlaki bir zemin üzerinde yaklaşmıyorlar. Ahlak onlar için tümüyle anlamsız veya en iyi haliyle ‘işlevsel’ bir kavram. Diğer bir deyişle işlerine geldiği zaman ve oranda ‘ahlaklı’ oluyor, diğer zamanlarda bu tür kaygıları tümüyle dışlıyor, hatta bazen vatan hainliği ile damgalıyorlar.
Dolayısıyla bugün dünya uluslar arası ilişkilerde bir ahlaki boşlukla karşı karşıya . Üstelik bu tam da toplumsal meselelerde ahlakın demokratlık üzerinden yeniden keşfedildiği bir ana tesadüf ediyor. Bir yandan insan haklarından, şeffaflıktan, katılımdan, çoğulculuktan, birlikte yaşamaktan söz ediyor; öte yandan da bize benzemeyenlerin yok edilmesine cevaz veren bir ulus-devletler dünyasında yaşıyoruz.
Sorunun temelinde ulus-devlet zihniyeti yatıyor… Karşılıklı milliyetçiliklerin pekiştirdiği yapay bölünmüşlükler ve homojenleşmeler, çatışmayı değişmez bir kural olarak kabullenen ve bu nedenle güç kullanımını teşvik eden bir anlayış üretmiş durumda. Aynı milliyetçilikler toplumların sesini kesiyor. İç siyasette hak, özgürlük, eşitlik mücadelesi yapanlar, iş dış politikaya geldiğinde dizginleri kendi rızalarıyla devlete teslim ediyorlar. Böylece kendi içinde en ‘ileri’ demokrasiyi yaratmakla övünen ülkeler, ‘ötekine’ bakışta utanç verici bir biçimde otoriter zihniyetin takipçiliğini yapabiliyorlar.
Bu durum seçim sistemine dayanan liberal demokrasi pratiğinin ancak yurt içinde bir meşruiyet yarattığını ortaya koyuyor. Diğer bir deyişle liberal demokrasinin dayandığı relativist bakış, küresel dünyaya demokrasi getirmekte son derece aciz. Bunun da nedeni modernliğin relativizmle otoriterliği birleştirmiş olması. Kısacası otoriter zihniyet ve onun taşıyıcısı olan ulus-devlet yapılanması var olduğu sürece gücü elinde tutanın etnik temizlik niyetlerinin dizginlenmesi mümkün olmayacak. Çünkü ulus-devlet/liberal demokrasi bütünleşmesi barışçıl bir dünya yaratmaya yönelik bir niyet veya iradeyi temsil etmiyor.
Tam da bu nedenle Hamas’ın büyük bir oyla seçilmiş olması maalesef fazla bir anlam taşımıyor. Nitekim İsrail’deki hükümet de demokratik prosedür sonucu kurulmuş durumda. Bu tespit Hamas’ın seçilmesinin ardından baskı yolunu seçen Batılı ülkeleri aklamıyor… Ama sırf demokratik mekanizma sonucu seçildiği için Hamas’ın stratejisinin de aklanamayacağını ortaya koyuyor. Çünkü mesele dış politika olduğunda bu ‘demokratik’ hükümetlerin hiçbiri ‘demokratça’ davranmıyorlar.
Böylece asıl meseleye geliyoruz… Ortada saldırgan bir İsrail ve onu sürekli taciz etmeyi bir politika olarak saptamış olan Filistin var… Güçler eşit olmadığı gibi, hakkaniyet açısından da simetrik bir durum yok. Filistin haklı, mağdur ve güçsüz… Bu dengesizliğin bir an önce giderilmesi, bu halkın herkes gibi hak ettiği yaşam alanının onlara sağlanması lazım. Ama nasıl? Yukardaki analiz bunun bir uluslar arası yaptırım konusu olamayacağını bütün çıplaklığıyla ortaya koyuyor. İsrail’in kendi içinden yaşanacak bir değişim sonucu tavır değiştireceğini beklemek ise pek akıllıca değil, çünkü böyle bir ihtimal olsa bile o zamana kadar daha kaç kişinin öleceğini, ne acılar çekileceğini bilmiyoruz.
Bu durumda İsrail’in ve dünyanın tavrı bir veri olduğuna ve asıl acıyı Filistin çektiğine göre soru, Filistin’in alternatif seçenekleri olup olmamasıdır. Bugün yürütülen politika güce karşı olabildiğince güç kullanmayı temel alıyor. Zaman zaman yaşanan ateşkesler ve barışçı girişimler temel çatışma ve düşmanlık varsayımının rededilmesini değil, konjonktürün kendi lehine kullanılmasını ima ediyor. Hamas’ın süregiden taciz politikasının önemi verdiği zararda değil, gücü ele geçirdiğinde verebileceği zararı hatırlatmasındadır. Hamas İsrail’i korkutmakla kalmıyor, bütün dünyaya da anlayacağı dilden bir şiddet mesajı veriyor.
Nitekim bugün İsrail’in saldırganlığını psikolojik açıdan meşru kılan bizzat Hamas’ın kendisidir… Bu tespit, hakkaniyet ve adaletin ötesine geçmemiz gerektiğini söylüyor. Çünkü ahlaki bir zemine oturmadıkları için, ulus-devletler zaten hakkaniyet ve adalet kriterleri içinde bakmıyorlar. Bu da güçsüz Filistin’i güçlü İsrail ile aynı kaba sokuyor ve art arda etnik temizlik dalgaları yaşanıyor. Kısaca söylersek, Hamas’ın İsrail’e karşı güç siyaseti gütmesi, hem zaten zayıf olduğu bir alanda mücadeleyi kabul etmesine, hem de İsrail’in canı istediği gibi at oynatmasına neden oluyor. Bugün İsrail Hamas’ın varlığından son derece memnun… Orada Hamas olduğu sürece muhtemel terörü bahane ederek saldırganlığını sürdürebilecek.
Peki çözüm Hamas’ın indirilmesi mi? Değil… Çünkü sorun Hamas’ın kendisi değil, zihniyeti… Kim yönetimde olursa olsun Filistin’in artık geçen yüzyıldan kalma, kaybetmeye programlanmış ilkel güç siyasetinden uzaklaşması gerekiyor. Bunun hiç de kolay olmadığı açık… Karşınızda bir saldırgan varken, sizin silahlarınızı bırakmanız bir intihar anlamına gelebilir. Dolayısıyla gereken şey pasifizm değil, proaktif bir barış siyaseti. İsrail’in psikolojik üstünlüğünü elinden alacak ve ulus-devletlerin çıkarcı ve duyarsız kulaklarına değil, doğrudan dünya halklarının beynine ve yüreğine hitap eden bir ses ve siyaset üretmek…
Zamanın ruhu buna uygun… Dünya alttan gelen bir zihniyet değişiminin tezahürlerini toplumların iç meselerinde yaşıyor. Bugün ‘reform’ adı altında atılan her adım, bizleri demokratlığa ve ahlaki bir bakışa yaklaştırıyor. Uluslar arası ilişkiler ise hala ‘ahlaksız’ bir zemin üzerinde… Oysa Filistin dünya çapında bir sahiplenmenin adı haline gelebilir. Toplumların kendi ulus-devletlerinin nüfuz alanından çıkarak, aynen yurt içinde yaptıkları türden bir ‘sivil’ siyaset üretmelerini sağlayabilir.
Bunun için bir ‘davet’ gerekiyor ve bunu da Filistinliler yapacak… Söz konusu davet yardım isteme şeklinde değil, farklı bir zihniyeti ortaya koyarak olmak zorunda. Filistin bu dünyanın ‘Gandisi’ olabilir… Yeter ki zihniyet farklılığının nasıl bir güç, siyasetin zeminini değiştirmede ne denli işlevsel olduğu görülsün ve bu yeni siyaseti taşıyan bir örgütlenme yaşansın. Otoriter zihniyetin ima ettiği siyaseti reddeden bir Filistin, İsrail’in şu anki siyasetini paralize edecektir. Güçlü ile güçsüzün aynı dili konuştuğu bir oyunda, güçlünün güçsüzü ezmesine kimse itiraz etmez. Yüreğimiz güçsüzün yanında olur, haksızlıklar içimizi dağlar, ama duygusal şikayetler ve barış hayalleri sadece kendimizi aldatmamızı sağlar. Çünkü oyunun kuralı bellidir ve güçsüz olan da aynı kuralları benimsemektedir…
Dolayısıyla meselenin özü meşruiyetin nerede arandığı ile ilişkili… Eğer meşruiyet otoriter zihniyetin, milliyetçiliğin, ulus-devlet mantığının içinde aranacaksa, kimse Filistin’i görünen akıbetinden kurtaramaz. Filistin’in var olma, yaşama ve ötekine yaklaşma konusunda farklı, tercihan demokrat bir zihniyete dayanan bir siyasete ihtiyacı var. Silahı bırakan ama sivil itaatsizlikten mizaha uzanan bir karşı koyma ve deşifre etme siyaseti… Buna bizzat İsrail içinden gelecek destek kimseyi şaşırtmasın. Asıl soru Hamas’ın böyle bir geçişe ne denli hazır olduğudur. Çünkü şu anki siyaset Hamas’ı bir iktidar öznesi yaptığı ölçüde, partiyi de bir iktidar alanı haline getirmiş durumda. Radikal bir siyaset değişikliği ise, iç yapının da değişmesi demek…
Bugün geçici bir ateşkes safhasındayız… Herşeyin yeniden yaşanma ihtimali çok yüksek. Bunu durdurmak için hepimizin ve esas Filistinlilerin elinde bir fırsat duruyor. Haklı ve mağdur olmak, hakkaniyeti getirmiyor, mağduriyeti bitirmiyor… Sonuç almak siyaset gerektiriyor ve güçsüzün siyaseten kazanabilmesi de ancak güçlünün zihniyetinden uzaklaşmakla mümkün olabiliyor.

Trackback URL

  1. 18 Yorum

  2. Yazan:eg Tarih: Şub 10, 2009 | Reply

    yazı geçen hafta zaman’da yayımlandığında mahçupyan’a da söylemiştim. bu yazı elbette teorik olarak benim katıldığım bir yazı. ama pratikte bunun bir çözüm olduğunu düşünmüyorum. sonuçta istenen şey, yine mazlumun “yaptığı ve yapmadıkları ile” muktedir olanın insafına terk edilmesidir. yani filistinliler “öyle şeyler yapmalılar ki” batılı vicdan uyansın! ölme eşeğim ölme!

  3. Yazan:MY Tarih: Şub 10, 2009 | Reply

    yani filistinliler “öyle şeyler yapmalılar ki” batılı vicdan uyansın!(EG)

    istersen söyle çevirelim, yani filistinliler, BAZI ARAP ÜLKELERi VE TÜRKiYE “öyle şeyler yapmalılar ki” israil ordusu ile israil halki arasindaki “bölünmez bütünlük” bölünsün 🙂

  4. Yazan:özlem Tarih: Şub 10, 2009 | Reply

    Ya ben de bu yazi hakkinda az evvel kuyerel e kisa bir yorum yazdim ama kayboldu.Yeniden yazmaya da vaktim yok.
    Yine de Mahcupyan’in bugune kadar yazdigi yazilardan daha iyi, meramini daha anlasilir ifade eden bir yazi oldugunu dusunuyorum.Onceki yazilari biraz hayal kirikligi yaratiyordu.

    Tabi ki bazi kosullarda bu “cozumunu” anlamli bulabilim.Yoksa hali hazirdaki konjonkturde bu soylenenlerin anlami sadece sessiz sedasiz geber demektir benim icin.

    Kuyerel in maillerini toplu aliyorum. Eger yorumum bana gelirse ayni yorumu buraya da kopyalarim.

  5. Yazan:eg Tarih: Şub 10, 2009 | Reply

    ben israil toplumu ile israil ordusu arasındaki bütünlüğün bozulma ihtimalini ortaya koyabilecek birşey göremiyorum üzgünüm. umarım ben haksız çıkarım…

  6. Yazan:özlem Tarih: Şub 10, 2009 | Reply

    Sorun gerçekten Hamas mı?

    Radikal den alinmis birz yazi:
    Tzipi Livni.

    08/02/2009

    Oslo Anlaşmaları’nın imzalandığı 1993 yılından bu yana Batı Şeria’daki Yahudi yerleşimleri 109 binden 275 bine çıktı

    MELEK ULAGAY (Arşivi)

    İsrail’de 10 Şubat’ta gerçekleşecek olan seçimlerde yarışı üç büyük parti göğüsleyecek; Tzipi Livni’nin başını çektiği Kadima Partisi, Ehud Barak’ın önderliğindeki İşçi Partisi ve Benjamin Netanyahu’nun Likud Partisi. Gazze savaşı öncesinde Livni ve Netanyahu arasında olan yarış, Ehud Barak’ın savaşta Livni’nin yanında yer almasıyla İşçi Partisi’ni de devreye soktu.
    İsrail’de yapılan son seçim yoklamalarına göre Netanyahu oyların yüzde 29’unu, Livni yüzde 16’sını, Barak ise yüzde 9’unu almaya aday. Barak’ın hemen arkasında, yaklaşık aynı oyu almaya aday Yisrael Beteinu Partisi’nin (İsrail Bizim Evimiz) lideri Avigdor Lieberman var. Aşırı sağcı bir yerleşimci olan Lieberman, açıkça Yahudi olmayan herkesin etnik temizliğe tabi olmasını, İsrail’in başta Lübnan ve Filistinliler olmak üzere hoşlanmadığı komşularına karşı nükleer silah kullanmasını savunuyor.
    Demokratik bir ülke olan İsrail’de seçim sonuçlarını tartışmak veya “Yisrael Beteinu, tüzüğü itibarıyla ırkçı bir partidir, o nedenle iktidarı paylaşmasını kabul etmiyoruz” demek kimsenin aklının ucundan bile geçmiyor. Oysa herkesin bildiği ve Başbakan Erdoğan’ın da konuşmalarında belirttiği gibi 2006 yılında Filistin halkının büyük çoğunluğunun oylarını alarak iktidara gelen Hamas, tüzüğünde yer alan bir tanımdan dolayı İsrail tarafından derhal terörist ilan edildi. Hamas İsrail’i tanımıyor ve Yahudi devletinin imhasını amaçlıyordu. ABD ve Batı dünyası İsrail’in bu tutumunu onayladılar ve Hamas’a karşı ciddi bir ekonomik ambargo başlatıldı. İsrail bu arada seçilmiş Hamas hükümetinin binalarını basarak bakanlarını tutsak alıyor, önde gelen Hamas yöneticilerini öldürüyordu. Tıpkı daha önce El-Fetih yöneticilerini Beyrut ve Tunus’ta öldürdüğü gibi. İsrail usulü demokraside bütün bunlar gayet normal karşılanıyordu. Batı dünyası ise “daha önce biz onları öldürdük, şimdi sıra onlarda” diye özetlenebilecek bir suçluluk duygusuyla İsrail’in bu tür uygulamalarına ve BM kararlarını hiçe saymasına sessiz kalmayı tercih ediyordu.
    İsrail ve ABD, Hamas’ın yerine Mahmud Abbas’ın başını çektiği El-Fetih’in iktidarda olmasını uygun görüyordu. Mahmud Abbas, ABD ve İsrail’in de desteğini alarak ABD’de eğitim görmüş bir iktisatçı olan Salam Fayyad başbakanlığında yeni bir hükümet kurdu. Ne var ki Mahmud Abbas, Arafat gibi Filistin direnişinin sembolü olan bir kişi değil. Filistin halkının büyük bir kesimi bir direnişçiden çok bir görevli olarak gördükleri Mahmud Abbas’ın arkasından gitmeyi kabul etmedi. Bu noktada Abbas’ın Filistin Özerk Yönetimi güvenliğinin başına getirdiği Mahmut Dahlan ve ona bağlı silahlı güçlerle, Hamas taraftarları arasında şiddetli silahlı çatışmalar yaşandı. İsrail ise durumdan memnundu. Arafat döneminde bir türlü başaramadığını Abbas sayesinde yapmıştı: Filistin’deki siyasi ve silahlı güçler bölünmüştü.
    İsrail, bir yandan Filistin halkının direnişini kırmaya çalışıyor, diğer yandan ise bütün dünyaya “Biz barış istiyoruz. Yanyana barış içinde yaşayan İsrail ve Filistin devletleri olacak” mesajını veriyordu. Peki nasıl olacaktı bu yanyana yaşayan iki devlet? Hiç kimse temel soruları sormuyordu? İsrail devletinin sınırları nerede başlayıp nerede bitecekti? Kudüs’ün statüsü ne olacaktı? Filistin topraklarını İsrail’den ayıran aparthayd duvarı yükselmeye, yerleşimciler her gün yeni yerleşimler kurmaya devam mı edecekti? Hamas tüzüğü büyük tartışmalar yaratırken Likud Partisi’nin tüzüğünde neler yazdığı kimsenin ilgisini çekmiyordu.

    Likud’un amacı
    Şubat 2009 seçimlerinde iktidara gelmesi beklenen Likud Partisi’nin tüzüğünde “Barış ve Güvenlik” başlığı altında şunlar yazıyor: “Barış, İsrail devletinin temel hedefidir. Likud Partisi Arap devletleriyle olan barış anlaşmalarını güçlendirmeye ve çatışmaya kalıcı bir çözüm bulmaya çalışacaktır.” Bu umut verici girişten sonra Yahudi yerleşimlerine ilişkin şu cümleler yer alıyor: “Judea, Samaria ve Kudüs’de yer alan Yahudi yerleşimleri Siyonist değerlerin hayata geçirilmesidir. Yahudilerin bu topraklar üzerinde kurdukları yerleşimler, Yahudilerin ve İsrail devletinin korunmasında temel bir unsurdur. Likud Partisi bu yerleşimlerin kurulmasını destekleyecek ve ortadan kaldırılmalarına müsaade etmeyecektir.”
    Filistin bağımsız devleti ise şöyle tanımlanıyor: “İsrail hükümeti Şeria nehrinin batısında bir Arap- Filistin devletinin kurulmasına karşıdır. Filistinliler sınırlı bir özerklik içinde kendilerini yönetebilir, ancak bağımsız ve egemen bir devlet olamazlar. Bu nedenle örneğin dış ilişkiler, güvenlik, göç ve ekoloji gibi konularda yapacakları her türlü faaliyet, İsrail devletinin varlığı, güvenliği ve ulusal çıkarları doğrultusunda olmak zorundadır.”
    “Kudüs, İsrail devletinin ve sadece İsrail’in ebedi ve tek başkentidir. Likud hükümeti, Knesset’de (İsrail Parlamentosu) Arap milletvekilleri ile bazı İşçi Partisi üyeleri tarafından desteklenen ve Kudüs’ün bölünmesini öngören teklifin karşısında olacaktır.”
    Likud tüzüğünde yazılanların rakamlara nasıl yansıdığına bakalım. Oslo Anlaşmaları’nın imzalandığı 1993 yılından bu yana Batı Şeria’daki Yahudi yerleşimleri 109 binden 275 bine çıktı. Batı Şeria’daki Filistin yerleşimlerini çevreleyen duvarının yanı sıra giriş çıkışları denetleyen kontrol noktaları, yerleşimlere giden yollar, gözetleme kuleleri, askeri denetim noktaları yüzde 70 oranında artarak 625 sayısına ulaştı.
    İsrail sınırları belirsiz bir devlet olarak Ortadoğu’da yaşamaya, yerleşimciler sayesinde sürekli yeni topraklara el koymaya, denetlenmeyen nükleer silahlara sahip tek ülke olmaya devam ettiği sürece dünyada ve bölgede barıştan ve adaletten söz etmek nasıl mümkün olacak? Likud ve benzeri siyasi partilerin tüzük ve programlarına bakarak “barış içinde yaşayan iki devlet” nasıl hayata geçirilecek? Hamas İsrail devletini tanımıyor diyenlere ise Filistin haritasına bakmalarını öneriyorum. Siz olsanız İsrail devletinin denetimindeki bu kuşatılmış adacıkları bağımsız devlet olarak kabul eder miydiniz?

  7. Yazan:Sever IŞIK Tarih: Şub 10, 2009 | Reply

    Filistin sorunun tek çözümü İsrail’in bir yenilgiyi tatmasıdır. İsrail zaferi mukadder gördüğü sürece saldırmaya devam edecek. Fakat bunu başaracak bir siyasal organizasyon bölgede mevcut değil, buna güç yetirecek emperyal güçler ise günahlarına sahip çıkmaktalar. İsrail geri adım atmadıkça, ki bir yenilgi olmadan atmayacak, ayakları üzerinde duracak bir Filistin devletinin varlığını kabullenmeyecek.

    Zaten şu hali ile bile bir Filistin devletin maddi varoluş koşulları yok edilmiş durumda.

    Benim “ütopik” çözümüm şu;
    Gazze Mısır’a, Batı Şeria Ürdün’e bağlanmalı, Ürdün’deki yönetin devriLerek bir Filistin devleti kurulmalı böylece bu sorun kapanmalı ve İsrail’ de ebedi hapishanesine mahkum edilmeli.

  8. Yazan:özlem Tarih: Şub 10, 2009 | Reply

    Gazzeliler de sanirim aylardir kendilerine kan kusturan Misir hukumetine baglanmaktan cok mutlu olurlardi.:) Ama belki Misirlilar da Mubarek i devirir. Ne guzel olur:)

  9. Yazan:Sever IŞIK Tarih: Şub 10, 2009 | Reply

    Yorumdaki başındaki “ütopik” kaydını görmemişsiniz.

    Bahsettiğim bu çözüme ilk önce İsrail karşı çıkar yutmaya kesin kararlı olduğu Filistin’i, ki aslında Ürdün’de buna dahil, başka ülkeye bırakmak ve işini zorlaştırmak istemez. 67’ye kadar Gazze Mısır’a, Batı Şeria Ürdün’ bağlı idi.

    Gazzelilerin Mısır’a bağlanmaktan rahatsız olacağını sanmıyorum. Mübarek’i devirmeye gelince Mısırlıların bunu sınır kapıları Gazze’nin yüzüne kapanınca yumrukları ile yapması gerekirdi, maalesef olmadı…Halk yine tarihe dahil olmadı.
    Ürdündeki devirme işi daha önce denenmedi değil..

    Tekrar söyleyelim 67’öncesi sınırlara dönülse bile, ki dediğim gibi İsrail yenilgiyi tatmadan olmaz, şeria ve Gazze’den devlet çıkmaz. İsrail daima Filistin’i döver. Defaten “taş devri”ne çevirir. Dünyada bunu izler şimdiye dek olduğu gibi… Batıdan şimdiye kadar Filistinliler için vicdan çıkmadı.
    İslam ülkeleri onlar da ne deve ne de kuş.
    Bu sorunu “güç” çözer, bu hale getirdiği gibi..

    Hayalimdeki/gönlümdeki çözüm ise şu; hiçbir şekilde meşru olmayan İsrail’in, Yahudilerin değil, varlığına son verilmesi ve Filistinde Yahudilerin eşit vatandaş olduğu bir Filistin devletinin kurulması yani, toprağın asıl sahiplerine iade edilmesi..

  10. Yazan:özlem Tarih: Şub 11, 2009 | Reply

    Bence de bu konuda Etyen Bey’in bugune kadar yazdiklari yazilar
    icerisinde en iyisi. En azindan dusuncelerini daha iyi anlatabilmis.
    Bir de su cumlesi onemli

    ‘Karşınızda bir saldırgan varken, sizin silahlarınızı bırakmanız bir
    intihar anlamına gelebilir. Dolayısıyla gereken şey pasifizm değil,
    proaktif bir barış siyaseti.’
    En azindan HAMAS a politika degisimi onerirken silah birak demenin
    hakkaniyetli olmadigini gosteriyor. Belki hamas a mesaj silah birak
    degil silahinla taciz etmeyi birak cunku artik bizler seni taniyor ve
    baska yollardan yapabilecegin ‘tacizlerde’ yaninda olabiliriz mesaji
    verilmelidir.:) Ama tamami ile silah birak cagirisina karsiyim. Son Gazze saldirisinda yine de İsrail ordusu Gazze’nin en içlerine kadar girmedi tüm evleri tarumar etmedi ise bunu HAMAS in yine de silahli gücüne bağlarım.
    Kilometrelerce öteden fosfor füzeleri fırlatmak kolaydır ama yüzyüze çarpışmada şartlar biraz daha eşittir.

    Bir taraftan yalnizliga ve gorulmezlige itip diger taraftan niye bunu yaptin demek akilci olmuyor. Son katliama
    kadar iki bucuk sene ambargo ve alti aylik ateskes denilen donemde israil atesi
    altinda 28 sivil oldurulen gazze maalesef HAMAS in artik yeter deyip
    israil topraklarina maytap firlatmasina kadar yapayalnizdi. Soyle bir
    arsiv taramasi yapalim bu donemde Gazze nin magduriyeti hakkinda kac
    yazi kac haber var Turk basininda. Yani HAMAS a politika degisimi
    onerirken onu dislayan degil yardimci olan el veren bir siyaset ile
    konustugumuzda gercek manada bir cozum uretmis oluruz. Yoksa ona
    yaptigimiz onerinin sessiz sedasiz geberin demekten cok da farki
    yoktur ki iki bucuk sene dunya bunu yapti. Tek tarafli bir ateskes, 28
    Gazzeli sivil olumu, aclik,susuzluk ve elektriksizlik ilacsizlik ile
    cezalandirilmis bir gazze ,kor,sagir,dilsiz bir dunya.
    Kani durdurmaliyiz. Ve bunu biz olarak
    yapabiliriz.Aynı başsakanın söylediği gibi HAMAS ı dışlayarak değil çözümün içerisine katarak olur bu.

  11. Yazan:özlem Tarih: Şub 11, 2009 | Reply

    Bir ufak not: Etyen M.nin HAMAS in bu siyaseti izlemesinin sebebi olarak surekli bunu iktidar alani kurma mucadelesi olarak gormesi beni cok sasirtiyor. Ve sanki cok elestirdigi modernist zihniyetin dunyayi kavrama cabasi olarak gozukuyor gozume. Bugun ailenizde en sevdiginiz insani diyelim ki cocuklarinizi fuze saldirisi altinda kaybetseniz en dogal tepkiniz ne olurdu? Gidip eger sinirdan cikmayi biraz da becerebilirsem diplomatik temaslarda bulunayim mi derdiniz?Yoksa silahlanayim kalanlari kurtarayim benim cocuklarimi oldurenlerin ben de en azindan huzurlarini kacirayim mi? İnsan dogasini dislayarak herseyi bir iktidar mucadelesinin icerisinden yorumlamak hayatin cok disinda bir bakis acisi. Gazze de iktidar olup ta eline ne gececek. Onun haricinde yazi cok guzel ve en azindan zihinsel emek vermis, dert etmis bizi de dusunmeye zorluyor bu benim icin Etyen Mahcupyan’i herzaman diger yazarlardan ayiran bir ozellik.
    Bir de ayni gazetedeki su yazinin zavalligina bakin:
    http://www.taraf.com.tr/makale/3930.htm

  12. Yazan:MY Tarih: Şub 11, 2009 | Reply

    Taraf’taki her yazari okumuyordum, Özlem Hanim’in isaret ettigi Hidir Gevis yazisini görünce ne kadar iyi yaptigimi anladim 🙂

    Adam uçmus, bu kadar gerçeklerden kopuk olunabilir. Yazik.

  13. Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Şub 12, 2009 | Reply

    Dolayısıyla bugün dünya uluslar arası ilişkilerde bir ahlaki boşlukla karşı karşıya . Üstelik bu tam da toplumsal meselelerde ahlakın demokratlık üzerinden yeniden keşfedildiği bir ana tesadüf ediyor. Bir yandan insan haklarından, şeffaflıktan, katılımdan, çoğulculuktan, birlikte yaşamaktan söz ediyor; öte yandan da bize benzemeyenlerin yok edilmesine cevaz veren bir ulus-devletler dünyasında yaşıyoruz.

    Evet tam da böyle.Dolayısıyla uluslar arası sözleşmeler,BM ve varolan diplomatik ilişkiler ağı maalesef dünyada kalıcı bir barış ve huzur ortamının sağlanmasına yetmiyor.Neden yetmiyor çünkü devlet çıkarlarının korunup gözetildiği bir siyasi denge var.Ve bu denge aynı zamanda “güçlü”yü söz sahibi ve tek karar verici otorite durumuna getiriyor.Bu da doğal olarak her devletin bu dengeyi dikkate almak durumunda kaldığı fiili bir durum yaratıyor.

    Özetle,dünya sistemi böyle işliyor.Ben şahsen ne Mısır’ın ne de diğer Orta Doğu ülkelerinin isteyerek Filistin halkına zarar verecek kararların altına imza atacaklarını düşünmüyorum.Fakat uygulamaya bakıldığında ülkemiz de dahil sözü edilen devletlerin pek de bir yaptırım gücüne sahip olmadıkları görülüyor.Çünkü her devletin kendine göre izlediği bir varolma savaşı var ve temel politikayı belirleyen de bu oluyor.

    Bu nedenle kendimizi hiç kandırmayalım.İpler ABD’nin elinde.Geri kalan devletler de kendilerini buna göre konumlandırıyor.Sözgelimi ABD’nin despot anlayışına kafa tutacak seviyede olsaydık acaba binlerce km.uzaklıktan burnumuzun dibindeki Irak’a müdahale etmesine,fiilen işgal etmesine izin verecek miydik?Ya da bu işgal ne kadar içimize siniyor?Her iki soruya da verilecek yanıt bellidir.İkincisinden başlarsak,bu durum ne insan olarak ne de müslüman olarak onaylanacak ve kabul edilecek bir durum değil.Bu da bizi birinci sorunun yanıtına getiriyor zira onaylamadığımız ve kabul etmediğimiz bu duruma ancak yukarıda değindiğim standart diplomasi ilişkileri içinde yaklaşma şansımız var.

    Sonuç itibariyle,varolan göstermelik ve ikiyüzlü bu diplomasi anlayışı yerine tüm insanlığın haklarını güvence altına alacak bir proje inşa edilmedikçe insanlığa asla rahat olmayacak…Güçlünün zayıfı ezdiği bir dünya hükümranlığı sürmeye devam edecek.Ha,böyle bir zulüm çarkını tersine çevirmek elbet kolay değil…Yılların birikimiyle vucuda gelmiş,kemikleşmiş bir sistemle karşı karşıyayız.Tarihsel gerçekler,yerleşen değerler ve taşların kolay kolay yerinden oynamayacağı güç dengeleri var kuşkusuz.Bütün bunları aşıp barış rüzgarlarının eseceği bir adil dünya düzeni kurmak görünür gelecekte bir ütopya gibi görülebilir.Fakat imkansız değil.Zira bu iyilerle kötülerin savaşıdır.Rüzgar kötülerden yana esiyor ama bunu tersine çevirmenin de elbet bir yolu olmalı.Halkların dayanışmasıyla olacak.Adalet ve demokrasi yanlılarının çoğalmasıyla olacak.Daha çok çalışarak ve şer güçlerinin kirli ittifaklarının bozulmasıyla olacak.Ve eminim insanlık bir gün bunu başaracak.

  14. Yazan:yaşar atay Tarih: Şub 12, 2009 | Reply

    Flistin için acil çözüm isreniyor ise.Filistin meclisi karar alıp Türk bayrağı çeksin.Yok bunun harici isteniyorsa,önce kendi içinde etnik gruplar birleşerek.İkidebir israile zararsız füzeler atarak israilin saldırmasını hazırlayan mossat ajanlarının hesabını görsünler.gerisi gelir.

  15. Yazan:Pervin Işık Tarih: Şub 22, 2009 | Reply

    Hıdır Geviş’in söz konusu edilen yazısını ben de okudum. Türbanlı bir üniversite öğrencisiyim ve Sayın Hıdır Geviş’in azınlıklarla ilgili her yazısında kendimi bulduğum için kendilerini çok iyi takib ediyorum. Olaylara çok farklı yaklaşıyor ve küçük detayları çok iyi bir dille açıklıyor. Üstelik çok duyarlı ve adil bir yazar. Bu son yazısına gelince, ben pek de yanlış bir yan göremedim. Sadece biraz teknik açıdan bakmaya çalışmış o kadar. Sonuç da o da başbakan Erdoğan’ın söylediklerinde haklı olduğunu söylüyor.Dolayısiyla Özlem hanım galiba yazıyı yanlış anlamış.Hem Türk basının da okuduğum ve İsrail’e karşı yazılmış en ama en sert iki yazıyı da yine Hıdır Geviş’in kendisi yazdı…
    O yazıları okumak isteyenler için adres aşağıdır.
    1-Amerika’nın içindeki ikinci İsrail

    http://www.taraf.com.tr/makale/3401.htm

    2-Portakalları denize atan Filistinli
    http://www.taraf.com.tr/makale/3500.htm

  16. Yazan:Ali Duman Tarih: Şub 22, 2009 | Reply

    Tek bir gerçek var ki o da; İsrail’in tek bir Filistinli kalıncaya kadar, bir program dahilinde “kıyım” siyasetine devam edeceğidir.
    Bu minhalde HAMAS’ı eleştirmek, HAMAS’ın uyguladağı taktikleri tartışmak abesle istigaldir. Büyük resmi gözden kaçırmaktır. Büyük resim ve asıl sorun İsrail’in uygulamaya koyduğu “kıyım” politikasıdır.
    Zira HAMAS, radikalizmden vazgeçse, değişen hiç şey olmaz ve bizzat İsrail tarafından radikal bir 3 ncü Filistin örgütü yaratılır. (Geçmişte Hamas, El Fetih’e karşı bizzat İsrail tarafından güçlendirilmiştir)
    İsrail, kedinin fare ile oynadığı gibi oynamakta, hem Filistinle, hem dünyayla.

  17. Yazan:özlem Tarih: Şub 23, 2009 | Reply

    Simdi ateskes ilan edildi ve bizler normal hayatlarimiza donduk degil mi arkadaslar. Belki uc ay bes ay sonra bir katliam daha basliyacak ve bizler de konusmaya basliyacagiz. HAMAS sunu yapti, Filistinliler farkli bir siyaset izlese israil’e bu firsati vermez vs. vs. Peki bu bes ay on ay icinde bu insanlar neler yasadi, duyan bilen kac kisi olacak? Su anda israil’den izinsiz bir civinin bile gecme imkani olmadigi, binlerce yikilmis binalardan sayisiz insanin tunellerde can verme pahasina bu hapishaneye ihtiyaclarini sokmaya calisarak ayakta kalmaya, ölmemeye, coluk cocugunu doyurmaya ugrastigi bir garip diyar… Bizler ne oneriyorduk Gazze için sivil itaatsizlik mi,diplomatik nezaket mi, kara mizah mi? Buyrun su andan itibaren saymaya baslayalim: varan dort! Ne de olsa sayilabilir nesneler onlar; modern dunyanin gayrimesru cocuklari. mısır tünele gaz bombası attı dört ölü haberi için bknz.

    http://www.dunyabulteni.net/news_detail.php?id=67589

  18. Yazan:MY Tarih: Şub 23, 2009 | Reply

    Simdi ateskes ilan edildi ve bizler normal “hayatlarimiza donduk degil mi arkadaslar. “(ÖZLEM)

    Evet Özlem Hanim, ne yazik ki böyle, …
    Düşünme korkusunun yeni adı: Hepimiz Filistinliyiz, Her yer Filistin !
    Baslikli yazida söyle bir alinti yapmistim (2006’da yayinlanan bir yazidan):

    “[…] Yerleşmiş bir töreye gore İsrail’in saldırganlığına karşı Filistin ile dayanışma içinde olmamız gerekiyor. Kendimizi böyle bulduk silahlı direniş ve İsrail’in orantısız güçle tepki verme girdabında. Filistinliler ne zaman bir İsrail şehrine roket atsalar İsrailliler abluka ve katliam uygulayarak kollektif “ceza” ile yanıt veriyor.

    Arkasından biz töreye uyarak şaşırmış gibi yapıyoruz bu vahşet karşısında. Sanki ilk defa oluyormuş gibi. Sanki bu ordulaşmış devlet bütün askerî kapasitesi ile cevap vermeyecekmiş gibi. İstiyoruz ki İsrail aynı güçte ve aynı zayıf isabet kapasitesine sahip ilkel roketlerle karşılık versin.

    Aptallığımız burada da bitmiyor. Zannediyoruz ki öfke gösterilerimiz, kınamalarımız yurtseverlik hislerimizin gücünü göstermeye yetecek. Katliam bitince her zamanki uyuşukluğumuza dönüyoruz bir daha ki “beklenmedik” saldırıyı beklemek için.

    Gene töremize göre kelimelerimizi aynı listeden seçiyoruz: “İsrail şeytandır, Arap yöneticiler satılmıştır…” ve İsrail haritadan silinmediği sürece mücadelenin bitmeyeceğine yemin ederek bitiriyoruz.

    Ama en sevdiğimiz slogan şu: “Filistin bizim esas davamızdır, gerisi teferruattır”. Oysa bu slogan gerçeği yansıtmaktan çok uzak. Filistin davası bizler için o kadar da “ESAS” değil. Bölgesel politik güçlerin birbirlerini zayıflatmak için kullandıkları bir araç haline geldi Filistin. […]” (Filistin artık Arapların esas davası değil)

  19. Yazan:Uğur Özdemir Tarih: Şub 23, 2009 | Reply

    Bence en önemli şey ne biliyor musunuz, Amerikadaki yahudi lobisi. Bu lobiyi zayıflattığınız an Filistin meselesinde ilerleme kaydedebilirsiniz. Ben Fethullah hocaefendinin bir toplantısına katılmıştım. Orada bu meseleye vurgu yapılmış ve dinleyicilerden biri Hıdır Geviş in bir yazısından şu alıntıyı yapmıştı. “Amerikan siyaseti, İsrail yanlısı lobi tarafından rehin alınmıştır, bu rehin alma işlemi, İsrail yanlısı Musevilerin egemenliğinde olan medya, Hollywood, düşünce kuruluşları, üniversiteler, büyük finans kuruluşları ve çeşitli örgütler tarafından gerçekleştiriliyor. ”
    Bence Türkler ve müslümanlar da Amerika’da lobi çalışması yapmalılar ama para tek başına yeterli bir olgu değil, önce bu lobiyı taşıyabilecek güçte entellektüel ve okumuş, yüksek eğitimli insanlara ihtiyaç var. Benim kanaatimce Gülen harekatı bunu çok iyi biçimde yerine getirebilir ve Amerikadaki eğitimli Türklerin bir araya gelmesini, aralarında dayanışma zinciri kurmasını ve birbirlerini yukarıya taşımasını sağlayabilir. Böylece yıllar içinde bir birikim sağlanır ve bu birikimle bir güç oluşturulmuş olur. hem böylece müslümanların batıdaki imajı da değşimiş ve pozitiflik kazanmıl olur.

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin