RSS Feed for This Post

Bu İlk ve Son Özürüm Olsun

Kızmayın emekli büyükelçilerim, paşalarım, eşim, dostum, milletvekillerim ve dahi ülkemin aydın neferleri. Ben de bu metne imza attım. Üstelik bunu hiç de öyle gururla bir halt becermiş insan haleti ruhiyesi içinde söylemiyorum. Tek yapabildiği bu olan bir insanın mahcubiyeti ile söylüyorum.
 
İyi kötü tehcir denilen bir şeyi ötelerden beri bilirdim de bu ülkede yaşayan bazı insanların çok acı olaylar, kıyımlar yaşadığı gerçeği ile ilk ne zaman karşılaştım, ne zaman duydum. Sanırım üniversite iki ya da üçte olmalıyım. Bir gün öğrenci arkadaşların evinde toplanmıştık. Dersim olayları ve tarihteki Kürt isyanları ile ilgili elime geçen bir kitaptan bahsediyordum. Sözün bir yerine geldiğimde Sivaslı bir arkadaşım benim ninem de bu yüzyılın başında Anadolu’da yaşanmış büyük bir katliamdan kurtulmuş bir çocukmuş. Malatya’dan Sivas’a gelmiş deyiverdi. Israrla soruyordum ne katliamı, Dersim olamaz, bildiğim Malatya’da bir Kürt hadisesi yok. Nedir, kimdir. Bilmiyor muydu, yoksa gizliyor muydu bilemeyeceğim, ‘bilmiyorum diyordu ne katliamı olduğunu ama çok büyük bir katliammış ve biz o kadının torunlarıymışız.’ Zaman içerisinde Malatya’ya gidip geldikçe başka başka dostlar edindikçe ne çok hikaye dinledim o günlere dair ve ne kadar çok insan söyledi bu benim de babaannem, ninem, anneannemin annesi gibi lafları. Kimi zaman anlatanların yüzü düşük mahçup, ‘Ya işte böyle, yazık değil mi kızım o insancıklara, günah değil mi’ sözlerini tekrarlar durur, kimi zaman ise “böyle olmuş ama benim ailem iki çocuğu bu katliamdan kurtarmış. Senelerce bakmışlar’ diyerek o iki çocuğun hikayesini anlatırdı. Bizler adeta kurtulan o iki çocukta ruhumuzu arıtmaya çalışırdık.
 
             Zaman zaman anlatılan şey o kadar ağır ve insanlık dışı olurdu ki bunun bir yalan olduğuna, anlatıcının bunamış, saçmalayan bir insan olduğuna inanmak isterdim. Kendimce o insanın anlattığı hikaye ve tarihler arasında tutarsızlıklar yakalamaya çalışırdım. Eğer o tutarsızlıkları yakalayabilirsem o olayın da hiç olmadığını düşünerek belki bu vicdani ağır yükün altından kalkabilirim diye düşünürdüm.
 
            Benim en çok ilgimi çeken bu konuda dinleyicilerin anlatılanlara karşı gösterdikleri reaksiyonlar olur çoğu zaman. Çoğu hiçbir şekilde bu tür bir konunun konuşulmasını istemez hemen sert itham edici çıkışlarla kaplan kesilir. En kibar çıtı pıtı gördüğün bir insan bakarsın aniden şahinleşmiş, bambaşka bir havaya bürünmüş. Bazıları da seninle beraber o olayları dinler ama o ana kadar düşündüğü şeylerde en ufak bir değişim, kıpırdanma olmaz. Dillerinde aynı türkü “tamam kötü de neden …” ya da “ama onlar da…” ile başlayan standart cümleler devam eder durur. Tabi en üzücü olanları alaycı tavırlar. Bir anda konu bırakılmış sen masaya yatırılmışsın aklın, dinin, imanın, hislerin, dostlukların didik didik ediliyor her bir parça ayrı alay konusu oluyor. Sanırım baş edilemeyen durumlarda insanları sindirmenin en etkili yolu olsa gerek alaycılık.
 
            Bu metne imza attım çünkü ta 1915’ten 2008’e gelen bu umursamaz, görmezden gelici, zalim tavra karşı itiraz hislerimi ortak dillendirme fırsatını bulabildiğim yegane metin bu. Ve gerçekten bu umursamazlık hali bir özrü hak ediyor.
 
            Öte yandan bunun bir gelenek ve kayıtsız bir tavır halinde bundan sonra hayatımda yer eden sıradan imza törenlerine dönüşme tehlikesinden de ürkmüyor değilim. Olaylara olduğu anda müdahale etmeyip ıslık çalarak yanından geçtiğimiz bir dünyada artık o insanlar tüm o acıları yaşamışken ve hiçbir zaman geriye dönüp yitip giden hayatlarını, saadetlerini geri iade etme ihtimalimiz kalmamışken dönüp “evet acınızı paylaşıyorum, duyarsızdık, duyarsız ve zalim davrandık, özür dileriz” gibi bir geleneğin başlaması oldukça ürkütücü benim açımdan.
           
            Zira hayat devam ettiği sürece acılar ve zulümler sürüyor. Bütün bir bayramı 17 aydır kuşatma altında olan, elektrikleri kesilmiş, yakıt ve yiyecek sıkıntısı had safhaya ulaşmış, Mısır sınırı kapatılmış Gazze’nin  fotoğraflarına bakarak geçirdim. Fotoğraflardan adeta geçmişin acılarını ayıkladım. Kanlar içerisinde bebek resimleri, bir kadının yere çömelmiş önündeki dört çocuğunun cesedine kollarını açmış ağlarken ki görüntüleri, cesetler, kanlı bedenler bunları bir kenara ayırdım. Yıkık evlerin önündeki çocuk resimleri, tel örgü arkasındaki kadınlar, viran olmuş evler, gözleri bağlı kaderlerine götürülen üç genç kız, dört beş İsrail askerinin arasına aldığı korkudan altına kaçırmış küçük bir direnişçi çocuk, tencerelerini gösteren sıcak yemeğe hasret insanlar, Mısır duvarını yıkıp sınırın öte tarafına yiyecek ve ilaç almaya koşan çoluk çocuk bir halk. Utanmazca, terbiyesizce bu resimleri ayıkladım. Hangileri gözlerimizin önüne serilmeye müsait hangilerini şimdilik bir kenara koymalı diye düşündüm. Ve fotoğraflarda Gazze’ye 55 km. mesafede ışıl ışıl yanan elektrikleri, düzenli caddeleri, bizim Ataköy’ü andıran görüntüleri ile acımasızcasına güzel İsrail şehirlerine baktım.
 
            Dostlarımızla bir mektup yazdık Cumhurbaşkanı’na Gazze’ye sahip çıkmasını talep eden.. 700 civarı imza ile beraber o mektubu Çankaya’ya yolladık. Sessiz, ilgisiz, basının hiç rağbet etmediği küçük bir toplulukla Sirkeci’ den hazırladığımız fotoğraflar eşliğinde postaladık. Sanırım denize bir şişede atılmış imdat çağrısı gibi bir şey oldu. Cevap gelme ihtimali çok düşük ama bir umut işte.
 
            Birkaç gündür huzursuzluğum iyice arttı. Sanmayın ki bir metne imza attım birileri parmak salladı, yakınlarım kızdı vs. o yüzden. Hayır! Bir metne imza attım. Çünkü hayatları elinden alınmış, topraklarından sürülmüş bir halka yapabileceğim sadece bu kadarcık bir şey. Doğrusu ne ulusal çıkarları düşündüm ne siyaseten doğru olup olmadığı umurumda oldu.
 
            Orada değilim, o günlerde değilim, bir çocuğu gizlice saklama ya da bir zalimin karşısına geçip Allah’tan kork deme şansım kalmadı.
 
            Bir metne imza attığım günlerde havalar iyice soğudu. Çoluk çocuk hasta bir bayram geçirdik. Kaloriferleri iyice açtım, evdeki herkese şuruplar, haplar koşturdum. Çorba kaynattım.  Şükrettim.
 
            Nicedir Gazze ile ilgili bir yazı da çıkmıyor basında, Mısır’a açılan dehlizler bombalanmış, halk buradan da ihtiyaçlarını geçiremez olmuştu, elektrikleri geldi mi? Ya yakıt? Bu günlerde bir yardım gemisi ablukayı yarıp Gazze sahillerine yanaşmaya çalışacaktı, yanaşabildi mi?
 
            Yoksa bir on, yirmi, elli yıl sonra bir mektup da Filistin halkına yazıp af mı dileyeceğiz fırsat varken yardım etmediğimiz günler için. Tamam yapılanlar kötüydü ama diyen koronun gürültüleri arasında… Ben ilk ve son özür mektubum olsun istiyordum oysa.
 
            Cumhurbaşkanından da henüz bir haber gelmedi…
 
Bu yazıyı son Gazze saldırısı başlamadan bir hafta kadar önce yazmıştım. Daha ne Gazze’ye ulaşmak için yola çıkan yardım gemisi İsrail savaş gemisinin saldırısına uğramıştı ne de fosfor bombası diye bir kelime hayatımıza girmişti.  Huzursuzluğunu hissettiğim(iz) ama kana bulanmamış bir gelecek vardı hala. Belki yapılacak bir şeyler vardı.
 Biliyorum ki hala yapılabilecek bir şeyler var. Orada hala ‘yaşayan’, ne kadar ahirete iman etmiş olursa olsun her yüksek sesli gürültüde kalbi ‘acaba bu defa..’ diye çarpan anneler, babalar, tir tir titreyen güzel yüzlü çocuklar var. Hayır, bir özür daha dilemeyeceğim. Yaşadığım sürece söz veriyorum hayatımın, aklımın, kalbimin bir parçası Filistin’e ait olacak. Tüm ‘dökme kurşun’ mazlumlarına ahdim olsun!’

Trackback URL

  1. 6 Yorum

  2. Yazan:Enver Gülşen Tarih: Oca 19, 2009 | Reply

    Asra yemin ederim ki İnsan gerçekten ziyan içindedir. Bundan ancak iman edip iyi ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır.
    *******************************
    insanların binyıllardır hiçbir şey öğrenmediklerini biliyoruz. zulümler, katliamlar, tehcirler, cinayetler (bugün hrant dink’in öldürülmesinin 2.yıldönümü) devam edecek. bir avuç insan bunların hepsine birden herhangi bir ideolojik tutum almadan karşı çıkacak. özür dileyecek belki de hiç ilgisi olmayan suçlar için. çünkü bilecek ki dünyada bir suç işleniyorsa, bir katliam, bir zulüm varsa bundan bizler de suçluyuz bir şekilde. özür dileyecek çekemediği acılar için. özür dileyecek başkaları acı çekerken gülüp oynadığı için, özür dileyecek acıları hiç anlamadığı için.
    kahir çoğunluk ise mazlumun kimliğine bakacak. eğer mazlum kendisine benziyorsa karşı çıkacak zulme…eğer mazlum hiç tanımadığı bir “yüz” ise yatacak vicdanının üstüne…

    arsa yemin ederim ki insan gerçekten ziyan içindedir. birbirlerine hakkı tavsiye edenler müstesna….

  3. Yazan:Sever IŞIK Tarih: Oca 20, 2009 | Reply

    Bu yazının altına yorum olarak ne yazacağımı bilemiyorum.

    Okudum ve şükrettim..

  4. Yazan:Nesrin Tarih: Tem 9, 2009 | Reply

    Böylesine içten,samimi anlatımın beni çok duygulandırdı.Bu kadar geç okuduğuma da üzüldüm doğrusu.Selamlar

  5. Yazan:özlem Tarih: Tem 9, 2009 | Reply

    Nesrin teşekkürler,. Sen benim can dostum Nesrin misin? Hani bir zamanlar İtü’yü sallamıştık seninle:)
    Eğer o isen mutlaka itiraf ediyorum gerçek beni özgür kılacak yazısını da okumalısın. Eminim güldürür seni:)

  6. Yazan:özlem Tarih: Ara 30, 2009 | Reply

    Gazze’de yaşayan bir buçuk milyon insan için ölüm çanları çalıyor. Arkadaşlar Mısır biliyorsunuz tek yiyecek ilaç gibi temel ihtiyaçları Gazze halkının karşılamak üzere açtığı tünelleri engellemek amacı ile 18 metrelik yerin 10 metre kadar altına giren çelik bir duvar inşa ediyor. Duvarın 5.6 km. si tamamlandı. 10 km. si bittiğinde bir buçuk milyonluk gazze halkı ölüm ile yüzyüze kalacak. Ben geçen Gazze katliamının olduğu günlerde aşağıdaki yazıyı yazmıştım. Bir daha özür dilemek zorunda kalmak istemediğimi söylemiştim. Ne yazık ki adım adım o günlere geldik.

  7. Yazan:özlem Tarih: Ara 30, 2009 | Reply

    Duvar ile ilgili olarak
    http://www.filistinhaber.com/tr/default.aspx?xyz=U6Qq7k%2bcOd87MDI46m9rUxJEpMO%2bi1s7ICwxtoS8yPubcRTl%2fgJdyns%2b%2fvcoc%2fJRQyqGgRWWDjQs0DSJUphGNc1ZYCdZmVMHTHRnvhB1Kqrwb56c2XtD6yRBg7ZB934YYRqQmp8PqZ8%3d

    http://www.timeturk.com/Mısır’ın-çelik-duvarı-hakkında-detaylar_106515-haberi.html

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin