RSS Feed for This Post

Belleklerimizde göçmeniz biz…

gocmen.jpgSınırlarda dolaşanlar huzursuz ederler, tehlike yaratırlar.

Bir ülkenin sınırlarında dolaşanlar tekin değildir. Onların “yerlerinin” neresi olduğu belli değildir. Sınırların iki tarafındakiler için de güvensizlik duygusu yaratırlar. Zihin haritalarımızda ezberlediğimiz “bize ait” yeri kırılganlaştırırlar.

Sınır ihlal edenlerin binbir türlü niyeti olabilir. “Öbür taraftaki” tehlikeli bir şeyden kaçıyor olabilirler, hayatta kalmak için tam da bu sınır ihlaline ihtiyaç duyabilirler, kaçakçılık yapabilirler ya da düpedüz savaş açmış olabilirler, vurmak için bir kere aştıkları sınırı sonra tekrar kaçmak için kullanabilirler.

Bu sınır “fiziksel” olarak adlandırılan bir sınırdır ve bazan derelerle, nehirlerle bazan gözetleme kuleleriyle, tel örgülerle, mayınlarla çizilir.

Bu sınır böler, ayırır. Bazan köyleri, akrabaları, kültürleri birbirinden ayırır. Yaptırımı, cezası vardır. Aşmaya kalkanı cezalandırmak üzere kanunları, kuralları vardır. Bütün devletler kendi içlerinde ve birbirlerine yaslanarak bu meşruiyetlerini kurarlar.

Ancak başka türlü sınırlar da vardır. Bu sınırlar görülmez. Ve bu sınırlarda da dolaşanlar ve onları ihlal edenler vardır. Göçmenler böyledir. Resmi-fiziksel sınırları aştıktan sonra, girdikleri yerde insanların zihinlerindeki sınırları ihlal etmeye başlarlar. Bagajlarında taşıdıkları kültürel sermaye ile girdikleri ülkenin “saflığını”, zihinsel konforunu bozarlar. Onlar artık sınırın ne bu tarafından ne öbür tarafındandır. Hem bu taraf hem obür taraftadırlar. Kendileri bizzat sınırsızlıktır.

Onlar varolan fiziksel sınırların içinde sınırsız biçimde dolaştıkça kurallar kanunlar pek işe yaramaz.

Kanunlar işe yaramadığı ölçüde, fiziksel sınır çizme otoritesine sahip olanlar, göçmenlerin verdiği rahatsızlıkla başa çıkmak için onları görünmez yapmaya çalışırlar.

Her yıl ortalama 20 bin yasadışı göçmeni sınırdışı eden Hollanda, geçtiğimiz günlerde, göçmenleri “görünmez” kılmak için oldukça “orijinal” bir yönteme başvurdu. Adalet Bakanlığı, yasal ve meşru yollar dışında fiziksel sınırları aşan göçmenleri açık deniz üzerine inşa ettikleri “hapishane platformları”ndaki zoraki konaklama merkezlerine taşıdı. Gerekçeleri de oldukça “rasyonel”di: ana kara üzerinde artık inşaat yapılacak alan yok ve kent yönetimleri, arazileri üzerinde tutukevi istemiyorlar… Ayrıca bu deniz manzaralı hapishanelerin maliyeti de çok yüksek değil… Ve istendiği zaman yerini değiştirmek de mümkün… Öyle anlaşılıyor ki, fikir İngilizlerin de çok hoşuna gitmiş, aynı sistemi uygulamaya hazırlanıyorlarmış…

Bu göçmenlerin “rahatsız” ettiği Hollanda halettmiş meseleyi yani… Göçmenleri gözün görebildiği yerden uzaklaştırıp, onlarla “yüzyüze” gelmemenin yani huzursuzluk yaşamamanın yolunu bulmuş…

Ancak yasadışı göçmenler, açıkta da dursalar, oradalar… Hemen az ötede… Yasal yollarla gelenler ise hemen yanıbaşlarında ve farklı kokuları, renkleri, tarihleri, kültürleriyle “huzursuzluk” yaratmaya devam ediyorlar.

Göçmenlik böyle bir şey… Akıl karıştıran bir şey… Kendi göçmenliklerini reddedenler için özellikle… Çünkü göçmenlik karşılaşmak, “yüzleşmek” demek… Sadece fiziksel sınırların iki tarafı arasında değil, fiziksel sınırların içinde kendi geçmişiyle, bugünüyle ve dolayısıyla geleceğiyle yüzleşmek demek…

Biz hepimiz göçmeniz. Kendi içimizde, tarihimizde göç edip duruyoruz. Modern ulus-devletler fiziksel sınırlarını kıskançlıkla korumaya çalıştıkları gibi, zihinlerimizde oluşturdukları sınırları da tel örgülerle korumaya çalışıyorlar. Oluşturdukları kimlik, tarih, kültür kurgularının, resmi ideolojilerinin, devlet aklının ötesine, öncesine geçmeyi yasaklıyorlar.

Ama biz göçmeniz. Zihinlerimizde, belleklerimizde de göçmeniz. Aklımız, hatıralarımız, kültür dairelerimiz göçmen… Bir eskiye gidiyor, bir bugüne geliyor. İnşa ettikleri tarih anlayışının, ezberin gözetleme kulelerinde birileri çizdikleri sınırları aşmamamız için sürekli uyarsa, yasaklar koysa da, hatırladıklarımızı gözden ırak açık denizlere hapsetmeleri mümkün değil.

Biz insanız; içimiz bir göçmen diyarı… Çocukluğumuz ve olgunluğumuz, geride bıraktığımız topraklar ve geldiğimiz topraklar, geçmiş ve şimdiki acılarımız, darbelerimiz, işkencelerimiz, idamlarımız, katliamlarımız ve özgürlüğümüz arasında; sınırlarla çizilen tarih ve kendi tarihimiz arasında gidip geliyoruz.

Bu göçmenliğimiz sayesindedir ki, hem geçmişimizle hem de bugünümüzle yüzleşme yeteneğine sahibiz. En taze örnek: serbest bırakılan esir askerler ölmediği için sevinemeyen bakanlara rağmen, biz zihnimizin içinde göçmen olduğumuz için, sınırları aşıp o askerlerin insan olduğunu hatırlayacağız; hatırladıkça bakanın temsil ettiği “sınır”lı insanlıkla da yüzleşeceğiz.

Bize yasaklarla sınırlar dayattıkları için, hasta ettikleri ruh halimizden kurtulmak için, göçmenliğimizi özgürce yaşamak için o sınırları aşıp yüzleşeceğiz… Ve iyileşeceğiz…
 

 

 Derin İnsan 

 “Düşümde bir kelebektim. Artık bilmiyorum ne olduğumu. Kelebek  düşü görmüş olan bir insan mıyım yoksa insan olduğunu düşleyen bir kelebek mi?” (Zhuangzi, M.Ö. 4.yy)

“Ben” kimdir? İnsan nedir? Hakikat’in ne tarafındayız? Hiç bir şüpheye yer bırakmayacak bir şekilde nasıl bilebiliriz bunu? Zekâ, mantık ve bilim… Bunlar Hakikat ile aramıza bir duvar örmüş olabilir mi? Freud, Camus, Heidegger, Kierkegaard, Pascal, Bergson, Kant, Nietzsche, Sartre ve Russel’ın yanında Mesnevî’den, Mişkat-ül Envar’dan,  Makasıt-ül Felasife’den, Füsus’tan ilham alındı. Hiç bir öğretiye sırt çevrilmedi. Aşık Veysel, Alfred Hitchcock, Maupassant, Hesse, Shyamalan, Arendth, Hume, Dastour, Cyrulnik, Sibony, Zarifian ve daha niceleri parmak izlerini bıraktılar kitabımıza. Buradan indirebilirsiniz. 

   Kadınlar… Günümüzün Don Kişotları

Suzan Başarslan’ın dediği gibi “kadına dair söylenmesi gereken ne  kadar söz varsa erkeğin söylediği” bir dünya bu. Sadece söz mü? Yaşama hakkı bile. Bugün Çin’de ve Hindistan’da yüzbinlerce kız bebek daha doğmadan ultrason ile ana karnında görülüp yok ediliyor. Erkeklerin güç mücadelesinde kadınlar eziliyor. Cumartesi anası oluyor, cezaevlerinin önünde sıra bekleyen, şehit tabutlarının üzerinde ağlayan oluyor.  Şampuan veya otomobil satarken bedenini kullandıran, arka planda, silik, soyunan, tüketen, “figüran”… Kadınlara özne olma hakkını vermeyen erkekler mi yoksa bu hakkı alamayan kadınlar mı? Kadınlıklarını kaybetmeden, erkekleşmeden var olabilecek mi birgün kadınlar? 96 sayfalık bu kitapta Kadın’a ait kavgaları ve Kadın’ın kimlik arayışını sorguluyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

 Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu

Devlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisini hukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm” demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor.  Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.

Amerika Tedavi Edilebilir mi?

 Amerikalılar neden bu kadar gaddar? Dünyanın geri kalan kısmında yaşayan insanlara karşı niçin bu denli acımasız?
 Bayrak yakmanın ve Amerikan/İsrail mallarını protesto etmenin dışında bir şeyler yapmak gerektiğini düşünenler için yapılmış bu çalışmayı ilginize sunuyoruz. ABD desteği son bulmadan Ortadoğu’nun psikopatı İsrail’in saldırganlığı bitmeyecek ve Ortadoğu’ya huzur gelmeyecek gibi görünüyor. Vietnam’da ve Latin Amerika’da yaşanan katliamlar Ortadoğu’da devam ediyor.

 Müslüman’ın Zaman’la imtihanı

Sunuş: Müslümanlar dünyanın toplam nüfusunun %20’sini teşkil ediyorlar ama gerçek anlamda bir birlik yok. Askerî  tehditler karşısında birleşmek şöyle dursun birbiriyle savaş halinde olan Müslüman ülkeler var. Dünya ekonomisinin sadece %2-%3′lük bir kısmını üretebilen İslâm ülkeleri Avrupa Birliği gibi tek bir devlet olsalardı Gayrı Safi Millî Hasıla bakımından SADECE Almanya kadar bir ekonomik güç oluşturacaklardı. Bu bölünmüşlüğü ve en sonda, en altta kalmayı tevekkülle(!) kabul etmenin bedeli çok ağır: Bosna’da, Filistin’de, Çeçenistan’da, Doğu Türkistan’da ve daha bir çok yerde zulüm kol geziyor. Müslümanlar ağır bir imtihan geçiyorlar. Yaşamlarını şekillendiren şeylerle ilişkilerini gözden geçirmekle başlıyor bu imtihan. Teknolojiyle, lüks tüketimle, savaşla, kapitalizmle, demokrasiyle , “ötekiler” ile ve İslâm ile olan ilişkilerini daha sağlıklı bir zemine oturtabilecekler mi? Müslüman’ın Zaman’la imtihanı adındaki 204 sayfalık bu kitap işte bütün bu konuları sorgulayan ve çözümler öneren makalelerden oluşuyor.

 Bir pozitivizm eleştirisi

Hayatta en kötü mürşit ilim ve fen olmasın sakın? Eğer Atatürk bir kaç yıl daha yaşasaydı o meşhur sözünü geri alır mıydı acaba?… Ateşi keşfetmeden önceki insanlık ile bugünkü “uygarlığımızı”  karşılaştırdığımızda hiç  yol almadığımız söylenebilir. Bundan 200 bin yıl önce komşusunun yiyeceğini çalmak için başına taşla vuran neandertal insani ile 2003 yılında Irak in petrolünü çalmak için bir milyon ıraklı sivili öldüren (veya buna seyirci kalan) homo economicus ayni uygarlık seviyesinde. Aralarındaki tek fark kullandıkları silahların teknolojik üstünlüğü.  Teknoloji ve bu teknolojinin uygulanmasını mümkün kılan bilimsel buluşlar sıradan insanlar kadar bilim adamlarının da gözlerini kamaştırdı. Bugün karşımıza kâh bilimci (scientist), kâh deneyci (ampirist) olarak  çıkan ahlâkî-felsefî bir duruş var. Bu duruş eğitim sistemimize ve resmî ideolojimize öyle derinden işlemiş ki sorgulanması dahi çok sayıda insanı öfkelendirebiliyor, rejimin savunma mekanizmalarını harekete geçirebiliyor.  Bilim ve teknolojinin insanlığa otomatik olarak barış getireceğinden şüphe etmek neredeyse bir suç. Buna cüret edenler gericilikle, bağnazlıkla suçlanabiliyor.  Pozitivizm ve “modern” yaşam üzerine yazılmış makalelerimizin bir derlemesini 75 sayfalık bir kitap halinde sunuyoruz. PDF formatındaki bu kitabı buradan indirebilirsiniz.  

Trackback URL

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin