RSS Feed for This Post

İsrail, Tehlikeli Barış ve Sürekli Savaş

İsrail, Tevrat’a geçen peygamber Micah’ın hayal ettiği, kılıçların sustuğu, bir huzur ülkesi değil; ” onlar kılıçlarından saban yapacaklar, mızraklarından da orak; ulus ulusa karşı kılıç çekmeyecek savaş nedir bilmeyecekler. Fakat her insan kendi bağında bahçesinde oturacak ve kimse onu korkutmayacaktır.” (Micah, 4:3-4)

“Bir savaş kazandığınızda, halkınız birleşir ve sizi alkışlar. Barış yaptığınızda ise, halkınız gücenir ve sizden kuşkulanır.” Bu söz Nobel barış ödüllü Şimon Peres’e ait. Alkış getiren, birleştirici bir zafer olarak savaş ve gücenikliğe sebep olacak olan barış… Bu söz tarihin en uzunu süreli nefret ve şiddetinin, mantığının ve motivasyonunun İsrailli bir mandarinin ağzından veciz olarak dile gelişi…

İsrail, halkı savaş ile memnun edip, varlığını ve zaferini ölümler üzerine inşa edip, sırtını okyanusun öte yakasında muktedirlere yaslayıp medet umdukça, Filistinlileri aşağıladıkça Ortadoğu’nun ufkunda  barış olmayacak gibi.

Kabbani’ nin dediği gibi; “horlanırken sürekli barışa inanır mı insan?”  

Bugün Gazze’de İsrail’in akıttığı masumların kanı, Ortadoğu’daki nefretin tahkim ve takviyesinden başka bir işe yaramayacak.   

İsrail, aşağılanmış bir dünyanın gözleri önünde işlemeye soykırımını devam ediyor. Uygar dünyadan! bir kınama bile yok.  İsrail işini bitirip  Gazze’yi “taş devri”ne döndürdüğünde “demokrasi havarileri” hümanist değerler maskesi ile devreye girecekler. BM’nin tarihinde itibarını İsrail kadar sıfırlayan ve hiçe sayan bir devlet yokken; hiçbir devletten ve  uluslar arası örgütten İsrail’in aleyhine herhangi bir  eylem  yok, cılız seslerden başka…  

Tüm dünyada ve medya da fazlası ile mevcut İsrailcilere göre asıl sorun ve tehlike olan Hamas ve Hizbullah gibi örgütler.. Oysa Hamas ve Hizbullah gibi  yapılar sebep değil, sonuçturlar. Hamas  onlarca yıllık işgalin, sürgünün ve   intifadanın; Hizbullah ise Lübnan işgalinin  sonucudur olan mukavemet hareketleridir. Eğer Lübnan ve Filistin kendilerinin bu aşağılanmadan ve katliamlardan  koruyacak bir devlete ve uluslar arası bir koruyucuya sahip olsalardı bu yapılar ortaya çıkmayacaktı. 

İsrail ve ABD Filistin halkının iradesine asla rıza göstermediler. Nobel barış ödüllü Peres, Filistin de Ortadoğu’da yeri olmayacağını söylüyor. Hamas Ortadoğu’nun nadir demokratik seçimlerinden birisinin sonuncunda Filistin halkının tercihi ile iktidara geldi. Seçimler ABD ve İsrail’in istediği El-Fetihin zaferi ile sonuçlamayınca tüm “demokrasi retoriği” askıya alındı. Çünkü oyunda asıl olan İsrail’in güvenliğinin temini idi.  

“Hamasistan” olarak adlandırılan Gazze’nin yaşama hakkı yok sayıldı. Gazze Abluka altına alındı. Açlıkla dize getirilmeye çalışıldı. Alında, mesele hiç de Hamas değil.  İsrail kendisine teslim olmayan ve uluslararası hukukta tanımlanan tüm hakları isteyen hiçbir Filistinli hükümeti ve yapıyı tanımayacak. Bugün Hamas’a karşı izlenen politika dün Filistin toplumunun rakipsiz temsilcisi konumundaki FKÖ karşı da izlenmiyor muydu? İsrail için önemli olan Filistin başta olmak üzere, çevredeki tüm yapıların, velev ki İran gibi uzak olsun, dişlerinin sökülmesidir. İsrail, kendisi ile eşit haklara ve statüye sahip, ve bir ordu sahibi,  bir Filistin devletini asla kabul etmeyecektir. Mevcut durumda İsrail yenilgiyi tatmadıkça iki devletli bir çözüme ve onurlu bir barışa yanaşmayacaktır. 

İsrail’in barışın tesisi gibi bir derdi yok ve hiç olmadı; ne 1948’de, ne 1950’de, ne 1967’de ve ne de Lübnan’ın 1978, 1982 ve 2006’daki işgallerinde; ne de bugün. İşgal ettiği toprakları elinde tutan İsrail’in BM’nin 1967’deki sınırlara dönülmesi kararını umursadığı yok. El’an Filistin topraklarının % 90’ı işgal altında. Sonuçlar tüm çıplaklığı ile ortada iken, “sürekli savaş”ın İsrail’in hedeflerine nasıl hizmet ettiğinin daha uzun bir izahına hiç gerek yok. 

Gazze’de ölümler binleri bulurken ve insanlık katledilirken, enformasyon bombasına sahip küresel seri katiller, İsrail’in yaptıklarının “savunma” olduğunu ve savunulabilir olduğunu söyleyerek savunuyorlar. İsrail milyonlarca Filistinli mültecinin dönüş hakkı tanımamışken, hiçbir anlaşmada bunları kabule yanaşmamışken, Filistin topraklarının çoğunu işgal etmiş ve işgale devam ederken, İsrail’in bomba yağmuruna sebepler bulmaya çalışmak, vicdanları sömürüsü ve istismar  için Holokoust’u araçsallaştrmak.  İsrail’i barış yanlısı, Filistinlileri de barış karşıtı göstermek, işgali onaylamak ve “entelektüel sahtekârlıktan başka bir şey değildir. 

Trackback URL

  1. 4 Yorum

  2. Yazan:Mustafa Tarih: Oca 16, 2009 | Reply

    Yahudi toplumu eskiden beri cok heterogen topluluktur. Dil, soy, mezheb, yasanti bicimi gibi cok farkliliklari var idi. Bunlari siyonist hareket nasil bir araya getirecekti ? Farkliliklari nasil “birlige” dönüsterebilirsin? Elbette milliyetcilik ve korku psikolojisi ile. Milliyetcilikte eskisi gibi sert bicimde mümkün degil cünkü israil toplumuda bati kültürün derin etkisinde. Dünyaya kapali yasamiyorlar. Geri kaliyor korku ve düsman psikolojisi. Ha unutmadan belirteyim ivrit dilini mucit ettiler yeni bir dil kurdular. Müthis birsey. Arab sosyalistlerin Sovjetlere sirtlarini dayamalari Israile yapilacak en büyük iyilikti. Sonra selefi-vehhabi-sii etkinlerinde olan islamizm akimlarinin siddeti. Bu yüzden imkansiz israile karsi acikca karsi duramaz Bati toplumu. Filistinliler Batida halkin sempatisini Hamasla Arafatla sosyalistlere kazanamazdi. Bu durum o kadar cikmaz haldeki Israilin zumune Bati göz yumar ama Hamasa göz yumamaz. Sonra esas filistinlilere darbe vuran Misirdir. Kapali kapilar arkasinda Simon Perese “Hamasi bitirseniz ya” demeleri var ya… Peres kendisi bunu itiraf etti.
    Sovjetlere ve Vehabilere ve Irana dayanan kazanmasi mümkün degil gibi.
    Bence Gazzeden Güney dogu Anadaoluya Dogu Anadoluya nufus yerlestirelim. Bosalmis köylerimizi imar etsinler yasasinlar gecinsinler. Okusunlar okutsunlar 50 sene icinde güclü nüfuslufilistin toplumu olsun filistinli Rotshildler Rockefellerler ciksinlar yahudilerden daha güclü olub kendi filistinlerini öyle kursunlar.

  3. Yazan:Enver Gülşen Tarih: Oca 16, 2009 | Reply

    roni margulies’in geçen hafta sonu star gazetesinin açık görüş ekindeki yazısı…
    *************
    KUDÜS’ÜN hemen doğusunda bulunan El Azhariye kasabasının belediye
    başkanı İsam Farum ile bir yıl kadar önce tanışmıştım.

    El Azhariye’nin batısında, iki kilometre mesafede Kudüs var;
    doğusunda, yine o kadar mesafede Mahalla Adomim adlı Yahudi yerleşimi.
    Bir zamandır Batı Şeria’nın Filistinli bölgelerini İsrail’in geri
    kalanından ayıran duvar El Azhariye’ye ulaşmış durumda, inşaatı
    hálen
    sürüyor. Duvar, kasabayı batıdan, kuzeyden ve doğudan çevreliyor.
    Bunun iki sonucu var. Birincisi, kasaba ile kasabalıların toprakları
    ayrılmış oluyor. Topraklara Mahalla Adomim yerleşimcileri el koyuyor.
    El Azhariye 25 bin nüfuslu bir kasaba, 2.500 dönüm toprağı kalıyor.
    Mahalla Adomim 35 bin kişiden oluşuyor, 48.000 dönüm toprağı var.
    İkincisi, El Azhariye hemen hemen tüm kamu hizmetleri için, başta
    eğitim ve sağlık olmak üzere, Kudüs’e bağlı. Duvarın kasabayı
    Kudüs’ten kesmesiyle, okul ve hastanelere ulaşım imkánsız hale
    geliyor. İmkánsız değilse de, iki km yerine onlarca km gitmek
    gerekiyor.

    Farum bir gün bir grup okul öğrencisinin belediye binasına girip su
    içtiğini görmüş. Üzerinde durmamış. Ertesi gün ve bir sonraki gün
    yine
    gelmişler. Sormuş. Kudüs’e okula yürüyerek gidip geldikleri için,
    dönüşte yorgun düşüp belediyede mola veriyorlarmış. Bir gün, duvarın
    gelip henüz tamamlanmadığı noktada çocukların oyun oynadığını
    görmüş.
    Sohbete dalmış. Çocukların hepsinin kardeş, teyze çocuğu filan
    olduğunu öğrenmiş. Duvarın inşaatı devam ettiğinde, bir kısmının evi
    bir tarafta, bir kısmınınki diğer tarafta kalacak.

    Filistin’de bir gün

    İsrail devleti, El Azhariye sınırları içinde kuyular kazarak su
    buluyormuş. Sonra bu suyu kasaba belediyesine satıyormuş. ‘Kendi
    suyumuzu para vererek alabiliyoruz ancak’ diyor Farum. Kudüs gibi, El
    Azhariye de tam anlamıyla ‘kutsal topraklar’. Her tarafta her dinin
    ibadet yerleri, kutsal binaları varmış. Duvar, bir Katolik
    manastırının bahçesinden geçiyormuş. Farum şahit olduğu bir sahneyi
    anlattı: Buldozerler Romalılardan kalma binlerce yıllık zeytin
    ağaçlarını köklerinden sökerken, rahibeler yamaca oturmuş gözyaşı
    döküyormuş. Bir de resim gösterdi. Duvar bir kilisenin bahçesinden
    geçmiş. Kilise bir yanda kalmış, kilisenin bahçe duvarı öbür yanda!
    Beton, 7-8 metre yüksekliğinde ‘güvenlik’ duvarının bu tarafında,
    kendi başına, anlamsız, ne yaptığı belli olmayan bir bahçe duvarı
    kalmış! Güleyim mi, ağlayayım mı, bilemedim. Bunlar ufak tefek
    anekdotlar. Gündelik olaylar. Her Filistinlinin her an anlatabileceği
    binlerce anekdottan birkaç tanesi.

    Annapolis ve sonrası

    Uluslararası Af Örgütü’ne göre ‘İsrail ordusu duvara yer açmak
    için
    2002 yazından beri Filistinlilere ait çok miktarda tarım alanını ve
    başka mülkleri imha ediyor. Verimli Filistin çiftliklerinin imhasına
    ek olarak, duvar, geniş alanları Batı Şeria’nın geri kalanından
    kopartıyor. Duvar, İsrail ile İşgal Altındaki Topraklar’ın arasında
    değil, Batı Şeria’nın içinde inşa edildiği için, pek çok
    Filistinli
    köy ve kasabayı tecrit ediyor, cemaat ve aileleri bölüyor, köylüleri
    topraklarından ayırıyor, Filistinlilerin işyerlerine, eğitim ve sağlık
    olanaklarına erişimini engelliyor’. Medecins du Monde gibi
    uluslararası sağlık kuruluşlarına göre ise, duvar bittiğinde 130.000
    Filistinli çocuğun aşı olması, 100.000’i aşkın hamile kadının
    sağlık
    hizmetlerine ulaşması engellenmiş olacak. Kudüs’e yakın şehirlerde,
    bir ambülansın en yakın hastaneye varması duvar nedeniyle, 10
    dakikadan 110 dakikaya çıkmış durumda.

    İsam Farum’la tanıştığım günlerde Amerika’da Bush, Rice, Olmert
    ve
    Abbas’ın katıldığı Annapolis görüşmeleri sürüyordu.
    ‘Peki’ dedim,
    ‘Annapolis’ten bir beklentiniz var mı?’ Ne diyebilir ki?
    ‘Umutlanmak
    istiyorum ama hálá bizden ödün vermemizi istiyorlar. Daha ne
    vereceğiz, anlayamıyorum. Verecek neyimiz kaldı ki?’

    Filistinlilerin verecek daha neleri kaldığını iki haftadır hep
    birlikte izliyoruz: Önce canları ve çocuklarının canları, sonra
    istedikleri hükümeti seçme hakkı, sonra da tüm diğer haklar.

    ‘Uluslararası düzeyde gösterdiğimiz çabalar, herkesin saygı
    gösterdiği, sürdürülebilir, kalıcı bir ateşkes yaratmayı amaçlıyor.
    Ve
    bu, artık roket saldırısı olmamasını gerektirir. Artık Gazze’ye
    kaçak
    silah girmemesini gerektirir’. ABD’nin BM nezdindeki yardımcı elçisi
    Alejandro Wolff’un sözleri, savaşın pek çok çevrede nasıl
    yorumlandığını iyi özetliyor. İsrail’in uygulamakta olduğu katliamı
    haklı göstermek isteyenler, ‘meşru müdafaa’ olduğunu iddia
    edenler,
    suçu Hamas’a yüklüyor. Hamas ateşkesi bozdu; İsrail şehirlerine roket
    attı; Hamas köktendincidir, teröristtir.

    İsrail de aynı şeyi anlatıyor: Saldırının amacı Hamas’ı ortadan
    kaldırmak. ‘İsrail Gazze’ye niye saldırdı?’ sorusuna iyi
    niyetle cevap
    arayanlar ise, İsrail’de yakında seçimler olacağı, Amerika’da
    Obama’nın seçilmiş olduğu, Hamas’ın attığı roketlerin iki
    İsrailliyi
    öldürmüş olduğu gibi nedenler düşünüyor. İsrail saldırısının
    nedeni ne
    Hamas’ın roketleri, ne de seçimlerin geliyor olması. Bu saldırı er
    geç
    gerçekleştirilecekti. Hamas’ın mevcudiyeti, ‘terörist’ olması
    ve
    attığı roketler İsrail’in kullandığı bahaneler sadece. Amaç
    Hamas’ı
    ortadan kaldırmak ise, çoğunluğu sivil ve düzinelercesi çocuk olan
    (şimdilik) 700 küsur kişinin katledilmesi nasıl açıklanabilir?

    Oslo ‘Barış’ Anlaşması

    İsrail 1993’te ABD baskısıyla, Oslo Anlaşmasını kabul edermiş gibi
    görünmek zorunda kaldı. Buna göre, Filistin’in Gazze ve Batı Şeria
    gibi bazı çok sınırlı bölgelerinde bir Filistin Yönetimi kurulacak ve
    İsrail iki bölgeden askerlerini çekecek, görüşmeler sürecek ve bir
    Filistin devleti kurulması için adımlar atılacaktı. İsrail, o gün
    bugündür, bu anlaşmanın hayata geçmesini engellemek için káh
    provokasyonlar yapıyor, káh savaş açıyor. Filistin Yönetimi için
    yapılan ilk seçimleri Arafat ve FKÖ kazandı. FKÖ, bir yandan İsrail
    adına polislik yaparken, bir yandan da halkın nefretini kazanan,
    yolsuzluklara, haksızlıklara bulaşan bir yönetim oldu. Doğal olarak
    iki yıl önce, Filistin halkı FKÖ’yü cezalandırarak Hamas’ı
    seçti.
    Seçimlerin demokratik olduğunu tüm uluslararası gözlemciler teyid
    etti. Hamas’ın kazanma nedeni, FKÖ’nün yolsuzluklarını teşhir
    etmesi,
    halka gerçekten hizmet vermeye çabalaması ve direnişin dilini
    konuşmasıydı. Sözde ‘Ortadoğu’nun en demokratik ülkesi’ olan
    İsrail,
    ‘demokrasi aşığı’ Amerika ile birlikte, Hamas yönetimini devirmek
    için
    her şeyi yapmaya başladı. Bahane ne olursa olsun, sorun Hamas’ın
    teslimiyetçiliği kabul etmemesiydi.

    Uzun zamandır İsrail, 1,5 milyon kişinin sefil koşullarda yaşadığı 360
    km’lik küçücük bir yer olan Gazze’yi boğuyor, ambargo uyguluyor;
    1,5
    milyon kişi Hamas’a oy verdiği için cezalandırılıyor, açlığa,
    hastalığa, ölüme mahkûm ediliyor. Hamas seçilmese veya seçildikten
    sonra silahlı güçlerini dağıtsa, İsrail Gazze’ye saldırmayacak
    mıydı?
    Hamas’a kıyasla İsrail’e karşı çok daha mülayim olan FKÖ’ye
    saldırdığı
    gibi, Gazze’ye ve Hamas’a da saldıracaktı. İsrail’in amacı
    Filistinlilerin her tür bağımsız örgütlenmesini, kurumunu, gelişmesini
    baltalamak, yok etmek. Saldırının temel amacı bu; her zaman olduğu
    gibi.

    Demokrasi aşığı ABD!

    İsrail’in hülyası, her dediğine boyun eğen, Filistinlilerin hiçbir
    hakkını savunmayan, ses çıkarmayan bir Filistin Yönetimi ve ağzını
    açmayan, örgütlenmeyen, kadere teslim olan bir Filistin halkı.
    Öncekiler gibi, bu saldırının da nedeni ve amacı bu. Böyle bir yönetim
    hiçbir zaman seçilemeyeceğine göre ve böyle bir halk hiçbir zaman
    olamayacağına göre, İsrail devleti sadece Yahudilere özgü ve
    Filistinlilerin hiçbir hakkını tanımayan bir devlet olarak varlığını
    sürdürdükçe, bölgede kan akmaya devam edecek.

    Hál böyleyken, Hamas’ın roketlerini, köktendinciliğini, suçlu olup
    olmadığını tartışmak, abesle iştigaldir. Savaş beklenmedik bir
    şeymişçesine, İsrail’in yaptıkları istisnai imişçesine ve ilk kez
    oluyormuşçasına, savaşa neden aramak anlamsızdır. Taraflar birbirine
    eşitmiş gibi, kimin nerede haklı nerede haksız olduğunu tartmak,
    adalet kavramını tümüyle dışlamak anlamına gelir.

    İsrail sorunu dün ya da Hamas’ın kuruluşuyla, Filistinlilerin roket,
    taş atmasıyla ortaya çıkmadı. Tam 60 yıl önce, bir grup insanın
    Filistin’e gelip yerli halkı silah zoruyla kovması ve bu halkı
    dışlayan bir devlet kurmasıyla ortaya çıktı. Altmış yıldır yaşanan
    her
    şey, her savaş, her cinayet bu temel haksızlıktan kaynaklanıyor,
    güncel ayrıntılardan değil. İsrail devletinin yaptığı her şey bu temel
    haksızlığı sürdürmeyi amaçlıyor, Filistinlilerin yaptığı her şey
    hak
    ve adalet arayışından ibaret.

    Bu durumda, ‘Roket atmasalardı, İsrail’i provoke ettiler’ demek,
    hatta
    ‘Roket atmasalardı, ne olurdu?’ sorusuna cevap aramak bile, temel
    haksızlığın kabulü anlamına gelir. Hukuksal, etik ve ahlaki tüm
    değerlerin reddi anlamına gelir.

    Reddetmiyorsak, ne yapabiliriz? Barış ve adalet yanlıları olarak,
    sokaklara dökülmek dışında yapabileceğimiz çok şey yok. Kitlesel
    gösteriler Filistinlilere yalnız olmadıklarını gösteriyor, evet, ama
    daha da önemli bir hedefimiz olmalı. Hükümete öyle bir basınç
    uygulamalıyız ki, esip gürlemenin, büyük laflar etmenin yetersiz
    olduğunu, somut adımlar atmak gerektiğini anlasın. Daha iki hafta önce
    İsrail’le 167 milyon dolarlık silah anlaşması imzaladı. Önce bunu
    iptal etmekle işe başlasın. Ardından da açık ve gizli tüm diğer
    anlaşmaları. Haktan yana olmanın yolu budur, kürsülerden nutuk çekmek
    değil.

  4. Yazan:Sever IŞIK Tarih: Oca 16, 2009 | Reply

    Toplumumuzun tersine medyada hakim oluna hava FİLOSEMİTİZM/PHİLOSEMİTİZM. İsrail’i haksız bulan cümleler bile “ama”lı cümlelerle devam ediyor.

    Çok az yazı hariç..Margulies’in yazısı da onlardan biri; “ama”sız bir yazı. Kurbana fatura çıkarmamış. Var olsun…
    Vicdanı amâ olanlara ders olsun.

  5. Yazan:Enver Gülşen Tarih: Oca 16, 2009 | Reply

    sever bey,
    çok haklısınız ama ben bunun son zamanlardaki anti-semitizm korkutmasından olduğunu düşünüyorum. ben bile kendimi kullandığım kelimeleri 3-5 defa düşünürken buluyorum, acaba yine bir anti-semitist suçlaması olur da sinirlerim bozulur mu diye… işte budur psikolojik savaş ve israil bu savaşı lobileri sayesinde çok felaket beceriyor.

  1. 1 Trackback(s)

  2. Mar 26, 2012: Sivil Halkı Acımadan Katleden Savaşçı Siyonoistler « mansurtaha

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin