RSS Feed for This Post

Ahlâkî bir Direniş Dilinin İnşası

İsrail’in Gazze’de yaptığı katliâmlara karşı sert eleştiriler geldikçe, bir taraftan haklı olabilecek antisemitizm kaygıları, bir başka taraftan antisemitizmi, İsrail eleştirilerine kalkan yapmaya çalışanların çabaları gündemi meşgul etti. Adalet ve vicdanî bir duruşun yanında olan insanlar için, bu tartışmalar direnişin dili üzerine yeni açılımlar da yarattı. İsrail hak ettiği en sert şekilde eleştirilirken, antisemitizme, ırkçılığa düşmemek, İsrail’e karşı ahlakî ve haklı bir direnişin çizgilerini belirleyebilmek bu tartışmaların ana eksenini oluşturuyor.

Filistinlilerin, 60 yıldır, İsrail’in zulüm ve katliâmlarından çok çektikleri ve her geçen gün bir öncekinden daha acı sahnelere şahit oldukları düşünülürse, bu konu gerçekten bıçak sırtı bir noktada duruyor. Zalimin dilini çoğaltmadan zulme karşı durmanın yolu nedir? Direnişin hakkâniyet sınırları nerede başlar nerede biter? Bunlar beni sadece haklının yanında olmayı şiar edinmeye niyetli bir insan olarak değil, aynı zamanda bir Müslüman olarak da fazlasıyla ilgilendiriyor.

Öncelikle bu zulümlerin, dünya sistemi özelinde bir analizi yapılmalı. “Gelenekselci Ekol”den ünlü düşünür Ananda Coomaraswamy ” Doğu ve Batı’nın amaçları birbirine ters; çünkü Batı nereye gittiğini bilmeden yoluna devam etmeye kararlı, ekonomik programını da bu yönde yapmış, rotası belirsiz bir yolculuğa “ilerleme” adını vermiş” der(1). Benim için İsrail zulümleri, bu zulümlere soğuk kanlı bir destek veren seküler dünya, hep bir gerçeğe işaret ediyor: ” Kendimizle savaş halindeyiz, o yüzden birbirimizle savaşıyoruz. Batılı insan dengesizdir, acaba iyileşebilir mi sorusu çok gerçek bir sorudur”(2). Varoluşunu, doğayla, tanrıyla ve dolayısıyla kendisiyle savaşına borçlu olan Batı için şiddet ve güç varoluşsal gerekliliklerdir.

Bir direniş dili, öncelikle direniş gösterilecek “şey”i iyi tanımaktan geçer. Yapısökümüne uğratılan ve zulme yol açan kodları açığa çıkarılan “şey”in içerisinde dönüşüme uğraması ve iyiye doğru yükselmesi muhtemel faktörler seçilir ve zulüm kodlarını tekrarlamaktan olabildiğince uzak durarak, bu iyileşme olasılığı olan faktörler üzerinde çalışılır. Bunlar ütopya olmaktan öte tarihte birçok defalar uygulanmış şiddet dışı direnişin de ana izleklerini göstermek demektir. Peki, bütün insanlarda, hatta bütün canlılarda ortak olan o “iyileşme olasılığı olan yön” nedir? Bütün hayatın, her türlü canlı cansız varlığın kendisinden geldiği ve yine O’na döneceği Allah’tır. Dolayısıyla her varlık, her insan aynı Allah’ın kulu olarak aynı öze ve vicdanî bir çekirdeğe sahipse, vicdanî direnişe kalan şey işte o özden hareket etmek ve şiddet gösterene de o özünü hatırlatacak bir ayna tutmaktır.

Bütün varlığını güç üzerine kurmuş olan İsrail (hatta bütün Batı sistemi) sırf bu yüzden şiddetten ibarettir. Çünkü güçten beslenen bir toplumun şiddetin uzağına düşmesi imkânsızdır. Bu yüzden şiddet sarmalından kurtulmanın ilk ve en önemli adımı güç ve şiddet toplumlarının özünde yatan yanlışlar ve çelişkileri açığa çıkarmaktır. Gandhi’nin söylediği gibi ölse bile adaletsizliğin maskesini düşürmek üzere bir direniş göstermek direniş dilinin de hakîkâtini oluşturur.

“Bilge Kral” İzzetbegovic’in Bosna’da onca katliâmdan sonra söylediği “düşmanımıza bir borcumuz var; o da âdil olmaktır” sözü işte bu tür bir direniş diline örnektir kanımca. Filistin’de ölen onca masumun karşısında elinde tuttuğu tek şey olan vahşi güç ile katliâm işleyen İsrail’e karşı nasıl bir direniş gösterilmelidir peki?

Öncelikle sadece İslam Dini’nde değil tüm ilahî dinlerin özünde masum insanların öldürülmesini yasaklayan bir yön vardır. Direnişin ilk ve en önemli başlangıcı, masum insanlara kast eden İsrail’in yaptıklarını tekrarlamamaktır. İsrail istediği kadar kadın, bebek, çocuk öldürsün; ahlakî bir direniş, asla ve asla aynı şeyleri yapan bir direniş olamaz. Çünkü ahlakî direniş her şeyden önce inancını Allah’tan alır, duâ ile bağını asla kesmez ve duânın, bu şiddet eylemlerini yaratan “vahşi sekülerleşmenin” aşağıladığının aksine çok büyük bir insanî erdem olduğunu bilir. Dolayısıyla “bir masum insanı öldürmek bütün insanlığı öldürmek gibidir” düsturu uyarınca masumlara kendi canı pahasına dokunmaz. İsrail’in yaptığı zulmü, o zulmü yapmayan ama İsrail’deki insanlarla aynı ırktan gelenlere mal etmez. Hatta o zulmü bizzat işleyenler harici kimseye de mal etmez! Çünkü ahlakî bir direniş dili, hiçbir kimseyi kan bağıyla, ırk veya din bağıyla başkalarının suçundan dolayı sorumlu tutamaz.

Bunlar ahlâki bir direnişin asgarî şartlarını oluşturan bir tutumun gerekleridir. Ancak takva sahibi “rahmanî” bir duruş bunların da ötesine geçen bir tutumu imâ eder. Bu tutum ise, şiddet dilini hangi şartta olursa olsun reddetmek ve şiddeti çoğaltıp yeniden üretmeyi kendisine yasaklamaktır. Bu “öldürmektense ölmeyi yeğ tutarım” ahlakının dışa vurumudur. Bu ahlâk, şiddetin korkaklık ama şiddet dışılığın büyük cesaret olduğunun farkına varan bir ahlâktır. İslam tarihinde özellikle zulümlerin artık dayanılmaz hâle geldiği noktaya – Bedir Savaşı’na – kadar 14 yıl süren direnişin de, Hasan El Basrî’nin direnişinin de, Gandhi’nin direnişinin de ortak paydasıdır ve tek gücünü Allah’tan ve duâdan alır. Ne bunun için bir başka güce arkasını dayar, ne de korkaklıktan, yaşama ve bulunduğu toprağa hiç ölmeyecekmiş gibi bağlı olmaktan kaynaklanan öldürmeye tevessül eder.

Bu iki direniş dilinin nasıl bir duruşa tekabül ettiği üzerine kısa bir alıştırma faydalı olacaktır. Gazze’de onca masum insanın öldürülmesine sessiz kalan (hatta İsrail’i destekleyen) dünya sistemine ve İsrail’e karşı şiddeti tümüyle dışlayan bir tutum olanaklı mıdır? Aslında 1985’lere kadarki birinci intifada dönemi neredeyse Gandhiyen bir şiddet dışı direniş örneğidir. İsrail’in bombalarına, tank ateşlerine sadece bedenini siper eden gençlerin bu direnişi İsrail’i durdurmamıştı. Tam tersi, İsrail gün geçtikçe yeni yerleşim yerleri açarak yayılmasına devam etmiş, Filistinlilere ise yaşayacak doğru düzgün bir alan bile bırakmamıştı. Bugün olan ise tepelerine bombalar, kimyasal silahlar yağan bir halkın dünyanın gözü önünde kıyımıdır. Bu kıyım karşısında şiddeti tamamen dışlayan bir tutum sanıyorum Filistinli hiçbir kimsenin kalmayacağı bir duruma yol açacaktır. Şiddeti dışlayan bir tutumun, normalde İsrail’in (ya da zalimin) zulmünü dünyada daha da görünür kılarak meşruîyetini zayıflatması beklenirken, tam tersi dünya sistemi vahşi iki yüzlülüğü ile daha da açık şekilde İsrail’i desteklemiştir. İsrail tanklarına, füzelerine karşı dahi silah kullanmayan şiddet dışı bir direnişin, komşusunun çocuğu, kendi çocuğu ölüp duran ve dünyada buna karşı bir tepki bile gelmeyen Filistinliler için çok da olası olmadığını kabul etmeliyiz. Her birisi birer Gandhi bile olsa çocukları, bebekleri her gün bombalar altında can veren insanların, direnişlerinde şiddet kullanmayı asla düşünmemelerini beklemek çok çok büyük bir beklentidir. Gandhi’nin şartlarının Filistin’in bugünkü şartları ile uyumlu olmaması Filistin’i şiddeti tamamen dışlayan bir tutumun içinde tutamıyor ne yazık ki! Bu aşamada meşru müdafaa ve şiddetin sınırları oldukça önem kazanıyor. Zalimle savaşırken zalim olabilmek tehlikesi her zaman mevcuttur çünkü.

İsrail zulmünün kodlarını çözerek o kodların tam dışında bir direniş ahlakı geliştirmek bu aşamada daha da önem kazanıyor. Bu, İsrail’in yaptıklarının tam tersini yapmak değil; tutarlı bir ahlâki direnişin kodlarını oluşturmak demektir. İsrail sivil, masum insanları mı öldürüyor; asla masumları hedef almayan bir direniş geliştirilmeli. İsrail esirlere kötü muamale ve işkence mi yapıyor; işkenceyi İslam dininin ve hakkâniyetli bir tutumun asla meşru görmediğini bilen bir direniş gerekiyor. İsrail, kendisine dünya cenneti kurmak için başkalarının hayatını cehenneme mi çeviriyor; onlara dünya hayatının geçiciliğini gösteren ve “asıl hayattaki” cennetin ancak adaletle geleceğini gösteren bir ahlâkı görünür kılmak gerekiyor. İsrail ölmektense öldürmeyi mi tercih ediyor; öldürmektense ölmeyi tercih eden bir direniş ahlakı gerekiyor. İsrail kutsallara fütursuzca mı saldırıyor; hiçbir dinin kutsalına saldırmayan, tam tersi onları da hikmetin bir parçası olarak gören bir dil gerekiyor. Bunların hepsi, aynen Gandhi’nin dediği gibi çok büyük bir imân ve cesaret gerektiriyor. Seküler Batı’nın en büyük çelişkisi olan kaybettiği bu bağı görünür kılmak gerekiyor. Allah ile bağlı olanın, güç ve şiddet ile hemhâl olamayacağını görünür kılmak! İşte o dili, o ahlâki direniş dilini, üç küçücük bebeği, üç canparesi bombalar altında parçalanıp ölen babanın, annenin beddua dahi etmeyip sadece “Allah büyüktür” diyen dillerinde görüyorum. Ağlayan ama başkasını ağlatmamak için en acı anında dahi beddua etmeyen bu insanların dillerinde. Bu dili çoğaltmak, İsrail’in ve tüm Batının ufkuna hakim kılmak gerekli! Belki o zaman, bir mazlumun gözyaşının ne demek olduğunu anlarlar… 

1,2- Ananda Coomaraswamy’den aktaran Thomas Merton -Gandhi ve Şiddet Dışı Direniş

Trackback URL

  1. 6 Yorum

  2. Yazan:MY Tarih: Oca 28, 2009 | Reply

    Selam Enver,

    Siteye böyle güzel bir yazi kazandirdigin için tesekkürler.

    Muhabbetle

  3. Yazan:Abdullah Tarih: Oca 28, 2009 | Reply

    Adam gibi islamı yaşamdığımız sürece bu türden yazılar daha çoooook yazılır.Ne zaman ki sabah namazında eyüp sultanda yer kalmaz işte o zaman mesele tamamdır.Adalet,dürüstlük,insanlık,diğergamlık,bayrak,vatan,millet …..kendiliğinden hak ettiği yeri laır

  4. Yazan:eg Tarih: Oca 30, 2009 | Reply

    ahlakî direniş tabirini kullanırken, filistin direnişinden hareketle ezilen ve şiddete maruz kalan halkların direnişini anlayabilmeyi amaçladım. bir başka yerde burada da yorumlarını sık sık gördüğüm bir arkadaş, direniş ile ahlakîliğin yan yana getirilmesini otomatik olarak siyonizm tehditini kullanan bir islami ideoloji olarak değerlendirmiş. aslında kısmen anlaşılabilir bir tespit. ancak doğru olmayan yönlerini anlatmak gerekiyor:
    1. referans aldığım dinim (bir müslümanım elhamdüllillah)i ve direnişini o din üzerinden kuran filistinlilerin ahlaki direnişini anlamayı amaçlayan bir yazı elbette ki islam dininin referanslarını kullanacaktı. bu ahlaki bir direnişin başka yolu yoktur demek anlamına gelmez. ahlaki bir direnişin bu yolunu benim bildiğim ve uygulayabildiğim manasına gelir.
    2. bu ahlaki direniş dilinin başta tasavvufi bir islam yorumu olmak üzere, hindu olan gandhi’de, hristiyan olan tolstoy’da da olduğunu düşünürseniz, aslında anlatmaya ve anlamaya çalıştığım şey, bu tip bir direnişi mümkün kılacak kodları araştırmaktır. burada hem bir müslüman olarak, hem de gandhi’nin yazdıklarını çokça önemseyen birisi olarak, gandhi’nin yaptığı dua ve Allah’a kayıtsız şartsız teslimiyetin asıl gücü verdiği tezi önemliydi.
    3. bu tezi kullanarak kendim için de doğru bir yol olduğunu düşündüğüm bir direniş ahlakına erişmeyi amaçlıyorum. ancak başlangıçta çıktığım yol israil’in katliamlarına direniş göstermesi gereken filistin için de uygun bir yol bulmak olduğuna göre, bu tip bir “islam,iman-dua” kaynaklı direnişin onlar için de uygulanması en doğal yol olduğunu söyleyebiliriz. bu o arkadaşın anladığı gibi islami bir ideoloji kurarak siyonizm tehditinden bir dil üretmek değildir.
    4. bu yazıyla benim “ağzımdan baklayı çıkardığımı” iddia eden arkadaşa el insaf diyorum sadece. yani ben şimdiye kadar aslında antisemitizme dikkat çekenleri siyonizme dikat çekerek dikkatleri başka yöne çekmeye çalışan bir islamcı ideologmuşum da farkında yeni varmış! halbuki islamcı, ya da diğer tür ideolojilerin hepsinin modern eğilimler olduğunu bildiğim için ideolojiye değil, vicdan, ahlak ve inanca önem gösteririm ben. ancak tabii ki eleştiren arkadaş da hayatta bildiği tek şey üzerinden eleştiri yapıyor, olayısıyla anlaşılır birşey. ancak, benim ahlaki direniş yazımdan antisemitizme karşı siyonizmi gösteren ve bu yolla ideolojimi örtmeye çalışan bir insan olarak tanımlamak sanıyorum büyük bir aşırı-yorumdur. tam tersi, kendi açımdan ezilen kim olursa olsun, onun yanında ahlaki bir direniş diliyle yer alabilmenin teorisini yapmaya çalışıyorum. burada bana hz.muhammed’den, hasan basrî’ye, gandhi’den tolstoy’a, foucault’tan derrida’ya bir sürü insan yardımcı oluyor. ancak dediğim gibi direnişin tek yolu bu değildir, ama benim bildiğim tek yolu bu. siz başka türlü bir ahlaki direniş dili gösterin (deleuze bu konuda anarşist bir direnişin kodlarının her ayrı direnişte değişmesi ve yeni bir direniş dili bulunması gerektiğini söyler, belki size yardımcı olabilir) o da ikna ederse o da olur.
    5. yani soyut bir “anti-semitizme karşı siyonizm damgasını” çıkararak antisemitizmi unutturmak istiyorlar tarzı bir yaklaşım inanın bana kızdırıcı olmadığı zamanlarda komik oluyor. antisemitist olan da siyonist olan da aslında anlaşılması çok kolay doneler verirler. antisemitizm avcılarının yaptığı gibi saman altında buzağı aramaya kalkmak bu aşamada manasızdır.

  5. Yazan:kacakkova Tarih: Oca 31, 2009 | Reply

    aslinda bu dediginizi yapanlar var ama ben sizi dikkat etmeye calistiginiz yönlerden dolayi bir bakima ayiriyorum.net olmayan yönleri var bu ayirmanin, ama israili elestirmekten kendini/müslümanligi olumlamaya/onaylamaya gecisler de bir anda ortaya cikmiyor. aslinda söyle diyorum: antisemitizmi atlayarak, onu önemsizlestirerek, hatta varligini redderek siyonizme karsi konusuyorsunuz.antisemitizm uyarisini, bir siyonizm yandasligina da bagliyorsunuz acik ya da örtülü olarak ve bu bir sorun bence.bunu ayristiran bir yazinizi henüz okumadim. varsa bildirmenizi beklerim.bahsettiginiz ahlaki direnis dilinin bir ideolojik kodlama ve dogrulama isi oldugunu ileri sürüyorum, bu bana acik görünen bir sey ve bunun yanlis bir yol oldugunu düsünüyorum.bildiginiz tek ahlaki direnis yolunu, baska bir yol olabilecegini de kabul ettiginize göre, bir kosul haline getirmemeliydiniz.ben sadece kendi bildigim yolu göstermek niyetiyle yazdim diyorsaniz, yorumumun asiriliginda haklisiniz.o halde yazdiklarinizi o niyete tercüme etmeniz yerinde olur, bu haliyle bir yola isaret etmeye ve dilin cogullasabilirligine imkan vermeye olanakli görünmüyor.bu arada vicdan, ahlak ve inancin ideolojiyle olan iliskisini anlamak da size kaliyor.

  6. Yazan:eg Tarih: Şub 1, 2009 | Reply

    sevgili kacakkova,
    bir yazı yazıyorsanız o yazı zaten sizin fikirlerinizi ve görüş açınızı gösteren birşey değil midir? böyle bir bakış başka bir bakışı olanaksız kılan bir bakış mıdır açıkçası anlayamıyorum…ben, tek doğru bakış açısı benim bakış açımdır demediğim sürece, başka tür bakışlara da açık olduğumu (ki radikal bir demokrat olarak zaten savunum budur. burada demokrasi ile ilgili bazı teorik yazılarımda bunu net olarak açıkladım zaten)belirtiyorum demektir. her insan o an kendisine “görünen” resmin bir parçasından hareket eder, ama bu resmin hepsi değildir elbette ki!
    ikincisi, açıkçası o sitede gördüğüm eleştirinizi çok düzeyli bir eleştiri olarak gördüm. çoktandır bu kadar entellektüel, bu kadar düzeyli bir eleştiri okumamştım. o yüzden meramımı anlatabilmek için biraz detay vermek istedim.
    bana, antisemitizmi önemsediğiniz yönünde bir yazınız var mı demişsiniz. doğrusu her türlü ırkçılık gibi antisemitizmi de insanlık suçu olarak görüyorum. kaldı ki ilgili 3 yazımda da bunu defalarca söyledim. benim söylemeye çalıştığım şey antisemitizm ile ilgili her kaygısını ileteni siyonizm ile suçlamak değildi. ama o bildiri özelinde, o bildiriyi yazanları çok ama çok iyi tanıdığım için o bildiriyi siyonist bir bildiri olarak değerlendirdiğimdi.
    geçmişte yazdığım özellikle bir zulme işaret eden film yazılarımda benim için auschwitz ve holocost her zaman insanlığın düşebileceği en rezil ve derin çukur olarak değerlendirilmiştir. zaten merak etmeyin bu yönde bir emare gördüğümde ilk karşı çıkacak olan da bizim gibi insanlar olacaktır emin olun.
    sadece şunu söyleyeyim: son gazze kıyımlarında daha kıyımlar o kadar sıcakken ve türkiye’de israil karşıtı eylemler yoığunken, alelacele dile getirilen antisemitizm bahanesiyle israil eleştirilerini susturma çabasını eleştirdim. çünkü böyle birşeyi naziler zulm ederken, mesela diyelim naziler zulmünün en büyük olduğu zamanlarında istanbul’da, nazileri eleştirme bahanesiyle anti-almancılık yapılıyor diye bir eyleme benzetiyorum. böyle bir eylem ne kadar ahlaki ve vicdani bir eylem oalcaktıysa o bildiri (ve özellikle yazanları iyi bilince ve dilini de görünce) de o kadar vicdaniydi…eleştiri budur…

  7. Yazan:Mehmet Bahadır Tarih: Şub 2, 2009 | Reply

    Sevgili Enver Bey Kardesim

    Gercekten cok farkli bir diliniz, cok farkli bakis aciniz ve insanlarin ruhunu oksayan yazilariniz var. Tam bamteline dokunduruyorsunuz.
    Sizi okumaktan buyuk keyif aliyorum.

    Bu guzel yazi icin tesekkurler.

    Muhabbetle.

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin