RSS Feed for This Post

Filistin Sorunu

Şimon Perez ve Mahmut Abbas Türkiye’ye gelmiş. El sıkışmışlar, samimi pozlar vermişler, gülüşmüşler falan.. Keşke böyle gösteriler bir anlam ifade etse.

Bu arada Batı Şeria’da sanayi bölgelerinin kurulmasına yönelik antlaşma imzalanmış, antlaşmanın orta ve uzun vadede Filistin’e sağlayacağı imkânlar çok güzel elbet.

Bu ticarî antlaşma çok önemli ama mesele ticaret antlaşmaları ile hallolacak kadar kolay değil.

İsrail-Filistin meselesi hakkında çeşitli sitelerde pek çok yazı yazdım, yaşanan asırlık süreci de iyi kötü bilirim. Dünya üzerinde, bu kadar kangren olmuş, çözümü çok zor olan bir başka konu var mıdır; hiç zannetmiyorum.

Filistin aslında kâğıt üzerinde varlığı olmakla birlikte, fiilen var olmayan bir devlet. Mahmut Abbas’ta bu olmayan devletin olmayan başkanı adeta. Çünkü Abbas, Filistinlileri temsil etmekten çok uzak. Ne acı ki bu aynı zamanda Ortadoğu’nun bir resmi gibi. Çünkü Abbas gibi temsil sorunu olan isimlerden bol miktarda var bu coğrafyada.

Bu sorunun çözümü tüm ehl-i vicdanın istediği bir şey. Yakın zamanda ABD’de Ortadoğu zirvesi yapılacak. Türkiye’de bu görüşmelere katılacak. Umuyoruz ki bu görüşmelerden bir sonuç çıkar ve kangren olmuş sorun hallolma yoluna gider. Akan kana, gözyaşına, işgal ile perişan edilen insanlara artık yürek dayanmıyor. Bu hakkaniyetsiz savaşa, acımasız zulme karşın elimizden bir şey gelmemesi de ayrı bir vicdanî yara.

Gerçekçi olmakta fayda var. Gerçekçilik bizi acı tablolarla hemhal eder ama sonunda hayal kırıklığına uğramamıza da engel olur.

Benim ABD’deki görüşmelerden aman aman bir beklentim yok maalesef. Yanılacak olmayı çok isterim.

İki yönden nihai bir sonuç beklemiyorum. Birincisi İsrail’e göre “barış” demek “benim dediklerimi yapın, barış yapalım” demekle eşdeğer. Bu ise ölümü gösterip sıtmaya razı etmek demek.

ABD ve İsrail ile iyi ilişkilere sahip olan Mahmut Abbas, “yeter ki kan dursun, bu perişanlık bitsin” diyerek İsrail’in de razı olacağı bir çözüme “evet” dese bile temsil sorunu nedeniyle bu çözümün uygulama imkânı bulması neredeyse imkansız. Filistin’de etkin olan iki güç, Hamas ile El-Fetih arasındaki gerilim göz önüne alınırsa bunun çok haklı bir kaygı olduğu daha iyi kavranabilir.

Kaldı ki böyle bir çözüme razı olmak demek Filistin’in de kaybedilmesi demek.

“İsrail’in yaşam hakkının tanınması” noktası çoktan aşıldı, artık İsrail -pazarlık payı açısından- resmen olmasa da tanınıyor. Bu bir gerçek.

Filistinlilerin hatta Müslümanların büyük çoğunluğunun istediği şey çok açık; İsrail’in işgal ettiği topraklardan çekilerek 1967 sınırlarına dönmesi ve 5 milyonu bulan Filistinli mültecilerin geri dönüşünü sağlaması. (Ki aslında İsrail’in ilk anlaşmanın yapıldığı 1947 sınırlarına yani BM’nin belirlediği %50–50 toprak paylaşımını öngören antlaşmadaki sınırlara çekilmesi gerek ama Arap-İsrail savaşındaki bozgun artık bunu imkânsız hale getirmiş durumda.)

Özetle önümüzdeki tablo maalesef çok karamsar.

“Gerçekçi olmakta fayda var” demiştim. Bu soğuk gerçekliğin önemli bir yönünü de “tarih ve yapaylık” oluşturuyor.

Bu ne anlama geliyor?

Mesela Mustafa Armağan’ın, ABD’li düşünür Richard Cohen’den aktardığı satırlar iyi bir örnek bu yapaylığa:

[Cohen] İsrail’in yapabileceği en büyük “hata”, kendisinin bir hata (mistake) olduğunu unutmaktır diyor. İsrail kuzeyde Hizbullah’la, güneyde Hamas’la savaşıyor olabilir ama en amansız düşmanının “tarih” olduğunu unutmamalıdır, diye ekliyor Cohen. Nedir bu hata? Cohen’e göre bu hata, etrafı Müslüman ülkeler ve halklarla çevrili bir coğrafyaya Avrupalı Yahudilerin göç ettirilerek bir millet ve devletin kurulabileceğine inanılmış olmasıdır.

Bu tarihsel durum değişen dünyada, barış içinde birlikte yaşamanın avantajları ile tolere edilebilirse ne ala..

Yoksa barış -en azından kısa vadede- çok mümkün görünmüyor..

İnşallah yanılırım.

Not: Bu konuda epey önce yayınladığım “Barış, iyi de nasıl?” başlıklı, süreci ve sorunun kökeninin derinliğini özetleyen yazım halen güncelliğini koruyor. Bu bağlamda okunabilir.

 

 Derin İnsan 

 “Düşümde bir kelebektim. Artık bilmiyorum ne olduğumu. Kelebek  düşü görmüş olan bir insan mıyım yoksa insan olduğunu düşleyen bir kelebek mi?” (Zhuangzi, M.Ö. 4.yy)

“Ben” kimdir? İnsan nedir? Hakikat’in ne tarafındayız? Hiç bir şüpheye yer bırakmayacak bir şekilde nasıl bilebiliriz bunu? Zekâ, mantık ve bilim… Bunlar Hakikat ile aramıza bir duvar örmüş olabilir mi? Freud, Camus, Heidegger, Kierkegaard, Pascal, Bergson, Kant, Nietzsche, Sartre ve Russel’ın yanında Mesnevî’den, Mişkat-ül Envar’dan,  Makasıt-ül Felasife’den, Füsus’tan ilham alındı. Hiç bir öğretiye sırt çevrilmedi. Aşık Veysel, Alfred Hitchcock, Maupassant, Hesse, Shyamalan, Arendth, Hume, Dastour, Cyrulnik, Sibony, Zarifian ve daha niceleri parmak izlerini bıraktılar kitabımıza. Buradan indirebilirsiniz. 

   Kadınlar… Günümüzün Don Kişotları

Suzan Başarslan’ın dediği gibi “kadına dair söylenmesi gereken ne  kadar söz varsa erkeğin söylediği” bir dünya bu. Sadece söz mü? Yaşama hakkı bile. Bugün Çin’de ve Hindistan’da yüzbinlerce kız bebek daha doğmadan ultrason ile ana karnında görülüp yok ediliyor. Erkeklerin güç mücadelesinde kadınlar eziliyor. Cumartesi anası oluyor, cezaevlerinin önünde sıra bekleyen, şehit tabutlarının üzerinde ağlayan oluyor.  Şampuan veya otomobil satarken bedenini kullandıran, arka planda, silik, soyunan, tüketen, “figüran”… Kadınlara özne olma hakkını vermeyen erkekler mi yoksa bu hakkı alamayan kadınlar mı? Kadınlıklarını kaybetmeden, erkekleşmeden var olabilecek mi birgün kadınlar? 96 sayfalık bu kitapta Kadın’a ait kavgaları ve Kadın’ın kimlik arayışını sorguluyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

 Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu

Devlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisini hukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm” demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor.  Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.

Amerika Tedavi Edilebilir mi?

 Amerikalılar neden bu kadar gaddar? Dünyanın geri kalan kısmında yaşayan insanlara karşı niçin bu denli acımasız?
 Bayrak yakmanın ve Amerikan/İsrail mallarını protesto etmenin dışında bir şeyler yapmak gerektiğini düşünenler için yapılmış bu çalışmayı ilginize sunuyoruz. ABD desteği son bulmadan Ortadoğu’nun psikopatı İsrail’in saldırganlığı bitmeyecek ve Ortadoğu’ya huzur gelmeyecek gibi görünüyor. Vietnam’da ve Latin Amerika’da yaşanan katliamlar Ortadoğu’da devam ediyor.

 Müslüman’ın Zaman’la imtihanı

Sunuş: Müslümanlar dünyanın toplam nüfusunun %20’sini teşkil ediyorlar ama gerçek anlamda bir birlik yok. Askerî  tehditler karşısında birleşmek şöyle dursun birbiriyle savaş halinde olan Müslüman ülkeler var. Dünya ekonomisinin sadece %2-%3′lük bir kısmını üretebilen İslâm ülkeleri Avrupa Birliği gibi tek bir devlet olsalardı Gayrı Safi Millî Hasıla bakımından SADECE Almanya kadar bir ekonomik güç oluşturacaklardı. Bu bölünmüşlüğü ve en sonda, en altta kalmayı tevekkülle(!) kabul etmenin bedeli çok ağır: Bosna’da, Filistin’de, Çeçenistan’da, Doğu Türkistan’da ve daha bir çok yerde zulüm kol geziyor. Müslümanlar ağır bir imtihan geçiyorlar. Yaşamlarını şekillendiren şeylerle ilişkilerini gözden geçirmekle başlıyor bu imtihan. Teknolojiyle, lüks tüketimle, savaşla, kapitalizmle, demokrasiyle , “ötekiler” ile ve İslâm ile olan ilişkilerini daha sağlıklı bir zemine oturtabilecekler mi? Müslüman’ın Zaman’la imtihanı adındaki 204 sayfalık bu kitap işte bütün bu konuları sorgulayan ve çözümler öneren makalelerden oluşuyor.

 Bir pozitivizm eleştirisi

Hayatta en kötü mürşit ilim ve fen olmasın sakın? Eğer Atatürk bir kaç yıl daha yaşasaydı o meşhur sözünü geri alır mıydı acaba?… Ateşi keşfetmeden önceki insanlık ile bugünkü “uygarlığımızı”  karşılaştırdığımızda hiç  yol almadığımız söylenebilir. Bundan 200 bin yıl önce komşusunun yiyeceğini çalmak için başına taşla vuran neandertal insani ile 2003 yılında Irak in petrolünü çalmak için bir milyon ıraklı sivili öldüren (veya buna seyirci kalan) homo economicus ayni uygarlık seviyesinde. Aralarındaki tek fark kullandıkları silahların teknolojik üstünlüğü.  Teknoloji ve bu teknolojinin uygulanmasını mümkün kılan bilimsel buluşlar sıradan insanlar kadar bilim adamlarının da gözlerini kamaştırdı. Bugün karşımıza kâh bilimci (scientist), kâh deneyci (ampirist) olarak  çıkan ahlâkî-felsefî bir duruş var. Bu duruş eğitim sistemimize ve resmî ideolojimize öyle derinden işlemiş ki sorgulanması dahi çok sayıda insanı öfkelendirebiliyor, rejimin savunma mekanizmalarını harekete geçirebiliyor.  Bilim ve teknolojinin insanlığa otomatik olarak barış getireceğinden şüphe etmek neredeyse bir suç. Buna cüret edenler gericilikle, bağnazlıkla suçlanabiliyor.  Pozitivizm ve “modern” yaşam üzerine yazılmış makalelerimizin bir derlemesini 75 sayfalık bir kitap halinde sunuyoruz. PDF formatındaki bu kitabı buradan indirebilirsiniz.  

Trackback URL

  1. 5 Yorum

  2. Yazan:Mehmet Yılmaz Tarih: Kas 14, 2007 | Reply

    Agirligini baristan yana koymus bir Türkiye’nin mutlaka faydasi olur, Abbas da Türkiye tarafindan “taninarak” mesruiyetini arttirabilir Filistin’de.

    “Ticaret merkezi kurulacak, su kadar filistinli çalisacak” dedikerinde “Tabi Israil bombalamazsa” diye geçirdim içimden.

    Baris için tek yol Israil’i degil Israilli sahinleri zayiflatmaktan geçiyor. Israil zayifladigi zaman veya öyle sandigi zaman siddete daha çok sariliyor. Israil ordusunun, gizli servis elemanlarinin ve fanatik hahamlarin söz hakki artiyor otomatik olarak.

    Israil sorununa çözüm ararken
    1) Israil’in ABD kongresi’den aldigi maddi yardimi (yillik 5 ilâ 20 milyar dolar arasi)
    2) Bu paranin önemli bir kisminin silah tacirlerinin cebine gittigini,
    3) Bu tacirlerin de önemli bir kisminin yahudi oldugunu

    unutmamakta fayda var.

    Bunun yaninda filistin’deki son iç savasta WATAN adinda bir çocugun filistinli kursunuyla hayatini kaybetmis olmasi güçlü bir sembol.

    Filistinliler kimliklerini kosullar geregi aci, izdirap ve mazlum kimligi üzerine insa ettiler. Bunu anlamak zor degil. Ama bu biçimde içinde bulunduklari durumdan çikmalari imkansiz. Geleceklerini hayal etmeleri dahi olanaksiz.

    Eger bizler aklimizi çanakkale savasinda ölen binlerce sehidimize kilitleseydik kurtulus savasini kazanamazdik. Bazi ödünler vererek de olsa Kurtulus savasina son vermeseydik bugün hala bati trakya, musul ve kerkük için savasiyor olabilirdik.

    Elbette en güzeli 1947’ye veya Israil’in hiç olmadigi asira dönmek. Ama bu bir proje degil, bir fantezi artik.

    Yumusaklikla suçlanan Abbas bile TBMM’deki konusmasinda “Kudüs’ten baska bir baskentimiz olamaz” dedi. Yaser Arafat’i hatirlatti bana, veya Rauf Denktas’i. Savastan, gerginlikten siyasi rant elde edenler olmayacak askeri hedefler gösteriyorlar ki savas sürsün.

    Filistin’e baris gelirse kimler rant kaybedecek? Yahudi veya degil, iste onlar savasin sürmesi için bütün güçlerini harcayanlar.

  3. Yazan:Faruk Ahmet Tarih: Kas 14, 2007 | Reply

    Bu konunun hallinde tek gerçek söz sahibi ABD’dir ne yazık ki. Noam Chomsky şöyle demişti: “Filistin meselesine ‘orada olan bir olay’ gibi bakıyoruz genelde, halbuki ‘burada olan bir olay’dır söz konusu olan”; merhum Edward Said de bunu sık sık tekrarlardı. İsrail’in bu imkansız coğrafyada yaşıyor olması Amerika’dan bolkepçe akan nakit paraya, Filistinli sivillerin evleri kolayca yıkılabilsin diye Caterpillar firmasınca özel sipariş usulü üretilen “Behemoth” dozerlerine, ABD yapımı helikopterlere o denli bağlıdır ki, ancak bu kaynak kesildiğinde bu zorlama ve acımasız işgal kaydadeğer bir yara alabilir. Amerika’yı politikasında bir değişikliğe gitmeye zorlayacak bir durum da ufukta görünmediğinden ben de biraz karamsarım açıkçası. İnşallah hep beraber yanılırız.

  4. Yazan:Selahattin Tarih: Kas 20, 2007 | Reply

    s.a. Filistin konferansında Ahmet VAROL abimiz mülteci Filistinli kadınların boyunlarında anahtar olduğunu, evet kapı anahtarı olduğunu söylemişti. EVET BU ANAHTARIN ÇOK, ÇOK BÜYÜK ANLAMI VAR. Müslümanlar kadınlar, nineler, çocuklar anahtarlarıyla beraber geri dönecekleri günü bekliyorlar. İşgal edilen toprakların asıl sahipleri geri döndüklerinde herhangi birleşmilletler kararına gerek kalmadan, uyduruk kanunlara gerek kalmadan başka hiç bir şeye gerek kalmadan iç huzuruyla Anahtarlarıyla açacaklar evlerinin kapılarını. Allah’u tealanın verdiği lütfeylediği kapıları açmak dileğiyle….Allah’ın nurunu tamamladığını görmek dileğiyle…

    Ve her müslümanın boynunda islamın şiarlarının anahtarı olması gerekmezmi?

    Evet her müslümanın boynunda Kudus ün kapılarının anahtarı olması gerekmez mi?

  5. Yazan:Selahattin Tarih: Kas 20, 2007 | Reply

    ARKADAŞLAR FİLİSTİNLİLER TOPRAK SATMADILAR.BU KONU BÖYLE BİLİNSİN, BÖYLE ANLATILSIN:
    Ahmet VAROL abimizin Filistinliler Toprak Sattılar mı? (28 mayıs 2003 tarihli yazısını okuyalım)Çok kısa ve öz olarak Yahudiler 1948 e kadar Filistinin yaklaşık 28 milyon dönüm toprağının % 7 sine sahipler Bu %7 yaklaşık 2.000.000 (iki milyon) dönüme tekabül ediyor. Sadece bu yüzde yedinin de sekizde 1 i yani 250.000 dönüm araziyi Filistinliler satmışlardır. Tüm araziye oranını ve tüm nufusa oranı gibi düşünürsek yüzde bir bile yapmıyor, binde 9 yapıyor.
    Ahmet Varol Abimizin yazısından bir bölüm: *Altıncı olarak: Yahudilerin Filistin topraklarında mülk edinmelerinin tarihine bir bakalım: Filistin toprakları 28 milyon dönümdür. 1948′de İsrail işgal devleti kurulduğunda yahudilerin sahip oldukları arazi miktarı 2 milyon dönümdü. Yani tüm Filistin topraklarının % 7’si.
    *Bunun 650 bin dönümünü Osmanlı devleti döneminde mülk edinmişlerdir. O dönemde mülk edinmeleri ise ta Kanuni zamanında başlamıştır. Osmanlı devletinde ilk yahudi lobisini oluşturan Yusuf Nassi’nin Kanuni’yle iyi ilişkilerinden dolayı Kanuni ona Taberiye gölü civarında bazı arazileri bağışlamıştı. İşte bu olayla başlayan mülk edinme çabalarıyla 1917′de Filistin’in işgaline kadar ki süre içinde toplam 650 bin dönüm arazi edinmişlerdir.
    *300 bin dönümünü İngiliz işgalciler onlara bağışlamışlardır. Şöyle ki İngilizler, Filistinlilere ağır arazi vergileri uyguluyor, bu vergileri ödeyemediklerinde de mülklerine el koyuyor ve sonra buraları yahudi göçmenlere peşkeş çekiyorlardı.
    *200 bin dönümünü yine İngiliz işgalciler, yahudilere göstermelik bir şekilde parayla satmışlardır. Bu şekilde satılan arazilere de zikrettiğimiz vergi oyunuyla el konulmuştu ve satım işlemi de sembolik paralarla gerçekleşti.
    *600 bin dönümü de kendileri Filistin dışından olan, Lübnan ve Suriye’de ikamet edip Filistin’de mülk edinmiş bazı Arap kökenlilerden satın almışlardır.
    *Buraya kadar ki kısımda Filistinlilerin herhangi bir dahlinin olmadığını görüyoruz. Yani yahudilerin 1948′e kadar edindikleri arazilerin yani yüzde yedinin 8′de 7’sinde Filistinlilerin müdahalesi söz konusu değildir.
    *250 bin dönüm araziyi de Filistinlilerden satın almışlardır.

    Yani Filistinlilerden satın aldıkları toplam arazi miktarı Filistin topraklarının % 0,9′una (binde 9′una) tekabül ediyordu. Arazilerini satanlar da halktan çok şiddetli tepkilerle karşı karşıya kaldıklarından Filistin’i terk etmek zorunda kalmışlardı. Şimdi satılan arazilerin tüm topraklara oranıyla onları satanların genel nüfusa oranlarını denk kabul ederek düşünelim: Bir halk hakkında hüküm verirken % 0,9′un tavrına göre mi yoksa % 99,1′in tavrına göre mi hüküm verilir? Filistin halkının en az % 99′u göçmen yahudilere arazi satmama konusundaki kararlılıklarını korumuşlardır. Bu kararlılığa bağlı kalmayanları da içlerinde barındırmamışlardır. Her halkın içinde mutlaka o halkın genel tavrına muhalefet edenler, kararlılığa uymayanlar çıkar. Eğer yahudi göçmenlerin, yahudi göçünü teşvik eden örgütlerin bütün teşviklerine, cazibeli fiyat tekliflerine rağmen 30 yıl içinde satılan toplam arazi miktarı binde dokuzda kalmışsa bu, Filistin halkının bu konudaki dayanışmasını, kararlılığını ve üstün mücadele azmini gösterir. Ama ne yazık ki Filistin halkı bütün bu kararlılığına rağmen iftiraya uğramıştır. Bu tıpkı iffetini koruma konusunda oldukça dikkatli bir insana fuhuş iftirasında bulunulması gibidir.
    *Yahudi göçmenlerin 1948′den sonra gayri menkul edinmeleri tamamen işgal, gasp ve göçe zorlama yoluyla olmuştur. Göçe zorlanan Filistinlilerin arazilerine el koymak için de yukarıda zikrettiğimiz kanunu kullanmışlardır.
    (Zaten Sultan 2. Abdul hamit yahudilerin böyle bir emelinin olduğunu fark edince oraya gidenlerin pasaportlarının girişte alıyor ancak çıkışta veriyormuş. Oraya yerleşmesinler diye.Yahudilerin A.Hamide kızmalarının iftira atmalarının bir nedenide bu.)
    Aslında burada problem yahudilerin Filistin topraklarında ikametlerinden ziyade siyonizm ideolojisiyle birlikte gelen işgal olayından kaynaklanmaktadır. Osmanlı döneminde normalde yahudilerin legal yollarla ve herhangi bir tehdit oluşturmayacak şekilde Filistin topraklarına yerleşmelerine engel olunmuyordu. Ancak Basel konferansından sonra siyonizmin teşkilatlı bir hale gelmesinden ve Filistin topraklarından bir devlet kurma çalışmaları başlatmalarından sonra Osmanlı sultanı II. Abdülhamid yahudilerin Filistin’e yerleşmelerini ve buralardan toprak satın almalarını engellemiştir. Ne var ki İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin ihanetiyle onun bu konuda aldığı tedbirler kaldırıldı. Zaten söz konusu cemiyetin mensuplarını incelerseniz birçoğunun yahudi veya dönme olduğunu görürsünüz. (Bu konuda bizim Türkiye’de Yahudi Lobiciliği başlıklı dosyamızda ayrıntılı bilgiler mevcuttur.) Sultan II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesinin en önemli sebebi de siyonistlerin Filistin’le ilgili emellerinin önüne set çekmesidir.
    *İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin 1908 ihanetinden sonra yahudilerin Filistin topraklarına yerleşmeleri kolaylaştırıldı. Fakat buna rağmen yine de yahudi göçünde söze gelir bir artış olmadı. Sonra İngilizlerin 1917′de bu toprakları işgal etmeleriyle yahudi göçünün hızlandırılması için önemli teşvikler oldu. Daha önce de zikrettiğimiz üzere İngiliz işgalciler, vergi zulmü yoluyla Filistinlilerden zorla aldıkları arazileri yahudilere bedava dağıttıkları halde yine de göçte istenilen oranda bir artış olmadı. En büyük göç dalgası 1933′te Avrupa’da Nazi fırtınasının estirilmesinden sonra başladı. (Bu konuda da bizim Gizli Dünya Devleti ve Siyonizm başlıklı dosyamızı okumanızı tavsiye ediyoruz.) 1933′e kadar İngiliz işgalcilerin tüm teşviklerine rağmen Filistin topraklarına yerleşen yahudi sayısı 150-200 bin civarındaydı. Bunların da epey bir kısmını Osmanlı döneminde yerleşmiş olanlar oluşturuyordu. Nazi tehdidinden dolayı Filistin’e göç eden yahudilerle 1947′ye kadar bu nüfus 800 bine çıktı.Gelen yahudilerin hepsi tabii ki toprak sahibi olarak gelmiyorlardı..

  6. Yazan:SULTAN AKBABA Tarih: Oca 12, 2009 | Reply

    MÜSLÜMAN OLARAK SAVAŞA KARŞI ÇIKIYORUZ AMA ELİMİZDEN BİRŞEY GELMİYOR BURDAN YOZGATTAN SAVAŞA HAYIRRRRRRRRRRRRRR

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin