RSS Feed for This Post

Bir Demokrasi Hikâyesi; Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası

image680021.jpgCumhuriyet’in kurulmasıyla inkılâpların hayata geçirilmesi konusunda yakın tarihimizde bitmek tükenmek bilmeyen bir muallâka gömülmüş bulunmaktayız. Dönemin, uzunca bir süre ve hatta 21. yüzyılı yaşadığımız şuanda bile “eleştirilmezlik” zırhıyla korunması tarihi gerçeklerden bizi uzaklaştırmakta ve bazen de körü körüne yanılgılara sokmaktadır. Şüphesiz bu yanılgılar en çok inkılâplar dönemindeki tarihi eleştirilerde ortaya çıkmaktadır. Günün konjonktürleri içerisinde değerlendirdiğimizde uygulamaların birçoğunun zeminsiz ve dikta usulü olduğunu görmekteyiz. Savaştan yeni çıkmış ve kendini toparlamakta zorluk çeken yeni bir devlet için tek parti rejimi diktasını ekonomik ve siyasi iktidar adına en uygun olduğunu savunan zihniyet maalesef demokrasiden fersah fersah uzak bu dönemde insanların hayatları ve hayat tarzları üzerindeki karar mekanizmasını görmezden gelerek tarihi bir hataya körü körüne bağlanmaktadırlar. Nitekim aradan seksen sene geçmesine rağmen “inkılâp” adı verilen tepeden inmeci modernleşmenin toplumda hâlâ yerini bulamadığı ve tartışmaların devam ettiği gerçeği, toplumun özünü içermeyen ve tepeden inen çağdaşlaşmanın gerçeklerden ne kadar uzak olacağının bir kanıtını oluşturmaktadır. Yenileşme hareketlerinin sahiplerinin aklından çıkarmamaları gereken bir şey vardır ki o da “en büyük çağdaşlık özgürlüktür.”(1)

Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın Kuruluşuna Giden Yol
I. Meclis’teki muhalif hareket II. Meclis’e de taşınmıştı. Muhalif adını verdiğimiz hareket inkılâpların halkın talepleri ile gerçekleştirilmesinden yana olan demokratik tutumlu vekillerdi. Başkumandanlık Kanunu’nun uzatılmasında meclisteki ilk anlaşmazlık baş göstermeye başlamıştı. Lozan’a gidecek heyetin belirlenmesinden sonra da bu anlaşmazlık iyice belirginleşmeye başladı. Rauf Bey’in daha uygun olacağını düşünen muhaliflerin karşısında İsmet Paşa’nın görüşmeye gitmesinde ısrar eden kanata her nedense(!) yabancı komutanlar da destek veriyordu. Muhalifler Lozan’da cesur davranılmasından yanaydı. Tartışmalar mecliste tansiyonu artırmıştı. Mesela, 5 Mart’taki bir oturum sırasında İsmet Paşa’ya karşı yapılan eleştirileri bizzat cevaplandıran Mustafa Kemal Paşa’ya Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey’in müdahale etmesi üzerine, Mustafa Kemal Paşa’nın elleri ceplerinde Ali Şükrü Bey’in üzerine yürümesi I. ve II. Gurubu karşı karşıya getirmiş ve kavga güçlükle önlenmiştir.(2) Tartışmalar bunlarla sınırlı değildi. Cumhuriyet’in ilan tarzına ve cumhurbaşkanına verilen yetkilerle ilgili tartışmalar hem Meclis’te hem de basında yer almaktaydı. Bu arada Cumhuriyetin ilanını İstanbul’da gazetelerden öğrenen Rauf Bey’in İstanbul’da Halife ile görüşmesi de Meclis’te sert bir şekilde eleştirilmişti.

Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (17 Kasım 1924 – Haziran 1925)
Lozan Antlaşması’nın onaylanması, Cumhuriyet’in ilan edilmesi, halifeliğin kaldırılması, 1924 Anayasası’nın kabul edilmesi…  Derken, böylece Meclis üyeleri arasında çeşitli görüş ayrılıkları görülmeye başladı. Meclisteki tartışmalar grupları iyiden iyiye belirginleştirmiş, özellikle yapılan inkılâplar ve zemini oluşturulan inkılâplar konusunda demokratik tutumlu ikinci grup ile dikta uygulama yanlısı iktidar sürekli karşı karşıya geliyordu. Buradaki muhalefet daha çok inkılâpların şekli ve zamanı konularında ortaya çıkıyordu. Zamanla daha da belirginleşen bu muhalefet grubu, kendilerinin de mensubu bulundukları Halk Fırkası’nın icraatlarını sert bir şekilde eleştirmeye başlamıştı. Bu icraatları benimsemeyen kişiler tabii olarak Halk Fırkası içerisinde yer almayı da uygun bulmuyorlar ve istifa etmeyi düşünüyorlardı. Bunun üzerine Kazım Karabekir, Ali Fuat Paşa (Cebesoy), Refet (Bele), Adnan (Adıvar) ve Rauf (Orbay) öncülüğündeki muhalif grup Halk Fırkası’ndan ayrıldılar.
Millî Mücadele’nin liderlerinden Kazım Karabekir Paşa anılarında şöyle demektedir: “Tıpkı Cumhuriyetin İlanı’nda olduğu gibi, Hilafetin lağvı ve hanedanın hudut dışı edilmesi kararı da birkaç kişi arasında kararlaştırılıyor ve Halife, benim mıntıkamda olmasına rağmen bana bu hususta bir haber dahi verilmiyordu” Halifeliğin kaldırılmasından sonra Meclis’teki muhalefet fırkalaşmaya doğru gitmiştir. Hatta Ekim 1924’te gazetelerde bir muhalif fırkadan bahsedilmektedir. “Muhalefetin oluşması ve partileşmesinde en büyük unsur ülkede, diktatörlüğe doğru bir gidiş olduğu yolundaki inançtı. Mustafa Kemal Paşa’nın ve fırka ileri gelenlerinin artan nüfuzu, parti üyelerinden bazılarının memnuniyetsizliğine yol açmıştı. Bunun sonucu olarak da kurulmakta olan otoriteye sınır çizilmesi ihtiyacı doğuyordu.”(3) Bu arada yeni partinin adının “Cumhuriyet” olacağını öğrenen Halk Fırkası, Kütahya Mebusu Recep Bey’in teklifi üzerine 10 Kasım 1924’te Halk Fırkası’nın başına “Cumhuriyet” kelimesini ekleyerek CHF adını almıştır.(4)
Zafer sonrası gidişattan memnun olmadıkları ve şahsen politikada etken olamadıkları intibaını taşıdıkları için Cumhuriyet Halk Fırkası’ndan ayrılan bu grup, 1924 Anayasası’nın çok partili rejime geçmesine imkân tanımasından da – en azından engellememesinden de- istifade ederek, 17 Kasım 1924’te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı kurdular.
Millî Mücadele sırasında Mustafa Kemal Paşa’nın etrafında ilk halkayı teşkil eden bu kişiler tarafından kurulan TCF; muhalefet kontrolü olmaksızın bütün kuvvetlerin Meclis’te toplanmasını otoriter bir idare doğuracağı düşüncesini taşıyordu. Bu sebeple parti, Meclis’te tesirli bir muhalefet yaparak demokratik bir denge kurmak amacıyla cumhuriyet dönemi siyasî tarihinde kurulmuş ilk muhalefet partisidir. Yeni partinin başkanı Kazım Karabekir, ikinci başkanı Rauf (Orbay) Bey, genel sekreteri Ali Fuat (Cebesoy) olmuştur.
Cumhuriyet yönetimini yaşatmak ve geliştirmek politikasını takip edeceğini belirten TCF’nin programında;
Egemenliğin halkta bulunduğu,
Liberalizm ve demokrasinin benimsendiği,
Anayasanın halkın isteği doğrultusunda değiştirilebileceği,
Din ve inançlara saygılı olduğu,(5) İdarî yönden de yerinden yönetimin gerçekleşmesi esasının benimsendiği,
Eğitimde terbiyenin esas tutulacağı,
Meslekî teşkilatlanmanın yurt genelinde yaygınlaştırılacağı,
İstanbul’un yeniden ekonomik merkez yapılacağı,
Cumhurbaşkanının seçimden sonra milletvekilliği ile ilişiğinin kesileceği,
Yabancı sermayenin destekleneceği, belirtilmiştir. Günümüz politikalarına baktığımız da dahi TCF’nin o dönemdeki parti programının kalkınma ve modernleşme yaşayacak bir Türkiye için ne kadar iç açıcı olduğu görülmektedir. O dönemde fidanlarını vermiş olan vesayet rejiminin aynı politikalara günümüzde de nasıl karşı çıktığını görmek ülkemizin en büyük talihsizliğini gözler önüne sermektedir.
TCF mecliste küçük bir orana sahip olmasına rağmen birkaç hususta etkisini kısa zamanda göstermeye başlamıştır. TCF ve İstanbul basını İsmet Paşa Hükümeti’ne karşı sürekli eleştirilerde bulunmaktadır. Başbakan, İstanbul’un ancak sıkıyönetim ile idare edilebileceği görüşüyle, hükümete bu yetkinin Meclis tarafından verilmesini isteyecektir. Ancak bu teklif daha parti grubunda reddedilmiştir. Bunun üzerine İsmet Paşa 21 Kasım’da istifa etmiştir. Başbakan Fethi Bey olur. Çok gergin bir ortamda asabi şartlar içinde kurulan parti, Meclis tartışmalarında oldukça çetin mücadeleler vermiş, ancak azınlıkta olduğu için pek başarılı olamamıştır. Bu arada bağımsız olan ve Terakkiperverlere yakınlığı bilinen Halit Paşa’nın da Meclis koridorunda vurulması durumu iyice gerginleştirmiştir.

Her Zamanki Düzmeceler ve Yaşasın Hökümet Diktası!
Aradan bir Lozan geçmiştir… Dışarıda Musul petrollerine, içeride demokrasi yanlısı TCF’ye çözüm gerekmektedir. İnkılâpların hızı kesilmeden işlevine sokulmalı, Lozan sırasında karşımıza çıkan yabancı bir komutanla yapılan plan bir an önce devreye sokulmalı idi. Yoksa dışarıda, Musul İngilizler için bir pasta olamaz, içeride de demokrasi safsatalarıyla tepeden düşen modernleşme hareketleri anca çatlak ses getirirdi. Peki, nasıl vurulur bir taşla iki kuş? Musul’dan vazgeçmeye razı edecek bir bahane etnik bir sebep ve ülkenin zayıf olduğu inancı olabilir, demokrasiden vazgeçmeye yetecek ve diktayı kuvvetlendirecek bir sebepte dini menşeli olabilirdi. Al sana o zaman nur topu gibi bahane; Şeyh Sait İsyanı…
Şubat 1925’te Ergani’nin Eğil Bucağı’na bağlı Piran Köyü’nde, haklarında tutuklama kararı bulunan Şeyh Sait’in adamlarından 12 kişinin jandarmaya teslim olmayıp ateş açmalarıyla Şeyh Sait İsyanı başlamıştır. Kısa sürede yayılan olaylar üç aydan fazla devam etmiştir. 13 Şubat’taki olaydan sonra Şeyh Sait’in adamları 16 Şubat’ta Genç’in merkezi Darahni’yi yağmalarlar. Daha sonra üç gruba ayrılan asiler, 21 Şubat’ta bir alayı geri çekilmek zorunda bırakıp Yarbay Cemil Bey komutasındaki başka bir Süvari Alayını da pusuya düşürerek esir almışlardır. Bundan sonra Elazığ’a girip şehri yağmalamışlar ve Muş’u alıp Erzurum’a doğru harekete geçmişlerdir. Diyarbakır’a saldırdıktan sonra ilk kez 8 Mart’ta geri çekilmeye başlamışlardır. Sonunda Şeyh Sait ve isyanın ileri gelenleri 15 Nisan’da teslim olmuşlardır. İsyan Mayıs ayının sonuna kadar da tam olarak bastırılmıştır. Plan bundan sonra rayına oturur ve…
İsyan başlayınca TCF’ye karşı hemen hücuma geçilmiştir. Parti programındaki “Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası efkar ve itikadat-ı diniyeye hürmetkârdır” maddesi, bir irtica hareketi olan Şeyh Sait isyanını körükleyen sebep gibi yorumlanmıştır. Yani demokrasi hareketi vurularak zemini atılan inkılapların önüne engel olabilecek her türlü sebep ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır.(6) İsyan bölgesinde sıkıyönetim ilan edilir. Buna rağmen CHF içindeki bazı mebuslar Fethi Bey’i sert müdahale etmemekle suçlar. Fethi Bey, sıkıyönetimin doğu illerini kapsamasının yeterli olduğunu düşünürken İsmet Paşa önderliğindeki radikal kanat ise tüm Türkiye’yi kapsaması gerektiğini düşünür. Bu baskıların sonucunda Fethi Bey, Kazım Karabekir Paşa, Rauf Bey, Adnan Bey ve Halide Edip Hanım’ı başbakanlığa çağırarak şunları söylemiştir:  “Size fırkanızı kendi kendinize dağıtmanızı beni tebliğe memur ettiler. Dağıtmazsanız istikbali çok karanlık görüyorum. Kan dökülecektir.” Kazım Karabekir de şu cevabı verir: “Kanun dairesinde fırka teşkil etmek elimizdedir fakat bunu dağıtmak elimizde olmayan bir şeydir. Hükümetsiniz. Her nevi kuvvetiniz, türlü vasıtalarınız vardır. Fırkamızı behemehal dağıtmak arzu ediyorsanız onu yapmak elinizdedir.” Fethi Bey, CHF içindeki baskılara dayanamaz ve istifa ederek 11 Mart’ta Paris büyükelçiliğine atanarak mebusluktan ayrılır. 3 Mart günü hükümeti kurma görevi İsmet Paşa’ya verilir ve yeni hükümet 2 çekimser, 23 redde karşı 154 oyla güvenoyu alır. Şeyh Sait İsyanı ile ilgili İsmet Paşa hükümetinin aldığı ilk tedbir, güvenoyu aldığı gün TBMM’den bir Takrir-i Sükûn Kanunu(7) çıkarmak ve İstiklâl Mahkemelerini kurmak olmuştur.
Muhalife basının TCF ile ilişki içinde olduğunu ve Şeyh Sait İsyanı’nın çıkmasının müsebbibinin İstanbul basınının telkinleri olduğunu düşünen Recep Bey şöyle söylemektedir:
“… işte biz bu yılan yuvalarını tahrip etmek ve susturmak azmindeyiz. Bunları ezmedikçe vatan bir gün rahat etmeyecektir… Eldeki kanunlarla, bu tahrik vasıtalarını nerede ise arayıp bulacak ve seslerini boğacağız. Bu yılanlar ve zehirli yuvalar kanun kuvvetiyle dezenfekte edilmedikçe memleketin rahat yüzü görmesi ihtimali yoktur.”
6 Mart’tan itibaren bağımsız basının susturulması ve yasama döneminin 20 Nisan’da sona ermesi ile hükümetin faaliyetleri üzerindeki iki denetim aracı da ortadan kalkacaktır.  İlk denetim aracı olan basın camiasından 6 Mart’ta Bakanlar Kurulu kararıyla 6 gazete(8), ertesi gün de Adana’da Toksöz kapatılmıştır. 9 Mart’ta 5 gazete(9), 15 Nisan’da Tanin süresiz kapatılır.(10) Bu arada pek çok gazeteci de İstiklal Mahkemelerinde yargılanır ve hüküm giyer.

Takrir-i Sükûn Kanunu ve TCF’nin Sonu
Ankara İstiklal Mahkemesi heyeti 5 Mayıs’ta hükümete TCF kol ve bürolarını, parti programının 6. maddesini gerekçe göstererek kapatma önerisinde bulunur. Şark İstiklal Mahkemesi ise 25 Mayıs tarihinde yetki alanına giren vilayetlerdeki TCF şubelerini kapattırır. Hükümet de 3 Haziran 1925 tarihinde TCF’nin tüm şube ve merkezlerinin kapatılmasına karar verir. Cumhuriyet döneminin ilk muhalefet partisinin hayatı böylece sona ermiş olur.
Sonuç olarak; İktidar partisi olan Cumhuriyet Halk Fırkası, yeni partinin giderek artan bir şiddetle yaptıkları eleştiri ve muhalefet karşısında önce hükümette bir takım değişiklikler yapmış, İsmet (İnönü) Paşa başbakanlıktan ayrılarak yerine Fethi (Okyar) getirilmiş, fakat muhalefette bir yumuşama olmamış, üstelik doğu illerinde ayaklanmalar başlayınca, Takrir-i Sükûn Kanunu ile sert önlemler alma yoluna gitmişlerdir
Böylece hem içeride demokrasi yani halk tabanlı siyaset susturularak çağdaşlaşma(!) hareketlerine hızla ve sorgusuz devam edilecek ortam hazırlanmış, hem de Lozan’da verilen söz tutulmuş, isyanlardan sonra ülkenin askeri gücü zayıf olduğu kamuoyunda inandırılarak Musul kendi elimizle İngilizlere hediye edilmiştir.
Yakın tarihi sorulamamak değil bizzat sorgulamak gerek! Günümüzü anlamak istiyorsak bu şart! Mesela Lozan’ı sorgulamak gerek, neden İsmet Paşa’nın gitmesinde ısrar edilmiştir, neden İsmet Paşa ilk görüşmeden sonra Türkiye’ye gelip mülakatlardan sonra tekrar görüşmelere gitmiştir, bahsedilen bu yanancı komutan da kimin nesidir, Yunanla, Ermini ile savaşıp neden İngiliz’le, Fransız’la masaya oturmuşuzdur, Amerika neden Türkiye ile ilgili olarak lehte(!) gözüken bir karar çıkarmıştır, yıllardır şark meselesi ile yanıp tutuşan Batı neden İstanbul’u terk edip gitmiştir ve neden…
 

(1) Atilla Yayla, Özgürlük Dersi
(2) Daha sonra Ali Şükrü Bey, 27 Mart’ta Çankaya Millî Muhafız Alayı Komutanı Topal Osman tarafından öldürülmüştür
(3) Prof. Dr. Nurettin Güz
(4) T. Zafer Tunaya
(5) Programın 6. maddesi, “Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası efkâr ve itikadat-ı diniyeye hürmetkârdır”
(6) Bu arada Anayasada devletin dini İslam’dır maddesi de mevcuttur
(7) CHF’nin isteği doğrultusunda çıkarılan 578 sayılı Takrir-i Sükûn Kanunu:
1- İrticaa, isyana ve memleketin sosyal düzenini huzur ve sükûnunu, emniyet ve asayişini bozmağa sebep olacak her türlü teşkilat ve tahrikâtı teşvik ve teşebbüs ve yayınları; Hükümet, Cumhurreisinin tasdikinden sonra re’sen ve idareten yasak etmeye mezundur. İşbu fiilleri işleyenleri Hükümet İstiklal Mahkemelerine verebilir.
2- İşbu kanun neşri tarihinden itibaren iki yıl müddetle yürürlükte kalacaktır.
3- İşbu kanunun tatbikine İcra Vekilleri Heyeti memurdur.
(8)  Tevhid-i Efkar, Son Telgraf, İstiklal, Sebilürreşad, Aydınlık ve Orak Çekiç
(9)  Sada-yı Hak (İzmir), İstikbal (Trabzon), Kahkaha (Trabzon), Presse du Soir (İstanbul), Sayha (Adana)
(10) Daha sonra Resimli Ay dergisi de kapatıldıktan sonra 12 Ağustos’ta Vatan’ın yayın hayatına son verilmiştir.

Kaynaklar:
Kemal Gözler, “Cumhuriyet ve Monarşi”, Türkiye Günlüğü, Sayı 53, Kasım-Aralık 1998, s.27-34.
Ergün Özbudun, Atatürkçü Düşünce El Kitabı, Ankara 1995, Atatürk ve Demokrasi
Hilmi Yavuz, 11.06.2006, ‘Kuva-yı Milliye’den ‘Hakimiyet-i Milliye’ye
M. ŞÜKRÜ HANİOĞLU, 23.07.2005, “Asırlık bir ideolojinin yıldönümü”

 

 Derin İnsan 

 “Düşümde bir kelebektim. Artık bilmiyorum ne olduğumu. Kelebek  düşü görmüş olan bir insan mıyım yoksa insan olduğunu düşleyen bir kelebek mi?” (Zhuangzi, M.Ö. 4.yy)

“Ben” kimdir? İnsan nedir? Hakikat’in ne tarafındayız? Hiç bir şüpheye yer bırakmayacak bir şekilde nasıl bilebiliriz bunu? Zekâ, mantık ve bilim… Bunlar Hakikat ile aramıza bir duvar örmüş olabilir mi? Freud, Camus, Heidegger, Kierkegaard, Pascal, Bergson, Kant, Nietzsche, Sartre ve Russel’ın yanında Mesnevî’den, Mişkat-ül Envar’dan,  Makasıt-ül Felasife’den, Füsus’tan ilham alındı. Hiç bir öğretiye sırt çevrilmedi. Aşık Veysel, Alfred Hitchcock, Maupassant, Hesse, Shyamalan, Arendth, Hume, Dastour, Cyrulnik, Sibony, Zarifian ve daha niceleri parmak izlerini bıraktılar kitabımıza. Buradan indirebilirsiniz. 

   Kadınlar… Günümüzün Don Kişotları

Suzan Başarslan’ın dediği gibi “kadına dair söylenmesi gereken ne  kadar söz varsa erkeğin söylediği” bir dünya bu. Sadece söz mü? Yaşama hakkı bile. Bugün Çin’de ve Hindistan’da yüzbinlerce kız bebek daha doğmadan ultrason ile ana karnında görülüp yok ediliyor. Erkeklerin güç mücadelesinde kadınlar eziliyor. Cumartesi anası oluyor, cezaevlerinin önünde sıra bekleyen, şehit tabutlarının üzerinde ağlayan oluyor.  Şampuan veya otomobil satarken bedenini kullandıran, arka planda, silik, soyunan, tüketen, “figüran”… Kadınlara özne olma hakkını vermeyen erkekler mi yoksa bu hakkı alamayan kadınlar mı? Kadınlıklarını kaybetmeden, erkekleşmeden var olabilecek mi birgün kadınlar? 96 sayfalık bu kitapta Kadın’a ait kavgaları ve Kadın’ın kimlik arayışını sorguluyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

 Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu

Devlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisini hukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm” demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor.  Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.

Amerika Tedavi Edilebilir mi?

 Amerikalılar neden bu kadar gaddar? Dünyanın geri kalan kısmında yaşayan insanlara karşı niçin bu denli acımasız?
 Bayrak yakmanın ve Amerikan/İsrail mallarını protesto etmenin dışında bir şeyler yapmak gerektiğini düşünenler için yapılmış bu çalışmayı ilginize sunuyoruz. ABD desteği son bulmadan Ortadoğu’nun psikopatı İsrail’in saldırganlığı bitmeyecek ve Ortadoğu’ya huzur gelmeyecek gibi görünüyor. Vietnam’da ve Latin Amerika’da yaşanan katliamlar Ortadoğu’da devam ediyor.

 Müslüman’ın Zaman’la imtihanı

Sunuş: Müslümanlar dünyanın toplam nüfusunun %20’sini teşkil ediyorlar ama gerçek anlamda bir birlik yok. Askerî  tehditler karşısında birleşmek şöyle dursun birbiriyle savaş halinde olan Müslüman ülkeler var. Dünya ekonomisinin sadece %2-%3′lük bir kısmını üretebilen İslâm ülkeleri Avrupa Birliği gibi tek bir devlet olsalardı Gayrı Safi Millî Hasıla bakımından SADECE Almanya kadar bir ekonomik güç oluşturacaklardı. Bu bölünmüşlüğü ve en sonda, en altta kalmayı tevekkülle(!) kabul etmenin bedeli çok ağır: Bosna’da, Filistin’de, Çeçenistan’da, Doğu Türkistan’da ve daha bir çok yerde zulüm kol geziyor. Müslümanlar ağır bir imtihan geçiyorlar. Yaşamlarını şekillendiren şeylerle ilişkilerini gözden geçirmekle başlıyor bu imtihan. Teknolojiyle, lüks tüketimle, savaşla, kapitalizmle, demokrasiyle , “ötekiler” ile ve İslâm ile olan ilişkilerini daha sağlıklı bir zemine oturtabilecekler mi? Müslüman’ın Zaman’la imtihanı adındaki 204 sayfalık bu kitap işte bütün bu konuları sorgulayan ve çözümler öneren makalelerden oluşuyor.

 Bir pozitivizm eleştirisi

Hayatta en kötü mürşit ilim ve fen olmasın sakın? Eğer Atatürk bir kaç yıl daha yaşasaydı o meşhur sözünü geri alır mıydı acaba?… Ateşi keşfetmeden önceki insanlık ile bugünkü “uygarlığımızı”  karşılaştırdığımızda hiç  yol almadığımız söylenebilir. Bundan 200 bin yıl önce komşusunun yiyeceğini çalmak için başına taşla vuran neandertal insani ile 2003 yılında Irak in petrolünü çalmak için bir milyon ıraklı sivili öldüren (veya buna seyirci kalan) homo economicus ayni uygarlık seviyesinde. Aralarındaki tek fark kullandıkları silahların teknolojik üstünlüğü.  Teknoloji ve bu teknolojinin uygulanmasını mümkün kılan bilimsel buluşlar sıradan insanlar kadar bilim adamlarının da gözlerini kamaştırdı. Bugün karşımıza kâh bilimci (scientist), kâh deneyci (ampirist) olarak  çıkan ahlâkî-felsefî bir duruş var. Bu duruş eğitim sistemimize ve resmî ideolojimize öyle derinden işlemiş ki sorgulanması dahi çok sayıda insanı öfkelendirebiliyor, rejimin savunma mekanizmalarını harekete geçirebiliyor.  Bilim ve teknolojinin insanlığa otomatik olarak barış getireceğinden şüphe etmek neredeyse bir suç. Buna cüret edenler gericilikle, bağnazlıkla suçlanabiliyor.  Pozitivizm ve “modern” yaşam üzerine yazılmış makalelerimizin bir derlemesini 75 sayfalık bir kitap halinde sunuyoruz. PDF formatındaki bu kitabı buradan indirebilirsiniz.  

Trackback URL

  1. 13 Yorum

  2. Yazan:İzzet Kütükoğlu Tarih: Kas 26, 2007 | Reply

    Sayın Talha CAN, gerçekler acıdır! onun için üzerleri örtülmeye, gizlenmeye çalışılır. onun için sorgulanmaları önlenir!
    Teşekkür ederim

  3. Yazan:fizikci Tarih: Kas 26, 2007 | Reply

    TCF 7 ay yaşamış. Gene uzun ömürlü sayılır. SCF (Serbest Cumhuriyet Fırkası) ancak 2 ay yaşayabilmişti. Onun için de “nur topu gibi olay” Menemen Hadisesiydi.

    Atatürk’ün desteğiyle açılan, liberalizmi savunan SCF’yi, Atatürk’ün bile CHP’nin gazabından kurtaramayışı hakkında “CHP kemalistleri” ne düşünüyor merak ediyorum.

  4. Yazan:TT Tarih: Kas 26, 2007 | Reply

    İngilizler, Lozan’da kürtlerin ayrı bir millet olduğunu ve misak-ı milli sınırları içinde değerlendirilmeyeceği tezini ısrarla savunmuşlardır. Buna karşılık İsmet İnönü heyeti kürtlerin azınlık değil bu milletin asli unsuru olduğunu ve bölgede yapılabilecek bir referandumun kendilerini haklı çıkaracağı tezini ileri sürmüşlerdir.Musul ve Kerkük’ün de aynı statüde olduğunu savunmuşlar fakat aksini savunan İngilizler’le Lozan’da halledilemeyen bu konu iki devletin ileride yapacağı ikili müzakerelere bırakılmıştır.

    O sıralarda Yunan savaşı yorgunu olan ve fazla pazarlık güçlerinin olmadığına inanan İnönü hükümeti,henüz Anadolu’yu terketmemiş olan ve Çanakkale civarında bekleyen İngiliz ordusuyla yapılacak bir savaşı macera olarak görüyordu ve Lzoan’da sonuç alınamayan doğu meselesinin müzakerelerini 1926’ya bırakmak zorunda kalmıştı.
    İngiliz’ler 1926’da yapılacak görüşmeler öncesi kürtlerle ilgili tezlerini haklı çıkarabilmek ve ellerini güçlü hale getirmek için Şeyh Sait İsyanını tertiplemişler ve bunu Musul görüşmelerinde kullanmışlardır…

    Çıkan isyanı fırsat bilen CHP bunu iç politika malzemesi haline getirmiş ve TCF yi kapatmıştır…

    TCF’nin kapatılması bazı yönleriyle günümüzdeki olaylara da benziyor…

  5. Yazan:Talha CAN Tarih: Kas 26, 2007 | Reply

    İzzet Bey,
    buyurduğunuz gibi gerçekler acıdır ve üzeri örtülmeye çalışılır. Yalnız Tamer Korkmaz’ın deyimiyle gerçeklerin acı bir huyu da vardır; elinde sonunda ortaya çıkarlar…
    Teşekkür benden…

    Sayın Fizikçi,
    katkınız için teşekkürler,
    bir de SCF’yi konu alan bir yazı hazırlasak konu bütünlüğü açısından iyi olur, teşekkürler…

  6. Yazan:Talha CAN Tarih: Kas 26, 2007 | Reply

    Sayın TT,
    Mevzu bahsettiğiniz yönde akmakla beraber bahsedildiği kadar masum da değildir. Lozan’ın 19, 20 ve 21. maddelerine baktığımızda Kıbrıs’la olan ilişkimizi kesmişiz. Üstelik buradaki durum Anadolu’nun tersine, İngiltere Rumlara karşı Türkleri denge unsuru olarak kullanıyordu. Ve Rumların yaptığı ayaklanmalara karşı Türkleri polis olarak kullanıp tarafları karşı karşıya getiriyordu. 1944’de ise aynı devlet adamımız 12 Adalardan vazgeçildiğiniz açıklıyor. Niye ABD ve İngiltere’ye sırtını dayamak için, aynı 1923’te olduğu gibi… Düşüncelerimizin aynı olduğuna kanaat getirmiş durumdayım, yalnız sizin paradigmanızla Şeyh Said isyanı yalnızca dış bir olay olmakla birlikte içeride de kullanılıyor, benim öne sürdüğüm paradigma ise bu olayın hem iç ve hem dış kaynaklardan fakat tek noktadan, yani Lozan’dan geldiği… Çünkü benzer bir durumla avantajlı olmamıza rağmen Kıbrıs’ta da karşılaşıyoruz. İstanbul’a demirlenmiş gemileri, Çanakkale’deki donanmayı açıklarken İngiliz’in, Fransız’ın elini kolunu sallayarak gittiğini ve bizim saf bir galibiyet kazandığımızı söylemek zor… Neler aldılar? Buna cevap bulmak lazım; Musul, Kerkük, Kıbrıs… Bence onlar adına yeterli değil, İstanbul’dan, Anadolu’dan büyük nimet mi var? Cevabı sadece bizim güçsüzlüğümüz neticesinde verdiğimiz göz yummalarda değil işgal edebilecek güce sahip devletlere neler verildi’de aranabilir. Çünkü ABD unsuru da var, taze kan, işgal edebilir ve Monroe Doktrinini bir kere delmiş durumda. Ama bakıyoruz Türkiye’nin lehine gözüken bir karar alıyor, neden? Bunların hepsine bir soru ile cevap vererek bitirelim; Türkiye bu olaylarla içeride inkılâpları daha rahat ve hızlı harekete geçiriyorken acaba dışarısı da bu inkılâplarla mı kazanıyordu? (bu milleti işgal ederek bir yere varılamayacağı onlar adına aşikâr, peki milleti millet yapan değerlerini tırpanlasak!)

  7. Yazan:dalgacı Tarih: Ara 2, 2007 | Reply

    yazınız tam anlamıyla bir çorba. neresinden tutsanız elde kalıyor. çok kronolojik hatalar var. sebep sonuç ilişkileri de bu yanlış kronoloji üzerine bina edilince elbette yanlış hükme varmak kaçınılmaz. cumhuriyet’in ilanından aylar öncesi birinci meclis fesh edilmiş (16 nisan 1923’te son toplantısını yapar birinci meclis), seçimlere gidilmiş ve ikinci meclis 11 ağustos’ta resmen göreve başlamıştır. m. kemal kendi güdümünde “kız gibi bir meclis” oluşturma arzusuna bu ikinci meclisle ermiş ve bu yeni mecliste birin meclisteki muhalif olan ikinci grub’u tamamen tasfiye etmiştir. cumhuriyet’i de 29 ekim 1923 pazartesi günü saat 20:30’da 158 kişinin hazır bulunduğu mecliste ilan etmiş ve 15 dakika sonra da kendisini bu cumhuriyetin cumhurbaşkanı seçtirmiştir. ikinci meclisin mebus sayısının 287 olduğunu da unutmayalım. terakkiperver cumhuriyet fırkasının kurulması ise 17 kasım 1924 tarihini bekleyecektir. ikinci mecliste ve dolayısı ile ikinci meclisteki muhalefet olan terakkiperver cumhuriyet fırkası üyelerinin ilk meclisteki ikinci grup ile ilgisi yoktur.
    tamam, resmi tarih tezi bir sürü hata ve çarpıtma ile dolu, ama siz de lütfen tarihi doğru dürüst aktarın. yanlışın yerine yanlışı ikame etmeyin. yazının gerisini okumadım daha. bakalım daha ne hatalar göreceğim…

  8. Yazan:Talha CAN Tarih: Ara 4, 2007 | Reply

    Sayın dalgacı,
    ikinci meclis ile muhalefet tamamen tasfiye edilmemiştir. Zaten cumhuriyetin ilanına da bu bahane ile gidilir. Kurulamayan kabine Cumhuriyetin ilanına bahane hazırlar ve dediğiniz gibi 158 kişi hazır mevcut iken cumhuriyet ilan edilir ve cb seçilir.
    “ikinci mecliste ve dolayısı ile ikinci meclisteki muhalefet olan terakkiperver cumhuriyet fırkası üyelerinin ilk meclisteki ikinci grup ile ilgisi yoktur.” demişsiniz, ilgisi vardır efendim hem de organik bir ilgi vardır, evet ilk meclisteki ikinci grubun hepsi bir daha mebus olamamıştır, ama TCF’yi oluşturanlar ilk meclisteki bu gruptan gelmektedirler.

  9. Yazan:dalgacı Tarih: Ara 5, 2007 | Reply

    talha bey,

    m. kemal’in aralık 1921 ve mart 1922 olmak üzere tam iki kez ciddi ciddi meclis’i ilga etmeyi düşündüğünü ve fakat buna kendisinin meşruiyetlerini kaybedecekleri gerekçesi ile mani olduğunu inönü hatıralarında yazıyor. bunun üzerine de m. kemal bazı yerlerde dile getirdiği gibi “kız gibi” yeni bir meclis oluşturma fikrine kapılır. birinci meclisin lozan’ı dönemin hükumetinin tavizkar tutumlarından dolayı onaylaması mümkün görünmemektedir. maksat hasıl olu. ikinci meclis tamamen m. kemal’in irade ve inisiyatifi istikametinde oluşur. bunun 2 istisnası vardır. biri eskişehir mebusu emin bey diğeri gümüşhane mebusu zeki beydir. onun dışındaki tüm mebuslar m.kemal’in istediği kişiler olarak meclise girer. zeki bey’in seçilmesi de ayrı bir mevzu. mahir iz’in hatıralarına bakılabilir bu hususta. ikinci meclise birinci meclisin ikinci grubunda yer alıp da girebilen sadece 2-3 kişi vardır. terakkiperver cumhuriyet fırkası kurucu ve mensupları birinci mecliste ikinci grubun değil birinci grubun üyesidirler. bunlardan sadece hüseyin rauf (orbay) bey ikinci grupla yakın temas ve ilişkileri olan ve fakat birinci gruba mensuptur. kaldı ki ikinci gruptan olsaydı rauf bey 4. icra vekilleri heyetinin başkanı da olamazdı herhalde. lozan görüşmeleri sırasında meclisteki muhalefet olan ikinci grubu belki bir parça teskin edebilmek maksadına matuf olarak rauf bey başvekillikte tutulmuştur. rauf bey birinci grup ile ikinci grup arasında köprü vazifesi görmüştür. dolayısı ile ikinci mecliste ilk göreve başladığında henüz ortada muhalefet yoktur. farklı fikirler vardır ve bunlar m.kemal’in yakın çalışma arkadaşlarına aittir fakat muhalefet yoktur. cumhuriyet’in kendilerinden habersiz alelacele, adeta yangından mal kaçırırcasına ve yeni bir teşkilat-ı esasiye kanunu hazırlanmadan ilan edilmesi muhalefet için ilk kıvılcım olur. anlarlar ki istişarelerle ortak akılla karar alan bir kadro hareketi değil, tek adamlık rejimi istenmektedir. ve ancak 17 kasım 1924’te muhalefet sahnesinde yer alabilirler. m.kemal muhalefetsiz bir meclis tasarlamasına rağmen bunu ikinci mecliste de başaramayınca ancak 3. mecliste bu maksadına vasıl olur.
    ikinci gruptan kimse terakkiperver grubu ile organik ilişki içinbde değildir zira kendileri mecliste yoktur. ne zamanki terakkiperver cumhuriyet fırkası kurulur o zaman birinci meclisteki ikinci grup üyelerinin bir kısmı terakkiperver fırkaya kayıt olurlar. mesela hüseyin avni bey istanbul teşkilatında yer alır. fakat terakkiperver fırkanın banisi, kurucusu asla ikinci grup üyeleri değildirler. hatta kendi aralarında terakkiperver fırka ile olan münasebetlerinin keyfiyetini belirlemnek için uzun istişareler de yapar ve destekleme kararı alırlar.

  10. Yazan:dalgacı Tarih: Ara 5, 2007 | Reply

    ayrıca lütfen bana tcf’yi oluşturan ve ikinci gruptan gelen mebusların isimlerini verebilir misiniz? çünkü neredeyse çoğu kaynak bilittifak ikinci meclise ikinci gruptan sadece 2-3 mebusun girebildiğini söylüyor da. m.kemal’in hiç yanından ayırmadığı ve sonradan tcf başkanı olanı kazım karabekir mi ikinci gruptandı yoksa 4. icra vekilleri heyeti başkanı rauf orbay bey mi? ali fuat cebesoy mu, refet bele mi?

  11. Yazan:Ergun ONEL Tarih: Eyl 24, 2008 | Reply

    Aradan 80 yıl geçer,,,,bir bakarsınız AKP diye bir Parti, ABD ve Avrupa Birliği nam Topluluğun
    desteği ile, İkt,dara getirilir. Yaptıkları ve
    Hedefleri :

    1 – Liberasyon ve Demokrasi başlığı altında
    Tüm Cumh.Devri Tesis,Fabr. Liman,Maden
    tüm Cumh. varlıklarını Emperyaliste
    ÖZELLEŞTİRME ADI altında peşkeş çeker.
    2 – İstanbul’un “Ekonomik Merkez” olma ideali
    manâsında, MERKEZ BANKASINI, İstanbul’a
    NAKLETME KARARINI ALIR. Tüm Bürokrasinin
    karşı çıkmasına rağmen..
    3 – DİN ve İNANÇLARA SAYGI yutturmacası ile,
    Devlet Kadrolarını, DİNCİ Takiyyecilerle
    Doldurarak, YARGIYI da ele geçirme heves
    ve hırsına kapılır. Ancak KUVVETLER
    AYRILIĞI İlkesi gereğince, Yasama,Yürütme
    YARGI ERK’lerinin ayrışması prensibi
    gereğince bunu gerçekleştiremez. ANAYASA
    MAHKEMESİ tarafından 10-1 Oy ile LÂİKLİK
    KARŞITI ODAK OLMA,,keyfiyeti kayıt ve
    TESCİL OLUNUR. Üniversitelerde TÜRBAN’ın
    SERBESTLEŞTİRİLMESİ KONUSUNDA, yaptığı
    ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ, ANAYASA MAHKEMESİ
    tarafından keza, İPTAL OLUNUR.
    Ancak Yürütme Organının diğer ayağı olan
    C.Başkanlığına yine kendi içinden Türban
    Takan bir Eşe sahip, birsini seçtirir.
    Bu OLAY,,,SONUNUN BAŞLANGICI SAYILABİLİR..
    GELİŞMELER İZLENMEKTEDİR.
    4 – İdarî Açıdan Yerinden Yönetim (Federal
    Yönetim) konusunda, Başbakanlık Müsteşarl.
    tarafından hazırlanan Kanun Teklifini
    TCMM ne GETİREMEZ..Süspanda tutar.

    İşte tüm bu Vaziyeti Ahvalde,,,Ekonomik Durum
    DIŞ BORÇLARLA ( 500 MİLYAR DOLARA ULAŞAN) bir
    Yükümlülükle, Dünyada en yüksek Faizi Ödeyen Ülke sıfatı ile BÜTÇENİN % 60 lardan fazlasının FAİZ Ödemelerine gitmesi gibi,
    Borcun,Anüite Öadmelerinin yine BORÇLANMA ile
    karşılanması gibi bir durumda, Yüksek Faiz ile akan “Sıcak Para” ya rağmen HER YIL DEVAMLI ARTAN BİR BÜTÇE AÇIĞI ile

  12. Yazan:Ergun ONEL Tarih: Eyl 24, 2008 | Reply

    Günü kurtarmaya bakar.Dış Politikada “Bağımsız
    Türkiye” imajı Atatürk’den gelen BAĞIMSIZ imaj,
    ABD ve AB ye iltica şekline dönüşür.

    Tüm bu ahval ve şeraitten daha elîm ve daha vahîm olmak üzere Memlekette İktidara sahip olanlar,gaflet ve dalalet ve hatta hiyanet içinde bulunabilirler.Hatta,bu İktidar Sahipleri şahsî menfaatlerini Müstevlilerin
    şahsî emelleri ile tevhid (birleştirme) edebilirler…..Sözleri ATATÜRK’ün dudaklardan düşmez olur….

    Derkeeeeeeeeeennnnnn,,,,BİR GÜN,,,,Tüm bu
    İhanet Şebekesi için SON GELİRRRRRRRRRRRR.
    Nasıl mı ? Bekleyiniz,,,,Görünüz….

  13. Yazan:elif dedim Tarih: Eyl 24, 2008 | Reply

    Genel hatlarıyla doğru ve güzel bir yazı olmuş.
    Emeğinize sağlık Talha Bey…

    Sn.Dalgacı Bey ile Sn yazarımızın ihtilafta kaldığı konu bence teferruat. Sonuçta TCF kurucuları, cumhuriyetin ilan ediliş tarzına dayanarak ve tek adam rejimine gidişi gördükten sonra muhalif olmuşlar ne lozanı ne de tepeden inme devrimleri tasvip etmişlerdir.

    İllaki görüş bildirmem gerekirse,

    “İkinci Grup üç mebus haricinde tamamen tasfiye edildi ve yeni meclisin dışında bırakıldı.” diyorum.. Sn.Dalgacı Beyden tarafım…

    Daha fazla bilgi için kaynaklarıyla beraber

    http://www.derinsular.com/ansiklopedi/2007/03/bireysel-haklar-tarihimiz-11-cumhuriyetin-ilani.php

    Özetle,

    Tcf nin tasfiyesi için Şeyh sait ayaklanması,
    Scf nın tasfiyesi için Menemen Olayı,
    ve İstiklal Savasının diğer büyük komutanlarının tasfiyesi için de sözde İzmir suikastı(gerçekliği şüphelidir) kullanılmıştır.

    Aslolan oyunların nasıl sahnelendiğini anlayabilmektir.

    Zira bu oyunlar günümüzde de değişik hal ve versiyonlarıyla devam etmektedir.(Bakınız faili meçhuller, Bakınız danıştay saldırısı, sivas ve gazi olayları…vs,vs…)

    Evet gerçekler acıdır ve her ne kadar ortaya çıkma gibi kötü(iyi) bir huyu olsa da üzerleri de örtülmelidir.

  14. Yazan:Muhammet uğur Tarih: Şub 24, 2013 | Reply

    KİTAPLARDAKİ TARİHTEN NEFRET EDİYORUM HEPSİ YALAN YAZIKLAR OLSUN GENÇLİKTEN BUNLARI SAKLIYORLAR.

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin