RSS Feed for This Post

Asimilasyon mu? Entegrasyon mu?

copie-de-immigrant-skyscrapers.jpg1. Asimilasyon,
1- a) Adaptasyon,
2. Entegrasyon,
3. Ortaklık.

Bir kültürün/bireyin bir başka kültürle/bireyle irtibat derecesini belirleyen 4 ana form bunlar. Her iki kültürün birbirlerine olan saygı derecesi en kötüden en iyiye doğru bu şekilde gider.

Asimilasyon: iki kültürün bir arada yaşamasının en kotu bicimi asimilasyondur. Birinci kültürün ikincisini yok sayması ve tamamen kendine uydurması durumu. İkinci kültürün varlığından bile söz etmek mümkün değildir. TV deki uzay yolu filmlerindeki Borgların ele geçirdiklerini robotlaştırıp kendilerine benzetmesi uç bir örnek olarak verilebilir.

ABD deki Kızılderilileri tras edip, ceket giydirip, okula gönderip, Hıristiyan yapmak asimilasyona bir örnektir. Kısacası uyumun tek yönlü olması beklenir. Yediğimiz yiyeceklere olan biten bir tur asimilasyondur. Uyum tek taraflıdır. http://en.wikipedia.org/wiki/Kurds_in_Turkey

Adaptasyon: Asimilasyonun “gönüllü” bicimidir. Bizim “alamancılar” dediğimiz insanların, ABD ye giden göçmenlerin ya da köyden şehire gelenlerin içinde bulunduğu durum.  Tıpkı şehirden köye gidenlerin köye uyması gerektiği gibi. http://en.wikipedia.org/wiki/Adaptation
Entegrasyon: İki ya da daha çok ünitenin bir araya ortak amaç maksadıyla bir araya gelmesi durumundaki etkileşim. Sportif anlamda FIFA, Siyasi anlamda Avrupa Birliği buna en iyi örnek. Her üye kendi özgün değerlerini korurken değişken olan faktörleri ortaklaşa yürütürler. İskoçya-İngiltere-Galler birliği de buna bir örnektir.

Değişmeyen ve değişken faktörlere örnek:  her ülkenin kendi lisan, tarih ve coğrafyası değişmezken, ekonomi, sosyal ihtiyaçlar, para ve standartlar kolektif organizasyon tarafından yürütülür. Üyeler eşittir. Üyelikte zorlama yoktur ama üyelerin uyumunda zorunluluk vardır. http://en.wikipedia.org/wiki/Economic_integration
Ortaklık: Anlaşılması en kolay birlik formu. Birlikteliğin hangi konularda nasıl olacağı belirlenmiştir. Bunun dışındaki konularda her iki taraf da tamamen özgürdür. İkili ekonomik anlaşmalar, NATO, Gümrük Birliği, şirketler.

***

Detaylarına girmeden baktığımızda Osmanlı’nın çözülüp dağılması Kanuni’den sonra başlıyor ve Osmanlı Devletine 1919 da en son isyan edip başkaldıranlar ise Mustafa Kemal veya  -genel anlamda- Türkler. Yunanlılar, Arnavutlar, Araplar, Ermeniler, Kürtler, vs 1918’e kadar olan isyanlar veya anlaşmalar surecinde hukuken ve fiilen ayrılmışlardı.

Dağılıp giden bu birliktelikten iki toplum; Türkler ve Kürtler 1919 yazında Erzurum’da bir araya gelerek yeni bir devlet kurmak için bir araya geliyorlar.
Erzurum Kongresine katılan delegelerin bu birliktelikten anladığı yukarıda bahsettiğim “2.” maddedeki yani ENTEGRASYON formundadır.
Omuz omuza verilen mücadele sonrasında, 1924’te yeni kurulan devletin TÜRK ortağı, KÜRT olan ortağını tek taraflı olarak yok saymaya ve ASIMILE etmeye karar vermiştir.

Bugün başımıza bela olup bunca insanimizi, ekonomimizi, uluslararası itibarimizi mahveden olayların arkasındaki mesele budur.

Ve tekrar Erzurum kongresindeki ruha, saygıya, eşitliğe ve dostluğa dönülmedikçe bu sorun bitmez.

 

 Derin İnsan 

 “Düşümde bir kelebektim. Artık bilmiyorum ne olduğumu. Kelebek  düşü görmüş olan bir insan mıyım yoksa insan olduğunu düşleyen bir kelebek mi?” (Zhuangzi, M.Ö. 4.yy)

“Ben” kimdir? İnsan nedir? Hakikat’in ne tarafındayız? Hiç bir şüpheye yer bırakmayacak bir şekilde nasıl bilebiliriz bunu? Zekâ, mantık ve bilim… Bunlar Hakikat ile aramıza bir duvar örmüş olabilir mi? Freud, Camus, Heidegger, Kierkegaard, Pascal, Bergson, Kant, Nietzsche, Sartre ve Russel’ın yanında Mesnevî’den, Mişkat-ül Envar’dan,  Makasıt-ül Felasife’den, Füsus’tan ilham alındı. Hiç bir öğretiye sırt çevrilmedi. Aşık Veysel, Alfred Hitchcock, Maupassant, Hesse, Shyamalan, Arendth, Hume, Dastour, Cyrulnik, Sibony, Zarifian ve daha niceleri parmak izlerini bıraktılar kitabımıza. Buradan indirebilirsiniz. 

   Kadınlar… Günümüzün Don Kişotları

Suzan Başarslan’ın dediği gibi “kadına dair söylenmesi gereken ne  kadar söz varsa erkeğin söylediği” bir dünya bu. Sadece söz mü? Yaşama hakkı bile. Bugün Çin’de ve Hindistan’da yüzbinlerce kız bebek daha doğmadan ultrason ile ana karnında görülüp yok ediliyor. Erkeklerin güç mücadelesinde kadınlar eziliyor. Cumartesi anası oluyor, cezaevlerinin önünde sıra bekleyen, şehit tabutlarının üzerinde ağlayan oluyor.  Şampuan veya otomobil satarken bedenini kullandıran, arka planda, silik, soyunan, tüketen, “figüran”… Kadınlara özne olma hakkını vermeyen erkekler mi yoksa bu hakkı alamayan kadınlar mı? Kadınlıklarını kaybetmeden, erkekleşmeden var olabilecek mi birgün kadınlar? 96 sayfalık bu kitapta Kadın’a ait kavgaları ve Kadın’ın kimlik arayışını sorguluyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

 Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu

Devlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisini hukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm” demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor.  Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.

Amerika Tedavi Edilebilir mi?

 Amerikalılar neden bu kadar gaddar? Dünyanın geri kalan kısmında yaşayan insanlara karşı niçin bu denli acımasız?
 Bayrak yakmanın ve Amerikan/İsrail mallarını protesto etmenin dışında bir şeyler yapmak gerektiğini düşünenler için yapılmış bu çalışmayı ilginize sunuyoruz. ABD desteği son bulmadan Ortadoğu’nun psikopatı İsrail’in saldırganlığı bitmeyecek ve Ortadoğu’ya huzur gelmeyecek gibi görünüyor. Vietnam’da ve Latin Amerika’da yaşanan katliamlar Ortadoğu’da devam ediyor.

 Müslüman’ın Zaman’la imtihanı

Sunuş: Müslümanlar dünyanın toplam nüfusunun %20’sini teşkil ediyorlar ama gerçek anlamda bir birlik yok. Askerî  tehditler karşısında birleşmek şöyle dursun birbiriyle savaş halinde olan Müslüman ülkeler var. Dünya ekonomisinin sadece %2-%3′lük bir kısmını üretebilen İslâm ülkeleri Avrupa Birliği gibi tek bir devlet olsalardı Gayrı Safi Millî Hasıla bakımından SADECE Almanya kadar bir ekonomik güç oluşturacaklardı. Bu bölünmüşlüğü ve en sonda, en altta kalmayı tevekkülle(!) kabul etmenin bedeli çok ağır: Bosna’da, Filistin’de, Çeçenistan’da, Doğu Türkistan’da ve daha bir çok yerde zulüm kol geziyor. Müslümanlar ağır bir imtihan geçiyorlar. Yaşamlarını şekillendiren şeylerle ilişkilerini gözden geçirmekle başlıyor bu imtihan. Teknolojiyle, lüks tüketimle, savaşla, kapitalizmle, demokrasiyle , “ötekiler” ile ve İslâm ile olan ilişkilerini daha sağlıklı bir zemine oturtabilecekler mi? Müslüman’ın Zaman’la imtihanı adındaki 204 sayfalık bu kitap işte bütün bu konuları sorgulayan ve çözümler öneren makalelerden oluşuyor.

 Bir pozitivizm eleştirisi

Hayatta en kötü mürşit ilim ve fen olmasın sakın? Eğer Atatürk bir kaç yıl daha yaşasaydı o meşhur sözünü geri alır mıydı acaba?… Ateşi keşfetmeden önceki insanlık ile bugünkü “uygarlığımızı”  karşılaştırdığımızda hiç  yol almadığımız söylenebilir. Bundan 200 bin yıl önce komşusunun yiyeceğini çalmak için başına taşla vuran neandertal insani ile 2003 yılında Irak in petrolünü çalmak için bir milyon ıraklı sivili öldüren (veya buna seyirci kalan) homo economicus ayni uygarlık seviyesinde. Aralarındaki tek fark kullandıkları silahların teknolojik üstünlüğü.  Teknoloji ve bu teknolojinin uygulanmasını mümkün kılan bilimsel buluşlar sıradan insanlar kadar bilim adamlarının da gözlerini kamaştırdı. Bugün karşımıza kâh bilimci (scientist), kâh deneyci (ampirist) olarak  çıkan ahlâkî-felsefî bir duruş var. Bu duruş eğitim sistemimize ve resmî ideolojimize öyle derinden işlemiş ki sorgulanması dahi çok sayıda insanı öfkelendirebiliyor, rejimin savunma mekanizmalarını harekete geçirebiliyor.  Bilim ve teknolojinin insanlığa otomatik olarak barış getireceğinden şüphe etmek neredeyse bir suç. Buna cüret edenler gericilikle, bağnazlıkla suçlanabiliyor.  Pozitivizm ve “modern” yaşam üzerine yazılmış makalelerimizin bir derlemesini 75 sayfalık bir kitap halinde sunuyoruz. PDF formatındaki bu kitabı buradan indirebilirsiniz.  

Trackback URL

  1. 7 Yorum

  2. Yazan:Bigalıoğlu Tarih: Kas 3, 2007 | Reply

    “Adentegrasyon”
    Anadolu’nun böğründen yeni çıktı.Hayırlı olsun!

  3. Yazan:Mehmet Yılmaz Tarih: Kas 6, 2007 | Reply

    aslinda hiç bir sey yapilmasa (-ydi) en iyisi.
    Yani devlet hiç karismasa kimin Türk, Senegalli veya Marsli olduguna.
    “Yasalara uyan herkes birinci sinif vatandastir” desek, birine verilen hakki kosulsuz ötekilere de versek konu kapanacak.
    isteyen Türkler Kürtlessin, isteyen Kürtler Türklessin. Bundan devlete ne? Devlet neden Asimilasyon/entegrasyon vb bir seçim yapmak durumunda olsun?
    Farzedelim Portekiz’i çok seviyorum, çocuklarimi Portekizli gibi yetistiriyorum, veya canim istedi, Günes’e tapiyorum…
    Ellerime eldiven takip gezmek istiyorum yaz kis…
    Devlete ne ? Beni sevmeyen evime gelmesin, ben de onalara gitmem, adam mi kalmadi memlekette?
    Etnik, dini vb renklerin devleti ilgilendirmesi bastan beri yanlis, bunun üzerine politika olusturulmasi yanlis.
    Herkes biraz Atilla Yayla okusa ne kadar iyi olacak hayatimiz.
    Muhabbetle

  4. Yazan:Haydar Tarih: Kas 6, 2007 | Reply

    “Özel Harp Dairesi”

    Hem NATO bunyesinde var hemde TSK bunyesinde.
    Su ana kadar bunun hakkinda pek fazla yazilan cizilen yok. Ama okudugum cesitli kaynaklarda gundeme geliyor. Biraz siyasetle ugrasanlar bu dairenin Kontr-Gerilla, Jitem, Derin Devlet vs gibi birkac konu ile ilgisi oldugunu bilir ama körun fili tarifi gibi ne kadar buyuk oldugu pek gundeme gelmez ve zincirin halkalarini kimse birlestirmez.

    Erbakan, Turkes, Muhsin Batur, Evren, Veli Kucuk, Ulkuculer, MG Siyaset Belgesi, Darbeler, Susurluk Teskilati, Kurt Politikasi, Laikcilik Politikasi, Gladio, bazi gazeteciler, Faili Mechul taninmis kimseler, Andic, vs vs…

    Cok yakinda “Özel Harp Dairesi” ve memlekete olan -faydalari- gundeme gelirse hic sasmayin.
    ***

    ‘X Dosyalari’ dizisindeki sigara icen adamlarla tanismaya hazir olun.

  5. Yazan:saldiray Tarih: Kas 12, 2007 | Reply

    Haydar bey yazınızı çok beğendim. Entegrasyon noktasında devletin insiyatif alması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bir şekilde insan doğası kendisinden farklı olanı “yabancılaştırıyor”. Çoğunluk şöyle veya böyle şekilde azınlığı ezmek, ona hakim olmak istiyor. Bu şartlar altında devletin görevi de tarafsız kalmak değil, eşitliği ve dengeyi sağlayacak şekilde taraf tutmak olmalıdır diye düşünüyorum.

  6. Yazan:ismi lazım deil Tarih: Mar 17, 2008 | Reply

    evet beğendim olmuş aslında ben kolay kolay beğenmem ama beğendim güzel olmuş

  7. Yazan:melih Tarih: Oca 28, 2009 | Reply

    Güzel bir yazı hazırlamışsın ama ben Türklerin kürtleri asimile ettiğini düşünümüyorum. Çünkü araştırmalar gösteriyor ki son 20 senede Kürtler her geçen gün daha iyi Türkçe konuşuyorlar. Teknoloji – kültür birbirlerine çok zıt kavramlar olduğu ortaya çıkıyor. Teknoloji geliştikçe toplumların birbirine yaklaşımı artıyor. 20 sene önce Trt’de istanbul türkçesiyle filmler yayınlanırken herkes gülüyordu. Fakat şimdi herkes o türkçeyi konuşuyor. Şimdi diceksiniz ki bu asimilasyonun daniskasıdır. Hayır kesinlikle değildir. Mesela bir süredir adana ve laz şiveleri ön planda. Ama hangimiz o şekilde konuşuyor. 🙂 Bundan 20-30 sene önce Hakkari’de , Şırnak’da kaç kişi Türkçe konuşuyordu şimdi kaç kişi türkçe konuşuyor. Bunları araştırmak lazım. Aslında araştırmaya gerek yok veriler her geçen gün Türkçe konuşan kişi sayısının arttığını gösteriyor. Çünkü bireyler topluma entegre olmaya çalışıyor. Bu zamana kadar dışlandıklarını sanan insanlar aaa şartlar herkes için eşitmiş demeye başladı. Neyse söliceklerim bundan ibaret.:)

  8. Yazan:Bahoz Şavata Tarih: Nis 16, 2009 | Reply

    Türkiye’de Asimilasyon ve sonuçları
    Yaşadığımız Anadolu topraklarında dilde asimilasyon 1876 yılında 1. meşrutiyetin ilanı ile başlar. “Osmanlı Devletinin resmi dili Türkçedir.” maddesi karşıt esnek taleplere karşın Kanuni Esaside yer alır. Çok etnikli Osmanlı yapısı bu kararın güncel yaşamda hayata devlet tarafından uygulamaya konması ile tepkilerini ortaya koyar. Türkçe öğrenme zorunluluğu bir asimilasyon politikası olarak Türk olmayan diğer etnik yapıların sorunu olmuştur. Osmanlı sonrası kurulan Türkiye Devleti bu uygulamayı Lozan Antlaşması sonrası kabul edilen 1924 anayasası ile yeniden yürürlüğe koyar. Böylece T.C. sınırları içinde kalan Kürt, Arap, Laz ve diğer Türk olmayan unsurlar bu dili Türkleştirme asimilasyonuna maruz kalır.
    Asimilasyon koşulları Türk olmayan unsurlarda derin sosyal tahribatlar ve kayıplar yaratmıştır. Bu topluluklar her ne kadar kanunlar karşısında her bir vatandaş gibi eşit olsalarda, anadilleri türkçe olmadığı için zorunlu olarak alınan eğitim ve öğretim dilinin türkçe oluşu nedeniyle geri kalmışlardır. Bu durumu eğitim alan her öğrencinin ortak sınavlardaki başarısızlıkları ile de örnekleyebiliriz. Öyle ki Hakkarili bir Kürt kökenli üniversite adayı bir öğrencinin sınav kazanması milli gazetelere manşet olmuştur.
    80 yıllık bir asimilasyon sonrası artık üçüncü nesli asimileye maruz kalan Kürt kökenli kişilerin yaşanan süreçte asimilasyona uğramış bir kişi tepkileri ve yönelimleri yerine entegre yada adoptosyon şeklinde davranışlar sergilemesi pek ala artık gözlenebilmektedir. Bu durum asimilasyona tabi tutulan bütün sosyal olaylarda böyledir. Ne varki bu süreç kaba hali ile yaşanan sosyal bir aşamadır. İçselleşme veya Türklerin tabiri ile bu asimilasyon sürecinden adoptosyon sürecine geçmiş Kürdün kendini “mutlu bir Türk” hissetmesi hala mümkün değildir. Çünkü yaşanan zorunlu asimilasyon sürecinin yarattıüğı tahribat ve bu uygulamalarısiyasal olarak dayatan sisteme karşı öfke cap canlıdır. Geriye dönüşlerde ufak siyasal çatışmalar, kıvıcımlar yeterli olmaktadır. 1968 lerden itibaren Türkiye’de bu süreç yaşanmaya başlamıştır. Gelişen Kürt milli hareketi bunu doğrulamaktadır.

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin