RSS Feed for This Post

Sen Mu’nun neresindensin hemşerim?

Hasan Rua Demiroğlu

Atatürk’ün Mu ile ilgili yaptığı araştırmalarla ilgili ikinci kitap da çıktı. Bu iki kitap da yalnızca Atatürk’ün bu çalışmalarıyla ilgili değil elbette ki. Kitapların ikisi de Türklerin kökeninin kayıp kıta Mu olduğunu iddia ediyor. Bundan uzun uzun yıllar önce bir “deprem” ile yok olduğu söyleniyor kayıp kıta Mu’nun. Artık pek çok yöntemle eski çağda olmuş depremler vs. biliniyor ancak nedense koskoca kıtayı yer ile yeksan eden bir deprem ile ilgili herhangi bir kayıt yok. Denizlerin altından fosiller, zaman içerisinde sular altında kalmış şehirlerden kalıntılar çıkarılıyor ama ne yazık ki  Mu ile ilgili tek bir belge yok. 

Hayal gücü sınır tanımaz elbette ki. Bir şeye inanmak için onun ille de kanıtlı olması gerekmiyor. Güneş Dil Teorisiyle Niagara şelalesinin isminin orada çıkan gürültüye “bu ne yaygara hemşerim?” diyen bir Türk büyüğünün bu eşsiz cümlesinden geldiğine inanmıştık. Yetmedi ilk kelimenin güneşi gören insanın çıkardığı “a” sesi olduğu ve –nedense- bu insanın ve bu kelimenin Türki olduğuna da inandık. Hititlerin, Sümerlilerin ve bu dünyanın alayının da Türk olduğuna inandık. 

KAYIP KITA MU

 

Kayıp Kıta Mu Efsanesi, Amerikalı bir araştırmacı olan Churcward’ın ismini nedense vermediği bir tapınakta konuştuğu bir rahipten ve onun sahip olduğu bir takım tabletlerden yola çıkarak oluşturduğu külliyat ile literatüre kazandırıldı. Churcward sonradan, Amerikalı Jeolog William Neyin’in Meksika’da bulduğu tabletlerle bu efsaneyi ilişkilendirdi. O dönemde bu çalışmalardan haberdar olan Kemal Atatürk; Tahsin Bey’i Meksika’ya elçi olarak gönderdi. Sonradan Mayatepek soyismini alan Tahsin bey; burada son derece bilimsel dayanaklarla istinad ederek bir gerçeği saptadı: Türkler Mu’dan gelmeydi, çünkü; Maya dilindeki “tepe” kelimesi Türkçe’de de aynen mevcuttu! Bu kadarı yetiyor, çünkü biliyoruz ki sadece “principle” kelimesinin Türkçe’de kullanılmamasına rağmen “birinci bilgi” kelimesine olan benzerliği İngilizlerin Türk olduğuna ikna olmamıza yeterli olmuştu. 

Peki bu mantıksız inanışların kökeninde ne var? Onca aklı başında adamın satın aldığı bu saçmalıklar nasıl bu kadar sükse yapabiliyor? İnsanlar böyle saçmalıklara neden inanıyor? Köklerini kayıp ve mistik uygarlıklara dayandırmak yalnızca biz Türklere özgü mü?  

Ulus yaratmak; özellikle 20. yüzyılın başlarında kendini uluslar arası sermayeden ve komünizmden korumak için pek çok ülkenin giriştiği bir çalışmaydı. Uluslar arası sermayenin ve komünizmin milliyetsiz yapısı başka sömürecek kimsesi olmadığı için kendi halkını sömüren ve bunu kendi icat ettiği milliyetçilik kavramıyla meşru zemine oturtan yerli burjuvaları korkutuyordu. İnsanları; doğuştan elde ettikleri etnik aidiyetin başka etnik aidiyetlerden daha farklı olduğuna inandırmak bu meşruiyetin devamlılığı için en gerekli şeydi. 

Peki bunun için ne yapılmalıydı? 

Tabii ki; bireyin ait olduğu etnik grubun diğer gruplardan farklı olduğunu ispat etmek! Böylece; birey, kendinin üstün olduğuna ve çıkarlarının da üstün olması gerektiğine inanacaktı. Aynı zamanda evrensel fikirlere de, evrenin kendisinden geri kalanını insan yerine bile koymadığı için karşı çıkacaktı. Diğer uluslar ile olan ilişkilerde hukuğu, insanlığı değil kendi politik çıkarlarını gözetecekti. Üstünlüğe inandırmanın bir diğer siyasi kazanımı, yönetici grubun despotluğunu istediği ölçüde artırabilmesiydi. Yurttaşlar, onları yalnızca onlar adına ve onlardan olan birilerinin iyi yönetebileceğini düşünecek, bu beraberinde tam bağımsızlık olarak formülleştirilen yönetim biçimini getirecekti. Bireyin devlete karşı hukuğu olmadığı yapıların hemen hemen tamamında üstünlüğe inandırmanın payı vardır. Doğuştan getirdiği etnik aidiyet ile ilgili yaratılan mitin verdiği duygularla zaten içki sarhoşluğuna düşen birey; kendi hukuğunu ihlal eden bu sistemi cansiperane korudu. Buradan bakınca gayet karlı bir hamle! İnsanların kafasından kral, din, mezhep vs. gibi “uğruna ölünecek” değerleri alıp bunları nostalji çöplüğüne attıktan sonra onları idare etmek için yeni “uğruna ölünecek şeyler” bulmak zoraki bir durumdu. Bulundu da: millet. Elbette ki öyle kuru kuruya da olmazdı. 

Dünyada böyle saçmalıklara inanan tek millet biz değiliz.  

HİTLER VE ATLANTİS

Alman SS’lerinin uzun süre liderliğini yapan ve Aryan ırkından olmayanların imhasını yöneten Heinrich Himmler’in kurduğu “Alman Ari Irk Derneği”ne göre Atlantis Grönland’daydı ve ari ırkın kökeni de oradaydı. Hitler bu iddiayı daha da ileri götürdü. Atlantis’in Andlarda olduğunu ve düşen göktaşlarıyla yok olduğunu iddia etti. Bu iddia bir “bilim adamı(!)” olan Hanns Hörbiger’e aitti ve Hitler onun ateşli bir savunucusuydu. 

Hitler aynı zamanda mistik ve okültist inanışları olan Thule isimli bir örgüte üyeydi. Bu örgütün yöneticileri sonradan NSDAP’ın içinde de yer almışlardı. Hatta bu örgütün kurucusu Eckart vasiyetinde; “Hitler’i izleyiniz. Dans edecektir; ancak müziği ben yazdım. Onlarla temasa geçmesi için gerekli araçları kendisine verdik. Bana da sakın acımayın. Tarihi herhangi bir Alman’dan daha fazla etkilemiş olacağım.” Demişti.  

Hitler döneminde Almanya’da bu tip inanışlar hem “bilimsel” hem de siyasi değer kazandı. Nazi Partisi’nin zaman içerisinde oylarının yüzde 44’e kadar çıkmasında Alman halkının “üstünlüğe ikna edilmesinin” rolü büyüktü. Şüphesiz bu efsaneler de bu ikna sürecine büyük katkı yaptı. 

Hitler, bununla sınırlı kalmadı. Atlantis’in torunlarının yaşadığını düşündüğü Andlarda ve dünyanın farklı yerlerinde insanların kafatasını ölçtürdü. Bunlarla Almanların kafataslarının oranlarını karşılaştırdı. Hitler’in mistisizme olan bu merakı partisi için yapılan logo seçimine bile yansıdı. Dünyanın gamalı haç olarak tanıdığı Swastika, bir Budist sembolüdür ve iyiliği

temsil eder. Swastika aynı zamanda Thule örgütünün de sembolüydü.  

Siyah gömleklilerin lideri Benito Mussolini’nin de “Tanrı’yı sevmekten bir an olsun bile vazgeçme ama unutma ki İtalya’nın tanrısı Duçe’dir” dediğini düşünürsek; hemen hemen bütün ırkçı yapılanmaların mistisizm saplantısı olduğunu söyleyebiliriz. 

TDK’nın halen Güneş Dil Teorisi’ne inanıyor olması gibi. Bu kurum halen Güneş Dil Teorisi ile ilgili raporlar hazırlamaktadır. 

Faşizmin üzerinden yıllar geçti.. Ancak görülen o ki; kendi yaşamında övünülecek hiçbir şey üretemeyen insanların doğuştan getirdiği özelliklere olan düşkünlüğü bu özelliklerini yüceltmek adına onları sürekli mistisizme yöneltmeye devam edecek. Kim bilir, belki de Mu uygarlığı bunu öngördüğü için topluca intihar etmiştir!

Trackback URL

  1. 26 Yorum

  2. Yazan:hasan Tarih: Oca 7, 2009 | Reply

    resimler çıkmamışlar sanırım..

  3. Yazan:suzannur Tarih: Oca 7, 2009 | Reply

    Hasan,
    Mistisizm kelimesini çok dar bir anlam içine hapsediyorsun.
    Aidiyet fikri için Atlantis’e yönelen Hitler, Platon’un Atlantis’inin Batı’daki mirasına yönelmiştir(bir nevi ütopya). Bu mistisim değil, ulusdevlet inşasında kökenini ideal olarak gösterilene yöneltmedir ya da olduğun şeyi yüceltmek için daha farklı bir referans noktası aramak. Bu süreç Anadolu toprağındaki yeni ülke inşasında da geçerli olmuştur ama bunun mistisizmle yakın-uzak alakası yoktur. Doğuştan gelen özelliklerde üstünlük yoktur, ona konvansiyonel olarak insan üstünlük vasıfları/nitelikleri yükler ve bu sınıflandırma ile farklılığını kurmak istediği sistemin en belirgin şartı kılarak diğeri inşasından bütünlük kazanmaya çalışır. Yineliyorum, bu mistisizm değil, bu bilimsellik de değil. Bu pragmatizdir ve uygulanabiliyorsa doğrudur, doğruluğuna inanıldıkça da uygulaması geniş bir alana yayılır…

  4. Yazan:snowqueen Tarih: Oca 7, 2009 | Reply

    Kayip Kita Mu ve Atlantis = faşizm
    çıkarımı oldukça yüzeysel.

    Özellikle “hayalgücü”, “böyle saçmalıklara inanmak” lı cümleler kurmak fazla iddialı hatta ironik. “aklı başında addamlar” falan, bu ne POZITIVIZM:)

    Tarihi, bize öğretildiği kadarıyla biliyoruz,
    okullardan ve birilerininin editörlüğünü ve yayınevlerinin patronluğunu yaptığı kitaplardan. Bu “muazzam” bilgiyle(!), bilmediğimiz konuları saçma addetmek pek mantıklı olmasa gerek.

  5. Yazan:snowqueen Tarih: Oca 7, 2009 | Reply

    Mistisizmin de tek derdi, bir ulusu diğerinden üstün göstermekti zaten.

  6. Yazan:Furkan Tarih: Oca 7, 2009 | Reply

    Bu Kayıp Kıta Mu hikayesi o zamanların Tanrıların Arabaları kitabıydı zannedersem. İnsan gülsün mü ağlasın mı bilemiyor. Daha ne kadar kandıracaklar acaba bu toplumu merak ediyorum.

  7. Yazan:suzannur Tarih: Oca 7, 2009 | Reply

    Snowqueen,
    Örnek?(2.yorum)

  8. Yazan:hasan Tarih: Oca 7, 2009 | Reply

    Mistisizm kelimesini çok dar bir anlam içine hapsediyorsun.
    Aidiyet fikri için Atlantis’e yönelen Hitler, Platon’un Atlantis’inin Batı’daki mirasına yönelmiştir(bir nevi ütopya). Bu mistisim değil, ulusdevlet inşasında kökenini ideal olarak gösterilene yöneltmedir ya da olduğun şeyi yüceltmek için daha farklı bir referans noktası aramak.

    Merhabalar Suzan Hanım

    Yazıda zaten bunu söyledim. Hitler’in ve dönemin bütün ırkçı diğer liderlerinin mistik arayışlarının kökeninde bu inşa fikri vardır. Ulus devlet inşası. İnsanlara üstün olduğunu söylemek gerekiyor, bunun içinde aksinin ispatı zor şeyler lazım. Hatta ütopik şeyler. Pek çok milliyetçilik türünde “Tanrı bizimle” “Dünya’ya adalet götürüyoruz” türünden mottolar vardır. Buna taban olarak; “yaşadığına inanılan” üstün bir medeniyetin torunu olma iddiası bu konuda çok işe yarar. Bu arayılara “mistisizm” dememin sebebi, öyle olması. Ezoteri bile bir yönüyle mistisizmin parçasıdır. Kelime anlamı olarak gidersek gizemcilik. Gizemin varlığına inanmak; aklın, mantığın ve bilimin devre dışı kalmasını sağlıyor. Edebi açıdan çok ekmek veren bir akım tabii. Ya da insanları etkilemek, çeşitli zaaf ya da beklentilerini yönlendirerek yönetmek adına..

    Ancak faşizmin yalnızca mistisizmi kullandığını düşünmemek gerekiyor. Cuvier’in “Regene animal” (Hayvanların saltanatı), Gobineau’nun “Essai sur les inegalite des races” (Irkların eşitsizliği üzerine deneme), Robert Knox’un “The dark races of man” (İnsanoğlunun karanlık ırkları) adlı kitaplarındaki doğulular ile ilgili söylemler kendilerince oldukça “bilimsel” şeylerdi. Neye bilimsel dendiği de zamanla değişim gösterebiliyor..

    Mistisizmi hafife alıyorum, bu doğru. Hafif çünkü. Anlam veremediğimiz şeylerin oluşumunu “bir şeye bağlama” çabası. Bir yönüyle tıpkı animist dinler gibi doğayı tanıma çabasının bir sonucu olabilir ama hangi yılda olduğumuzu düşünürsek hafife almak da fayda var.

    Mistisizmi faşizmle suçlamadım. Faşistler mistisizmin ögelerinden faydalanmıştır dedim. Bu ikisi arasında ciddi fark var.

    Saygılarımla..

  9. Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Oca 8, 2009 | Reply

    Yazı bana göre hiç de yüzeysel değil.Faşist uygulamaların sistemleşmesi adına,yazıda konusu geçen kayıp kıta benzeri mitosların pekâlâ kullanıldığı bir sır değil.Yazarın da çok yerinde değindiği gibi faşist otoriter zihniyetler,baskı uyguladığı kesimi etki altına tutmak ve kendi ideolojilerini inandırıcı kılmak(meşruyiyet kazandırmak)gayesiyle mitoslara da başvurmuşlardır,gizem ve dini motifler içeren kavramlara da.Alman Nazizmi ve Mussolini’nin devlet faşizmi kitlelerden nasıl destek bulabildi;meydanlar,kendilerinden geçen kalabalıklarla nasıl dolup taştı acaba?Dolayısıyla konu faşizm olunca tüm argümanları doğru okumak ve değerlendirmek gerekir.Ayrıca faşizm sanıldığı gibi bu ve bildiğimiz bir kaç örnekle(Alman Nazizmi,İtalyan ve İspanyol faşizmi vd.)sınırlı değil.Daha açık bir ifadeyle,faşizmin kapsam ve alanını salt kamplarda yapılan fiziki ve psikolojik işkencelerle,insanların fırınlarda yakılması şeklinde algılamak son derece yanıltıcıdır…Faşizmi sadece bir şiddet uygulama biçimi olarak görmek demektir.Oysa bireyi kısıtlayan her türlü baskıcı ve otoriter sistem ve zihniyet bizzat faşizmdir.Evet,kayıp kıta,Atlantis,gizem ve mitoslar birer basit hikaye gibi görülebilir,ancak faşizmin yeterince alan bulması adına başvurulan birer araç ve yöntemdirler.Hitler,kendi emellerini icra ederken,kuşkusuz ki Atlantis’le Alman ırkı arasında kurduğu bağdan esinlenmiş olamaz.Ama ya “Üstün İnsan”kavramına ne demeli?Alman ırkını diğer tüm ırklardan üstün gören bu ırkçı anlayış Atlantis efsanesinden çok mu farklı ve tuhaf?

    Gelelim bizdeki vaziyete.Ben,Atatürk’ün Kayıp Kıta ile ilgili çalışmalırı konusunda bir fikre sahip değilim.Bilmediğim bir konu hakkında fikir beyan etmeyi ve bir yargıda bulunmayı doğru bulmuyorum.Ancak bu tür iddiaları şaşkınlıkla karşılayacak bir lükse sahip olduğumu da düşünmüyorum.Yani Güneş Dil Teorisi,Resmi Tarih Tezi,kıyafet devrimleri(!),İstiklal Mahkemeleri vs.ortada dururken bu yazıda yer verilen görüşleri uydurma ve yüzeysel olarak kestirip atmak ne kadar doğru.Hadi bunun basit bir hikaye ve alakasız bir çıkarım olduğunu varsayalım,peki yukarıda sıraladığım bir dizi uygulama da mı efsane?Güneş Dil Teorisi,Tarih Tezi,9 Işık falan da mı birilerinin ortay attığı iftira ve hikayelerden oluşuyor?Ha,bunları da muhalif kesimler uydurdu,bütün bunların aslı astarı yok deniliyorsa ona bir şey diyemem.Fakat bildiğimbir şey varsa bütün bu uygulamaların gerçek olduğu ve bu topraklarda bu uygulamar sonucu doğan eşitsizliğin hâlâ toplumda tüm şiddetiyle çatışmalar doğurduğudur.İnsanlara kendi dilleri,kültürleri,inanç ve tercihleri yasaklandığı için toplumumuz büyük bir kaos ve huzursuzluk ortamına sürüklenmiştir ve bunun tanımı da faşizmden başka bir şey değildir.

  10. Yazan:snowqueen Tarih: Oca 8, 2009 | Reply

    @suzannur

    “Mistisizmin de tek derdi, bir ulusu diğerinden üstün göstermekti zaten.” yanliş anlasilmis sanirim, “mistisizmin derdi bu değil” anlaminda yazmiştim.

    Yoksa, ilk yazdiğniz yorumdaki tanıma tamamiyle katiliyorum,
    mistisizmi dar bir alan içine hapsetme fikrine.

  11. Yazan:snowqueen Tarih: Oca 8, 2009 | Reply

    Sümerlerin dil yapısındaki Türkçe’ye olan yakınlık gibi konular, basitçe “faşizm kafası” değil.
    Bunların ideolojilerin dışında, objektif olarak tartışmak çok zor. Örneğin Orta Asya, henüz yeteri kadar araştırılmadı, bugün bunu söylenlerin ülkü ocaklarında olması gerçeği değiştirmiyor.

  12. Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Oca 8, 2009 | Reply

    @SnowQueen,

    Bir dilin kökenlerini,dil yapısını,ait olduğu dil grubu ya da diğer antik kültürlerle olan etkileşim ve bağlarının araştırılması elbette basitçe”faşist kafa”olarak nitelenemez.Ama hakim olan kültür için abartılı efsaneler de dahil devletin en resmi ve ciddi kurumlarınca hummalı çalışmalar yapılırken farklı olan bir başka kültürün dilinin yasaklanmış olmasınının da başka bir izahı bulunmuyor.Benim itiraz ettiğim nokta dilin bilimsel çalışmalarına değil,yapılan ayrımcılığadır.Bakın,bu coğrafyada anadilini konuştu diye insanlar büyük cezalara çarptırıldılar,işkence gördüler,suç işlemiş muamalesi gördüler.Ve bu bireysel hakkın önündeki engeller de henüz kalkmış değil.Yani açıkçası problem uygulamanın biçiminde yatıyor,bunu görmek lazım.

    Ancak bir noktada da size hak veriyorum.Henüz özgür düşünceye,farklı kültür ve inançlara demokratik hoşgörü zemini oluşmadığından ötürü sapla saman birbirine karışarak ideolojiler dışında bazı konuların objektif olarak tartışılması güçleşiyor;bu doğru.Kuşkusuz ki objektif tartışma ortamını baltalayan işte tam da bu demokratik tartışma kültürünün yoksunluğudur.Zira ifade özgürlüğü önündeki her engel,bilimsel araştırma ve çalışmaların yerini kültürlerarası bir çatışmaya bıraktığı toplumsal bir karmaşaya dönüşüyor.

    Ayrıca bu kafa karışıklığı(veye ideolojik karmaşa)Türk tarihi,Türklerin Orta Asya tarih ve yaşam süreçlerinin objektif araştırlamayışıyla da sınırlı değil.Bu handikap,felsefeden dinler ve mediniyetler tarihine,demokrasiden kadın haklarına,temel hak ve özgürlüklerden bireysel tercihlere kadar yaşamımızın her alanında karşımıza çıkıyor.

    Peki her biri kültürel zenginliğimizi oluşturan bu farklılıkları korumak,geliştirmek yerine neden birer ideolojik malzemeye ve dolayısıyla bir çatışma aracına dönüştürüyoruz.Sorgulamaya buradan başlarsak sanırım bizi bu noktaya sürükleyen nedenleri kısmen ortaya çıkarmış olacağız.Tabii toplum olarak bizlere dayatılan hakim görüş ve ideolojilerin etkisinden kurtularak başarabiliriz bunu.

  13. Yazan:Hasan Tarih: Oca 8, 2009 | Reply

    Elbette ki Orta Asya tam olarak araştırılmış değildir. Zaten son bulgular da orada şehir yaşamının “kısmen de olsa” kimi yerlerde kurulduğunu gösteriyor. Ancak bakınız; bugün oralarda halen göçebe biçimde yaşayan ve Gök Tengri’ye inanan Türkler var. Aynı zamanda asyadaki tarihimizin tam olarak araştırılmaması; hiç araştırılmadığı anlamına gelmiyor. Seyahatnameler var, kayıtlar var, sözlü edebiyat var. Bunlarda orada göçebe bir yaşam sürdüğümüz ortada. Selçuklu ve Osmanlı’da bile göçebeler vardı. Size ilginç bir bilgi vereyim: hala var! Bolu’da, Sakarya’da çok az da olsa hala var. Tabii eskisi gibi olmasa da. Mersin’de, Toros dağlarında da göçebe yaşayanlar olduğunu duymuştum.

    Göçebe olmak geri olmak demek değildir. Kimse kimseyi göçebe olmak ile suçlayamaz. Göçebelik; yaşadığınız bölgenin coğrafi ve iklimsel koşullarına bağlı olarak gelişen bir durum. Anadolu’ya geldiğimizde peydelpeyh şehirlileşmemizin kökeninde de bu yatıyor. Tarih, antropoloji, sosyoloji gibi bilimlerin verilerini ırkçılık yapmak için kullanmak artık bırakılan bir moda. Kimse, hiçbir ulusu üretim ve yaşam tarzına göre yargılayamaz.

    Sümerliler, ırkçı kafanın bir ürünüdür. Kaba bir tabir gibi durmasını istemem, böyle anlamayın. Ama, tarihsel bulgulara göre verilen bir karar değildir Sümerlilerle olan akrabalık bağları. İdeolojik fikirlere göre kurulan bir bağdır. Neydi bu ideaolojik fikirler? Türklerin ezelden beridir Anadolu’da olduğu. Bunun anlamı ve neye yaradığı dönem düşünüldüğünde daha iyi anlaşılabilir.

    Saygılarımla,
    Hasan.

  14. Yazan:snowqueen Tarih: Oca 9, 2009 | Reply

    Hasan Bey,

    Türklerin “daha eskiden beri Anadolu’da olduğu” fikri, ırkçı bir kafanın fikri değildir.
    Türklerin, 1071 Malazgirt svaşıyla Anadolu’ya girmesi, resmi tarih tarafından kabul edilse de geçerliliği tartışılır ki ben buna inanmıyorum.
    Türkler Bizanslılarla savaşırken, karşı tarafta Türkçe konuşan başka askerler olması gibi bir çok örnek var. Türklerin tam olarak Anadolu’ya ne zaman girdiklerini bilemeyiz. Anadolu’da tam bir köprü olduğu için burada yerli halklarla karışmış olabilirler.

    Sümerlerle olan bağlantı sanıyorum ki dildeki benzerlikler yüzünden gündeme geldi, örneğin Sümerce “dingir”, “absu” gibi kelimelerin öntürkçeyle olan bağlantıları ve sümerlerin nereden geldiğinin pek belli olmamasıyla bu tartışma başladı.

    Göçebelik elbette, “geri” ve “barbar”, hiç bir kültür üretemeyen toplumlar olmak değildir.
    Orta Asya’da yeteri kadar araştırma yapılsa kimbilir neler öğreneceğiz ama bu Anadolu’yu açıklamaya yetmeyecek çünkü Anadolu, koskocaman bir höyük, içinde ne katmanlar var.

    Bir kısım Hititlerin, ırk olarak Türk olduğunu kanıtlamak istiyorsa, bir kısma da Ankara’nın sembolü olan Hitit/Hatti güneşi batıyor.
    Ankara belediyesinin amblemi hangi ideolojik gerekçeyle değişti?
    Bu durumda objektif olarak hangi tarihi konuşabiliriz.

  15. Yazan:blue Tarih: Oca 9, 2009 | Reply

    Snowqueen’e katılıyorum. Bugün Anadolu’da yaşayan insanlar; binlerce yıldır hiçbir yere gitmemişlerdir. Göç eden orta asyalıların oranı hiç de demografiyi değiştirecek kadar değildir. Öyle olsaydı hepimizin çekik gözlü olması gerekirdi. İtalyanlarla, Yunanlılarla, Ermenilerle bu kadar çok benzememizin sebebi onların Türk olmasından değil; bizim genlerimizin Roma, Grek vs. olmasından… Sarı salı, mavi gözlü bir Makedonun bu kadar karışmış bir ırkı “Türklük” altında bir arada toplaması da inanılmaz bir başarı olmakla beraber, şaka gibi bir şey. Ama asıl komik olan, hala, mesela en sıkı ülkücülerin lazların, arz-ı Rum sakinlerinin arasından çıkması.

  16. Yazan:Hasan Tarih: Oca 9, 2009 | Reply

    Sayın snowqueen;

    Anadolu’ya 1071 yılında gelenler Müslüman Oğuz Türkmenleri ve çok az da olsa Şamanist Türklerdi. Bu tarihten önce Anadolu’da olan Hristiyan Türkler vardı. Hatta şimdi adını anımsayamadığım bir kitapta; bu Hristiyan Türklere ait Grek alfabesiyle yazılmış Türkçe eserler olduğu söyleniyordu..

    Ancak bu bir anlam ifade etmiyor. Bu Türklerin sayısı çok azdı ve yönetimde etkileri yoktu. Muhtemelen İskitler ve Hunlar zamanında Anadolu’da kalan Türklerdi. Aynı zamanda İstanbul’da, 40 kadar Göktürk yaşıyordu. Bunların görevi Roma İmparatorluğu ile Göktürk devleti arasındaki ilişkileri düzenlemekti.

    Bu da pek bir anlam ifade etmiyor.

    “Türklük” meselesine gelince.. Daha önce sitemizde yanılmıyorsam Nurhayat Kızılkan’a ait “Türklerin ne kadarı Türk?” isimli bir yazı yayımlanmıştı. Bu yazıda da verilen bilgiler; Türkiye’de yaşayan insanların pek azının Orta Asya’dan geldiğini gösteriyor. Bu konuda yapılmış bir araştırmada Türkiyelilerin yalnızca %3’ünün Orta Asya’lılara benzer genler taşıdığı ortaya çıktı.

    Bu konuda ben kendimden bir örnek vereyim. Yakın zamana kadar kendimi ırken Türk zannediyordum. Sonra bir makalede okudum, benim Türk boyu zannettiğim Ahryanlar, aslında çok öncelerden Müslüman olmuş ve dil bilmeyen Rumlar. Osmanlı devleti döneminde vergi muafiyetinden faydalanmak adına kendi dinini bırakıp İslamiyet’e geçen böyle çok etnik grup var. Zaten dikkat ederseniz, “Türkiye” ismi yalnızca Batılılar tarafından Türkiye’yi tanımlamak için kullanılıyor. İlk olarak İtalyan belgelerinde geçer.

    Aynı zamanda, Fatihin Kanunnamesinde şöyle bir ibare görüyoruz: “Müslim, gayr-i Müslim ve Türkler”.. Yine, yanılmıyorsam Ahmed Vefik Paşa’nın sözlüğünde “Türk” kelimesi; “kaba, saba, ilkel” anlamına geliyordu. “Etrak-ı bidrak” tamlamasını bilmeyen yok zaten. Tüm bunlardan; Anadolu’da Türk kelimesinin yalnızca Göçebe Yörükler ve/veya Alevi Türkmenler için kullanıldığını görüyoruz.

    AKP’nin Harbiye Nazırı Vecdi Paşa’nın bahsettiği “neyşin buuldink” meselesini araştırırsanız, “türk” kimliğinin reel bir kimlikten öte yaratılan bir kimlik olduğunu görebilirsiniz. ( Örneğin: “Ceddin deden” şeklinde başlıyan Mehter Marşı’na bu sözler 20. yüzyılın başında yazılmıştı. Türklük kimliğinin yaratıldığı yıllar.. ) Nitekim; diğer uluslarda da durum pek farklı değil.

    Saygılar.

  17. Yazan:Serkan Çekiç Tarih: Oca 10, 2009 | Reply

    insalığın şu anki durumu tamamen son 500 yılın sonucu.Ne yaptıkysak son 500 yılda yaptık diyebiliriz.Evet basit gelişmeler vardı ama herşey son 500 yılda değişti.Peki insanlık tarihi kaçla ifade ediliyor?100 binlerden bahseden bilim adamları var.Burda bi soru geliyor.Bu insanlar binlerce yıl yattı yattı son 500 de mi şefke geldi.Yada biz kaçıncı uygarlığız?Bunları faşizme çekmek mümkün ancak bu teorileri faşizmle bağdaştırıp feda etmekte en az teorileri faşizm uğruna kullanmak kadar yanlış bi davranış.Mu uygarlığıyla ilgili kanıtlar cidden var.Üstelik dünyanın farklı yerlerdeki uygarlıklarının mitolojilerinin benzerliğide(mısır,maya,çin) yeni yeni soru işaretleri doğuruyor.İnsanlığı 10 bin yıl öncesine götürmek ne kadar zor?Bütün kütüphaneleri ve bilgi kaynaklarını yoketmek ne kadar zor?Elimizdeki silahlarla bunlar rahatça yapılabilir.Camlaşmış çöller, piramitler, dev resimlerin çizildiği çöller, su altı şehirleri, mitolojiler.Hepsini birleştirdiğimizde ortaya çıkan efsanedir mu.Bunlar bizi kaç kez kandırcaklar amaan tesadüf bunlar denemeyecek kadar ciddi konular olmalı belkide.Orta asya ne kadar araştırıldı pasifiğin dibi ne kadar araştılırıldı?Bazı gizemler var belliki binlerce yıl önce bu dünyada bişiler olmuş.İşte bu sorunun cevabını aramak insan oğlunu mu ya atlantise götürüyor.

  18. Yazan:solplatform Tarih: Oca 11, 2009 | Reply

    Konuyla ilişki olduğunu düşündüğüm için daha önce bir tarih forumuna yazdığım yazıyı burda sizlerle de paylaşmak istiyorum;

    ATATÜRK’ÜN GÜNEŞ DİL TEORİSİ

    Selam,

    Düşündüm taşındım masal yada hikaye tadında birşeyler yazmaya karar verdim. Çünkü olayların gelişimi ancak masallarda olabilecek kadar gerçeklerle ilgisiz ve bilimsellikten uzak. Bakmayın siz tarih bölümüne yazdığıma. Buna tarih diyebilmek hakikaten çok zor.

    Hikayemiz şöyle başlıyor:
    Dönemimiz, Almanya dolaylarından ılgıt ılgıt faşizm rüzgarlarının estiği yıllar. Derdimiz tasamız sömürülmemek. Açmazımız ise her zamanki gibi yine ırkçılık. Burda hikayemizin kahramanı devreye giriyor yani Mustafa Kemal. PekiMustafa Kemal’in “sömürülmememiz” için bulduğu çözüm önerisi ne dersiniz? Türklerin beyaz ırktan olduklarının kanıtlanması! Gayet tabii ki bu iş durduk yere de çıkmadı aslında biraz da etki tepki meselesi yani. Dedim ya; Avrupa’da ırkçılık zaten heryanı yakmış kavurmuş ve kimin kafatası nereden gelmiş cemil cümle onun derdine düşmüştü. Belki de Fransız tarih kitaplarında “Türkler sarı ırka mensuptur” iddiaları olmasaydı bu iş hiç başımıza gelmeyecek ve Mustafa Kemal de böyle çaresiz bir savunmaya girmeyecekti, orasını bilemem ancak manzara özetle şudur;

    Akça pakça epeyce de iri yarı bir nazi bozması, kara tenli yağız ve cılız delikanlının karşısına çıkıyor ve;

    -Senin teninin rengi koyu, sen kölem olmaya mahkumsun! diyor.
    Peki delikanlının cevabı ne? “Tüm insanlar eşittir, kölelik ve sömürü insana yakışmaz” mı zannediyorsunuz? Hayır yanıt şu;
    -Hayır efendim, ben zenci değilim! Sadece tenim güneşten fazla yandı, bu yüzden koyu tenliyim aslında ben de sizler gibi bir efendiyim. Gelin beraberce sömürecek başkalarını bulalım.

    Bu teorinin tetikleyicisi olan bir başka faktörde Atatürk’ün laikliğe verdiği önemdir, kısaca bu teorilerle amaçlanan şeylerin içinde; elbette bir ulus yaratmak ve bir hikaye çevresine halkı toplayarak onların gönüllü itaatini meşrulaştırmak da vardır. Atatürk’ün vatandaşlık bilgileri kitabında açıklamaya giriştiği gibi, Türklerin, İslamiyet’ten önce de güçlü bir uygarlığa sahip olduğunu kanıtlamak çok önemlidir. Çünkü “her şeyin nedenini islami çerçevede arayan ve kendini öncesiz gören bir toplumda, islamiyetin etkilerini azaltmak ve onları dünyevileştirmek; ancak ve ancak onlara islamiyetten de önce güçlü bir şekilde var olduklarını göstererek mümkündür”. Lakin kıyısında yüzülen tehlikeli sular kaçınılmaz bir şekilde kabarmış, bu çalışmaların büyük bir kısmını, kafataslarına takan ve bilimsel ırkçılık boyutuna ulaşan muhtevayla donatmıştır.
    Mustafa Kemal’in güneş dil teorisinin çıkışının aslında hikayesi ve mantığı budur. Olaylar ise şöyle gelişir:

    Atatürk, Afet İnan’ı yanına çağırır, konuyu araştırmasını ve “Ne pahasına olursa olsun Türklerin beyaz ırka mensup olduklarını ispatlamasını” ister. Kader bu ki, tam da o yıllarda Avrupalı dil araştırmacıları dillerin kökleri ve tarihi üzerine araştırmalar yaparlarken Asya dillerine yönelik abatılı bir büyülenme haline girmişlerdi. Örneğin, Fransız Hilaire de Barenton’un “l’origine des langues, des religions et des peuples” çalışması yada Alexander Csoma de Körös’ün Macar dilinin köklerini himalayalarda araması veya Nazilerin Tibet’e yaptıklar araştırma gezileri. Ama bizim bu araştırmacılar pek işimize yaramıyor o yüzden çokta ilgilenmiyoruz. Bizim adamımız, Avusturyalı dilbilimci Dr. Hermann F. Kvergic.

    Kveric Efendi aslında bir doğu bilimcidir. Mustafa Kemal’le yollarının kesişmesi de tam olarak kaderin bir cilvesidir. Kısaca; meşhur teorimizin gerçek esin kaynağı Krevgic ülkesinde ciddiye alınan bir bilim adamı olsaydı, bir ümitle 1935’te Güneş Dil Teorisi’ni Mustafa Kemal’e göndermeyecekti ve bizimkilerde boncuk bulmuş gibi bu zırvalığa sarılma şansını asla yakalayamayacaklardı. Ancak kader ağlarını ördü ve buluşma gerçekleşti. Teoriyi görür görmez, Türk tarih teziyle yakınlığı farkeden ve adeta büyülenen Atatürk bu tezi derhal benimsedi. Aslında benim aklıma burdan bir fikir geldi. Yeni, çok taze, şimdi buldum! Açıklıyorum hazır olun: Golf Stream Akıntısı Dil Teorisi, Ne var! Bizimkiler yemezse İzlandalılara satarım.

    Şimdi yazacaklarım size zırva gibi gelebilir ama şaka yapmıyorum teorinin iddiası özet olarak şudur; ilk insanlar daha konuşmayı bile bilmez, öyle oturup birbirlerine bön bön bakarlarken içlerinden biri daha önce nasıl olurda güneşi farketmedik şakınlığıyla güneşe dönüp “Aaa” der ve A’yı söyleyen Z’yide söylemek zorunda olduğu için insanoğlu konuşmaya başlar. Peki bunu diyen adam kim? Bir Türk! Bu A’nın arkasına çeşitli sesler eklenerek dünyanın en eski dili olan Türkçe ortaya çıkar. Örnegin: a+c = ac, a+d = ad vb. ( Uydurmuyorum, atmıyorum Atatürk’ün Güneş Dil Teorisi’nin resmi savunusu budur! ) -İnsanın sen Türkmüsün diye sorası geliyor.

    Neyse konumuz tarih. Uzatmamayım, tarihe dönersek teori bulunduktan sonra şu gelimeler oldu. Güneş Dil Teorisi bütün dillerin kökenini Türkçe olarak gösterdiğinden “Yahu nasıl olsa herkes Türk, tüm kelimelerde Türkçe. Yeni araştırmalar yapmanın ne lüzumu var. Biz var olanların Türk soyundan geldiğini ispat edelelim olsun bitsin” anlayışı eğitim sistemimize şırınga edildi ve tüm yurtta benimsendi. Bu bilimsel çalışmalar sonucunda ulaşılan iki örneğimiz ise; Amazon, amma uzun’dan geldiği söylenir, Niyagara ise ne yaygara’dan geldiği söylenir.

    Türkler islam ve dünya tarihinde nasıl bir geçmişe sahiptir gibi soruların araştırılması için türk tarih tetkik heyeti kurulmuş, araştırmalar 1931 yılında 30.000 kopya basılarak yayınlanmıştır. Tez ana hatlarıyla 1935 yılında florya köşkünde yapılan bir toplantıda Afet İnan ve Cemil Çambel’e Atatürk tarafından dikte edilmiştir. Türklerin Eti’ler macerası da böylelikle başlamış olur. “Bu kuram arkeoloji niye? Nasıl? Ne için?” adlı kitapta detaylı olarak tartışılmıştır.

    Elbetteki kuram ortaya çıktıktan sonra bununla da yetinilemezdi ve desteklenmesi gerekiyordu. Bunun için Atatürk’ün emriyle güneş dil nazariyesine sarılan inkılapçılar derhal Türkçe’nin en eski dil olduğunu ispata sarıldılar hatta Prof. Haim Hazım Onat’a “Arapça’nın Türk diliyle kuruluşu” adında bir kitap dahi yazdırtılacaktı. Elbette ki Mustafa Kemal de bu vefalı çalışmaları görmezden gelmeyecekti. Ancak sadece bu kadarla yetinildi sanıyorsanız yine çok yanılıyorsunuz. Tüm dünyaya bu teoriyi ilan etmemiz de gerekiyordu. 1937’de Bükreş’de toplanan antropoloji kongresinde dil konusuna da yer verildiğini haber alan Atatürk, güneş dil teorisinin orada da açıklanmasını istemiş ve bu işle Hasan Reşit Tankut’u görevlendirmişti.

    Teorinin ilgi topladığını haber veren İbrahim Necmi Dilmen’e Atatürk soruyor:

    -Bu teorinin benim olduğunu söylemişler mi?
    -Teorinin serbestçe tartışılmasından belki sakınılır düşüncesiyle adınız verilmemiş olacak.
    -Peki, şimdilik gizli kalsın o zaman.
    ( Mehmet Ali Ağakay, Atatürk’ten 20 anı, 1963 )

    Bu arada Falih Rıfkı Tankut’un yurtdışına gönderilmesi de oldukça evlere şenlik bir hikayedir. Atatürk’ün dil teorisini açıklamak ve ecnebiler karşısında temsil etmek üzere İstanbul’da bir entellektüel aranıyor, bir türlü bulunamıyor ve en sonunda Falih Rıfkı Tankut güçlükle ikna ediliyordu. Neyse konferanslar başlıyor, çeşitli salonlarda farklı farklı teoriler tartışılıyordu. Bu teorik tartışmalardan sıkılan konferans eşrafı kendilerine eğlence aradıkları bir vakitte, bizim güneş dil teorisinin savunulduğu salonu keşfetmiş ve akın akın salona doluşmuşlardı ve afedersiniz gülmekten kuyruk sokumlarına ağrı girene kadar vaziyeti seyretmişlerdi. İşin daha da komik kısmı “ben şimdi bu durumu Mustafa Kemal’e nasıl anlatırım” korkusuyla tir tir titreyen temsilcimiz yurda dönmek istemiyor, ancak yalvar yakar geri gelmeye ikna edilebiliyordu.

    Burada bir hususu belirtmekte fayda vardır. Atatürk, güneş dil teorisini sadece bir heves ya da zorlama olarak atmamış, buna samimi olarak inanmıştır. bu konuda, Falih Rıfkı Atay şunları söyler;

    “ 1935 sonbaharında Atatürk İstanbul’dan Ankara’ya rahatsız dönmüştü. Kurum üyelerini yanına davet etti. Yatakta idi, Fransızca yazılmış bir kısa etüdden bahsetti. Bu etüd Viyanalı Doktor Kıvergiç tarafından yazılmıştı. Viyanalı Doktor’a göre ilk tefekkür güneşle alâkalı idi. Dillerin doğuşu da güneşe bağlanmalı idi. Bu etüdden ilham almışa benzeyen güneş dil teorisi üzerinde durmak istemiyorum. Ben bu teoriye hiçbir zaman inanmamıştım. Atatürk’ün maksadı bir çok yabancı kelimenin Türkçe olduğunu ispat ettirerek, Türk lugatini dünyanın en zengin olanlarından biri haline getirmekti. Biz onun gayesine bakalım ve bağlanalım. Tarih tezleri için de bir çok şeyler söylenmiştir ve Atatürk’ün uydurma tarih peşinde koştuğu ileri sürülmüştür.”

    Güneş dil teorisi dönemin kitaplarında ise şöyle anlatılır :

    “Türk tarih tezine göre: yüksek kültürün ilk beşiği türk ana yurtları ve ve kültürü kuran ve bütün dünyaya yayanlar da Türklerdir. Dil tezimize göre de, bu millet yarattığı kültür eserlerinin adını ve bu eserler bağlı fikir sistemlerini Asya’dan sonra Avrupa’ya, Amerika’ya ve bütün dünyaya birlikte götürmüş ve içlerine girdiği uluslara da yaymıştır. 1932’de ankara’da türkiye reisicümhuru Atatürk’ün fahrî ve fiilî riyaseti altında bir türk dil kurumu teşekkül etti. Kurumun mesai programı ve çalışma şekli bizzat yüksek şefin eliyle tanzim edilmiştir. Kurumun o günkü maksadı türk dilinin épuration’u idi. alışılmış olan usuller dilde yaşayan arapça,farsça ve greco-lâtin asıllı sanılan birçok elemanların türkçeden çıkarılıp atılmasını icap ettiriyordu. halbuki bunların türk asıllı oldukları sezilmeye başlanmıştı.”
    ( Tankut H. Reşit, Prehistuvar’a doğru bir dil izlemesi ve Güneş Dil Teorisi’nin izahı)

    “Türk tarih tezinin kardeşi olan türk dil tezi, işte bu metodla bütün ilim dünyasına dillerin ana kaynağı türk dili olduğunu göstermektedir. davamızın büyüklüğünü ve ağırlığını biliyoruz. Fakat bu bizi ürkütmiyor. Ölüm uçurumunun kenarından inanılmaz bir hamle ile kalkınarak, ruhunun içindeki cevherle yeni varlığını dünyaya tanıtmış olan Atatürk türkiyesinin ilim bahislerinde de şaşırtıcı büyük muvaffakiyetlere namzet olduğuna inanıyoruz.“
    ( Dilmen, üçüncü türk dil kurultayı )

    “Böylece kanaat ediyoruz ki: güneş dil teorisi; nasıl ölü dillerin en eskisi olan Sümerce ile Türk dillerinin en müstakil ve en uzakta kalmış olan Yakutçayı, garbın morfolojisi en çok değişen dillerine bağlayabiliyorsa öylece de; bazı mülâhazalar dolayısıyle dar ve verimsiz kalmış olan lengüistik kaidelerin üstüne çıkarak dil tetkik ilmini hakikî ve aydın mecrasına sokabilecektir. ve yine güneş dil teorisi’nin ışığıyle bir prototürk dili gövdelenecek ve bu dil milletler arası lengüstik tetkiklerde anadil rolünü ifa edecektir. arzettiğim bu hamle hızını almış bulunuyor. Dava maksada ötüren yolun tam ortasını buldu. Gayeden eminiz. İrade ve imanın kaynağı olan Atatürk’ün nuru ile beslenmekte ve gün geçtikçe elanımız yenilmez bir tufan gibi coşmaktadır. “
    ( Hasan Reşit Tankut, üçüncü türk dil kurultayı )

    Kişisel fikrime gelince, şimdi ben Güneş Dil Teorisine baktığımda o günlerde bir trenin kaçtığını görüyorum. Keşke bütün dünya dillerinin Türkçeden doğduğu gibi bir iddianın üzerine gidileceğine, Türkçenin nereden geldiği ve nasıl süreçlerden geçtiği araştırılsaydı diye düşünüyorum.

    “Ben ne buyurursam sen O’sun” yaklaşımı dillere pek işlemiyor.

    Neyse ki güneş dil teorisi, Atatürk’ün ölümü ile tamamen terkedilmiştir. Ancak türk tarih tezinin etkileri, Orta Asya’dan dünyanın dört bir yanına ahtapotun kolları gibi saldıran haritalarıyla eğitim müferadımızda hala beton gibi durmaktadır ve genç dimağlar da bunun tesirinde yetiştirilmektedir. Bence acilen yapılması gereken, bir eğitim reformu ve buram buram ırkçılık kokan tüm açılımların eğitim sistemimizden ayıklanmasıdır. Aksi halde Kurtlar Vadisi’ni sanat zanneden gençlerle dolu olan bir ülkede yaşamamız kaçınılmazdır.

  19. Yazan:snowqueen Tarih: Oca 12, 2009 | Reply

    Hasan Bey,

    Halikarnas Bakılıkçısı, bir kıta daha olmalıydı o da Akdeniz der, Türkiye ve Türkiyeliliğe baktığımızda, gerek genetik özellikler gerek kültürel özellikler bakımından Akdenizlilik görüyoruz, bu yüzden bir İtalyan ve Yunanla benzer genetik kodlara sahibiz. Yerli halklarla sentezlenme söz konusu. Anadodolu’nun bir çok yerli halkının da Hint-Avrupa kökenli olduğu bir gerçek. (Bildiğimiz kadarının elbette)

    Bence burada enterasan olan, Türkçe meselesi,
    bu denli sentezlendiğimiz, kaşımız, gözümüzle Orta Asya’yla alakamız olmadığı halde neden aynı coğrafyanın dil ailesinden olan Türkçe bu kadar yaygınlaşmış, bugün bir Özbek ve Kırgız’la aynı dil ailesinden gelen bir dili konuşuyoruz, prototürkçe’nin yayıldığı alanları gerçekten iyi biliyormuyuz? Dil teorilerine bakmak için ideolojik olarak tarafsız olmak gerekiyor sanırım.

  20. Yazan:alper Tarih: Mar 7, 2009 | Reply

    Herkese merhaba. Zamanın akışı ve teknolojik gelişimler vasıtası ile muğlak kalan bütün bu konular netleşecektir. Ancak yanılmıyorsam yazının hedefi Türk’lerin Anadolu’ya 1071’de mi yoksa daha önce mi geldiği değildi. Bizzat yazının sahibi bile tartışmanın içine dalmaktan kendini alamadı :-). Bu arada yazıyı çok beğendiğimi söylemek istiyorum. Bu filolojik, antropolojik ve sosyolojik tartışmaların tarafları bizler değiliz. En azından Hasan bey’in yazısının altında değiliz. Konu bilim adamlarının konusudur. Aslında salt bu yüzden yani egemenler başlangıçta ulus inşa etme amacıyla bu konuları birer ikna ve gerçekleri manipüle edici araçlar olarak kullandıkları için karşı çıkıyoruz. Maalesef inşaat tamamlandı. Şimdi mesele iç dekorasyon. Bir ülkenin geleceği, ”kürt’ler aslında türk’lerin bir koludur”, ”macar’lar, kızılderili’ler, fin’liler, sümer’ler türk’tür” türünden iddialar üzerine kurulamaz. Öyledir veya değildir. Zaten mesele de bu değildir. Mesele, ülkenin sosyal, toplumsal ve ekonomik huzuru nasıl temin edilir meselesidir. Herkes için huzur. Farklılıklarımızla ve benzerliklerimizle. Geri kalan kısmı için kendi hayat hikayemden örnek. Girit göçmeni bir baba ve Makedonya göçmeni bir annenin çocuğuyum. Beni görenler, fiziksel olarak üç ırkın bir harmanı olduğumu anlarlar. Erdek’te doğup büyüdüm. Büyüdüğüm kasaba, birleşmiş milletler pilot kasabası gibiydi. Tatar, Çerkez, Makedon, Boşnak, Arnavut, Kürt, Türk, Laz, Arap, Girit’li, Siyah kimi arasan oradaydı. Anneannemden biraz Makedon’ca, babaannemden de biraz Girit’çe öğrendim. Şimdiki aklım olsa yakalarına yapışır, bildikleri ne varsa hepsini öğrenirdim. Şimdi çocukluğuma dönüp baktığımda aklıma gelenler. Çerkez toplumu aile içinde cinsel ayrımcılık uygulamaz. Kız çocukları en az erkek çocukları kadar özgür bir ortamda, son derece özgüven sahibi olarak yetiştirilirler. ”Girit’linin oğlunu al, kızını alma”. Bu deyiş muhtemelen tecrübe sahibi bir kayınvalide tarafından söylenmiştir. Girit’liler genellikle ticaret ile uğraştıkları için oğulları ticarete yatkındır. Ancak kızları aynen Çerkez kızları gibi özgüvenli yetiştirildiği için kayınvalideler gelin dırdırı çekmek zorunda kalabilirler. Pomaklar çok çalışkan ( amiyane tabirle pire gibi ) insanlardır. Arnavut’lar fırıncılık ve çerezcilikte mahirdirler. Ve daha bunun gibi bir çok şey. Ya o yemekler. O kadar zengin bir mutfakta büyüdük ki tek tek anlatsam kıskananlar çıkabilir. O danslar, müzikler… Bir toplum için bunlardan büyük zenginlik olur mu? Durum tamamen kişinin niyetine ve nasıl görmek istediğine kalmış. Saygılar.

  21. Yazan:Hasan Tarih: Mar 8, 2009 | Reply

    Aslında mesele neyin gerçekte Türkçe olduğu değil. Türklerin gerçekte ne zaman nereye gelip ne zaman nereden gittikleri de değil.. Bir şeye inanmak istiyorsanız, ona inanacak bir “kanıt” her zaman bulabilirsiniz. Üstelik bu kanıtı kendi dünyanızda bilimsel olarak görüp; size karşı çıkanları yobazlıkla, gericilikle bile itham edebilirsiniz..

    Bununla ilgili bir “anektod” alıntılayayım örneğin:

    Adana İl Maarif Müdürü Halil İbrahim Sevük, 1932 yılında M. Kemal Adana’ya geldiğinde anlattıklarını anlatıyor:

    – Neydi o az kalsın Sezar’ı mağlup eden Goluva başkumandanının adı? Karışık çetrefil bir ismi var, ha: Versingetorisk! FRansız tarihlerine göre bu isim “bahadırların büyük reisi” demekmiş. Halbuki hecelerine ayrılınca ne olduğu kendiliğinden meydana çıkar. Birinci hecenin başından vavı kaldır, er kalır. İkinci hece senk yani cenk. Üçüncü hece torik, yani Türk. (Bekir Palazoğlu, Başöğretmen Atatürk, MEB Yayınları, 1991).

    E bu kadar işte. Dahası lazım mı? Bir insanın ismi hecelerine bölündüğünde Türkçe’ye benzeyen kelimeler veriyorsa bu adam da ırkı da Türk’tür. Bu bilimseldir. Aksini iddia eden sabetayisttir, cumhuriyet düşmanıdır..

    Önemli bir Türkçü vardı, adı Sadri Maksudi Aral. Sofra müdavimi, devrim profösörü. DenizBank yeni kurulacak o zamanlar, isim meselesine itiraz ediyor. “DenizBank” Türkçe’ye uygun değil diyor. Bunun yerine Denizcilik Bankası ya da Deniz Bankası olmalı diyor. Bankaya “DenizBank” ismini veren ise Atatürk..

    Sonra ne oluyor biliyor musunuz?

    Büyük bir öfkeye kapılan M. Kemal, aynı günün akşamı sofra misafirlerinden birkaçını seçerek radyoevine gönderir. Radyoda normal program iptal edilerek gece 2’ye kadar Arsal aleyhine sert konuşmalar yapılır. 28 Aralık’ta galiz bir uslupla yazılmış bir makale, bütün gazetelerde yayınlanır. Arsal “nankör”dür, “sahte diploma sahibidir”, “Türkçe bilmemektedir”, “Türk değildir”, “Türk gençlerini zehirlemektedir”. Arsal bir daha ne mecliste ne de sofrada görülür (Sadri Maksudi Arsal, Adile Ayda, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları Türk Büyükleri Serisi, 1991, s. 76 )

  22. Yazan:soner Tarih: Haz 21, 2009 | Reply

    yazıları hepsini okudum. oldukçada keyif aldım… görüş bildirenlerin araştırma yapmadan kendi fikirlerini öne sürerek görüş beyan ettikleri bellidir. oysa ki etnik köken araştırlırken tarih, dil ve dini kitaplar üzerinden araştırılması gereken bir olaydır. sümerlerden bahs edilmiş sümerler artık tüm dünya tarihçilerin ezici çoğunluğunun üzerine basa basa asya kökenli olduğudur, türk olduğunu söylemezler… ;(nepalda bulunan nakal yazıtları”sümer”) bi arkadaşda gen araştırması yapmış 70 milyon insan da ve buna inanmış. gen araştırması yapan kadın karadenizde uygulamaya çalışmış ve halkın büyük tepkisini almıştır hiç kimsede denek olmamıştır; en acısı kadının gizli servislere çalıştığıdır. arkadaşlardan bi taneside neden çekik gözlü değiliz, madem orta asyalıyız. coğrafik koşullarda insan görünüşünü etkiler heralde.yeşil gözlü sarı saçlı olmak ise halen daha kırgızlar arasında yaygındır yeşil gözlülük, kıpçak türklerinin genelinde vardır hatta siyahi insanlarda dahi görülmektedir.”yarandan insanı aynı uzuvda yaratmıştır” onda var şunda yok demekle etnik köken araştırması yapılmaz. buda bilimsel bir olgur. orta asyada çinlide çekik gözlüdür, japonda, tunguzda, moğolda. yada şöyle açıklayayım neden afrikada yaşayan insanlar siyah tenlidir! evet güneş dil teorisi doğru bi teoridir(darvine oranla)ki buda babil yazıtlarında okunan yazıdır; yazıtta= ”tüm insanların dili bir di” tevrat= daha sonra onlar, birbirlerini anlamasınlar diye dillerini karıştırdık… kuran= birbirinizi daha iyi tanımanız için sizleri milletlere böldük… tabi yaradılış gereği hz. adem dil kullanmıştı, bu dil ayetlerde ve yazıtta olduğu zamanda, ayrılmış! ama bu dilin türkçe olduğunu söylemiyorum, belki de dünya da, o dil halen daha konuşuluyordur kim bilebilir. türklere hep göçebe hayat sürmüşler diye empoze edilmiştir, türkler göçebe yaşamışlardır, sadece göç etmişlerdir. devlet kuran bir millet nasıl olurda göçebe bir hayat sürebilir ki, orta asyada çıkan kültürler anav(m.ö 4 bin), kelteminar(m.ö 3 bin), afanesyova (m.ö 3 bin), andronova (m.ö 1700, karasuk (m.ö 1200), tagar(m.ö 700) bunları türklerin kurmadığı tartışılıyor mu!orta asyada doğu türkistanda çıkan mumyalar çin yerel televziyonunda belgelendi… ya gizlenen piramitler bunlar artık saklanamıyor türkler anadoluya 1071 ilk defa değil son kez girmişlerdir anadoluya. anadoludaki halklarda giden gitti, kalanlar ise dillerini, dinlerini unutmadılar. hiç bir millette unutmaz, kolay kolay! persler şuan iranda, ermeniler yerinde, medler kürtler ordan geldiklerini idda ediyorlar(son zamanlarda sümerlerden geldikleri tezi), e yunanlılar zaten yaşıyor kendi topraklarında, e anadoluda türkçe konuştuğuna göre!

  23. Yazan:soner Tarih: Haz 21, 2009 | Reply

    Dil ve millet olayı ise türkler bilinen tarihten itibaren hem bir millet, (ırk kelimesi kaba olduğu için millet kelimesini daha uygun ve nazik buluyorum) hemde varolan dilleri mevcuttur zaten. Göremek istemeyenler görmeyebilir millet ve dil olgularını ama tarih görüyor, yazıyor ve yazmayada devam ediyor. Tarih değişiyor artık…….

  24. Yazan:soner Tarih: Haz 21, 2009 | Reply

    İnsanlar dünya ya bir noktadan yayıldılar. O nokta neresidir bilinmez… Adınada ister mu, ister atlantis densin. Yaradana inananlar bu tespiti çok kolay bir şekilde yapabilir. Ama ne yazık ki bir birey olarak çoğu şeyi yazamadım. Çünkü ülkemizde insanlara çok kolay şekilde faşist, kominist, hümanist vs. yakıştırmasını yapıyorlar. Dünya ne çekiyosa bu -ist lerden çekiyor. 🙂

  25. Yazan:grikartal Tarih: Haz 17, 2010 | Reply

    Neden önemli MU uygarlığı?
    Atalarının nereden geldiği, uygarlıklar kurduğunun göstergesi milleti millet yapan şeydir tarhi bilinci. Tarihini bilmezsen Millet olamazsın, millet olmazsan Devlet olamazsın.
    Bazı Arkadaşlar hele ki kendine aydın diyen hainler Mİllet omayı faşizmle karıştıracak kadar aptal olabiliyolar…
    Milletinin tarihini araştırılken kafa tascılığı değil kökenini araştırısın. Köklerini bilirsen bilincin olur.
    Dünyada hala Türklerin barbar olduğu ve bozucu ve yıkıcı olduğu kanısı vardır. Anadolu onlara göre bizim değil başkalarına ait ki bunları herkes biliyor.

    Sözün kısası İiçimizde öyle hanler var ki birilerine hizmet edenler var ki…
    Kurtuluş savaşında Yunan ordusuna Halifenin ordusu dedirtip Saf ve Dİnine bağlı olan halkımızı kandırmaya kalkışmışlardır.
    Ne yazıkki hala var içimizde…
    İşin en kötü tarfıda ne biliyormusunuz bu adamlar Hıristiyanlara, Yahudilere, hizmet ediyorlar… ne kadar acı değil mi___

  26. Yazan:aziz yılmaz Tarih: Haz 17, 2010 | Reply

    @grikartal,

    Neden önemli MU uygarlığı?

    Her tarihi bulgu ve medeniyet araştırılmalıdır ve dolayısıyla da önemlidir.

    Bu anlamda,
    Hiçbir yorumda,”MU uygarlığı neden araştırılıyor?” diye bir itiraz bulunmuyor.İlgisi olmayan alanlara propaganda malzemesi yapılmasınadır itiraz.Bu bir.

    Atalarının nereden geldiği, uygarlıklar kurduğunun göstergesi milleti millet yapan şeydir tarhi bilinci. Tarihini bilmezsen Millet olamazsın, millet olmazsan Devlet olamazsın.

    Millet,devlet,ırk,soy,sop gibi takıntılarım olmadığından benim için temel kriter “insan”dır.Ve her insanın ataları,geldikleri bir medeniyetleri mutlaka vardır.

    Milletleri millet yapan;yeryüzündeki milletlerler topluluğu arasındaki devamlılığı sağlayan en etkili yol elbette sizin de değindiğiniz şekilde “tarihin izini sürmek,medeniyetler arasındaki ilişkileri araştırmak ve bir tarih bilincine sahip olmak”tan geçiyor.”Devlet”olabilmek ise bu anlamda milli kültür ve değerlerin devamlılığının teminatıdır.Kabul.

    Ancak tarih bilimi objektiftir.Nesnel gerçeklerden yola çıkar.Tarih bilinci de,şayet bilimsel metodla elde edilen bilgi ve bulgulardan oluştuğunda bir anlam ifade eder.Efsaneler üzerinden kurgulanan sübjektif yargılar da bir “bilinç”tir,ne var ki gerçek ve doğruluğu tartışmalıdır.Siz,”tarih bilinci”nden bunu anlayabilirsiniz.Fakat sanırım herkes sizin gibi düşünmek zorunda değildir.

    O bakımdan,her efsaneyi ait olduğunuzu düşündüğünüz milliyetle(hiç alakası yokken) ilişkilendirerek bundan övünç duyabilirsiniz fakat bu coçkunuza herkesin katılma zorunluluğu yoktur.Etti iki.

    Bazı Arkadaşlar hele ki kendine aydın diyen hainler Mİllet omayı faşizmle karıştıracak kadar aptal olabiliyolar…

    Sanırım,o “bazı arkadaşlar”dan birisi de ben olmalıyım.

    Faşizme karşı olmak aptallık ve hainlikse kabülümdür.Varsın zekalılık ve vatanseverlik size kalsın.

    Ayrıca hiçbir şeyi karıştırdığım yok.Dünyada sayısız millet vardır.Millet oldular diye faşist falan olmuyorlar.Kaldı ki böyle bir fikir tasarrufum da bulunmuyor.Benim itirazım,kendileri millet olacaklar diye başka toplulukların millet olabilme hakkını gasbederek türlü enrikalara,faşizan yöntemlere tenezzül eden zihniyetleredir.Yani Hitlerlerin,Mussolinilerin izinde giden ırkçı anlayışlara.

    Ancak,”faşizm” dendiğinde mensubu olduğunuz milliyetin kasdedildiğini düşünüp kendinizden kuşkuluysanız bu sizin sorununuz.

    “…kendine aydın diyenlere” gelince,kendimi aydın diye tanımlamıyorum.Böyle bir iddiam yok.Sizin gibi ben de bir fikir platformunda sadece görüşlerimi belirtiyorum.Ne var ki,-farklı görüşlere duyduğunuz tahammülsüzlük ve fikir yoksunluğundan olsa gerek-tek bildiğiniz yol,karşınızdakini hainlikle suçlayarak kin ve nefret kusmak!

    Oysa hiç değilse aptal ve hain oluşuma dair bir iki görüşle bunu destekleyecek argümanlarınız olmalıydı.Mesela neresine itiraz ediyorsunuz,hangi kısmını doğru bulmuyorsunuz yazdıklarımı…yorumunuzda bunları yazabilirdiniz.Dedim ya fikir yoksunu olan sizin gibi anlayışlara aslında çok görmemek lazım.Bütün düşünsel sermayeniz;görüşlerini beğenmediğiniz kişilere bir kaç küfür sözcüğü ve düşmanca bir tavırla saldırmaktan ibaret.Yapacak bir şey yok ne de olsa bu saldırgan tavır dışında başka bir donanıma sahip değilsiniz.Bu da etti üç.

    Milletinin tarihini araştırılken kafa tascılığı değil kökenini araştırısın. Köklerini bilirsen bilincin olur.

    Mimar Sinanın mezarını açıp kafatasını almak gibi mi?Yoksa Fatih Sultan Mehmet’in türbesini uzun yıllar kapatmak gibi mi?Devam edin hiç durmayın böylesi “köken”araştırmalarına…Eminim muazzam bir bilince(!)sahip olursunuz.Tıpkı bilinç diye burada döktüğünüz incilere esin kaynağı oluşturacağından hiç kuşku duymuyorum.

    Ve dört:

    Yorumunuzun geri kalanı için vakit kaybına değmez diye düşünüyorum.Zamana yazık olacak.Hoş,zaten hepsi vakit ziyanıydı ya…Sadece,sizin gibi bol keseden atıp tutanların kendilerini ne kadar rezil ettiklerini hatırlatayım dedim.Umarım kendinizi ne kadar küçük düşürdüğünüzü anlamanıza vesile olmuştur.Bunu bir parça başarmışsam sizin adınıza sevinmiş olacağım grikartal kardeş:)

  27. Yazan:MUSTAFA ESER Tarih: Haz 17, 2010 | Reply

    “Ancak görülen o ki; kendi yaşamında övünülecek hiçbir şey üretemeyen insanların doğuştan getirdiği özelliklere olan düşkünlüğü bu özelliklerini yüceltmek adına onları sürekli mistisizme yöneltmeye devam edecek.”
    Yukardaki yazıdaki en ilginç düşünce bu her halde.Ama Yanlış yorumlamış her kim yorumladıysa.
    Hayatında övünülecek bir değer üretemeyen kişiler faşizme,becerebilirlerse de her şekilde diktatörlüğe kayarlar.Mistisizm anlaşıldığı manada kişiyi ruhen olgunlaştırmayı amaç edindiği için her hangi bir özelliği yüceltmez ki!
    Tabi birde şu var ki:BDevamlı olarak kontrol edilmeyi reddeden ve üstünlüğünü iddia eden insanoğlu bir yerde tıkanınca “MU” ya takılıyor.Aklına çok güvenen 21 nci yy insanı aklının almadığı her konuyu uzaylılara,Mu ya himalayalarda yer altında yaşayan bilgelere bağlıyor.Allah’ü Tealanın kurallarına uymamak adına Mu ya uzaylılara uymak daha mı mantıklı?
    Takıntısız günler sizin olsun.Yok illa takıntılı olmak istiyorsanız tercihinizi Evrensel ahlak ve İslam adına kullanın bu takıntınızı.

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin