RSS Feed for This Post

İslâm ile Hayatın Temas Noktası

20080909_derin_dusunce_org_islam_ve_hayat.jpgBu makale İslam’ın hayat anlayışı adlı yazı dizisinin ikinci bölümüdür. Birinci bölüm için buraya tıklayınız 

 Hayatın mahiyeti temelde iki kaynak kabul eder. Birisi kendi tabiatından kaynaklanır ve tabi mecralar halinde ortaya çıkar. Diğeri ise akli ve iradi müdahalelerdir ki bunlar başlangıçta suni mecralar açar fakat bir müddet sonra farklı sebeplerle tabileşebilir.

      Akli/iradi müdahalelerin oluşturduğu suni mecralar ile tabi mecralar arasında zıt ilişki vardır. Suni mecraların işgal ettiği hacim ne kadar büyürse tabi mecraların hacmi o derecede küçülür. Fakat hayatın öyle bir dönüştürücü özelliği vardır ki, bir suni mecra kendi alanındaki tabi mecradan daha büyük hacme ulaşır ve daha güçlü hale gelirse, hayat o mecrayı bir müddet sonra tabi mecra haline getirebilir. Eğer hacmi büyüyen suni mecra, tabi mecra haline gelmezse hayatta dayanılmaz bir gerilim meydana gelir. Hayatın kırılma noktalarından biri budur.

      Hayatın tabi mecraları, insanın tabiatında bulunan temel özelliklerin karşılıklarıdır. İnsanın temel mizaç hususiyetlerinin yok edilebileceği düşüncesi yanlıştır. Buna rağmen suni mecraların büyümesi ile tabi mecraların küçüleceği düşüncesi nasıl doğrulanabilir? Bir suni mecra insan tabiatından beslenmediği takdirde tabi mecraların aleyhine büyüyebilir mi? Bu sorunun cevabı, aynı zamanda, hayatın mahiyetinin ne olduğu ile hayata müdahalenin muhteva ve sınırının ne olması gerektiği sorularının da cevabıdır.

      İnsan tabiatından beslenmeyen hiçbir düşüncenin hayat mecrası açabilme kudreti yoktur. Zaten dünya tarihinde zuhur etmiş olan tüm düşünce disiplinlerinin az veya çok insan tabiatından kaynaklandığı vakadır. Bu sebeple yukarda çıplak halde sorulmuş soruyu geliştirerek şu şekilde sormak daha doğrudur. Her düşünce sistemi insan tabiatından kaynaklanıyorsa, suni mecralar ne demektir? Suni mecra, düşünce sistemlerinin, beslendiği mizaç hususiyetine lüzumundan daha fazla önem atfederek bir mecra açma çabasına girmesi halinde meydana gelir.

      Sosyalizm/Komünizmin, işçi sınıfının patronlar/burjuvazi tarafından sömürüldüğü, bu sömürünün ortadan kaldırılması düşüncesi ve eşitlikçi bir paylaşım yaklaşımı mutlaka insan mizacından kaynaklanır. Fakat bu düşüncenin mülkiyeti iptal etmeye kadar varması, insandaki başka bir mizaç hususiyeti ile çelişir. Bu çelişkiye rağmen kendi yolunu tek hayat mecrası haline getirme çabası, suni mecra açma teşebbüsünden öteye gidemez ve hayatı gerer. Buradaki gerilim çok ağırdır ve hayatı taşıyamamıştır. Hayatı taşıyamaması, tabi mecra haline gelmesine mani olur. Ve hayat tarafından yakın veya uzak vadede ortadan kaldırılır. Öyle olmamış mıdır? 

      Hayatın, kendi haline bırakıldığında ürettiği gerçeklikler ile hayata fikri/ideolojik müdahaleler yapıldığında üretilen gerçeklikler birbirinden farklıdır. Hayatın mutlak anlamda tabi mecralarında akmasını mümkün kılacak kadar müdahaleden azade tutulması kabil değildir. Gerekli de değildir. İnsanın akıl ve irade sahibi olması, hayata müdahaleyi gerçekleştirmesini kaçınılmaz kılmaktadır. Zaten sıfır müdahale demek, aklın ve zekanın müdahalesini de yok saymak demektir ki, bu durumda hayvani içgüdülerin oluşturacağı iptidai ve vahşi bir hayattan başka bir şey kalmayacağı aşikardır.

      Hayata müdahalenin lüzumu, tartışılması gereken bir bahis değildir. Kişinin doğumdan başlayarak “insanileşme” sürecine girmesi ve hayvandan farklı bir varlık haline gelmesi zaten en derin müdahaledir. Ki bu müdahale (insanileşmeyi gerçekleştiren müdahale) olmadığı takdirde insanın konuşmayı dahi öğrenmesi mümkün değildir.  

      Hayatın müdahale edilebilir olduğu nokta ile müdahale edilemez olduğu nokta doğru teşhis edilmelidir. Bu nokta tüm felsefi cereyanlar için fevkalade önemlidir. Hayata müdahale edilemeyecek (hayatın yerinden kımıldatılamayacağı) noktanın kabulü, dünya görüşünün “insanilik” derecesini gösterir. Başka bir ifadeyle bir dünya görüşü, hayatın yerinden kımıldayamacağı noktayı umursamıyor veya bu noktayı yanlış teşhis ediyor ve kendini mutlaka hayata empoze etmeye çalışıyorsa, “insanı” umursamıyor demektir.

      Hayatın müdahale edilebilir alanlarını veya noktalarını doğru teşhis etmek şartıyla hayata müdahale etmek, dünya görüşünün hüviyeti gereğidir. Hayata müdahale etmeyen dünya görüşü olmadığı gibi hayata müdahale etmeyi düşünmüyorsa bir düşünce sisteminin varlık iddiasında bulunması zaten komiktir.  

      Dünyanın içinde yaşadığı konjonktür, hayatın batı medeniyeti/vahşeti tarafından üretildiğini ve temel kodlarına kadar batılı hayat kavrayışının unsurlarını, malzemelerini ve vasıtalarını barındıran bir mahiyet arzettiğini göstermektedir. Hayatın tabi seyrinde bugünkü mevcut noktaya geleceği vehmi, batının kendi müdahalesini gizlemek maksadına matuf dezenformasyondur. Bu manada mevcut hayat, batı tarafından teşkil olunmuştur.

      Batı kavrayışının üretmiş olduğu hayat gerçekliklerini hayatın zaruretleri olarak kabul etmek, hayatın tabiatını anlamamış olmaktır. Batı anlayışının ürettiği ve aklın kaynaklarını oluşturan “gerçeklikler” sabit ve daim zannedilmemelidir. Özet olarak başka “hayat gerçeklikleri” üretilebilir ve akıl yeniden organize edilebilir.  

* İslam ile hayat arasındaki temas noktası, “doğru” ile “gerçek” arasındaki kesişme noktasıdır.  

      İslam ile hayat arasındaki temas noktası doğru tespit edilmelidir. Kasabın eline neşter alıp ameliyat masasına geçmesi gibi, İslam’ı hayata hoyratça savurmak, “İslami hayat” için doğru değildir. İslam’ın tekliflerinin hayat ile nasıl ve hangi şartlarda buluşacağı doğru anlaşılamadığında ortaya çıkacak insan tipi, kaba softa ve ham yobazdır.

      İslam’ın “doğru”ları ile hayatın “gerçek”lerinin kesişme noktası, İslam’ın hayat ile kurduğu temas noktasıdır. İslam’ın hayatı bulduğu noktada muhatap alması, bu başlangıç noktasını kabule zorlamaktadır. Fakat bu nokta sadece başlangıçtır ve asla orada kalmaması veya oraya kilitlenmemesi gerekir.  

      İslam, hayatı sanal gerçekliklerle tarif etmez. Nerde ve hangi şartlarda bulmuşsa o haliyle muhatap alır. Mevcut gerçekliği teşhis eder ve o haliyle yapılması gerekenleri teklif eder. Başka bir ifadeyle İslam, hayatı nerde ve nasıl bulduysa ona o haliyle ulaşır. Yani önce hayatın ayağına gider. Bu manada her insan bulunduğu hal üzere İslam’a muhatap olabilir.

      İslam’ın kendi doğruları vardır. Fakat hayatın ne olduğu ve elan ne durumda olduğu sorusu fevkalade önemlidir. Bu soruyu umursamaksızın hayata kaba bir müdahale ile toslamaz. İslam, kendi doğrularının “doğrulanabilecek” şartlarının olduğunu bilir. Farklı medeniyetlerin veya dünya görüşlerinin ürettiği “hayat gerçeklikleri”nde kendi doğrularını test etmez. Hayatı mevcut gerçekliği içinde muhatap almasının diğer manası budur. Hayatı, bulduğu yerden alıp kendi gerçekliğine doğru taşır.  

      Her İslami kuralın tatbik şartları vardır. Tatbik şartları bulunamadığında mevcut şartlara göre tatbik edilir. Bu durumun geçicidir ve tatbik şartlarını oluşturma çabası gereklidir ama kendi has şartları bulunmadığında hayatı kırıp dökmez.

      Kıyam namazın rükünlerindendir. Kıyam olmadan namaz sahih olmaz. Fakat felç veya hasta bir insan için kıyam şart değildir. İslam hayatı kendine yaklaştırmak için çalışır fakat hayat yerinden kımıldayamadığında hayata yaklaşır. İslami hayat, “doğru”, yani İslami kaide ile “gerçek”, yani mevcut şartların kesişme noktasında ortaya çıkar.  

* İslam hayatı bulduğu yerde muhatap aldıktan sonra onu kendine doğru çeker. 

      İslam hayatı bulduğu yere kadar gittikten sonra, mevcut hayatın kendi tekliflerine uygun olmadığını teşhis ederse, hayatı kendi eksenine doğru çekmeye başlar.

      İslam’ın hayatı kendi merkezine doğru çekme çabası, dünya görüşü olmasındandır. Hayata müdahale etme hakkını kendinde görmesi, bir hayat anlayışına sahip olacak çapta hayat ile ilgilenmesinden kaynaklanmaktadır.

      İslam’ın hayatı kendi merkezine çekme çabası, kendi çerçevesinde “doğru”, “iyi” ve “güzel” anlayışına sahip olduğunu gösterir. Hayatı, “doğru-iyi-güzel” anlayışı ile izah ve inşa çabası, “yaşanabilir hayat” teklifinin olduğu iddiasıdır.  

      İslam’ın hayatı kendi merkezine doğru çekme çabası, kendi doğrularının ferdi ve içtimai çerçevede “gerçeklik” kazanması ile paraleldir. Hayatın içinde bulunduğu iklim, İslam’ın değerlerini doğrulamıyor olabilir. Başka kültürlerin oluşturduğu hayat gerçekliklerinin kendi doğrularını teyit etmeyeceğini bilir İslam. Hayatı kendi merkezine doğru çekme çabası, mevcut gerçekliklerin müsaadesi nispetindedir. Bu durum, siyasi/askeri baskılarla ilgili bir teşhis değildir.

      İslam’ın hayatı kendi merkezine çekme çabası, Müslümanlar marifetiyledir. Başka bir ifadeyle kendine iman edilmiş olması halinde bu çaba zuhur eder. İslam’ın kendine iman etmeyenlere kendi hayat anlayışını (mesela hukukunu) tatbik etmeyeceği vakası, hayatın kendi merkezine taşınmasını icbar etmeyeceğini gösterir.  

      İslam’ın bu çağda yaşanamayacağını ifade edenler, içinde bulundukları hayat gerçekliğinin başka bir medeniyet tarafından üretildiğini, hiçbir dünya görüşünün kendi üretmediği hayat gerçeklikleri içinde tam manasıyla doğrulanamayacağını ve yaşanamayacağını, her dünya görüşünün kendi hayatını ve hayat gerçekliklerini üreteceğini bilmeyen, anlamayan idrak fukaraları veya mevcut hayatı üreten medeniyetin gönüllü veya ücretli ajanlarıdır.

      Hayatın tabiatından kaynaklanan gerçeklikler ile müdahale edilmesinden kaynaklanan gerçeklikleri birbirinden tefrik etmek gerekir. Hayatın tabiatından kaynaklanan gerçeklikleri İslam olduğu gibi kabul eder ve o gerçekliklere çare üretir ve teklif getirir. Mesela hastalık hayatın tabiatından kaynaklanan bir gerçekliktir ve İslam, hasta insanın namazı kıyam rüknünü yerine getirmeden kılmasına cevaz verir. Kıyamın namazın rüknü olması ve kıyamsız namazın geçerli olmaması, hayatın tabiatından kaynaklanan gerçeklik karşısında İslam’ın geri çekilme ve onu olduğu gibi kabul etme esnekliğini gösterir. Fakat kız öğrencilerin üniversiteye başörtü ile alınmaması, hayata müdahalenin oluşturduğu bir gerçekliktir ve İslam buna razı olmaz ve o gerçekliği nihai anlamda tanımaz.  

Trackback URL

  1. 11 Yorum

  2. Yazan:uveys Tarih: Eyl 9, 2008 | Reply

    Yazarin islam iLe iLgiLi dusunceLerine Son zamanLarda Medyatik oLabilmek adina ,islami ilimLastirmaya KisiLere ozgu bir haLe getirmeye CaLisanLari goz onunde buLunduracak oLursak katiLmamak mumkun degil eLbet.
    Islami kuraLLar katidir. Yani huKmu onceden veriLmistir. IslaMiyet zaten yeterincede iLimLidir. hos goru dinidir. Ucundan , bucagindan YakaLayip herkes kafasina gore yorum yapmaya kaLkarda(fetva) verme girisiminde bulunursa oLanlar maLumunuz. KisiLerin isLami iLimLastirmaya caLisma cabaLari neticesinde, gostermis oLdukLari tepkiyLe netur gaflete dustukLeri..islamiyeti iLimlastirmaya caLisma cabaLariyLa gostermis oLdukLari acizane tavir gercek inananLar tarafindan kabul gormesi mumkun degildir. Bu gorusun hasil oLdugu kisiLer ve bunLara tabi uoLan kitLeler kendiLerine cikis yoLu aramakta oLdukLarindan, asiL savasi kendiLeriyLe vermektedirLer. DestekciLeride bu tur yetkisi oLmadikLari haLde bu oLayi bir ismis gibi gorup ahde Vefa ornegi sergiLercesine, Medyada boy gostermeLeri UtancLa karsilanmaktadir.

    MisyonerLik caLismaLarinin eLLerde inciL, InsanLarin zaafiyetLerini goz onunde bulundurup, zaaflarindan istifade etmeye calismak bir takim, paraLar tekLif etmekle sinirLi oLmadigini butun musLuman aLemi biLmektedir. IslaMiyette fetva yetkisi verecek kisiLerin iLim sahibi (muctehid) oLmalari gerekmektedir. Ve unutmamaLidirLarki verecekLeri her yanLis fetvanin onLara tabi oLan cahil kimseLere degil onLara atfediLecegini ve gunahindan tamamiyLe kendiLerinin sorumLu oLdukLarini biLmeLeri gerekir. Ama butur insanLarin isLamiyetLe yakindan, uzaktan aLakaLarini goz onunde bulundurur vede Sadece kendi misyonLarini goz onunde buLundurdugumuzda OnLar bu isin gunah boyutunu dusunemezLer. Bunu sadece ve sadece IsaLamiyete yurekten bagli insanLar dusunur. ve endisesini tasir.

    ornegin;Muaviye (ra)’dan rivayet olunduğuna göre; peygamber (as) ümmetine yanıltıcı sözler söylemeyi yasaklamıştır. (ebu davud)

    Ebu Hureyre (ra)’dan rivayet edilen diğer bir hadiste ise Allah rasulu şöyle buyurur:
    Bir kimseye ilimsiz olarak fetva verilirse, bu fetva ile amel etmenin günahı onu veren kimsenin üzerine olur.

    hadis-i şerifte fetva verme ehliyetine sahip olmayan kimselerin verdikleri fetvalarla yapılan amellerin günahlarını, bu fetvaya uyarak amel eden cahillere değil bizzat bu fetvayı veren ehliyetsiz kişlere ait olduğunu anlıyoruz.
    bu bakımdan hadis fetva vermeye ehliyetsiz oldukları halde buna cüret eden kimseler hakkında çok büyük bir tehtidi beyan etmektedir.

    Efendimiz sav bir başka hadisinde ”sizin fetvaya en cüretliniz ateşe atılmaya en cüretkar olanınızdır” buyurmuşlar.

    Buna göre dini bir mesela hakkında kendisinden fetva talep edilen kimse, o mesela hakkında şer’i bir esasa dayanmayan ve bu hususta dini hükümlere layıkıyla vakıf olmadan asla cevap vermemelidir.

    Übey bin Ka’b’a bir kimse son derece kapalı bir mesele hakkında sual ettiği vakit kendisi ”bu meselenin cevabı sana hemen şimdi lazım mı?”diye sormuş hayır cevabını alınca da ”öyleyse sana lazım oluncaya kadar bana mühlet ver sana o zaman cevabını vereyim” demiştir.

    Ehliyetsiz olduğu halde din hakında fetva veren bir kimse; din adına büyük bir iftirada bulunmuş, şer’i hükümlere karşı laubali davranmış olur.
    bu fetvayı alan kimse ise, aldığı fetvanın yanlışlığını bildiği halde yine de bu fetva ile amel edecek olrsa amelinden doğacak vebalin bir mislide kendine yazılır.

    her kim kendisine danışan din kardeşine bir işte gerçek olmadığını bildiği halde bir şeyi tavsiye ederse tavsiyede bulunduğu kardeşine ihanet etmiş olur.
    (ibni mace ve ebu davud)

    Demek istedigim AvruPa destekLi bu tur SahteKar Fetva yetkisi oLmiyan miyonerLere tabi oLmamaniz… Allah yar ve yardimciniz oLsun…..

  3. Yazan:sever ışık Tarih: Eyl 10, 2008 | Reply

    Sayın DEMİR

    “Beşer”i değerler aracılığı ile dokuyarak “insan” kılmak isteyen ed-din, tabii/fıtri olanı zemin kabul eder. Daha öncede söylediğimiz gibi “insani olan İslami olan”dır. Din’in beşere dokunuşu ona hayat bağışlamak içindir. Çünkü salt diri olmak kamil manada “yaşıyor olmak” demek olmadığından ed-din temas ettiği insan/lar/ı “hayat süren leşler” olmaktan çıkarmayı amaç edinir.

    “Tabii ve suni mecralar”ın çatışması en belirgin olarak insanlığın Hristiyani tecrübesinde yaşanmıştır. Beklide modernliğin doğuşuna sebep olan ve gelişimini belirleyen diyalektik çatışma süreçlerinin en önemli sebeplerinden biri budur.

    “İslam’ın hayatı kendi merkezine doğru çekme çabası” var bunun sebebi hem bir “nitelemeler bütünü” olarak bir “dünya görüşü” olması ve hem de bir “gerekirlikler bütünü” olarak bir “ahlak” hatta tanımlamamıza bağlı olarak “ideoloji” olmasıdır.

    Evet din verili olana kayıtsız kalamaz ve olamaz, diyalog söz konusu olduğunda “İslamın insan ile sorunu olamaz. Dediğiniz gibi “her insan bulunduğu hal üzere İslam’a muhatap olabilir.” Örneğinizde olduğu gibi ibadetleri bile beşerin şartlarına göre düzenler. Ama “dindar insan” dinin kabuğu ile yetindiğinde bağnazlığının ve anlayışsızlığının nerelere varacağını da biliyoruz.
    Din verili olanı yönlendirir.
    Din, İnsan kıble kazandırır. “Kıbleye dönmek”te “kendine dönmek”tir. Kendine dönme cehdini gösteren aradığını bulacaktır.

  4. Yazan:haki demir Tarih: Eyl 10, 2008 | Reply

    sayın uveys
    öncelikle yorumunuzu anlamadığımı ifade edeyim

    eğer,
    yorumunuzdan, yazının fetva verdiği istikametinde bir muhtevaya sahip olduğunu düşünmem gerekiyorsa
    ve eğer,
    fetva verdiğim ve fetvayı İslami ilimlerde kafi bilgi ve idrak sahibi olmadan yaptığımı anlamam gerekiyorsa
    ve eğer,
    bu çabamı da misyonerlerin oluşturdukları dini spekülasyonlardan etkilenerek yaptığımı düşündüğünüzü kabul etmem gerekiyorsa

    YAZININ MUHTEVASI İLE ÜNSİYET KURAMAMIŞSINIZ DEMEKTİR.

    Bu meyanda;

    1-Yazının muhtevasında hiçbir fetva veya içtihat bulunmamaktadır. Böyle bir çaba içinde olmadığım ise yazıdan anlaşılmalıdır.

    2-İslam’ın hayat karşısında nasıl bir tavır aldığı, hayatı nasıl izah ettiği, hayat ile nasıl temas kurduğu bahislerinde fikir üretimi çabasıdır.

    3-İslam’ı anlamanın yolu; İslam’ı merkeze alarak, varlık, insan ve hayat bahislerini de anlamaktır. Hayatın tabiatı, mahiyeti, mecraları, alanları, hareket istikametleri, münasebet çeşitleri ve seviyeleri vesaire konular anlaşılmadan İslam’ı anlama çabası da nedir? İslam hayattan bağımsız ve ona karşı alakasız mıdır ki, hayata dair sıfır bilgi ve anlayış ile İslam’ı tamamen anlamış olmak mümkün olsun?

    Son olarak; biz (veya en azından ben) İslam’ın ilim veya tasavvuf mecralarında değil, tefekkür mecrasında dolaşan biriyim. İslam tefekkür mecrasında dolaşan kişi, asla “fetva” veya “hüküm” veya “içtihat” sahibi olduğu iddiasında bulunmaz. İslam tefekkür mecrası, hikmet meşgalesidir ki, muayyen olan hükümleri daha iyi anlama ve onları hayata daha derinden tatbik etme çabasını gösterir. Yazıyı bu genel çerçeve içinde okursanız sanıyorum maksat hasıl olur.
    hoşçakalın

  5. Yazan:haki demir Tarih: Eyl 10, 2008 | Reply

    Sayın IŞIK
    İnsanın verdiği eserin makes bulması ne kadar hoş bir duygu…

    Evet… “hayat süren leşler” olmaktan çıkarır. Doğru ifade tam da budur. Hayata üflediği nefes, insan üzerinden olduğu için, insan suretinde yaratılmış olan varlıktan öncelikle bir insan inşa eder.
    Merhum Necip Fazıl’ın dahiyane ve sanatkarane ifadesiyle, “hayat süren leşler” olmaktan çıkarmalıdır. İnsanı inşa etmediği takdirde, hareket eden cesetlerin içine biraz libido tıkıştırmaktan başka ne yapılmış olur ki? Bu durumda ortaya çıkan nedir ki?
    teşekkürler

  6. Yazan:suzannur Tarih: Eyl 11, 2008 | Reply

    Sn.Üveys,
    İlginç ama sizin yorumlarınızın olduğu yerlerde L harfi her yerde büyük harfle, alıntılarda ise normal şekilde yazılmış. Bu size neyi anlatıyor??
    Diğer bir-iki harfi saymıyorum çünkü tekrarlanmamış, yani bilinçli olmayabilir. L’ye karşı bir zaafınız mı var, hakikaten merak ettim.Yoksa ona yüklenen bir anlam var da biz yorumcular mı bunu anlayamadık?

  7. Yazan:uveys Tarih: Eyl 11, 2008 | Reply

    sn. Hakki Demir;
    Oysaki yorumumun hemen basinda size katilmamanin mumkun olamiyacagini acikca bilirtmistim. soz konusu misyonerlik faaliyetleri sizin araciliginizla degil, son zamanlarda kendini ilahiyatci ilan edip bu iste gercek soz sahibi kisiler olduklarini beyan eden bir takim medya maymunlarina atfen yazmistim. bunuda acikca belirtmistim. siz neden yazimdan bu sonuca vardiginizi hale anliyamadim. bir baska platformda da birbirimizi yeterince anlamadan tepki gosterdigimizide anlatmistim. neticede bunu bir kerede siz kanitlamis oldunuz yinede yanlis anlasilmis olmaktan dolayi sizden ben ozur dilerim…

  8. Yazan:uveys Tarih: Eyl 11, 2008 | Reply

    sn.suzannur,
    (L)harfine karsi Herhangi bir zaafim yok. Yine(L)harfine yuklenmis bir anLamda yok. Mirc kullanirken kazanilmis bir aliskanlik. Nasil kazandigimi merak edicek olursaniz onuda simdiden belirtebilirim.:)bu siteyi son 20 gundur surekli takip ediyorum. Daha oncesinde kendime bir takim bos hobbyLer edinmistim. Yani interneti amacinda kullanmiyan birisiydim. Inernetti vakit gecirmek amaciyla kullanan birisiydim. mirc ve benzeri sohbet sitelerine katilir. Vaktimi chat yapmakla geciren birisiydim. Cok yonlu bir insan oldugum icin bircok seyden cok cabuk SIKILABILEN bir tip oldugumda soylenebilir.
    Herzaman onemli olanin insanin kendini hissettigi, gibi anlatabilmesi yani planli-projeli hazirlanarak yorum yapmadim. o an icimden neyi gecirdiysem onlari yazdim. Imla kurallarina da cok dikkat etmedim. Affiniza siginiyorum. Almanyada yasiyorum; Yasimda gencte sayilir.(28) sizler kaddar bu isinde profosyeneli degilim. Suan dikkatinizi cektimi bilmem normal bir sekilde yazmaya calistim. Ama inanin bana L’leri buyuk yazmamak icin Cok cabaladim:) Yazdim sildim….Umarim aciklamam yeterli gelmistir.

  9. Yazan:suzannur Tarih: Eyl 11, 2008 | Reply

    SN.Üveys,
    Öncelikle hassasiyetiniz için teşekkür ederim, aynı hassasiyeti diğer yazılarınızda da beklediğimi bildirmek isterim. (Tek yazıyla kurtulmak yok yani :))
    Sayenizde Mirc’i öğrendim, ama hiç hoşuma gitmeyen bir alan(chat), mecbur kalmadıkça msn’sini bile açmayan biri için demesi kolay tabii.
    Sizin yorumlarınızı bekliyoruz, sıkılmadan devam, ara ara insan gündemin yoğunluğundan bunalsa da -yoğun bir yazdı- bazen yazmak istemiyorum dese de, inanın yeniden yazıyorsunuz. Her alanda yorumlarınızı bekliyoruz. (Biz derken yorumcuları kastediyorum, farklı görüşler bizi zenginleştirecektir)

  10. Yazan:haki demir Tarih: Eyl 11, 2008 | Reply

    Sayın Uveys
    afedersiniz

  11. Yazan:uveys Tarih: Eyl 12, 2008 | Reply

    Sn. Suzannur…

    Yazmak sorun degilde, bukadar sey yazdiktan sonra birilerinin kalkip ya ben sizin yazdiklarinizdan bisey anlamadim; Yada kendisinin anlamak istedigi gibi anlayip, akabininde olayi farkli boyutlara tasimasi ve sizinle polimige girmek istemeside bazen insani SIKABILIYOR. Hani demek istedigim o ki..!Bazen esref saatinde olmiyabiliyor insan. Yoksa mizahsel takilmayi kim istemez hani:)Katiliyorum elbet. Yazinin dili yok; Vurgusuda imlayla nekadar mumkun olabilirki..? Bence herzaman icin karsi tarafa ne anlatmak istedigiyle ilgili bir sans daha verilmesinden yanayim..Aksi halde kuresel isinmadan dolayi; Dunyanin cekilmez bir hal aldigini goz onunde bulundurursak bunada insanlarin olaya tepki mahiyetindeki suhunetlerini eklersek yanariz alimallah:) bu arada yorumlarimi takip edip beni uyardiginiz icinde asil ben size Tsk borcluyum…Kabul ederseniz!

  12. Yazan:suzannur Tarih: Eyl 12, 2008 | Reply

    Sn.Üveys,
    Öncelikle estağfirullah, elbette teşekkürü kabul ederim. Sn. yazarın yazdıkları ciddi anlamda araştırmaya dayalı ve donanımlı bir insanın ağzından dökülen sözler. Özellikle suni mecradan hayatımıza sokulmak istenen birçok yapının (fikir, izm…) bir şekilde hayatın dışına ya da uzağına atılması fikri gerçekten çok güzel bir tespit.Batı anlayışının ürettiği ve aklın kaynaklarını oluşturan “gerçeklikler” demiş yazar, bu Avrupa’nın bugün özellikle tartıştığı ve fuzzy mantıkla birlikte gerçekliğin olmadığı sonucuna vardığı anlayışı ifade eden net bir gösterge. Buradan aslında gerçek-gerçekötesi veya üstü gibi akımların da bu topraklarda değil de neden Avrupa’da doğduğu fikri daha iyi anlaşılır. Gerçeklik tasavvuru İslam’da daha farklı algılanır ve hatta mistisimle buna çok daha aşkın bir fikir giydirilir. Ki bu noktada Haki Bey’den isteğim, gerçeklik sorununa değinen bir başka yazı kaleme alması. Çok ufuk açıcı olacağına inanıyorum.
    Saygıyla

  1. 2 Trackback(s)

  2. Eyl 18, 2008: İslâm Kendi Hayatını İnşa Eder : Derin Düşünce
  3. Eyl 25, 2008: İnsan ve hayatta olan hiçbir şey reddedilmemiştir : Derin Düşünce

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin