RSS Feed for This Post

İslam değişime ne kadar açıktır? İçtihad üzerine..

ictihad.jpgGeçtiğimiz yüzyıl İslam dünyasında en çok konuşulan konuların başında hiç kuşkusuz içtihad geliyordu.

Bunun en önemli sebebi büyük bir hızla değişen dünyada hukuk başta olmak üzere tüm alanlara sekülerizmin hakim olması. Bu değişen dünyada müslümanların hayat tarzı da farklılaşıyor ama inandıkları değerlerden vazgeçmek istemeyen müslümanlar değişen dünyanın şartları ile inançları arasında uzlaşma arıyor.

İçtihad kelime manası itibarı ile bir konuda elden gelen çabayı sarf etmek, bir şeyi elde edebilmek için olanca gücü harcamak anlamlarına geliyor. Bir fıkıh terimi olarak ise müçtehidin tafsîlî delillerden şer’î-amelî hükümleri çıkarmak için bütün imkanını harcaması demek.

İslam medeniyetinin atalete uğradığı inkar edilmez bir gerçek. Ve bu atalet medeniyetlerin gerilemesinin doğal bir sonucu olarak bilimden sanata, edebiyattan hukuka kadar her alana yayılmış durumda.

Elbette bunun sebeplerini birkaç noktaya indirgeyemeyiz; ki esasen o zaten apayrı bir değerlendirmeyi teşkil ediyor. Ama hukukî sonuçları içtihad kavramına dayandığı için kısaca buna değinmek gerek.

İslam medeniyeti doğuşundan 17. asra kadar canlılığını ve dinanizmini sürdürmüş ve bununla paralel olarak fıkıh müessesi de her türlü değişime kolaylıkla intibak etmiştir.

Bu tarihten sonra Batı medeniyetindeki hızlı değişime ayak uyduramayan hukuk sistemimiz zamanla yerini Batı’dan gelen seküler hukuka bırakmıştır. Çünkü toplum/yaşam boşluk kabul etmez. Halen de ortadoğu coğrafyasında bu yöneliş devam etmektedir. Ki bugün içtihad konusundaki temel problemlerden birisi de budur: “Hukukun hayatı kuşatamaması.”

Batıdaki hızlı değişime ayak uyduramamak bizim medeniyetimizin suçu değil. Daha önce başka bir yazımda da değindiğim gibi Erol Güngör gibi düşünürler bir ataletten ziyade kıt’a avrupasındaki -dünya tarihinde şimdiye kadar görülmemiş hıza ulaşan- değişime ayak uyduramamaktan bahsederler. Bu değişim gerçekten korkunç bir hızda olmuştur ve bugün adeta tüm insanlığı, hem toplumsal ahlâk, hem çevre, hem de -doğal olarak- insanlığın biyolojik geleceği bakımından çok ciddi boyutlarda tehdit etmektedir. Ve bu hızlı değişim artan bir ivmeyle de devam ediyor.

Bu değişime diğer hiçbir kültür de ayak uyduramamış ve silinip gitmiştir. Bunun sebebi olarak böyle bir hızın daha önce görülmediği öne sürülebilir. Bu değişimin iyi yönlerinin; kötü yönlerinin -ve insanlığa bedelinin- zekatı bile etmediğini düşündüğüm için bu çılgın sıçrayışı benimsemiyorum elbette.

Fakat bugün gelinen nokta bu ve biz bu noktadan ilerisini konuşmak zorundayız.

İslam değişime açıktır. Hz.Peygamber’in 23 yıllık risaleti sürecinde bunun örneklerini görüyoruz. Bu süreçte iman ve ibadet esaslarında hiçbir değişiklik olmadığı halde sosyal meselelerde ve insanlararası ilişkilere değinen husularda şartlara göre neshin mevcudiyeti bilinmektedir.

Daha sonra Hz.Ömer ve Hz.Ali’nin halifelikleri sırasında yine bu sosyal değişimler bağlamında vahyin ruhuna uygun içtihadları olmuştur.

Sonraki dönemde de, İslam yayıldıkça karşılaşılan sosyal meseleler nedeniyle bu içtihatlar devam etmiş çeşitli yorumlar ortaya çıkmış bunlardan bazıları mezhep ekolüne dönüşmüş ve günümüze kadar uzanan zengin bir fıkıh külliyati oluşmuştur.

Hz.Peygamber’in vefatının hemen ardından, 17.yy.ın ortalarına kadar baktığımızda hukukun (İslam) medeniyet gelişimi/değişimi ile birlikte gittiğini görüyoruz. Bu tarihe kadar büyük bir tıkanma olmamış, içtihad müessesesi karşısına çıkan tüm sorunları ustalıkla çözmüştür. İslam fıkıh literatüründeki -inceleyen Batılıları da kendisine hayran bırakan- muhteşem zenginlik -ve metololoji- buna çok güzel bir kanıttır.

Bu tarihten sonra başlayan ve değişme ayak uyduramayan donukluk nedeniyle diğer alanlarda olduğu gibi hukuk alanında da içtihad müessesi giderek durgunlaşmıştır.

Hemen şunu belirteyim ki medeniyetler bir bütün olarak gelişir ya da atalete uğrarlar. Yani burada hukukun donuklaşması İslam medeniyetinin gerilemesine yol açMamıştır.

İslam medeniyeti bir bütün olarak birçok sebepten dolayı atalete uğradığı için tabii bir sonuç olarak bu atalet, siyasetten hukuka, bilimden felsefeye kadar tüm alanları donuklaştırmıştır. Bu genel ataletin sebeplerine daha önce değinmiştim. [ Bkn yazı ve yorumlar ]

Son 200 yıla geldiğimizde de İslam geleneği/düşüncesi Batı’daki hızlı değişim sonrasında gelen materyalist Batı felsefesinin ve kültürünün cüretkâr saldırısı nedeniyle kendisini tamamen izole etmiş ve nihayetinde mesele “İçtihad kapısı kapalı” denmesine kadar gelip dayanmıştır. Teorik olarak içtihad kapısı kapalı falan değildir, çünkü tüm İslam alimleri bilir ki bir taşra kadısının verdiği karar bile içtihaddır. Buna 19 yy. kesîf ortamına karşı oluşmuş bir refleks diyebiliriz. Belki de bu refleks “özü” korumak için gerekliydi, bunu anlayışla karşılayabilirsek de donukluğu halen aşamıyor oluşumuzda bu gelenekçi yaklaşımın sert tutumu olduğunu da unutmamalıyız.

Aslında burada gelenekçi kanadı suçlamak da hakkaniyetli olmaz. Çünkü bu sırada yürütülen 150 yıllık modernleşme projesi din konusunu ihmal etmenin de ötesinde tamamen devre dışı bırakma gayretine gitmiştir.

Bu Türkiye özelinde görülebilir ama şunu unutmamalıyız ki son yüzyılında yaşadığı sıkıntılara rağmen Osmanlı imparatorluğu İslam dünyasının lideriydi. Bu açıdan İslam dünyasının diğer ülkelerinde görülen bazı yenileşme çabaları da gerek sömürge olmaları gerekse lidersizlik nedeniyle kuşatıcı/yayılmacı bir vizyona sahip olmamaları nedeniyle yetersiz kalmıştır. (Tek istisna olarak İran gösterilebilir.)

Ülkemizde uygulanan bu proje, yüzyılların birikimine sahip, bu toprakların kültürüyle yoğrulmuş medrese geleneğinin donukluğunu üzerinden atmasına yardımcı olmak ve değişimine önayak olup revize etmek yerine, onu tamamen ortadan kaldırmış ve İslam’ı avam dediğimiz, taşra zihniyetli, kendini yetiştirme imkanına sahip olamamış, samimi ama yetersiz müslümanların üzerine terketmiştir.

Bu samimi müslümanlar geçen yüzyılın ilk döneminde gerçekten büyük bir gayretle İslam’ı koruyup gözetmişler, geçiş dönemi sancısı çekmişler, bir çok sıkıntılarla karşılaştıkları halde yılmadan bu milletin evladına dinlerini öğretmişlerdir. Ne garip bir tecelli ki bugün değişime çok sert biçimde direnen kesim de aynı kesim müslümanlardır.

Nihayetinde bugün Batı’da ve Batı’nın şartlarında gelişen modern hukuğun pek çok açmazı sırtımıza binmiş ve içtihad meselesi -ülkemiz özelinde düşünürsek- Diyanet gibi kurumlarla vicdanlara yönelik küçük ve suya sabuna dokunmayan fırça darbeleri atma konumuna indirgenmiştir.

Fakat bugün gelinen noktada İslamî düşüncede büyük bir değişim görüyoruz. İslamî ehliyet tekrar taşradan elit kesime geçiyor ve kendini yetiştiren müslüman aydınlar İslam’ı, modernizmi, değişimi konuşuyor. Bu geçiş de şüphesiz sancılı bir geçiş fakat gözlenebildiği kadarı ile değişim ve intibak için gerekli dinamiklere sahip olduğumuz anlaşılıyor.

Modernizm çözümlenebildiğinde ve korkmadan yüzleşilebildiğinde içtihad vb. konular kolaylıkla halledilebilir. Bir süreç içinde gerçekleşecek bu değişim, ilkeleri ve nassları zerre kadar zedelemeden hukuktan, siyasete, ekonomiden felsefeye kadar tüm yaşam alanını kendiliğinden kuşatır; tıpkı Hz.Peygamber’den sonraki 11 asırda olduğu gibi.

Bunun modernizmi olduğu gibi kabul etmek olmadığını ise söylemeye gerek bile yok sanırım.

 

 Derin İnsan 

 “Düşümde bir kelebektim. Artık bilmiyorum ne olduğumu. Kelebek  düşü görmüş olan bir insan mıyım yoksa insan olduğunu düşleyen bir kelebek mi?” (Zhuangzi, M.Ö. 4.yy)

“Ben” kimdir? İnsan nedir? Hakikat’in ne tarafındayız? Hiç bir şüpheye yer bırakmayacak bir şekilde nasıl bilebiliriz bunu? Zekâ, mantık ve bilim… Bunlar Hakikat ile aramıza bir duvar örmüş olabilir mi? Freud, Camus, Heidegger, Kierkegaard, Pascal, Bergson, Kant, Nietzsche, Sartre ve Russel’ın yanında Mesnevî’den, Mişkat-ül Envar’dan,  Makasıt-ül Felasife’den, Füsus’tan ilham alındı. Hiç bir öğretiye sırt çevrilmedi. Aşık Veysel, Alfred Hitchcock, Maupassant, Hesse, Shyamalan, Arendth, Hume, Dastour, Cyrulnik, Sibony, Zarifian ve daha niceleri parmak izlerini bıraktılar kitabımıza. Buradan indirebilirsiniz. 

   Kadınlar… Günümüzün Don Kişotları

Suzan Başarslan’ın dediği gibi “kadına dair söylenmesi gereken ne  kadar söz varsa erkeğin söylediği” bir dünya bu. Sadece söz mü? Yaşama hakkı bile. Bugün Çin’de ve Hindistan’da yüzbinlerce kız bebek daha doğmadan ultrason ile ana karnında görülüp yok ediliyor. Erkeklerin güç mücadelesinde kadınlar eziliyor. Cumartesi anası oluyor, cezaevlerinin önünde sıra bekleyen, şehit tabutlarının üzerinde ağlayan oluyor.  Şampuan veya otomobil satarken bedenini kullandıran, arka planda, silik, soyunan, tüketen, “figüran”… Kadınlara özne olma hakkını vermeyen erkekler mi yoksa bu hakkı alamayan kadınlar mı? Kadınlıklarını kaybetmeden, erkekleşmeden var olabilecek mi birgün kadınlar? 96 sayfalık bu kitapta Kadın’a ait kavgaları ve Kadın’ın kimlik arayışını sorguluyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

 Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu

Devlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisini hukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm” demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor.  Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.

Amerika Tedavi Edilebilir mi?

 Amerikalılar neden bu kadar gaddar? Dünyanın geri kalan kısmında yaşayan insanlara karşı niçin bu denli acımasız?
 Bayrak yakmanın ve Amerikan/İsrail mallarını protesto etmenin dışında bir şeyler yapmak gerektiğini düşünenler için yapılmış bu çalışmayı ilginize sunuyoruz. ABD desteği son bulmadan Ortadoğu’nun psikopatı İsrail’in saldırganlığı bitmeyecek ve Ortadoğu’ya huzur gelmeyecek gibi görünüyor. Vietnam’da ve Latin Amerika’da yaşanan katliamlar Ortadoğu’da devam ediyor.

 Müslüman’ın Zaman’la imtihanı

Sunuş: Müslümanlar dünyanın toplam nüfusunun %20’sini teşkil ediyorlar ama gerçek anlamda bir birlik yok. Askerî  tehditler karşısında birleşmek şöyle dursun birbiriyle savaş halinde olan Müslüman ülkeler var. Dünya ekonomisinin sadece %2-%3′lük bir kısmını üretebilen İslâm ülkeleri Avrupa Birliği gibi tek bir devlet olsalardı Gayrı Safi Millî Hasıla bakımından SADECE Almanya kadar bir ekonomik güç oluşturacaklardı. Bu bölünmüşlüğü ve en sonda, en altta kalmayı tevekkülle(!) kabul etmenin bedeli çok ağır: Bosna’da, Filistin’de, Çeçenistan’da, Doğu Türkistan’da ve daha bir çok yerde zulüm kol geziyor. Müslümanlar ağır bir imtihan geçiyorlar. Yaşamlarını şekillendiren şeylerle ilişkilerini gözden geçirmekle başlıyor bu imtihan. Teknolojiyle, lüks tüketimle, savaşla, kapitalizmle, demokrasiyle , “ötekiler” ile ve İslâm ile olan ilişkilerini daha sağlıklı bir zemine oturtabilecekler mi? Müslüman’ın Zaman’la imtihanı adındaki 204 sayfalık bu kitap işte bütün bu konuları sorgulayan ve çözümler öneren makalelerden oluşuyor.

 Bir pozitivizm eleştirisi

Hayatta en kötü mürşit ilim ve fen olmasın sakın? Eğer Atatürk bir kaç yıl daha yaşasaydı o meşhur sözünü geri alır mıydı acaba?… Ateşi keşfetmeden önceki insanlık ile bugünkü “uygarlığımızı”  karşılaştırdığımızda hiç  yol almadığımız söylenebilir. Bundan 200 bin yıl önce komşusunun yiyeceğini çalmak için başına taşla vuran neandertal insani ile 2003 yılında Irak in petrolünü çalmak için bir milyon ıraklı sivili öldüren (veya buna seyirci kalan) homo economicus ayni uygarlık seviyesinde. Aralarındaki tek fark kullandıkları silahların teknolojik üstünlüğü.  Teknoloji ve bu teknolojinin uygulanmasını mümkün kılan bilimsel buluşlar sıradan insanlar kadar bilim adamlarının da gözlerini kamaştırdı. Bugün karşımıza kâh bilimci (scientist), kâh deneyci (ampirist) olarak  çıkan ahlâkî-felsefî bir duruş var. Bu duruş eğitim sistemimize ve resmî ideolojimize öyle derinden işlemiş ki sorgulanması dahi çok sayıda insanı öfkelendirebiliyor, rejimin savunma mekanizmalarını harekete geçirebiliyor.  Bilim ve teknolojinin insanlığa otomatik olarak barış getireceğinden şüphe etmek neredeyse bir suç. Buna cüret edenler gericilikle, bağnazlıkla suçlanabiliyor.  Pozitivizm ve “modern” yaşam üzerine yazılmış makalelerimizin bir derlemesini 75 sayfalık bir kitap halinde sunuyoruz. PDF formatındaki bu kitabı buradan indirebilirsiniz.  

Trackback URL

  1. 46 Yorum

  2. Yazan:Elifnur Tarih: Ara 29, 2007 | Reply

    İslamiyet aslında değişmez ilerler fakat günümüzde ilerlemek yerine gerileme görülmektedir.Bunu oturup konuşulunca ise hayır bu bir batılaşma deniyor ,olsada insanlar herşeyi yapıp ben özgürüm demesi ne gariptir örneğin ben başörtümle bir kısım yerlere giremezken bikini tarzı giyen kişiler her mekana elini kolunu sallayarak giriyorlar bu böyle olduğu için batıcılık diye sorun çıkıyor.Ne garip ben Türkiyede yaşıyorum meclisimize suçlu insan girebiliyor o koltukta oturabilirken ben suçlu olmadığım halde kafama geçirdiğim o mübarek örtü için 2. planda tutuluyorum üzücü olan, karışıklık veren bu bize bizim gibiler örümcek kafalı diye anılıyorken ben ve arkadaşlarım kabul ediyoruz çünkü başımız dik ve alnımız açık saygılarımla yazınızda değindiğiniz konular için teşekkürler…

  3. Yazan:knz Tarih: Ara 29, 2007 | Reply

    Elifnur hanım sizi buraya bekliyorum.

    http://www.derindusunce.org/2007/12/11/birakiniz-acsinlar-birakiniz-ortsunler/

    orada eski yorumları komut olarak almak yerine,
    şimdiki idrakimizle yeniden yapılandırmayı önermiştim. Kaynağa yaklaşam yönündeki çabalarımız son bulamaz.

    Bu sayfada soracağım soru şu; sadece eski komutlar sabit kalmak kaydı ile, geri kalan herşey içtihada tabidir?

  4. Yazan:mr^sair Tarih: Ara 30, 2007 | Reply

    Merhaba Suat Bey;

    İctihad kavramının lügat manasını anlaşılır bir şekilde vermişsiniz, yalnız istilâhi mânâsı pek anlaşılır olmamış. Diyanet sitesinden ilintilediğiniz linkte kırık olduğundan, kavramın pratiğine de işaret eden sade bir tanım yapmanın münasip olacağını düşündüm. Akabinde, kıymetli bir yorumcunun malümat eksikliğini giderebilmenin yolunu arayacak, nihayetinde yaşadığı döneme ilişkin tespitleri ile günümüz fikir havuzuna can kurtaran simitleri atmış, merhum Erol Güngör ‘den mühim bir alıntı yaparak sözlerimi tamamlayacağım.

    İctihad, yazınızda işlediğiniz mânâsı (istilâhi) ile: “Kur’an ve Sünnette bir meselenin açık hükmü bulunmadığı zaman, gerekli hüküm ve bilgiyi çıkarmak için başvurulan çare ve yollar demektir.”

    Kur’an ve onda zikredilen konuyu onaylayıp, mü’minlerin tatbikatında sağlamlaştıran Sünnet, İslâm ‘ın vazgeçilmez iki ana kaynağıdır, ve bu sebeple diğer ictihad/usul/ma’ruf ‘a kaynaklık etmektedir. Allah ‘ın vahyi ve onu beyan eden Rasulünün sünneti, tüm ictihadların esas dayanağı olarak muhafaza edilmeli, ona dayandırılmalıdır. Bu bağlamda Kur’an ve Sünnet dışındaki kaynaklar, mahiyetleri itibariyle birer ictihadi kaynaktır.

    Bu iki ana kaynağın, eskisi-yenisi düşünülemez. Lâkin, örf ve sahabelerin uygulaması; icma, kıyas, istihsan vs.. gibi görüş ve kanaat kaynakları için bu sabitlik söz konusu değildir. Bunlar birer ‘komut’ olarak değilse de, birer dayanak olarak görülebilir, bunda beis yoktur. Pek tabii, bunların Kur’an ve Sünnet mesabesinde olması,böyle telkinlerde bulunulması da düşünülemez. Bunlar üzerinde ictihad yapılması, çeşitli ilimlerde uzman olanların bir araya gelerek teşkil edecekleri bir ‘şura’ ile elbette ki mümkün olabilir. Bu doğal olanıdır. Kimse de böylesi bir oluşumun görüşlerini ‘eskilerin komutları’ olarak değerlendiremez.

    Bir mezhebe intisab edenlerin, onun imamının ictihadlarını benimseyen uzmanlık gerektiren bilgiden mahrum olan alelade Müslümanların, bu görüşleri tartışmaya açmak gibi bir kaygısı olacağını düşünmek fazlaca abartılıdır. Bu yine, her biri kendi alanlarında muteber görülen, ilgili kurumlarca vazifelendirilen ve en önemlisi şura çatısı altında faaliyet gösterebilecek; alınacak kararları ilgili insanlara izah ederek, zihinlerdeki müşkülleri bertaraf edebilecek mütehassısların işi olmalıdır.

    Bu kurum, Kur’an ve Sünnetten feyz alan müçtehid, fakih, imamların ictihadlarındaki varsa usulleri, yoksa usullerindeki delilleri, ve değişen modern zamanlardaki muhtelif problemlerin çözümünde, bu delillerin nasıl analiz edebileceği üzerinde kafa yoracaktır. Yoksa, eskileri ululamak gibi bir maksatları olmayacaktır.

    Bu anlamda, ‘İslâm Hukukunda İctihad’ isimli önemli bir eseri te’lif eden Hayrettin Karaman Hocanın izahlarını ve tartışmalara getirdiği anlaşılır, kabul edilir bakış açılarını okumanızı önerebilirim. Asgari okumaları gerçekleştirmeden, takdir edersiniz ki ilmî bir konuda münazaraya girişmek verimsiz ve kısır kalacaktır. Hepimizin, en başta benim, çok daha fazla okumaya ve öğrenmeye ihtiyacı var.

    Suat Bey; merhum Prof. Dr. Erol Güngör Hoca ‘nın; Dünden Bugünden – Tarih-Kültür ve Milliyetçilik isimli kitabında şöyle bir ifadesi vardır:

    “Pek çok kimse eski medeniyetimizi bıraktığımızı, ancak yenisini de benimseyemediğimizi söyler ve asıl problemin Batılılaşmamış olmamızda yattığını iddia eder. Kısacası aydınlarımızın batıcı olanları kadar muhafazakâr görünenlerinde de ortak kabul: eski medeniyetimizin yetersizliği, yenisinin ise bir türlü alınamayışıdır. Hâlbuki bizim burada anlatmaya çalıştığımız düşüncede, bizzat bu Batı Medeniyeti denen şeyin bir sorguya çekilmesi ve eski medeniyetimizle ilgili harc-ı alem görüşleri bir tarafa bırakıp onu yeniden değerlendirme gereği üzerinde durulmaktadır.” “Şimdiye kadar hep önce iman sonra şüphe yolunu tuttuk; şimdi de şüphe ile başlayarak imanı arayalım.”

    Batılılaşma ve Türk Kültürü, Milliyetçilik üzerine kafa yoran merhum Prof. Dr. Osman Turan, Erol Güngör, Necip Fazıl gibi üstadların, yaşadıkları döneme ilişkin düşünceleri ile adeta ezber bozan türden ‘ictihad’larını inceleyerek, bugünün sancılarını, kısır tartışmalarını aşabilmenin yollarını aramakta her zaman fayda olduğunu düşünmüşümdür.

    Teşekkür eder, saygılar sunarım…

    ve sâir…

  5. Yazan:T.Suat Demren Tarih: Ara 30, 2007 | Reply

    Sevgili Sâir,

    Evet, uyarı için teşekkürler, link kırılmış, tekrar aramaya vaktim olmadığı için kaldırdım. Zaten senin yorumun da konuyu güzel açıklamış.

    Ben bu konuda Merhum Erol Güngör Hoca’dan çok istifade ettim.

    Güngör’ün bahsettiğin kitabı dışında İslam’ın Bugünkü Meseleleri” ve çeşitli makalelerinin biraraya toplandığı “Sosyal meseleler ve Aydınlar” isimli kitapları da çok faydalı, sorunlarımıza çözüm ışığı tutacak eserler.

    Selamlar.

  6. Yazan:Mr No Tarih: Ara 30, 2007 | Reply

    Elifnur Hanım,
    “bikini tarzı giyen kişiler her mekana elini kolunu sallayarak giriyorlar ”
    Kampustebaşörtüsü giyenler var ama bikini giyenlere rastlamadım. Plajlar ve podyumlar dışında bikini giyilen bildiğiniz yer var ise söyleyin ben de gideyim.

  7. Yazan:snowqueen Tarih: Ara 31, 2007 | Reply

    sanirim önce “bikini tarzi(!)” giyinmenin, basörtüsünün karsiti olmadigi bilincinin oturmasi lazim. Askili bluz, minietek, straplez bilmemne yazlik mevsimlik kiyafetlerdir takdir edersiniz, dini siyasi bir durus ifade etmez:-)

  8. Yazan:FST Tarih: Ara 31, 2007 | Reply

    Snowqueen

    Askili bluz, minietek, straplez bilmemne yazlik mevsimlik kiyafetlerdir takdir edersiniz, dini siyasi bir durus ifade etmez:-)

    Dini ve siyasi duruş ifade etse ne olur ki? Misal bir hanım “ben çağdaş, laik bir insanım, Kemalizme inandığım için ve bu sebeple askılı bluz giyiyorum” dese ne olacak, okula alınmayacak mı? Kaldı ki bugün artık yıllardır türban siyasi simgedir diye diye başı açık olmak da bir tür siyasi ifadeye dönüştü neredeyse.

    Dini ve siyasi simge okullarda serbest olmalıdır.

  9. Yazan:FST Tarih: Ara 31, 2007 | Reply

    Mr No,

    Sen nerede okuyorsun Arabistan’da mı? Öyle kıyafetler var ki benim gördüüm kampüslerde, bikini yanlarında kapalı kalır. Yahu ne tutucu okul kampüsleri varmış.

    Ha bu arada, bir şairin dediği gibi:

    Onlar diyor mini etek,ben diyorum hani etek.

  10. Yazan:Ç-Z Tarih: Ara 31, 2007 | Reply

    Gözümün önünden gitmeyen görüntüler:
    Beşiktaş iskelesinin kapısından içeri adım atar atmaz karşımdaki kapının önünde sırtı dönük bekleyen bir hanımı gördüğümde ilk düşündüğüm “çıplak mı acaba” olmuştu.Sırtı çırılçıplaktı valla alt kısmında ne vardı hatırlamıyorum ama bir an önce yanına gidip çıplak olup olmadığına bakmak istemiştim,gözümün gördüğü bulunduğumuz yer itibariyle aklıma ”çıplak değil” diyordu ama hanımın arka cephesi kesinlikle “çıplağım” diye bağırıyordu..
    Neyse çıplak(!) değilmiş bir kumaş parçasını incecik ipliklerle boynundan ve belinden bağlayıp göğüslerini kapatmış;böylelikle o genç kız farklı cephelerden bakıldığında hem çıplak,hem de giyinik görüntüye sahip olabilmeyi becerebilmişti.
    * * *
    Oturduğum sitenin(şehir içinde ve kesinlikle sayfiye sitesi olarak tanımlanamaz),ortak kullanım alanları içinde havuz da var ve yazın site içindeki sokaklarda,asansörde,beline şeffaf poreo bağlamış bikinili kızları görmek mümkün olabiliyor.
    * * *
    Bazı çalışanlar iş yaparken fazlaca eğilip kalkmaktan pantolonları bel altına düşer ve iç çamaşırları ve popoları garip görüntüler arz eder,millet birbirini dürtükler ve bu görüntüye dudak kıvırıp yukarıdan bir bakış atarlardı,şimdilerde ise bu görüntü “moda”.Düşük belli kıyafetlerle iç çamaşırlarını ve popoların bir kısmını göstermek pek tabii ki “moda”kavramı içinde değerlendirildiği için eleştirilemez.Eğer bu “moda” kavramı eleştirirseniz geri kafalı olursunuz,herkes istediği gibi soyunabilir.
    Bunların hiçbiri elbette baş örtüsü ile mukayese edilemez zira modanın “ana kuralına aykırı” ; davranmış olursunuz;soyunmak özgürlük, örtünmek esaret demektir !!! Öyle mi?

    Karşı çıktığınız kıyafetin bir “dini siyasi duruşu” ifade etmesi mi gerekir Snowqueen?

  11. Yazan:snowqueen Tarih: Ara 31, 2007 | Reply

    minietek ve askili bluzu dini(ateizm) ve siyasi(kemalizm) simge gibi gösterme egiliminde olanlari Freud’a havale ediyorum:-)
    anca paklar…

    Onlar diyor mini etek, ben diyorum hani etek.

    sair bey de kumas imalatçilarini kendine sponsor yapsaymis keske…
    daha da olmazsa moda sektörüne girip, arzu ettigi tasarimlari kendi yapip kemalist-ateist ideolojinin simgesi Twiggy’ye giydirir:-)

  12. Yazan:snowqueen Tarih: Ara 31, 2007 | Reply

    Ç-Z,

    Yazdilarinizi okuyunca aklima okula giderken yasadigim bir olay geldi.
    Henüz 21 yasinda, yaz sicaginda laylaylom sekilde etegimle yürürken bir kadin ‘müslüman kadinin giydigi seye bak!…..(burada bir küfür sallaniyor)’ diyerek yanimdan düsmanca bakislarla geçip gitmisti.
    Kadini, kadinin kurdu yapan nedenlerin temeli ne kadar korkunç!

  13. Yazan:snowqueen Tarih: Ara 31, 2007 | Reply

    insanlarin seksi bu kadar abartip tabulastirdigi açlik hissiyati geçmedigi sürece astronot kiyafeti giyseniz bile bunun disinda kalamazsiniz.

    E herkes Yoko Ono olsa, din adamlari neyi yasaklayacak, pazarlamacilar neyi satacak…

  14. Yazan:T.Suat Demren Tarih: Ara 31, 2007 | Reply

    E herkes Yoko Ono olsa, din adamlari neyi yasaklayacak, pazarlamacilar neyi satacak…

    dam üstünde saksagan
    vur beline kazmayı
    madem yüzme bilmiyordun
    neden çıktın ağaca
    ben annemi özledim
    yaşasın 23 nisan

  15. Yazan:MY Tarih: Ara 31, 2007 | Reply

    @SnowQueen,

    SORU 1 : Siz bizim eskiden tanidigimiz, farka ve farkli inançlara, kadin haklarina saygili hanimefendi misiniz yoksa ayni rumuzu kullanan baska bir insan misiniz?

    “E herkes Yoko Ono olsa, din adamlari neyi yasaklayacak, pazarlamacilar neyi satacak…” (SnowQueen)

    SORU 2: Yoko Ono çirkin mi demek istiyorsunuz?
    SORU 3 : Annesi, babasi ve John Lennon’un ne düsünebilecegini de düsündünüz mü?
    SORU 4 : Kadin güzelligi sizce 90-60-90’da mi biter?
    SORU 5: Sitemizin en Maço kadini olarak ne hissediyorsunuz?

    SORU 6 : Dinin tek derdi sizce kadinlarin fiziksel güzelligi ile mi ilgili?

    SORU 7 : Pazarlamacilarin Yoko Ono ile çalismak için neler yapmaya hazir olduklarini düsündünüz mü hiç?

    http://www.amazon.com/s/ref=nb_ss_gw/103-4962213-4346230?url=search-alias%3Daps&field-keywords=Yoko+Ono

  16. Yazan:knz Tarih: Oca 1, 2008 | Reply

    Aşağıdaki ifadede temel yanlışı açıklayacağım.

    Dini ve siyasi duruş ifade etse ne olur ki? Misal bir hanım “ben çağdaş, laik bir insanım, Kemalizme inandığım için ve bu sebeple askılı bluz giyiyorum” dese ne olacak, okula alınmayacak mı? Kaldı ki bugün artık yıllardır türban siyasi simgedir diye diye başı açık olmak da bir tür siyasi ifadeye dönüştü neredeyse

    kemalizm ne vahiy değildir. Yani sekülerdir. yeryüzüne aittir.

    sırtı açık kıyafet japonyada, türkiede de veya amerika da bir yargıç hanımın giymekte inat edeceği bir kıyafet değildir.

    hanım bardan çıkıp, kimse bana karışamaz bu allahın emridir ben sırtım açık yargıçlık yapacam diye direnirse ona da kanun yolu ile aynı şey uygulanır.

    Bu tür kurnazlıklara sapmadan bir mevzuyu dürüst bir şeklide konuşmak gerekiyor.

  17. Yazan:Da Vinci Tarih: Oca 1, 2008 | Reply

    FST: Öyle kıyafetler var ki benim gördüüm kampüslerde, bikini yanlarında kapalı kalır.

    Fethi bey hangi üniversiteymiş bu böyle çok merak ettim. Sakıncası yoksa söyleyebilir misiniz? Bu kampüse bir ziyarette bulunmayı çok isterim. Ciddiyim.

  18. Yazan:snowqueen Tarih: Oca 1, 2008 | Reply

    @MY

    “Üniversitelerde bikini modeli kiyafet giymis kizlar ellerini kollarini sallayarak dolasiyor” diyen insanlar, bahsettiginiz anlamda saygiyi haketmiyorlar. Tıpki, türbanlilara ‘ninja, kara fatma’ gibi sifatlar takan
    insanlarin haketmedigi kadar!

    Kaldi ki, minietek, askili bluz gibi giysilerden dini ve siyasi çikarim yapmak, üzerine de ‘benim gördügüm kampüslerde kizlar neler neler giyiyordu’ diyebilmek, kendi oturdugu sitenin içerisinde bikini ve pareoyla gezen kadinlari ahlaksizlikla suçlamak karsisinda saygimi korumayacagim.Siz sokakta yürürken hakarete ugrasaniz buna saygi mi duyarsiniz?

    ——-

    Yoko Ono o an aklima gelen bir örnekti, bilenler bilir, John Lennon’la ve kendi basina ‘ciplaklik’, ‘baris’ temali bir çok performans gerçeklestirmis bir fluxus sanatçisidir ayni zamanda.
    Bir cinsel obje olarak degil, bir insan, beden olarak.
    60’larin cinsel devrim uyanisinin temeli de bu degil miydi?
    (Ama tarih ironik, üzerinde Che baskisi olan t-shirtler satan
    markalar olmasi gibi.)
    Dinin tek derdi, kadinlarin fiziksel güzelligi oldugunu yazmadim ama
    cinsel baski otoritesi oldugu bir gerçek.

    @knz
    Bu tür kurnazlıklara sapmadan bir mevzuyu dürüst bir şeklide konuşmak gerekiyor.

    Evet bence de bu kurnazliklara hiç gerek yok…

  19. Yazan:MY Tarih: Oca 1, 2008 | Reply

    @SnowQueen,

    “bikini ve pareoyla gezen kadinlari ahlaksizlikla suçlamak karsisinda saygimi korumayacagim.Siz sokakta yürürken hakarete ugrasaniz buna saygi mi duyarsiniz?”(SNOWQUEEN)

    Sizdeki saygi duygusunun baskalarina endeksli olamayacak kadar gelismis ve içsellestirilmis oldugunu umud ediyorum.

    Sizi daha asagi seviyelere çektigini düsündügünüz yorumlar sizi “dogru yoldan” saptirMAmali bence. Ama yine de siz bilirsiniz 🙂

    iyi bir 2008 dilegiyle

  20. Yazan:Ç-Z Tarih: Oca 1, 2008 | Reply

    @SnowQueen,

    BEŞİNCİ KISIM
    ÇEŞİTLİ HÜKÜMLER
    I. İnkılâp kanunlarının korunması
    MADDE 174. – Anayasanın hiçbir hükmü, Türk toplumunu çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkarma ve Türkiye Cumhuriyetinin lâiklik niteliğini koruma amacını güden, aşağıda gösterilen inkılâp kanunlarının, Anayasanın halkoyu ile kabul edildiği tarihte yürürlükte bulunan hükümlerinin, Anayasaya aykırı olduğu şeklinde anlaşılamaz ve yorumlanamaz :
    2*. 25 Teşrinisâni 1341 tarihli ve 671 sayılı Şapka İktisâsı Hakkında Kanun;
    8**. 3 Kânunuevvel 1934 tarihli ve 2596 sayılı Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine Dair Kanun.

    *25 Teşrinisani 1341 tarihli ve 671 sayılı Şapka İktisası Hakkındaki kanundur. (Resmi Gazetede yayın tarihi: 28.11.1925/230).
    Bu Kanuna göre Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri dahil, bütün kamu görevlilerinin, bütün memur ve müstahdemlerin “şapka giymek mecburiyeti” vardır. Kanun, kamu görevlileri açısından “şapka giymek mecburiyeti”ni getirmekle beraber; vatandaşlar açısından bir yükümlülük ihdas etmemektedir.

    * * 3 Kânunuevvel 1934 tarihli ve 2596 sayılı Bazı Kisvelerin giyilemeyeceğine dair kanun (RG.: 13.12.1934/2879). Kanun’un 1.maddesi hükmü, sadece “ruhaniler”le ilgili olup. “ruhani kisve”lerin “mabet ve ayinler haricinde” taşınmasını yasaklamaktadır. 2. maddede, izcilik gibi sportif faaliyetlerin icrası ile ilgili kıyafet ve alametlerin belirlenmesi bir hukuki rejime tabi tutulmuştur. Kanun’un 3. maddesiyle, yabancı bir devlete ait askeri veya sair resmi kıyafet ve alametlerin taşınması yasaklanmıştır.
    Kanunda, “yabancı örgüt mensupları”nın kendi özel kıyafet ve alametleriyle ülkemizi ziyaret etmeleri, Bakanlar Kurulu’nun iznine tabi tutulmuştur

    İnancı gereği başını örten kadının baş örtüsü nasıl olur da”ruhaniler” kapsamında değerlendirilip,laiklik tehditi olarak algılanıp eğitim alanında yasaklanabilir?

    Bu yasaklama ile kadınların “insanlık vatandaşlık hakları”elinden alınmış olmaz mı?

    Toplum içinde kadının varlığını sınırlıyan bir anlayış nasıl olur da çağdaş uygarlık seviyesinin üzerine çıkabilir?

    Kadının İslam dini tarafından “din adamı” olarak bile görevlendirilmediğini,örtünmesinin kendisini 2.sınıflaştırdığını iddia ederek kadını sözüm ona “özgürleştitip,kıyafetleri ile çağdaşlaştırmaya “çalışanlar nasıl olur da yine aynı kadını sadece ve sadece başörtüsü nedeniyle “ruhani” olarak tanımlayıp “yasaklı vatandaş” kapsamında tutabilirler anlamak zor!

    Şimdi sayın SnowQueen,“kıyafetler dini siyasi bir duruş ifade etmez” cümleniz anayasaya aykırıdır,uyarırım!

  21. Yazan:abdullah Tarih: Oca 1, 2008 | Reply

    Değişmek kapitalizme teslim olmaksa,başörtü altı poantolon giymekse,bayağı bayağı yılbaşı kutlamaksa,geçmişin usullerine burun kıvırmaksa çoktan değiştik

  22. Yazan:Ç-Z Tarih: Oca 1, 2008 | Reply

    @Snowqueen,

    Ben gördüklerimi yazdım,siz ”sitenin içerisinde bikini ve pareoyla gezen kadinlari ahlaksizlikla “SUÇLADINIZ.!

    Başkaları için “örtülü” olunabilecek zaman ve mekanları belirleyenlerin ,“çıplaklık” için aşırı özgürlükçü tavır sergilemeleri gerçekten Freud’a havale edilecek bir yaklaşım.

    Eh artık bu “ahlaksız” tanımınızla,erkek egemen toplumda ”kadının,diğer kadının kurdu”olabilmeyi nasıl içselleştirip eyleme dönüştürebildiğini yine en iyi ve en doğru olarak siz bilir ve bize de yazarsınız artık!

    Saygı konusuna gelince;
    Sizin gibi bireysel özgürlükleri sonuna kadar savunan bir hanımın,karşısındaki insandan “saygı” beklentisi içinde olmasını şaşırtıcı buldum.
    “Saygının”,insan ilişkileri için “muhafaza”edilmesi gereken kavramlardan biri olduğunu yazdığımda bana “erkek egemen bir toplumun kadınlara (aile içinde ebeveynlerine karşı çocuklara!)dayatarak içselleştirdiği “itaatkar” bir tavır” tanımı yapmış ve küçümsemenin anlamını sormuştunuz… “saygı duyamam”cümlesini size yazdırtan,o hissettiğiniz şey işte!

    “Saygı” kavramına da en az “özgürlük” kadar ehemmiyet göstermeye başlamanıza sevindim belki şimdi kendilerine sadece başörtüleri yada sadece ev hanımı olmaları nedeniyle saygısızca 2.sınıf insan muamelesi yapılan kadınların neler hissettiklerini anlamaya başlayabilirsiniz.

    Damdan düşenin canı yanar!

  23. Yazan:snowqueen Tarih: Oca 1, 2008 | Reply

    Kadin bedeni üzerinden siyasi, dini vb. propaganda yapilmasindan sitkim siyrildi artik. Üniversitelere basörtülü kizlar giremiyor evet,
    fakat absürd olan onlarla ayni fikirde, inançta olabilen erkekler
    hiç bir engele takilmadan girebiliyor.

    Diger bir durum ise neden sadece kadinlar kapaniyor?
    Neden erkeklerin ne giydigini hiç konusmuyoruz?
    ‘mayo gibi kiyafetlerle’ okula giden erkekler yok mu?

    @Ç-Z

    neden örnek verdiniz peki? sizce ‘ahlaka mugayyir’mi bu davranislar yoksa degil mi?(kime göre neye göre ahlak o da ayri konu)

    Saygi duymak gibi bir kavramdan bahsedebilmek için ‘muhafazakar’ olmaya hiç gerek yok.
    Basörtülüler veya ev hanimlarina 2.sinif muamelesi yapan sadece
    “günümüzün” politik, ekonomik ya da kültürel kosullari mi yoksa aynı zamanda içlerinde yeserdikleri fikriyat mi?

  24. Yazan:knz Tarih: Oca 2, 2008 | Reply

    Selam sweenqueen,
    neden erkekler konuşulmuyor demişsin, erkekler
    üst sınıftır. ve üst sınıf karekterini de gösteriyorlar zaten. Kendi kendilerine sebepsiz yere eziyet etme davranışını erkeler göstermezlar. Onun için ne geçmişte dinde, ne de günümüzde kapana kapılan hep kadınlar olur.

    halbuki bu kuran bize yabancı kitap değilken yabancılaştırıldı.

    bize hep erkeğin eğlence nesnesi olarak kadın belletildi ve kadınların kendini korumak için
    olağan üstü kılıklara girmesi öğütlendi.

    helbuki kitap onlara yusuf suresini örnek göstermişti . İnsanlar yüzyıllarca bunu hiç görmedi. Yığınlarca yazılan tefsirde kadınların bir erkeğin yakışıklı olmasından
    dolayı saldırganlaşabileceği hiç gözönüne alınmadı. Bne defalarca bu örneği verdiğim zaman insanlar artık görmezlik yapamadı ama bu sefer de inkara çalıştılar.
    görmezden gelemeye çalışmak inkardır.

    erkek kadına, kadın erkeğe bakar.
    giyinmek de doğal bir ihtiyaçtır. Edep yönünden giyinmek ihtiyacı da kadın için neyse, erkek için de o olmalıdır.

    o halde ç-z nin sorularına ben cevap vereyim.

    İnancı gereği başını örten kadının baş örtüsü nasıl olur da”ruhaniler” kapsamında değerlendirilip,laiklik tehditi olarak algılanıp eğitim alanında yasaklanabilir

    ?

    Bunu böyle ifade etmek laiklerin saçmalığı oldu. Ama onların bu yorumu yapmalarının nedeni de geçmişte başötüsü savuncularının davranışları oldu.

    başörtüsü müslüman kadının onurudur yazılaı pankatrları ç-z unutmuş gözüküyor olablir ama tolum hafızası kolay silinmez.

    AIHM davalarında da müslüamn kadının innaç zorunluğu olarak savulma yapılınca, bu özel
    kıyafet dini simgeler kapsamına girdi. Bunu da defalarca yazdım ki, dini simgelerde toplumun çoğunluğunun inancı diye bir savunma şekli de din ve vicdan hürriyetine takılıyor.

    Hele hele çoğunluğun dini daha fazla diğer bireylere karşı savunma alanı yaratıyor. Çünkü yukarda yazdığım gibi, bir anda namus diğerlerine karşı ayrımcılığına dönüşebliyor.

    ben ne sorun çıkardığımı görmezden gellirsem o sorunu çözemem ki ?

    ç-z şimdi siz geçmşteki hatalarla yüzleşmedikçe üzerine yeni bina kurmanız imkansız.

    Bu yasaklama ile kadınların “insanlık vatandaşlık hakları”elinden alınmış olmaz mı?

    özellikle yasak alanına girmekte direnen ne yazık ki kadınlar, o olade onlar da bu alanı görmeli. Bu alan üniversite kampüsü değilse, yapacağı hangi meslekleri sınırlar ?
    Toplum içinde kadının varlığını sınırlıyan bir anlayış nasıl olur da çağdaş uygarlık seviyesinin üzerine çıkabilir?

    Erkekler nedense yasak alanlarına hiç girmezler:) bu sayfanın konusu olan yeni içtihadlar hep erkeklere çalışır nedense.

    Kadının İslam dini tarafından “din adamı” olarak bile görevlendirilmediğini,örtünmesinin kendisini 2.sınıflaştırdığını iddia ederek kadını sözüm ona “özgürleştitip,kıyafetleri ile çağdaşlaştırmaya “çalışanlar nasıl olur da yine aynı kadını sadece ve sadece başörtüsü nedeniyle “ruhani” olarak tanımlayıp “yasaklı vatandaş” kapsamında tutabilirler anlamak zor!

    valla ben bu tür laik jargonu anlayabilmiş değilim. insan istediğini giyer ama bu özel hayatındadır. Çarşafla rahat ediyorsa çarşaf giyer, pekala da yanındaki kırmızı tişörtlü
    erkekten çok daha özgür fikirlidir. veya aptalca tüketim marka düşükünü birçok başka kadından daha özgür fikirlidir. Çarşaflı akrabalarım vardır ve çok da akıllı kadınlardır.

  25. Yazan:Ç-Z Tarih: Oca 2, 2008 | Reply

    sanirim önce “bikini tarzi(!)” giyinmenin, basörtüsünün karsiti olmadigi bilincinin oturmasi lazim.

    “Çağdaş T.C kadının kıyafeti başörtüsüz olmalıdır” gibi bir bilinç mevcut mu pekii?

    .. Tanrıya iyi bir kul, devlete iyi bir vatandaş, kocaya iyi bir eş, çocuklara iyi bir anne olmak özgürlükçü bir tavır olsaydı hiç birşeye karşı konulmaz, isyanlar çıkmaz, devrimler olmazdı. Burada kilit soru ‘iyi’liği belirleyen kriterler ne, otorite kim?

    Kim bu “çağdaş” tanımını yapan otorite ve hangi hakla bir de bu tanımı “kadın kıyafetlerinin” başına ekleyip,”iyi bir vatandaşın” uyması gereken talimatlar olarak dayatan?

    Hangi özgürlükçü tavır,kendi tanımını yaptığı anlayışı talimatlaştırıp,uymayanları en tabii haklarından mahrum ederek cezalandırabilir?

    Bahsettiğim insanların istedikleri ölçüde giyinik(!) olabilme özgürlüğünü sonuna kadar savunup,dindar olmayı özgürlükçü bir tavır olarak görmeyen sizin sahip olduğunuz bilinçteki insanlar olabilirler mi?

    Askili bluz, minietek, straplez bilmemne yazlik mevsimlik kiyafetlerdir takdir edersiniz, dini siyasi bir durus ifade etmez:-)
    Kimse, baş örtüsünün karşısına bikini koymuyor;bikini ve mini eteği “mevsim kıyafetleri” olduğunu öğretmeye çalışanlara başkalarının kendi mevsimlerine,inançlarına göre istediklerini giyme özgürlüğüne sahip oldukları gayet basit bir dille anlatılmaya çalışılıyor!

    sanirim önce,basörtüsünün dini siyasi bir duruş ifade etmediği ve cumhuriyet,demokrasi karsiti olmadigi bilincinin oturmasi lazim.

  26. Yazan:knz Tarih: Oca 2, 2008 | Reply

    bir yanlşı daha düzelteyim. sohbetinizi bölmek istemiyorum.

    Bahsettiğim insanların istedikleri ölçüde giyinik(!) olabilme özgürlüğünü sonuna kadar savunup,dindar olmayı özgürlükçü bir tavır olarak görmeyen sizin sahip olduğunuz bilinçteki insanlar olabilirler mi?

    yukarki satırlarda dindarlığı despotça sahiplenme var. Bunu, yani istediğiniz kadar giyinik olmayı, dudaklar ve yüz de dahil olmak üzere, kendi özel alanlarınızda dilediğiniz kadar yapabilirisiniz. Kimsenin de buna kendi kafasına göre engel koymaya hakkı yoktur.

    Fakat kamuda hukuki olarak, dindarlık kimsenin özel olarak sahiplenebileceği bir alan değildir. Bu tür bir kıyaslamaya başkalarını da zorlayamazsınız. Eğer kamuya açılıyorsanız sorgulama alanına girmeyi kabul ediyorsunuz demektir. Buna dindarlık yaklaşımı ve tanımı da dahildir.

    Bence bu kadar zamanda konu muğlak kalıyorsa herkesin suçu var. konuyu muğlaklıktan kurtarsanız kendinizle ilgili birçok sorunu çoktan çözmüş olacaksınız.

    Her dindar için aynı soru geçerlildir. sınırlılıklarım nelerdir ? ben hangi sorunlara sebep olabilirim sorusu ne bir hakarettir, ne de din düşmanlığı ?

    içtihat konusu nasıl oldu da yine aynı yere kilitlendi. ben özellikle kadına yönelik şiddetle ilgili bu sayfaya katılmak istiyordum ve bu konu neden içtihatta görmezden geliniyor diye sormak istiyordum.

  27. Yazan:Ç-Z Tarih: Oca 2, 2008 | Reply

    knz,
    dindarlığı despotça sahiplenme

    ????????

  28. Yazan:knz Tarih: Oca 2, 2008 | Reply

    Sorun dindar hakları değil ki
    sorun dindarların daha fazla giyinme özgürlüğü değil ki ?

    sorun bir problemin çözümüdür.
    bu soruda hangi dindar ? nekadar giyinik ?
    sorularının hiç önemi yok. çünkü cevabı şu olacaktır.

    ceavp1 :herhangi dindar veya dinsiz veya…
    cevap2: herhangi bir ölçüde giyinik

    özgürlüğe gelince sınırlarını kendi koymayan özgürlüğü ne siz biliyorsunuz, ne de ben biliyorum.

    siz herhani birşekilde bir yasak alanına düştüyseniz, bu alanda çıkabilecek sorunlara karşı bir yaklaşımınız olmalı. Size bunu ifade eden insanları suçlayacak terminolojiden özellikle kaçının bence( naçizane)

  29. Yazan:MY Tarih: Oca 3, 2008 | Reply

    Türkiyeli Nasyonal Sosyalistlerin dikkatine

    Biz söyleyince “dinciler konustu” oluyor ya…
    Engin Ardiç’tan eskimeyen bir yaziyi koyalim da kantarin topuzunu ortalayalim 😀

    EZANI TÜRKÇE OKUTUN

    Sıcaklar iyice bastırıp beyinler haşlama olunca, emekli memurluktan politikacılığa geçiş yapmaya çalışan birtakım milletvekili adayları “Atatürk aslında İmam Maturidi’nin yolunda yürüyordu” diyecek kadar zırvalamaya başladılar ya…

    Biz de Sayın Nusret Demiral’ı hatırladık.

    Kendisi emekli başsavcı.

    Hani şu “Uğur Mumcu’nun katili ortaya çıkarılınca onu bırakıp haberi yapan gazetecileri gözaltına alan adam” canım…

    Ezanın Türkçe okunmasını istemiş, bu yüzden ayağının tozuyla girdiği politika dünyasından bir anda çıkıvermişti…

    Her faşist hareketin içinde bir “radikal kanat” vardır. Bunlar kısa sürede tasfiye edilirler.

    Bizde de “şamancılar” vardı bir ara, “bir Arap dini olan İslam’ı bırakalım, Orta Asya’da atalarımızın dini olan şamancılığa dönelim” diyorlardı, kendilerini kapının önünde buldular.

    Almanya’da da, “nasyonal sosyalist” hareketin içindeki “sosyalist” kelimesini ciddiye alanlar vardı… Liderleri de, hem emekli yüzbaşı hem de eşcinsel Ernst Röhm… Partinin radikal hizibi… Orada “tasfiye” denilince “partiden kovmak” falan değil düpedüz “gebertmek” anlaşıldığından, 1934 yılında şu ünlü Uzun Bıçaklar Gecesi’nde, koynuna almış olduğu oğlanıyla birlikte takır takır vuruldu.

    (Hemi de nasyonal, hemi de sosyalist, size uyar mı İlhan Bey?)

    Çok rica ediyorum, eğer bir CHP-MHP koalisyonu kurulursa, ilk iş olarak “ezanın Türkçe okunması” fikrini de yeniden ortaya atınız. Hatta, bunu uygulayınız.

    Ki, bir dahaki seçimde barajı bile göremeyesiniz!

    Nasyonal sosyalistler, ezanın Türkçe okunmasını ilericilik sanırlar.

    Martin Luther’in yaptığına benzer bir “din reformu” arzusundadırlar… (Basında, bazı kadınlar başları açık olduğu halde cuma namazı kılınca bunu “İslam’da da protestanlık hareketi başladı” şeklinde yorumlayıp sevinen şaşkınlar yok muydu? Yaşar Nuri’nin “namazı günde üç vakite indirmek” şeklindeki muhteşem reform tasarısını bu tabloda nereye koyacağız? Acaba o da bir “Türk Calvin’i Yaşar” falan mıdır, fok balığı Yaşar gibi?)

    Aslında onları dürtükleyen dürtü, Fransız Devrimi’nde Robespierre ve arkadaşlarının “kilise düşmanlığı” örneğidir.

    Ezan Türkçe okunmalıdır, çünkü bu ülkede müezzin “Allahüekber” deyince hiçkimse anlamamakta, “bu adam niçin minareye çıkmış bağırıyor, bizi bir yere mi çağırıyor” diye herkes birbirine sormaktadır!…

    Cahil halka “Tanrı uludur” denilecektir ki anlasın! Sonra gider oyunu karşıdevrimcilere verir.

    “Bilirim bildiririm, Tanrı’dan başka yoktur tapacak”…

    Çünkü “Allah-ü ekber, la ilahe ill’Allah” deyince herkes şaşırıyor, ne demek ola ki bu?… Arapça bir şey… İçinde Allah geçiyor, eşek değiliz, artık o kadarını anladık da, la ilahe ne mânâ?

    Hayya es selah… Hayya el felah… Ne demek bu yahu? “Selahaddin”deki selah mı? Felah deyince de fellahı mı çağırıyor? Nereye çağırıyor acaba? Ne yapmaya? Kahveye, okey oynamaya mı?

    Yani peygamber efendimiz keşke İngiliz olsaydı da, ezan da İngilizce okununca çoluk çocuk hiç olmazsa iki kelime İngilizce öğrense, derslerinde faydası dokunsaydı vallahi.

    Nasyonal sosyalist bir arkadaşım var, kendisi aynı zamanda derin bir devlet görevlisi, çok da sevdiğim bir arkadaştır… Benden on yaş büyük, Milli Şef yetiştirmesi… Hayatında ilk kez Arapça ezan duyduğunda çok şaşırmış, dehşete kapılmış… Durup durup anlatır.

    Ben de hayatımda ilk kez Türkçe ezanı, kırkımdan sonra, bir belgesel dizide, şu ünlü “Demirkırat” belgeselinde duymuştum.

    Bende bıraktığı izlenim, yalnızca “gülünçlük” oldu.

    Sayın müstakbel başbakanımız Deniz Baykal, sayın müstakbel başbakan yardımcımız Devlet Bahçeli, sayın koalisyon mimarı İlhan Selçuk… Kamubuyurum Tüz Bölemi ile Ulusalcı Eylem Bölemi başbuğları, saylavları ve düşünürleri… Çok rica ediyorum, ezanı Türkçe okutunuz.

    Ki bir daha “kamutay” yüzü göremeyesiniz… Çünkü 1950 yılında niçin iktidardan gidip elli yedi yıldır bir daha da gelemediğinizi hâlâ anlamış değilsiniz.

  30. Yazan:snowqueen Tarih: Oca 3, 2008 | Reply

    kimse, baş örtüsünün karşısına bikini koymuyor;bikini ve mini eteği “mevsim kıyafetleri” olduğunu öğretmeye çalışanlara başkalarının kendi mevsimlerine,inançlarına göre istediklerini giyme özgürlüğüne sahip oldukları gayet basit bir dille anlatılmaya çalışılıyor!

    İnancin “giyim” gibi simgesel ve yüzeysel(!) göstergelere hapsedilmesine karsiyim öncelikle!
    Basörtü takmanizla degil ama basörtüsü fikriyle problemim var!

    Ama ne demis Hugo, “fikirlerinize katilmiyorum ama bunu ifade etme hakkinizi sonuna kadar savunacagim
    Dolayisiyla basörtü yasagini desteklemedigim 10 bin kere yazmama ragmen, hala ayni seyden bahsetmeyi becerebiliyoruz.

    ——–
    Mini etek giyen birinin dinsel görüsünü çikartamazsiniz. Müslüman da olabilir, Hristiyan da Hindu’da ateist te…
    Hayir, gizli bir dinsel cemaat mensubularsa o ayri tabi ama henüz devlet dairesinde ben bu kiyafetle çalismak istiyorum inancimin geregi bu diyenini görmedim.

    Giyinme özgürlügü, soyunma özgürlügü mevzulari içimi bayiyor ayni zamanda, ne zaman kumas parçalari(hertürlü) ve cinsel uzuvlar disinda birseyler konusulmaya baslanacak!

    sanirim önce,basörtüsünün dini siyasi bir duruş ifade etmediği ve cumhuriyet,demokrasi karsiti olmadigi bilincinin oturmasi lazim.

    Ateist basörtülü gördünüz mü?
    Siyasi bir durus ifade edip etmedigine gelirsek, siyasal islamin izlerini bir anda silemezsiniz ve siyasal islamin da pek demokrasi sevdalisi olmadiginin da. “7.4 yetmedi mi?” pankarti açan basörtüsü eylemcisi kiz da bu konuda basörtüsü yasakçilari kadar suçludur.
    “imam hatipler arka bahçemizdir”diyenlere, neden basörtümü ve bedenimi iktidar meselesi olarak görüp siyasallastirdiniz denildi mi?

  31. Yazan:snowqueen Tarih: Oca 3, 2008 | Reply

    Engin Ardiç’a da sormak isterim, “Allah-ü ekber, la ilahe ill’Allah” ne demek? O günün Arap toplumundaki konusma dilinden mi geldi bunun için ayri ve kutsal bir dil mi olusturuldu?
    Sanskritçe gibi mi mesela?

    Türkçe söylense ne, çince, eskimoca söylense ne fark eder?
    Anlam mi önde yoksa kutsallastirilmis simgeler mi?

  32. Yazan:snowqueen Tarih: Oca 3, 2008 | Reply

    Başka bir din mümkündür!

    İnsanoğlu tarif edemediğinden korkar. Bu yüzden insanlık sizden bir dininiz, bir ırkınız, bir milliyetiniz, bir cinsiyetiniz ve bir isminiz olmasını ister. Kategorize edilemeyen insan tehlikelidir. En kanlı düşmandan daha tehlikeli ve korkunç olan şey tarif edilemeyendir. Çünkü bu durum, “ben” ve “ötekini” ayırt eden sistemi tehdit eder. Bu yüzden, bir avuç, inatçı ateist aile dışında bu yeryüzünde doğmuş her çocuğun bir dini vardır. Dinimiz, adımızdan evvel vardır, canımız rahme düşmeden evvel.

    Hayal edilemeyen
    Dağ köylerindeki bir evde doğmuş olmayı hayal edebilir insan. Başka bir ülkede doğmuş olmayı, başka bir ırktan, başka bir bedenle doğmuş olduğunu hayal edebilir. Hatta insan kendine bir isim uydurmaya bile cesaret edebilir. Ama sıra dine gelince… Dinin doğuştan getirdiğimiz bir özellik olduğu bize o kadar güçlü bir biçimde öğretilmiştir ki başka bir dinde doğmuş olduğumuzu ya da dinsiz olabileceğimizi pek hayal edemeyiz. Ama ya hayal edebilseydik? Bu zararsız akıl oyununu oynayabilseydik?

    Tarhan Erdem araştırması
    Tarhan Erdem’in Milliyet gazetesi için yaptığı muhafazakârlaşma araştırması üç gündür yayımlanıyor. Çarpıcı ve kıymetli sonuçları var. Türkiye’nin ne yönde değiştiği ve bu değişimin önünü çekenlerin profilleri üzerine enteresan bilgiler. Bu araştırmadan sonra benim sorum ise şu:
    Ne zaman bir adım ileri geçip “hakikati” konuşabileceğiz? Bir toplum, bugün dünyadaki birçok toplum gibi (Hıristiyan ve Müslüman) evren, hakikat, insan ve ahlak gibi temel kavramlar üzerine hiç olmadığı kadar derinden yarılıyorsa bu değişimin “kostümünü” aşıp kendini ne zaman konuşacağız? Mesele, başın üzerinde ne olduğu/olmadığı değil, o başların içinde neler olup bittiği.
    Kaldı ki Türkiye’de muhafazakârlaşmanın en “ürkütücü” göstergesi olarak sürekli kadınların vitrinde tutulmasının, cumhuriyetin kadınları cinsiyetsizlik örtüsüyle yeni kurulan ülkenin vitrine koymasından hiç farklı olmadığını düşünüyorum.
    “Cumhuriyetin kız çocukları” cinsiyetsizlikle örtülüyordu, İslamın yeni kızları da sahte veya orijinal Versace başörtüleriyle. Örtünmeseler problem bitecek mi? Ya da örtünmeyenlerin din ve Tanrı’yla ilgili hiç mi meselesi yok?
    Benim sorduğum şu:
    Muhafazakârlaşmanın dünya ve hakikat tahayyülünü ne zaman tartışacağız?

    Yanılgı ve Tanrı
    Richard Dawkins’in “Tanrı Yanılgısı” (God Delusion) adıyla Türkçeye çevrilen (Kuzey Yayınları) kitabı bugünlerde okunmaya başlandı. İngilizce bilenlere orijinalini tavsiye ederim. Birkaç tezi var Dawkins’in:
    Ahlak, dine inananların tekelinde değildir.
    Din, hak edilmemiş bir tartışılmazlık ayrıcalığına sahiptir.
    Hakikati tarif etme tekeli dinin elinde değildir.
    Bana daha çarpıcı gelen Dawkins’in röportajlarından birinde söyledikleri:
    “İnanan biri hakikatin ne olduğunu söylüyor, inanmayan biri de ‘Sen öyle inanıyorsan saygı duyarım’ diyor. Oysa ben hakikatin ne olduğunu önemsiyorum. Bunun üzerine konuşmak istiyorum.”
    “Başka bir dünya mümkündür” sloganı için mücadele edenler arasında bugün Müslüman, dindar insanlar da var. Özellikle onları düşünerek soruyorum:
    Peki “Başka bir din mümkün” müdür? Karşısında saygıyla susulmasından çok tartışmayı tercih eden bir dindarlık? Başka bir dinde ya da dinsiz doğmuş olabileceğini bir an için hayal edebilen ve bugünlerde hep inanmayanlardan beklendiği gibi inanmayanla “empati” kurmayı becerebilen bir dindarlık?
    Bir çocuğun dini olmaması gerektiğini, ancak yetişkinlerin dinlerini seçebileceğini söylemeye cesaret eden bir dindarlık? Olabilir mi? Ben artık “türbandan” çok bunları konuşmak istiyorum. Yarılan hakikatimizi konuşmak istiyorum.

    Ece Temelkuran

  33. Yazan:blue Tarih: Oca 3, 2008 | Reply

    Birkaç tezi var Dawkins’in:
    Ahlak, dine inananların tekelinde değildir.

    Evet ama din, ahlaka temel oluşturan çok sağlam bir yapı. Yanımda çalışan bir yaşlı amca vardı Adana’lı, mesai bitiyordu, bakıyordum gitmiş bir saat daha çalışmaya devam ediyor. “Ne yapıyorsun tek başına?” diye sordum, arkadaşı dönüp “gün içinde namaz kılıyor ya, çalışamadığı bir saati “hak geçmesin” diye telafi ediyor dedi. Böyle bir ahlak, şüphesiz dinsiz bir insanda da görülebilir ama dayanacağı bir nokta olmayınca kalıcı bir ahlak haline dönüşmesi çok güç. Dayanağı ne olacak? “Hak geçer” mi? “Ahlaklı bir insan olmak iyidir” mi?.Sanmıyorum… Peki bir senaryo oluşturalım. O gün hem bizim dindar adam, hem de dinsiz adam patrondan haksız yere iyi bir azar işitti. Sizce dindar insanın mı, dinsiz olanın mı o gün yine 1 saat çalışma ihtimali yüksektir?
    Mesela çevreci bir ahlak var. Çocuklarımıza yeşil bir gelecek bırakalım bla bla. Adam şöyle diyor bu söze: “Bullshit ! I’m cancer & don’t even have a child.!”. Hadi ahlak aşıla.

    Din, hak edilmemiş bir tartışılmazlık ayrıcalığına sahiptir.

    Bak sen! Hangi konuyu tartışmamış? Bunu best-seller Tanrı yanılgısı kitabının yazarı mı söylüyor? Hakketen çok acıklı bir durum.

    Hakikati tarif etme tekeli dinin elinde değildir.

    Elbette değildir, ama ondan başka tarif edebilen yok. Evet bir de “herşey bir tesadüf!” şeklinde bir açıklama var. Daha bilimselmiş…

    Bana daha çarpıcı gelen Dawkins’in röportajlarından birinde söyledikleri:
    “İnanan biri hakikatin ne olduğunu söylüyor, inanmayan biri de ‘Sen öyle inanıyorsan saygı duyarım’ diyor. Oysa ben hakikatin ne olduğunu önemsiyorum. Bunun üzerine konuşmak istiyorum.”

    Dawkin’in sözleri de alıntılanmaya başladı ya…

    Peki “Başka bir din mümkün” müdür? Karşısında saygıyla susulmasından çok tartışmayı tercih eden bir dindarlık? Başka bir dinde ya da dinsiz doğmuş olabileceğini bir an için hayal edebilen ve bugünlerde hep inanmayanlardan beklendiği gibi inanmayanla “empati” kurmayı becerebilen bir dindarlık?

    Bence kendine empati yapılmasını istemeden önce, kendi din algını değiştirmelisin Ece hanım.

    Bir çocuğun dini olmaması gerektiğini, ancak yetişkinlerin dinlerini seçebileceğini söylemeye cesaret eden bir dindarlık? Olabilir mi? Ben artık “türbandan” çok bunları konuşmak istiyorum. Yarılan hakikatimizi konuşmak istiyorum.

    Peki ya hakikat dinlerin bahsettiğiyse? Çocuklara dinsizlik öğretilmesi tarafızlık değil ki. Çocuğu dinsiz olarak yetiştirmek de bir tercihtir. Ölen dedesini sorduğunda o küçücük kalbe “deden öldü, bitti, bir daha onu görmen imkansız, toprak oldu, kemik oldu, böceklere yem oldu” demek de bir tercih. Hayatın boş, herşeyin tesadüf olduğunu anlatmak da bir doktrinasyon. Hangi hakikat? Ece hanımın hakikati mi???

  34. Yazan:Ç-Z Tarih: Oca 3, 2008 | Reply

    Basörtü takmanizla degil ama basörtüsü fikriyle problemim var!

    10 bin kere değil ama birkaç kez söyledim ben başörtüsü kullanmıyorum.Benim de “başörtüsü fikrini problem” olarak görenleri anlamamak gibi bir problemim var!

    Başörtüsü fikrini neden kendinize problem yapıyorsunuz,neden?Bu fikri “çağdaş” mı bulmuyorsunuz?
    Siz anlamayın,katılmayın,saçma bulun ve kullanmayın ama kullananların sebeplerini sorgulamaya kalkışmanız neden???

    İnanmamayı inanç olarak seçenlerin,inanmışların inanç sebeplerine,saçma,aptalca,hurafe,vb gibi tanımlamalarda bulunmasının problemli bir yaklaşım olduğuna inanıyorum.

    “fikirlerinize katilmiyorum ama bunu ifade etme hakkinizi sonuna kadar savunacagim”,

    Yazdığınız iki cümledeki tutarsızlığı belki şimdi fark edebilirsiniz.

    * * *

    Mini etek giyen birinin dinsel görüsünü çikartamazsiniz. Müslüman da olabilir, Hristiyan da Hindu’da ateist te…

    Eeee o zaman başörtüsünün ardındaki fikri teşhis etmekle neden uğraşıyorsunuz?Farz edin dinsel görüsünü çıkarttınız,bu sizin neden probleminiz oluyor?Yoldaki falanca hanım mini eteğinize laf attı ve bu sizi incitti diye mi?

    Şunu ayırt edebilmeniz gerek;insani vasıflarından sıyrılarak kimse Müslüman,Hıristiyan,Yahudi yada Hindu olamaz…acıkır,kıskanır,sever,nefret eder,kızar vs.
    Hiç kimse insani vasıflarından soyunamaz.Bu doğal vasıflarının üzerine kendi barajlarını inşa eder ve fayda sağlamaya çalışır.Bir birey olarak kendi “insan “ olma halimiz için seçtiğimiz yollardan biri de dindir.

    Hayir, gizli bir dinsel cemaat mensubularsa o ayri tabi ama henüz devlet dairesinde ben bu kiyafetle çalismak istiyorum inancimin geregi bu diyenini görmedim.

    Derse ve çalışırsa ne olur?Siz onun dinsel görüşünü bilirsiniz.Onun “fikirlerini” görünüşü ile teşhis edebilmiş olmanız size ne kazandırır ne kaybettirir?

  35. Yazan:blue Tarih: Oca 3, 2008 | Reply

    Engin Ardiç’a da sormak isterim, “Allah-ü ekber, la ilahe ill’Allah” ne demek? O günün Arap toplumundaki konusma dilinden mi geldi bunun için ayri ve kutsal bir dil mi olusturuldu?
    Sanskritçe gibi mi mesela?

    Engin Ardıç’ı bulmak zor şimdi. DD olarak ileride bir buluşma ayarlarsak sizi de çağırırız inşallah. Şimdilik tevcih ettiğiniz soruyla ilgili kendi düşüncelerimi aktarayım: İsa’nın (S) hayatını anlatan bir film vardı, “Tutku” diye. İtalya’da sinemada İtalyanca alt yazıyla ve Aramice (öyleydi değil mi?) izlemiştim. İtalya’da hiçbir film alt yazıyla yayınlanmaz, mutlaka seslendirme yaparlar, bunun yapmamışlar. İnsanların, mesajın indiği orjinal dile bağlılıkları deşilmesi gereken önemli bir konu. İnsanlara neden “Allahu Ekber” demek “Tanrı uludur” demekten hoş geliyor incelenmeli. Veya neden Musa’nın (S) konuştuğu şekilde ibadet etmek istiyorlar ilginç bir konu. İnsanlar bu Arapça sözcüklerin tılsımlı olduğuna inanıyor. Ben buna çok fazla inanmıyorum ama bu konuda yaşadıklarımdan sonra çok fazla bir şey de söyleyemiyorum. Mesela büyüye inanır mısınız? Ben de inanmazdım, üzerinde arapça anlamsız harflerin bulunduğu bir parçayı elime alınca inanmaya karar verdim 🙂 Tamaaamen sübjektif tabi. İkna etmeye çalışmıyorum.

    Türkçe söylense ne, çince, eskimoca söylense ne fark eder?
    Anlam mi önde yoksa kutsallastirilmis simgeler mi?

    Bu arapça kelimeleri tekrar eden insanlar, bazılarının binlik tespihleri var, bu kelimeleri tekrarlarken düşünmediklerini söylüyor. Bana yüz kere “armut” diye tekrarla deseniz edemem, adamlar bundan zevk duyduğunu söyleyerek binlerce kez tekrarlıyor; hiç bilmediği dilde bir kitabı ezberliyor, ki koca kitabı ezberlemenin çok saçma olduğunda hemfikirim. Gerçekten “abra kadabra, hokus pokus” gibi sihirli bir etkiye sahip olabilirler mi? Çok kolay “hayır” diyemiyorum. İnsanlar da ne kadar aptal canım, demeden önce bir tecrübe etmek lazım.

  36. Yazan:snowqueen Tarih: Oca 3, 2008 | Reply

    Herseyin tesadüf oldugunun söylenmesinin karsiti mitolojik açiklamalar getirmek midir? Thor’un çekicini salladiginda yagmurun, öküzün kafasini salladiginda depremlerin oldugunu, isa’nin babasiz dogdugunu,
    zeus’un kugu kiligina girerek kadinlari hamile biraktigini, musa’nin ve akad krali sargon’un nehirde bulundugunu, kizil deniz’in ikiye ayrildigini, içinden nehirler geçen ve bakire huriler verilen cennet tasvirlerini anlatmak evet daha siirsel.

    Kabul edilmek istenmeyen nedir? kainatin efendisi insanin ölünce basit bir böcek gibi toprak olamayacagi mi?

    Peki ya hakikat dinlerin bahsettiğiyse?
    Hangi dinin mesela? Hindistan’da dogsaydiniz farkli hakikat anlayislariniz olacakti.

  37. Yazan:Mehmet Yılmaz Tarih: Oca 3, 2008 | Reply

    “Thor’un çekicini salladiginda yagmurun, öküzün kafasini salladiginda depremlerin oldugunu, isa’nin babasiz dogdugunu,
    zeus’un kugu kiligina girerek kadinlari hamile biraktigini, musa’nin ve akad krali sargon’un nehirde bulundugunu, kizil deniz’in ikiye ayrildigini, içinden nehirler geçen ve bakire huriler verilen cennet tasvirlerini anlatmak evet daha siirsel.”(SnowQueen)

    Mucize kelimesinin etimolojisi sanirim ACZ’e dayaniyor, “aklimizi aciz birakan” olaylara mucize diyoruz. Oysa MUCiZE yasadigimiz bölgeye, yüzyila ve kültür seviyemize göre degisiyor.

    Su halde inanmak için mucizelere ihtiyaç duymak kanaatimce iman eksikligine isaret.

    Ayrica bu tutum peygamberleri birer “ilüzyonist” mertebesinde algilamaya tekabül ediyor ki ALLAH korusun 🙂

    Ama simyacilarin “kibrit-i ahmer” ile sembolize ettikleri, dokundugu herseyi altina çeviren MUCiZEVÎ bir madde var. iste bu gerçekten üzerinde arastirilmaya deger. Zira altinin neyi simgeledigini çözebilenler bu hayatin da sirlarina ermis oluyorlar.

    Kur’an’in dedigi gibi “akil sahipleri için bunda isaret çok”.

    Dostlukla

  38. Yazan:snowqueen Tarih: Oca 3, 2008 | Reply

    Siz anlamayın,katılmayın,saçma bulun ve kullanmayın ama kullananların sebeplerini sorgulamaya kalkışmanız neden???

    neden mi?
    çünkü ucu bana da dokunuyor, çünkü ucu çocuguma da dokunacak.
    çünkü ucu çevreye, topluma, evrene herseye dokunuyor!
    birde naparsiniz akil bu, sorguluyor torba degil ki büzesin.

  39. Yazan:Mehmet Yılmaz Tarih: Oca 3, 2008 | Reply

    @SnowQueen,

    ülkücüler kürtlere “ya sev ya terk et” derken içi aciyanlardan msiniz yoksa kayitsiz kalanlaran mi?

    Demirel basini örten kadinlara Suudi Arabistan’i adres gösterirken sustunuz mu yoksa direndiniz mi?

    Fazil Say isviçre’de belki size de bir ev bulur, ne dersiniz?

  40. Yazan:snowqueen Tarih: Oca 3, 2008 | Reply

    insanin doganin efendisi olduğuna inanmazken bu ülkenin efendisi oldugumu düsünüp insanlari yurt disina postalamayi önerecegimi nasil
    düsünürsünüz Mehmet Bey?

  41. Yazan:blue Tarih: Oca 3, 2008 | Reply

    Herseyin tesadüf oldugunun söylenmesinin karsiti mitolojik açiklamalar getirmek midir?

    Kendinizi, evreni, hayatı mitolojiyle açıklamak tesadüfle açıklamaktan daha mantıklı. Yağmuru thor’un çekiciyle açıklamakla “tabiat kanunudur, hep böyle olmuştur, o yüzden böyle olmaktadır” şeklinde açıklamak arasında çok fark yok. Bununla birlikte İsa’nın babasız doğumuyla ilgili; sizi yaratanın anne ve babanız olduğunu düşünüyorsanız zaten siz mitolojinin tam göbeğindesiniz demektir. Musa’nın kızıldenizi yarması da şüphesiz “olağan”-“üstü” bir durum. Ama sert kayanın ortasından kayayı parçalamış bir bitki görünce ne kadar “olağan” geliyor değil mi? Bitki köklerin salgıladığı asit taşı eritirken, kendisine zarar vermemesi için oluşturduğu bazik ortam pek bir basit. Nasıl olduğunu bilince mucize özelliği ortadan yok oluyor çünkü.

    Kabul edilmek istenmeyen nedir? kainatin efendisi insanin ölünce basit bir böcek gibi toprak olamayacagi mi?

    Evet. Ben buna razı değilim. Böceklik sizde kalsın; ben ne sevdiklerimin, ne Rabbimle bağımın yok oluşuna razı değilim. Ölüm, evrenin anlamsızlığına hükmettiğin zaman başlar. Mitolojiye inanmak, buna inanmaktan daha canlı ve sevimli bir şey.

    Peki ya hakikat dinlerin bahsettiğiyse?
    Hangi dinin mesela? Hindistan’da dogsaydiniz farkli hakikat anlayislariniz olacakti.

    Bütün dinlerin özü aynıdır. Gönülden inanan bir Hintli’yle Allah’ın ne alıp veremediği olur? Samimiyet, Tanrıya teslimiyet, nefsle mücadele, üstün ahlak… İnsan, dünyanın her yerinde hakikate muhatap; günah ve sevap melekleri sadece müslüman ülkelerin üzerinde dolanmıyor.

  42. Yazan:Mehmet Yılmaz Tarih: Oca 3, 2008 | Reply

    insanlari yurt disina postalamayi önerecegimi nasil düsünürsünüz Mehmet Bey? (SnowQueen)

    Bilmiyorum walla, bir kaç gündür tarikat, seriat, cemaat… sonu -AT ile bitiyor diye bütün müslümanlari ayni kefeye koyan sözlerinizi saskinlikla okuyorum.

    Türkiye’nin sorunu dincilerin laiklere yaptigi baski veya kemalistlerin kendini ülkenin EFENDiSi sanmasi degil ki. Esas sorun demokrasi ve bireysel haklar.

    Ne Büyükanit, ne de Abdullah Gül biz siradan insanlara su veya bu davranisi, inanci, felsefeyi DAYATMAMALI. Hadisenin basi da bu, sonu da bu.

    Haa Türkiye Müslüman bir ülke. Ve Islam halkimizin geneli için çok önemli. Bu da yeryüzü sekilleri veya komsularimiz gibi bir tür “DEGISMEZ” bir siyaset parametresi.

    Demek ki kiziniza basörtüsünün mecburi edildigi Iran gibi bir ülkede yasamak istemiyorsaniz Basörtüsünün yasaklanmasina da karsi çikacaksiniz. Bas örtüsü elbette 1000 haktan sadece biri.

    Yani ne Islam’i ne de Islam düsmanligini savunacaksiniz. En basit anlamiyla demokrasi ve insan haklarini savunacaksiniz. Yahudileri de, ermenileri de, dinsizleri de ….

  43. Yazan:Ç-Z Tarih: Oca 3, 2008 | Reply

    @ Snowqueen,

    insanin doganin efendisi olduğuna inanmazken bu ülkenin efendisi oldugumu düsünüp insanlari yurt disina postalamayi önerecegimi nasil
    düsünürsünüz Mehmet Bey?

    Mehmet bey’i bilmem ama ben daha önce yazdıklarınızdan dolayı düşünebiliyorum:

    Dışarıdan birinin size tanrıya inanmamanız ya da nasıl inanmanız gereketiğini söylemesi karşısında oluşturulan direnç nedense içeriden ndiği zaman tanrıya böyle inanılır, ibadet şöyle yapılır, şunlar giyilir buralara gidilir dendiği zaman koşulsuz itaate dönüşüyor. …

    ..‘itaat edebilmeyi seçebilmek’in özgürlük oluşu, itaat eylemini özgürlükçü yapmaz.

    Çünkü daha iyisini oluşturacak olan bu eleştirel tavırdır, ne verildiyse onu alıp uygulamak değil.. (Ara 8, 2007’da yazdıklarınız)

    çünkü ucu bana da dokunuyor,çünkü ucu çocuguma da dokunacak.
    çünkü ucu çevreye,topluma,evrene herseye dokunuyor!

    “fikirlerinize katilmiyorum ama bunu ifade etme hakkinizi sonuna kadar savunacagim” demek yerine,ucu bana dokunan “çürümüşlük” diyerek “dini” değiştirmeyi ona yeni bir form vermeyi ve nasıl inanılması gerektiğini istiyorsunuz.İşte sizin problem ettiğiniz bu!

    Sadece daha önce yazdıklarınızı tekrar okuyun lütfen!

  44. Yazan:snowqueen Tarih: Oca 3, 2008 | Reply

    Böceklik sizde kalsın; ben ne sevdiklerimin, ne Rabbimle bağımın yok oluşuna razı değilim. Ölüm, evrenin anlamsızlığına hükmettiğin zaman başlar. Mitolojiye inanmak, buna inanmaktan daha canlı ve sevimli bir şey.

    Bu bana yetiskin bir algi gibi gelmiyor.
    Ayrica Evrenin anlamsiz oldugunu söyleyen oldu mu?

    Gönülden inanan bir Hintli’yle Allah’ın ne alıp veremediği olur?

    Hatirlarsaniz, devasa Hint heykelleri altina barut konup patlatilmisti.
    Garip olan “kulun” Tanri adina karar verme yetkisi hissetmesi zaten.
    Ayrica alip veremediklerinin ne oldugunu din-mezhep çatismalarindan akan kanlarin sorumlularina sorun.

    Bilmiyorum walla, bir kaç gündür tarikat, seriat, cemaat… sonu -AT ile bitiyor diye bütün müslümanlari ayni kefeye koyan sözlerinizi saskinlikla okuyorum.

    Bu olusumlarin holdinglesmesine, siyasallasmasina vb. niye müslümanlar karsi koymuyor bende buna hayret ediyorum.

    Demek ki kiziniza basörtüsünün mecburi edildigi Iran gibi bir ülkede yasamak istemiyorsaniz Basörtüsünün yasaklanmasina da karsi çikacaksiniz.

    Basörtüsü yasagini nerede savundum?

    Yani ne Islam’i ne de Islam düsmanligini savunacaksiniz. En basit anlamiyla demokrasi ve insan haklarini savunacaksiniz. Yahudileri de, ermenileri de, dinsizleri de ….

    demokrasi ve insan haklarini savunmak ayri, sorgulamak ayri.

  45. Yazan:snowqueen Tarih: Oca 3, 2008 | Reply

    Rumu, Kürtü, Ermenisi, Alevisi, escinsel ve travestisi de hayatima dahil,
    ‘arkadaşlarimin’ haklari savunmayi bilirim merak etmeyin!

    Ama fosmodernizmin arkasina siginip “aman kutsalima dokunmayin” diyerek muhafazakarligin mesru ve “sorgulanamaz” gösterilmesine hiç tahammülüm yok!

  46. Yazan:blue Tarih: Oca 4, 2008 | Reply

    snowqueen,

    Hatirlarsaniz, devasa Hint heykelleri altina barut konup patlatilmisti.
    Garip olan “kulun” Tanri adina karar verme yetkisi hissetmesi zaten.
    Ayrica alip veremediklerinin ne oldugunu din-mezhep çatismalarindan akan kanlarin sorumlularina sorun.

    Bu olusumlarin holdinglesmesine, siyasallasmasina vb. niye müslümanlar karsi koymuyor bende buna hayret ediyorum.

    Sizce bu sayfadaki muhataplarınız bu sözleri hakediyor mu? Sitenin yazılarına bir daha göz atar mısınız lütfen?

  47. Yazan:knz Tarih: Oca 5, 2008 | Reply

    sitenin yazarları içtihat konusu açıldığında da, kadın ile ilgli ayetleri örsbas eden bir karakter sergiler benim gözümde.

    ben konu başlığına aykırı bir söylemde bulunmadım. Günümüz erkek giyiminde içtihad var. erkekler sanayi sonrası yaşama ayak uydururken içtihad var,.

    benim gözlediğim kadınla ilgili bir sorun açıldığında ya derin sessizlik veya inkar var.

  1. 1 Trackback(s)

  2. Oca 2, 2008: İslam ve Liberalizm: Kısa Bir Bakış : Derin Düşünce

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin