RSS Feed for This Post

Vicdan Ne Yana Düşer Usta, Medeniyet Ne Yana?

    Sözde kıyılmış canlar: 

          Hafızayı beşer nisyan ile malulmüş. Unutmak, anne kucağındaki bir uyku kadar tatlı ve sıcak. Çok acı veren bir hastalıktan sonraki nekahat döneminin en lüzumlu ilacı. Yaşanan acılara bir sünger çekmek, unutmak, bugünü yaşamak Allah vergisi bir lütuftur belki de ruh sağlığımızı ayakta tutan.  Ama ya hastalık bitmediyse ya daha acılar sürerken her şeyi unutuyor ve unutturuluyorsak? Unutmak bizim için hastalığın inkârı haline gelmişse bir de üstüne. Bu hastalığın kendisinden beter bir hastalık, bir demans değil midir olsa olsa.  

          İki gün önce Yüzleşme Derneği ile Mazlum-Der’in ortak düzenlediği ‘Faili Derin Kayıplar” panelinde şöyle diyordu Hayko Bağdat:  

          -En kötüsü nedir biliyor musunuz arkadaşlar,  bizler hafızalardan silindik. Artık bize ait hiçbir şey yok anılarda”  

          O panelde hafızalardan sildiğimiz, unutmak istediğimiz nice kabuk bağlamaya yüz tutmuş altı sıcak yaradan birkaç tanesi kanadı iki gün önce. Hrant Dink, Musa Anter, Mustafa Suphi, Ali Şükrü, Sabahattin Ali. “Sözde itirafçıların” sözde itiraflarında geçen, sözde asit kuyularına atılmış, sözde bedenlerinin, vicdanlarımıza, sözde rahatsızlıklar verdiği, sözde kıyılmış canlardan ise bahsetmeye hiç vakit olmadı. Zaten her şey sözde yaşanıp bitmişti kimilerine göre, sadece yakınlarına sözde acılar kaldı. Bir de sözlere dökülmüş inkârlar. 

    Hiçbirisini yaşamadık ki!  

          Unutmak istiyoruz acıları, unutmak ve hiç yaşanmamış kabul etmek. Çünkü hatırlamak uyanık bir vicdanı getiriyor ve vicdan merhameti ayaklandırıyor. Merhamet vicdanın dışa uzanan eli. Bir defa merhamet duymaya başladın mı işin zor. Afyon misali huzurunu kaybediyorsun. Artık ne pembeler toz pembe, ne kırmızılar nar kırmızı. Bir defa ayaklandı mı vicdan denen o meçhul, haftalar boyu küçücük meleklerin, belki bizler kadar yemeyi içmeyi yaşamayı seven kadın erkek çoluk çocuk bir halkın, fosfor bombaları ile yanmış paramparça olmuş bedenlerini seyrettikten sonra kumandayı zaplayarak  her akşam en sefil yüzümüze ayna tutan programlarda aynı kepazeliklere dalmak, ‘bu  kaburga dolması değil kimi kandırıyorsun diye cırlayan’, ‘ay yemeğimden saç çıktı, şimdi bayıldım’ diye dertlenen insanların sahici dertler ve öfkelerle alay ettirilen görüntülerine bakarak zaman tüketmek o kadar da kolay olmaz, olmamalı da.  

          Gözünü sevdiğimin medeniyeti! Ne güzel vaatlerin vardı bizlere. Ne parlak ışıltıların. Kompleks vitaminlerle beslerken bedenlerimizi, antibiyotiklerle kovduk pandemi korkularını. Mum ışığı değildi artık odalarımıza gelen aydınlık, tüm makineleri, ışıl ışıl dünyası, iletişim imkânları ile kolaylaştırılmış her şeye sahip olma imkânı olan ama sahip olmanın amaç olduğu, sahip olunan şeylerin ise plastikleştiği, tüm derinliklerin sığlıklara, duyguların karlı hazlara, vicdanın görev aşkına, merhametin toplumsal sorumluluğa, estetiğin ve yaratıcılığın verimli, kullanışlı ve konforlu olana dönüştüğü bir garip cinnet çağıydı seninle gelen.   Kendinden emin bir putperestin inanmışlığı ile şüpheyi kaldırmış, hakikat arayışını gerçek şu ki ile başlayan cümlelere dönüştürmüş kibrinle, ehlileştiremediklerini, değiştiremediklerini, boyun eğdiremediklerini yani tüm yeryüzünün lanetlilerini kılıcının gücüyle adam etmektesin biteviye…  

          -Düşümde çocuklar gördüm; ağlıyordu, fosfor bombaları, asit kuyuları almıştı babalarını, yıkılmış tarumar olmuş camilere, kiliselere, okullara, evlere  bakarken yine de şanslı olduklarını düşündüm: Binaları yıkılmış, oyun oynadıkları sokaklardan anaları çalınmış, sıra arkadaşları melek olmuştu. Kafileler akıyordu ölüm çöllerine. Ama öylesine büyüktü ki uygarlıkları hani derler ya bir de orantılı şiddet kullansaydı medeni vicdanıyla, bir nükleer füze yeterdi aslında; binalar ayakta kalır çocukların ise hiçbirisi sağ çıkamazdı. Çok daha az masraflı olurdu üstelik. Zamanın ruhuna da uygundu!  
     
     

    Söylesene bir yol, vicdan ne yana düşer usta, medeniyet ne yana?  

          -Vicdan eğitilebilir bir şeydir, bilmen gerekirdi. Uygarlaştıkça insanlar akıl, kolektif bilinç ve görev duygusunun önemini kavradıkça, okullarımızda modern anlatılarla biçimlendirdikçe çocukların kafalarını ve üretim tüketim ilişkilerinde biraz da dengeli paylaşımı da sağlayabilirsek eğer, güzel günler göreceğiz dostum, güneşli günler. 

          Bak! İşin özü şu ki;

          Modern bir Amerikalının, demokrasi ile yönetilen bir İsraillinin, ışıl ışıl Etilerde oturan eğitimli bir adamın doğrularından şüphe etmemelisin. Vicdan diye bir şey varsa bunun bir medenide bir bedeviden çok daha fazla olacağını da bilmen gerekir. Bir bedevinin bir medeninin hayatı için potansiyel tehlike olduğunu nasıl görmezden geliriz. Sen medenilerin kendini savunma hakkı olmadığına inananlardansın belki de. Olmert’in ölü çocuk bedenlerini gördüğünde ağlaması yetmeli tüm günahlardan arınmaya.  

          Anla artık, kuralları bu oyunun; asit kuyularında kaybolanlar kaybolması gerekenlerdir, ülkeler yakar ülkeler yıkarız medeniyet adına, mahcup kınar birleşmiş topluluklar, bilirler ki, söz konusu ortak çıkarlar ise vicdanın bile sınırları vardır elbet. Kendi bireysel çıkarlarının ve toplumunun çıkarlarının bilincinde bir Livni ‘nin kadın olarak bağımsız, batı tarzı eğitimli, bakımlı, modern ve hayran olunası özgür görüntüsü karşısında gözlerin kamaşmıyorsa eğer, zamanını, evinde çocuk bakarak, iş işleyerek, evin yaşlı alzhemierli dedesinin ilaç ve yemek saatlerini takip etmekle geçiren Filistinli kadının dört çocuğuna sarılarak son bulmuş hayatının zaten yanlış, feda edilebilir ve fazla gözyaşına değmez olduğunu ve “hepimiz için” en iyisinin onu unutmak, üzerinde durmamak olduğunu da anlamakta güçlük çekebilirsin. Mazlumlar bize benzemiyorsa o kadar mazlum da değildirler, sakın yanılma!” 

    Öyle Taşlar vardır ki içinden ırmaklar kaynar  

          Her insan zamanın bir noktasında yüzleşir gerçeklerle, saklanmış hakikatler yorulur gizlenmekten, iki zap arası bir görüntü geçiverir gözlerimizin önünden ve en önemlisi kendimiz ile yüzleşiriz böyle durumlarda. İşte gerçek manada hür olma insan olma şansına sahip olduğumuz an o andır. Rasyonel vesveselere süslenmiş ortak akla boyun eğmek, sırtını dönüp unutma tercihini kullanmak ile hakikat, merhamet ve adalet duygularının arasında kaldığımız anı yaşayıveririz birden. Uzaklarda bir yerlerde beş güçlü Yahudi lobisinin tehditleri ile yine uzaklarda bir yerlerde tarumar olmuş bir şehrin ciğerleri kavrulmuş insanlarının bakışları arasındaki bir zamandır o. Bu son dalga olsun burada bırakalım artık, uzlaşalım, bu işi bitirelim diyen ses ile adalet istiyorum diyen sesin çarpıştığı bir zaman. 100 yıllık sessizliği bozmakla bakın bu bize tazminat davaları olarak dönecek diyen emekli diplomat aklının fısıldadıkları arasında bir demdir bu yaşanan. Ve o anlarda uyarır kitap, zamansız unutkanlıkları kalbine bir şırıngayla basarak yürüyüp gidenleri:    

     “(Ne var ki) bunlardan sonra yine kalpleriniz katılaştı. Artık kalpleriniz taş gibi yahut daha da katıdır. Çünkü taşlardan öylesi var ki, içinden ırmaklar kaynar. Öylesi de var ki, çatlar da ondan su fışkırır. Taşlardan bir kısmı da Allah korkusuyla yukarıdan aşağı yuvarlanır. Allah yapmakta olduklarınızdan gafil değildir.” (Bakara 74)

Trackback URL

  1. 3 Yorum

  2. Yazan:eg Tarih: Oca 28, 2009 | Reply

    “Aşıkların gönüllerinin yanışıyla gözyaşları
    olmasaydı, dünyada su da olmazdı, ateş de.” diyen mevlana’yı dinlemek gerek. aşk, modern dönemlerin bize buyurduğu şeylerden öte, bir hâldir. vicdanın, merhametin varoluştan ayrılamayacağı bir hâl. dualarla, gözyaşlarıyla ve yanmalarımızla bu dünyada çok şeylerin değişebileceğini düşünüyorum. necip fazıl’ın reis bey adlı tiyatro eserinde bir yerde, idama mahkum olan genç reis bey’e “ağlayamayan anlayamaz” diyordu ya, modern tağutluk ağlamayı yasak edip, soğuk çıkar hesaplarına mahkum ettikçe dünyayı, ne acıları, ne sevgileri doğru düzgün anlayamıyoruz. dünyanın bu “rezilliğine” tek are ağlamayı yeniden öğrenmektir bence. teşekkürler vicdan uyandıran yazınız için.

  3. Yazan:ender güçlü Tarih: Oca 28, 2009 | Reply

    Geçtiğimiz yaz Ankara Zekai Tahir Doğum hastanesinde doğumların hemen ertesinde daha hastanedeyken 49 (kırkdokuz) Çocuğun ölmesi üzerine yapılan şikayete istinaden savcılığın soruşturma yapmasına izin vermeyen Sn Ankara valisini vicdanlı olmaya çağırıyorum.

  4. Yazan:özlem Tarih: Oca 28, 2009 | Reply

    Ender Bey,
    bu konuyu biraz daha acar mısınız. Bu tür olaylarda savcılığın soruşturma açması valilik iznine mi bağlı?

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin