RSS Feed for This Post

Kapitalizmin sistem krizi

20081015_derin_dusunce_org_kriz2_haki.jpgİKTİSADİ KRİZİN SEBEPLERİ -II- 

Sistem, başlangıç noktası ile nihai hedefini açıkça tespit eden ve bu aradaki güzergahı ve güzergahtaki seyahatin vasıtalarını tayin eden düşünce sistemidir. Sistemin başlangıç noktası (varoluş sebebi) ile nihai hedefi (gayesi), “niçin” sorusunun cevabıdır. Başlangıç noktası ile nihai hedefi arasındaki güzergah ve bu güzergahındaki seyahat
bahsi ise sistemin “nasıl” sorusuna vereceği cevaptır.

       Bir düşünce disiplininin başlangıç noktası ile nihai hedefi o sistemin aynı zamanda “zemini”ni oluşturur. Zemin, sistemin teorik ve pratik
“evreni”dir. Kendini gerçekleştirebileceği evren… Kullandığı
vasıtalar, usuller ve imkanlar, bu evrende bir mana ifade eder. Vasıta ve
usullerin başlangıç noktasına ve nihai hedefe uygun olup olmadığı da
ciddi bir konudur ama hiçbir sistem vasıtalar konusunda ısrar etmez. Başka
bir ifadeyle vasıtalar konusunda ısrar eden sistemler, günümüzde çok
hızlı şekilde zaman dışı kalabilmektedir.

       Sistemin özü, başlangıç noktası ile nihai hedefinde gizlidir. Sistemin
özü anlaşılmadığı veya açıklığa kavuşturulamadığı veya sistem
kendi özünü gizlediği takdirde, tasavvur ettiği gerçekliğin meydana
gelmesi mümkün olmadığı gibi eğer bir şekilde meydana gelmişse onun
meydana geldiğini fark etmek de kabil olmayacaktır.

Hiçbir sistem, varoluş sebebini (başlangıç noktasını) ve gayesini (nihai
sebebini) reddedemez veya değiştiremez. Zira bu bahisler sistemin özünü
teşkil eder. Öz değiştirildiğinde veya reddedilerek başka bir öz ithal
edildiğinde artık o sistem yok demektir. Zira öz değişmez ve reddi kabil
değildir. Sistemlerin kullandıkları vasıtalar, usuller ve imkanlar
değişebilir ve değiştirilebilir. Değişebilir olması sistemin özünün
değişmesini şart kılmadığındandır. Veya pratiklerin değişmesinin
sistemin özünü değiştirecek noktaya kadar götürülmemesi şarttır. Bir
sistemin değişebilir olan kısmı, o sistemin konjonktürel boyutunu
gösterir.

       Konjonktürel olan kısım ile daimi kısım, iman ile tefekkür alanını
birbirinden ayırır. Sistemlerin özü, iman konularıdır. Başlangıç
noktası ile nihai hedef, sistemin imanını oluşturur. Bunlar o sistemin
temel kabulleri olduğu için düşünce faaliyetinin altyapısını ve nispet
ölçülerini teşkil eder. Düşünce faaliyeti, değişebilir veya
değiştirilebilir veya reddedilebilir alanlarda gerçekleşir. İmanın
teşekkül ettiği alanlarda düşünce faaliyeti durur. İman, düşünce
faaliyetinin ölçülerini verir ama düşüncenin kendine (imana) yönelmesine
manidir.

*

       Kapitalizm, bir düşünce sistemi olmaktan ziyade, iktisadi sahadaki vasıta,
usul, imkan ve malzemeleri derleyen tatbikat sistemidir. Düşünce sistemi ile
tatbik sistemleri birbirinden farklıdır. Aynı bilimde yapılan tasnif
gibidir. Temel bilimler ile tatbik bilimleri arasındaki fark gibidir. Mesela
tıp temel bilimlerden değil, tatbik bilimlerindendir. Bu sebeple varoluş
sebebini ve nihai hedefini kendisi değil bağlı olduğu temel bilim olan
biyolojiden alır. Kapitalizm, liberal düşünce sisteminin iktisadi sahadaki
tatbik sistemlerinden biridir. Varoluş sebebini ve gayesini, iktisat
biliminden ve özellikle de liberal düşünce sisteminden alır.

       Liberal düşüncenin, özü gereği laik/seküler olduğu açıktır. Liberal
düşünce iktisadi alana yöneldiğinde, kendi özüne uygun olarak, liberal
bir iktisadi hayat tasavvur eder. Bunun adı da aslında liberal iktisat
sistemidir. Buna kapitalizm denmesi aslında spekülatif bir yaklaşımdır ve
Marks’ın teşhisinden mülhem olarak isimlendirilmiştir. Liberal iktisadi
sistemin sadece kapitale atıf yaparak isimlendirilmesinin son tahlilde doğru
olduğunu söylemek kabil değildir. Ne var ki, liberal düşünce
mensuplarının da bu isimlendirmeye ciddi bir itirazlarının olmaması,
kapitalizm ismini yerleştirmiştir.

       Kapitalizmin varoluş sebebini ve gayesini liberal düşünceden alması,
liberal düşüncenin özünde seküler/laik olması, “insan anlayışı”
üretmeyi veya “insan tarifi” yapmayı lüzumsuz kılmıştır. Liberal
düşünce sistemindeki izahsız hürriyet anlayışı, tarif etmeyi veya bir
anlayış çerçevesi oluşturmayı engellemiştir. İnsan anlayışı veya
tarifi, teorik (fikri) gündemden ve dikkatten uzaklaştırıldığında
süreç tabi seyrinde işlemiş ve insanı, tabiatında bulunan her şeyle
beraber sınırsız ve kuralsız şekilde kabul etmeyi mecburiyet haline
getirmiştir. İnsan tabiatında varolan her şeyin kabul edilmesi, ahlakı
lüzumlu hale getirmediği gibi zaman zaman reddine de gerekçe
oluşturmuştur.

       Liberal düşüncenin, hürriyeti, izahsız şekilde kabul etmesi kendi özü
ile tezat teşkil etmez. Zira her izah çabası bir tarif ve çerçeve
oluşturma teşebbüsüdür. Bir çerçeve üretmek veya bir tarif yapmak,
belli sınırlar tespit etmektir. Sınır koymak ise liberal düşüncenin
mahiyetine aykırıdır. Bu manada liberal düşüncenin hürriyeti mutlaka
izahsız olmak mecburiyetindedir veya izah çabasına girdiği noktada da çok
müphem bir izah faaliyeti gösterir. Fakat liberal düşüncenin en fazla
üzerinde durduğu konulardan birisi, hürriyettir. Zira liberal düşüncenin
temel kabulü veya ön kabulü zaten hürriyettir. Öyleyse hürriyet bahsine
hasrettiği emek ve enerjinin büyüklüğüne rağmen hürriyet konusunu izah
etmediği iddiası nedir? Liberal düşüncenin hürriyet bahsindeki teorik
çabalarının tamamı, hürriyetin lüzumuna dair gerekçe depolamaktan (ve
üretmekten) başka bir özellik taşımaz. Bundan dolayı liberal
düşüncenin hürriyet bahsini izah ettiği zannedilir. Bu farklılığın
anlaşılmaması insanları çok vahim neticelere savurmaktadır.

       Liberalizmin hürriyet kavrayışındaki ölçüsüzlük, kapitalizmin oluşma
ve gelişme sürecine, “homo ekonomikus” anlayışının girmesine sebep
olmuştur. Liberalizmin insan tarifinden imtina etmesi, kapitalizmin bu noktada
işine yarayacak olan tanımlamaları yapmasına imkan vermiştir. Aslında
liberalizmin özüne aykırı olduğu ilk bakışta göze çarpsa da,
liberalizmin bu konuda insiyatifte kullanmaması ve hürriyeti öncelemesi,
kapitalizmin veya kapitalistlerin “ekonomik insan” kavrayışını gündeme
getirmelerini mümkün kılmıştır.

       “Ekonomik insan” kavrayışı, ekonomiyi hayatın temel zemini haline
getirmiş ve tüm insani değerleri bu alanda izah etme garabetini
oluşturmuştur. Ekonomi, hayatın temel zemini olduğunda ahlaka kalan imkan,
“ekonomik ahlak” gibi bir komikliktir. Ekonomik ahlak, fahişe de ekonomik
faaliyet içinde olduğuna göre, ancak fahişenin ahlakı kıymetindedir.

       Hürriyet izah edilmediğinde ahlak zuhur etmez. Zira sınırsız hürriyet
veya izahsız hürriyet, ahlakın gerekçelerini yok eder. Seküler/laik
anlayışın liberal düşüncenin iklimini oluşturduğu da hatırlanırsa,
ahlakın meydana gelmesindeki kaynak ve gerekçe meselesi muallakta kalır.
Varoluşun sebebini ve hayatın gayesini dünya denen küreden almak, bu küre
üzerinde yapılabilecek her ne varsa yapabilmeyi gerektirir. Veya bazı
şeylerin yapılmamasını izah edecek ve gerekçelendirecek kaynağı
üretemez. Bu sebeple ahlak, dinlerin inhisarındadır. Ladini (laiklik veya
sekülarizm) düşünce iklimi ahlak üretemez. Üretmeye teşebbüs ederse
meydana gelen kurallar ahlak değil, hukuk kuralları olur.

       Ahlakın özelliklerinden birisi, mutlaka zuhur etmek ve kendine olan
ihtiyacı insanlara empoze etmektir. Ahlak mutlaka zuhur eder de mesele,
ahlakın önce mi sonra mı zuhur ettiğidir. Yani hangi konudan bahsediyorsak
ondan önce veya sonra zuhur etmesi, ahlakın muhtevası için fevkalade
önemlidir.

       En ahlaksız insanın bile hayatı yaşayabilmesi için bir ahlaka ve kurallar
bütününe ihtiyaç duyduğu, hayatı biraz müşahede eden kişiler
tarafından anlaşılabilir. En uç noktadaki misalini vermek gerekirse,
fahişe dahi hayatını kazanabilmek için bazı kurallar oluşturmak zorunda
kalır. Aksi takdirde ikinci defa veya başka bir insanla beraber olma (fuhuş
yapma ve para kazanma) imkanını bulamaz. İlgili konudan sonra meydana gelen
ahlak, aynı fahişenin ahlakı gibidir. Zira konu ne ise (mesela iktisat veya
kapitalizm) o öncelenir ve ahlak umursanmazsa o konu (veya faaliyet alanı)
kendi ahlakını meydana getirir. İşte bu ahlak, faaliyet alanının
mahiyetine uygun bir ahlaktır ki, “fahişe ahlakı” misalinde olduğu gibi
aslında ahlak değildir. Bu meyanda, hayatta mutlaka ahlakın görünüyor
olması, ahlakın bulunduğu anlamına gelmiyor. Birtakım kuralların bir
araya getirilmesi ile ahlak oluşmuyor. Oluşan kurallara ahlak demek
gerekiyorsa, biz buna ahlak demiyoruz.

*

       Liberal düşünce ve kapitalist iktisat anlayışı, özü itibariyle ahlakı
önceleyemez. Zaten öncelememiştir. Bu durumda kapitalist iktisadi hayatın
kaim olduğu coğrafyalarda meydana gelen ahlak, kapitalizmin ürettiği ahlak
olacaktır. Kapitalist yaklaşımın üretebileceği ahlak ise, insanları
aldatmamak üzerine kurulamaz. İnsanları aldatamamak üzerine kurulabilir.
Biraz daha müşahhaslaştırarak söylemek gerekirse, kapitalist yaklaşım,
“ben insanları aldatmamalıyım, bu sebeple kaliteli ve ucuz mal
üretmeliyim” demez. Bunun yerine, “ürettiğim mal kalitesiz olursa
insanları sürekli aldatamayacağım için satamam” veya “bir liraya
ürettiğim malı, on liraya satmak istediğimde müşteri bulamam, bu sebeple
iki liraya satmalıyım” der. Bu anlayışa yakından baktığımızda, on
liraya müşteri bulduğunda satmaktan imtina etmez. Veya kalitesiz malı
tekelleşme imkanı kavuştuğunda veya başka bir yolunu bulduğunda
üretmekten ve satmaktan imtina etmez. Bu sebeple kapitalizm için denir ki,
sürekli aldatma veya aldanma mümkün olmadığı için fiyat ve kalite uygun
olan noktaya gelir. Oysa bu kavrayış zeki insanları esas alır. Sürekli
aldatılamayacak insanlar zeki insanlardır ve zeka ve akıl seviyesi
düştükçe aldanma katsayısı ve süresi artar. Kapitalist ahlakın,
“mümkün olanı” takip etmesi ve “niçin yapmalıyım” diye
sormaması, aldatmayı daim kılar. Zira mümkün olanı yapmak ile lüzumlu
olanı (veya meşru olanı veya faydalı olanı) yapmak arasındaki fark,
“niçin” sorusu ile ortaya çıkar. Sadece “nasıl” sorusunu sormak
veya mümkün olanı yapmaktan imtina etmemek, tüm değerlerin ticari meta
haline gelmesini temin eder. Bu durum ahlakın, özü itibariyle olmadığını
gösterir.

*

       Temel meselelerden biri, genel sistem ile altsistem bahsidir. Genel
sistem-altsistem meselesi anlaşılmadan ve kurulan veya kurulacak sistemler bu
iki seviyedeki münasebetleri doğru tespit etmeden kendilerini tamamlayamazlar.
       Altsistemler ile genel sistem arasındaki münasebet, altsistemlerin varoluş
sebebi ile gayesini genel sistemden almasını icbar eder. Eğer bir altsistem,
genel sistem içinde değil de bağımsızsa özünü genel sistemden almadan
kendini ifade edebilir. Fakat bu durumda kendini genel sistem yerine ikame
eder.

       Hayatın herhangi bir alanındaki fikri çalışmaların ulaşabileceği en
uç nokta, o alana dair bir altsistem kurabilmesidir. Herhangi bir hayat
alanında kurulan sistem altsistemdir. Tefekkür faaliyetinin hayatın geneline
(toplamına) yönelmesi gerekir ki genel sistem kurulabilsin veya en azından
genel sistem bahsi gündeme gelsin.

       Hayatın, irili ufaklı sayısız sahası olduğu malumdur. Hiçbir alanın
kuralları diğeri ile aynı değildir. Hiçbir hayat alanında kurulan
altsistem, diğer hayat alanında aynıyla geçerli hale gelemez. Bu manada
hayat alanlarının birbirinden muhtariyeti (istiklali değil) olduğu gibi her
hayat alanında kurulan altsistemlerin de birbirinden muhtariyeti mevcuttur.
Fakat hiçbir hayat alanı yalnız başına hayatı üretemez, taşıyamaz ve
izah edemez. Bu sebeple yalnız başına hayatı temsil iddiasında da
bulunmamalıdır. Her hayat alanı, hayatın bir parçasını oluştururken,
toplamı ancak hayatı teşkil eder. Toplamının ancak hayatı üretebilmesi
ve devamını temin edebilmesi, bunların toplanabilmesini şart kılar. İşte
işin tılsımlı noktası burasıdır. Hayat alanlarının ve bu alanlarda
üretilen sistem, model, yaklaşım, anlayış vesair fikri her türlü
gelişme ve verimin, öncelikle “yaşanabilir hayat”ı sonrada
“yaşanmaya değer hayat”ı üretebilmesi için belli bir kıvamda ve belli
bir merkezde cem olması gerekir.

       “Belli bir merkez” ifadesi, yirminci asrı diktatörlüklerle geçiren ve
iki dünya savaşı gören insanlar için peşin reddedilir hale gelen bir
yaklaşımı ifade ediyor gibi görünüyor. Belli merkez ile kastımız, genel
sistemdir. Genel sistem, hayat anlayışıdır. Bir alanın bina ettiğini
diğer alanın yıkmadığı, alanların birbiriyle rekabet etmediği, her
alanın kendi sınırını aşmadığı ve diğer alanın sınırına tecavüz
etmediği, bir alanın kendini diğer alanın veya tüm hayatın yerine ikame
etme teşebbüsünü engelleyen ve tüm hayat alanlarının birbiriyle uyumunu
temin edecek bir “hayat anlayışı”ndan bahsediyoruz. Rekabet, her hayat
alanının kendi içinde olur, hayat alanları arasındaki rekabet asla
yapıcı ve faydalı olmaz. Eğitim ile iktisat alanlarındakilerin birbiriyle
rekabet etmesinde herhangi bir fayda bulunmaz. Bunun her ikisi birbirini
beslemelidir.

*

       Kapitalizm, iktisadi hayat alanında geliştirilmiş bir altsistemdir.
İktisadi alanın önemli olduğu noktasında tartışma yapmak lüzumsuzdur.
Çok önemli olduğu vakadır. Fakat hiçbir hayat alanının hayatın
tamamını taşıyamayacağı gerçeği, iktisadi alan için de vakadır. Fakat
kapitalizm, bir altsistem olmasına rağmen, hiçbir zaman böyle
davranmamıştır.  Materyalist kainat tasavvurunun liberal hayat anlayışı
içinde bir altsistem olmasına rağmen, iktisadi alanın öneminden aldığı
ciddi bir gücün de etkisiyle, ekonominin, hayatın temel zemini olduğunu
iddia etme noktasına kadar gelmiştir. Ekonomi hayatın temel zemini ve
kaynağı haline geldiğinde kendini (kapitalizm) “hayat anlayışı”
olarak piyasaya sürmekten imtina etmemiş, özellikle de sosyalizm/komünizm
cenahının çökmesi ile de kendini “tek hayat anlayışı” olarak
insanlara empoze etmeye başlamıştır.

       Evet, kapitalizmin genel sistemi (hayat anlayışı) liberal düşüncedir.
Fakat kendini o kadar öne çıkarmıştır ki, artık liberal düşüncenin
dahi bir anlamı kalmamıştır. Bu o kadar açıktan sergilenmektedir ki,
kapitalizm kendini muhafaza edebilmek ve muhtemel bir sistem çöküşünü
engelleyebilmek için sosyalist müdahalelere müsaade etmeye başlamıştır.
Yaşadığımız iktisadi krizde, gelişmiş kapitalist ülkelerdeki sosyalist
tedbir ve müdahaleler, kapitalizmin kendini muhafaza edebilme çabasında
nerelere kadar varabildiğini göstermektedir. Oysa sosyalist müdahaleler,
kapitalizmin ortadan kalktığını veya sistem olarak çöktüğünü
delillendirir. Kapitalist ülkeler ve kapitalistler buna rağmen sosyalist
tedbirleri canla başla talep ve teşvik etmektedirler. Kapitalistler
kendilerini öyle bir mevzilendirmişlerdir ki, kendilerinin çökmesi halinde
içinde bulundukları ülkeyi viraneye çevirecek güce ve pozisyona
gelmişlerdir. ABD deki kapitalistlerin insiyatifinde bulunan sermaye veya
üretim araçlarındaki birikime bakıldığında, onların batması ile
ülkenin ve devletin batması eşanlamlı hale gelmiştir. Kapitalistlerin,
kapitalizmi bile umursamayacak noktaya geldikleri ve bu çerçevede kendilerini
kurtarmak için sosyalist müdahalelere sıcak bakmaları ve hatta talep
etmeleri, kapitalizmin üretebildiği ahlakın, fahişe ahlakından daha
itibarlı olmadığını göstermektedir. Nasıl ki fahişenin ahlakının
mahiyeti, daha fazla fuhuş yapma imkanını üretmek ise, kapitalistin sahip
olabileceği ahlakın da mensubu olduğu sistemi (veya anlayışı) berhava
edebilecek veya onu da pazarlayabilecek noktaya kadar
ulaştığını/ulaşabileceğini göstermektedir.

*

       İnsanın zihni faaliyetleri iki mecra üretmiştir. Fikir ve ilim… Hayatın
her alanında bu iki mecra da vaki ve caridir. Fikir ve ilim, birbirini ihmal
etmeden ve birbirini besleyerek devam etmelidir. İlimden tamamen
bağımsızlaşmış bir fikir, kendini test edemeyeceği gibi kendini hayatta
gerçekleştirmenin de imkanlarına sahip olamaz. Fikirden bağımsızlaşan
bilim ise olduğu yerde donar kalır. Zira bilimdeki teoriler bile ilim değil
fikirdir, veya fikirle inşa edilir.

       Hayatın her alanında bir veya birkaç bilim dalı bulunur. Yanıbaşında
ise o alanla ilgili düşünce sistemleri ve teoriler vardır. Bu ikisi
birbirini besleyerek gelişmeyi temin eder. İktisadi hayat alanında, iktisat
temel bilimi ile buna bağlı birçok alt bilim dalları mevcuttur.
Yanıbaşında ise kapitalizm ile sosyalizm gibi batı dünyasının
seküler/laik anlayışının oluşturduğu iki teori bulunmaktadır.

       Kapitalizm ve sosyalizmin, iktisat bilimine rağmen kendi kurallarında ısrar
etmeleri, skolastik bir anlayıştır. En hafif tabiriyle bilimi
umursamamalarıdır. Bir teorinin veya sistemin veya modelin veya yaklaşımın
veya tekliflerin, kendi alanındaki bilimi umursamadan hareket ediyor olması, o
anlayış hakkında ne düşünmemizi gerektirir? Bu günün dünyasında bilimi
umursamamak, en azından komik değil midir?

       Kapitalizmin bilimi umursamamasının neticelerinden birkaçına bakalım. Bir
şirketin veya bankanın sahip olduğu menkul ve gayrimenkul değerlerin
toplamının bir trilyon dolara ulaşabildiği bu günün dünyasında, birkaç
bankanın veya şirketin çökmesinin o ülkenin çökmesi manasına geldiği
vakadır. Bu durumun, kapitalist sistemin bir asır önceki ekonomik
büyüklüklerde tatbik edilebileceği fakat bugünün dünyasındaki ekonomik
büyüklüklerde tatbik edilemeyeceği bahsini, en azından bir araştırma
konusu haline getirmemeli midir? Böyle bir durumda, tereddüt dahi etmeyecek
miyiz? Tereddüt edeceksek, bu tereddüdümüzü giderecek olan kapitalizmin
kendi kurallarında ısrar eden anlayışı mıdır yoksa iktisat biliminin
araştırmaları mıdır? Bir sistem kendi alanında ve yanıbaşında bulunan
bilimi umursamadığında bu soruyu bile sorma imkanımızın kalmadığı
anlaşılıyor mu?

       Kapitalizmin rekabete dayalı olarak mütemadiyen üretim ile tüketim
arasındaki fasit daireyi kamçıladığı, bunun bir taraftan zenginlik ve
refah manasına gelirken diğer taraftan tüm dünyanın kapitalistleşmesi
halinde her ülkenin aynı tüketim seviyesine ulaşmasıyla beraber dünyanın
kaynaklarının ne kadar sürede biteceği konusu, iktisat bilimi tarafından
araştırılmalı ve buna da kapitalizm dahil tüm insanlığın itibar etmesi
gerekli değil midir? Tüm dünyanın kapitalistleşmesi halinde, dünyanın
kaynaklarının insanlığa ancak 20 yıl yeteceği tespit edilirse hala
kapitalist kalacak mıyız? Veya dünyanın bir kısmının kapitalist olarak
kalması ve yüksek tüketim yapması ile dünyanın kaynaklarının mesela 100
yıl yeteceği hesaplansa, diğer coğrafyaların kapitalistleşmesini
engelleyerek 100 yıl yaşamayı kar mı sayacağız? Neticede 20 yıl veya 100
yıl sonra kaynaklar tükendiğinde ne yapacağız? Kendi alanındaki bilimi
umursamamak, nasıl bir kavrayıştır?

*

       Evet, kapitalizm bir sistem krizi içindedir. Fakat sistem krizi bugünün
dünyasında yaşanan global ekonomik kriz değil, başından beri yaşanmakta
olan krizdir. Fakat nedense kapitalizmin sistem krizi içinde olduğu bugüne
kadar anlaşılamadı (mı).

       Ahlaki altyapı olmadan kurulabilecek tüm altsistemler, zuhur ettiklerinden
itibaren krizdedirler. Bu sebeple dünyanın en büyük krizi ahlak krizidir ve
bu kriz tüm altsistemleri krize sokmaktadır. Pozitif bilimlerin de aynı krizi
yaşadığı açık değil midir? Pozitif bilimlerin üretimlerinin
çoğunluğunun veya büyük bir kısmının yok etme cihazları olduğu bir
dünyada, pozitif bilimler de ahlak krizini yaşamıyor mu?

Trackback URL

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin