RSS Feed for This Post

Aydınlanma

Cengiz Cebi
Düşünce 

Okullarımızda klasik bir “Aydınlanma Dönemi” söylemi vardır, malum. Her ne kadar bu dönem Avrupa’ya ilişkin ise de herşeye “Avrupa gözüyle” bakmaya alıştırılmış olan zihinler bu “aydınlanma”yı evrensel bir düzlemde ele alır, öyle anlar ve öyle de sunarlar. Buna göre sözkonusu aydınlanma insanlığın aydınlanmasıdır ve Avrupa/Batı bunun öncülüğünü yapmış ve yapmaktadır. İnsanlık belli bir dönemde aydınlanmaya başlamış ise bundan önceki dönemde karanlıktadır. Nitekim ortaçağ karanlık bir çağdır. Gerçi bu söylemin hemen ardından “Tabi bu Avrupa için geçerli, İslam dünyasında ortaçağ aydınlıktır” şeklinde ek bilgi ve açıklamalar yapılabilir ve zaman zaman da yapılıyor. Ne var ki ana temayı yukarıdaki şekilde koyduktan sonra bunu söylemenin pek bir anlamı yok.

Burada sorun “aydınlanma” kavramı ile kast edilen şeyin her zaman belirgin olmayışı. Çok naif ve basit ifadesi ile genelde verilmek istenen  mesaj “İnsanlık din ve tanrı merkezli dünya görüşünden uzaklaştıkça özgürleşiyor ve aydınlanıyor” şeklinde. Ya da bu ikisinin zaten aynı şey olduğu söylenebilir bu bakış açısından. Din bir esaret, ondan kurtulmak ise bir aydınlanma. Bu değerlendirmeyi “fütursuzca” yapanların kategorik yanılgısı, belli bir dinin sorumluluğu altında olmayışın, diğer bir deyişle kişinin hayat tarzında tümüyle serbest ve sorumsuz olmasının, düşünsel anlamda daha geniş bir dünyaya açılmak anlamına geldiğini sanmaktır. Bu düşünceye göre belli bir dinin gereklerine göre yaşayan bir kimsenin aklı da ancak belli kalıplar içerisinde düşünebilir, bunların dışına çıkamaz. Oysa bu ikisi arasında bu tür bir bağıntı bulunmuyor.

“Aydınlanma” önemli ölçüde tarafgirlik içeren bir kavram. Dine göre değil de akla göre yaşıyor iseniz aydınlanmış oluyorsunuz. Şayet ılımlı bir aydınlanma sözkonusu ise dini akli bir forma çevirip öyle yaşıyorsunuz. Bu şekilde “dinsiz” olmaksızın “aydın” oluyorsunuz. Oysa gerek aydınlanma gerekse akılcılık vb. kavramlar bugün “epistemik” değil “etik/moral/sosyal” bir anlam taşırlar. Bunu “doğruluk” kavramının birbiriyle tamamen farklı iki anlamı ile açmaya çalışayım. Doğruluğun birinci anlamı bir düşüncenin, yargının, önermenin, sözün vb. gerçekliğe uygun olması, onu yansıtıyor olmasıdır. İkinci anlamı ise bireyin seçimlerinin ve hayat tarzının olması gerektiği gibi olmasıdır. İşte bu farklılık o denli görmezden gelinip kafalar o denli karışır ki, bilim ve teknolojide tutulmuş olan doğru yolun, ahlaki/dini anlamdaki doğruluğu gereksiz/geçersiz kıldığı, bunun yerine herhangi nesnel bir dayanağı ve içeriği olmayan “çağdaş/modern ahlak”ın yaşanmasının gerekli olduğu vb. söylenilmeye çalışılır.

Bu yanılgı, bilimin materyalist olduğu şeklindeki oldukça yerleşik kabulden besleniyor. Burada üç alandan söz etmeliyiz : Bilim, metafizik/din, ahlak. Materyalizm metafizik bir öğretidir. Bilim ile materyalizmi ilişkilendirdiğinizde materyalizmin öngördüğü “ahlak”ı da bir anlamda bilim yoluyla haklılandırmış oluyorsunuz. Formül oldukça basit. Bilimden yanaysanız materyalizmden ve onun izin verdiği “ahlaktan/yaşam biçiminden” yana olmanız gerekiyor. Şayet bu “çağdaş yaşam”ı benimsememiş iseniz demek ki henüz yeterince aydınlanmamışsınız.

Aydınlanma demişken bir de Antik Yunanlı idealist filozof Platon’un bu kavramdan ne anladığına bakmakta yarar var. İlginç olan, Platon için aydınlanma tam da materyalizmin karşısında yer alan bir şey iken materyalizm bizzat düşüncenin karanlığı. Platon’un ünlü mağara benzetmesi şöyle :

Bazı insanlar karanlık bir mağarada, doğdukları günden beri mağaranın kapısına arkaları dönük olarak oturmaya mahkumdurlar. Başlarını da arkaya çeviremeyen bu insanlar, mağaranın kapısından içeri giren ışığın aydınlattığı karşı duvarda, kapının önünden geçen başka insanların ve taşıdıkları şeylerin gölgelerini izlemektedirler. İçlerinden biri kurtulur ve dışarı çıkıp gölgelerin asıl kaynağını görür ve tekrar içeri girip gördüklerini anlatmaya başlar ama içerdekileri, duvarda gördüklerinin gölgeler olduğuna ve gerçeğin mağaranın dışında cereyan etmekte olduğuna inandırması imkansızdır.

“Aydınlanma” ile, bilimsel ve düşünsel gelişmeyi engelleyen dogmatik anlayışlardan kurtulmayı anlamak yeterli. Bunun anlamını genişletip “insanlığın din yerine aklın yolunu seçmesi” gibi anlamsız söylemler üretmek, yanıltıcı bir yöntem ile “bizim dinimiz sizinkinden iyi” demektir.

 

Tarih şaşırmaktır

Evet… Tarih şaşırmaktır. Atatürk’e şaşırmak, Kürtlere şaşırmak, Lozan’a şaşırmaktır. Geçmişe hayret edip bugüne eleştirel bakabilmek, yarını hazırlamaktır Tarih. Geçmişe değil geleceğe dönüktür amacı. Özetle siyasî bir propaganda aygıtı değildir. Gaz vermek, “Asker millet” üretmek, atalarımızla gurur duymak için tarih araştırılmaz. Eğer resmî tarihin beyin yıkamasından bıktıysanız bu kitap ilginizi çekecektir… Buradan indirebilirsiniz. 

 

Kitap okumak… Jean Paul Sartre, Nazan Bekiroğlu, Toshihiko Izutsu, Henri Bergson, Mustafa Kutlu, Dostoyevski, Elif Şafak, Clausewitz, Sadık Yalsızuçanlar, Alber Camus ile sohbet etmek… Suyun resmine bakmakla yetinmeyen, su içmek isteyenler için var kitaplar. Mesnevî var, El-Munkızü Min-ad-dalâl, Kitab Keşf al Mânâ, Er-Risâletü’t-tevhîd var.  Elinizdeki bu kitap Derin Düşünce yazarlarının seçtiği kitapların tanıtımlarını içeriyor. Bizdeki yansımalarını, eserlerin ve yazarların bıraktığı izleri. Farklı konularda 44 kitap, 170 sayfa. Zaman’a ayıracak vakti olanlar için… Buradan indirebilirsiniz.

 

Kendi ülkesini işgal eden ordu

Hiç bir yeri işgal edemeyen ordular kendi ülkelerini işgal ederler. Çünkü bir ordunun ayakta durması için insan emeği ve maddî destek gereklidir. Beceriksiz ordular disiplinsiz olduklarından YABANCI DÜŞMAN ile savaşamazlar. Kolayca yenebilecekleri İÇ DÜŞMANLAR uydururlar ve bu bahane ile kendi ülkelerini işgal ederler. Başbakan asarlar. Milletvekillerini hapse atarlar. Korumakla yükümlü oldukları halkı işkenceler altında inletirler.  İşgalciler kimseye hesap vermezler. Halkın isyan etmesine engel olmak için “etrafımız düşmanla çevrili” diyerek  KORKU PROPAGANDASI yaparlar. Eleştirilerden uzak kalmak için farklı inançlardan ve kültürlerden olan insanların birbirine düşman olması da bu eşkiyaların işine gelir. Bu sebeple terörü destekleyebilir hatta teröristlere silah ve para yardımında bulunabilirler. Okuyacağınız kitap kendi ülkesini işgal etmiş bir ordunun kısa tarihidir. Buradan indirebilirsiniz.

 Gazetecilik Neden Dibe Vurdu?

Gazeteciler bizi bilgilendiriyor mu yoksa aldatıyor mu?  Gazetecilik galiba dürüstçe yapılmasına imkân olmayan bir meslek. Çünkü birbirine zıt işlerin aynı anda icra edilmeleri gerekiyor: Habercilik, savcılık, komiklik, amigoluk…  Gazeteci kendisine bilgi verebilecek herkesle iyi geçinmek için biraz politik davranmak daha doğrusu yalan söylemek zorunda. Ama aynı zamanda ondan gözü kara bir savcı gibi olayların üzerine gitmesi, iyi bir hâkim gibi dürüst olması da bekleniyor. Bir bilim adamı gibi konuları derinlemesine irdelemesi ama sıkıcı olmadan toplumun her kesimini eğlendirebilmesi… Gazetecilerden halkı aydınlatmaları isteniyor ama aynı zamanda da halka benzemeleri. Yoksa gazeteleri satılmıyor, TV kanalları izlenmiyor. Bu koşullarda “gazeteci gibi” gazetecilik yapılabilir mi? Derin Düşünce yazarları sorguluyor…

Buradan indirebilirsiniz.

 Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”

Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasak. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyor. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyor. Rumların ruhban okulları özgür değil. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyor. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyor. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970′lerde gasp edildi, hâlâ geri verilmiyor. Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 19 Yorum

  2. Yazan:Keskin1 Tarih: Mar 30, 2007 | Reply

    Siz bazı şeyleri çok abartıyorsunuz.

    Kimsenin size hayat tarzı dayattığı filan yok. İstediğiniz gibi yaşayın. Dine istediğiniz kadar inanın. Din adamlarının ağzına bakın. Bilimi reddedin. Çağdaşlığı reddedin.

    Ama bu saçma sapan “efendim batıcılar şöyle yapıyor, bize bilmemkimler şunu dayatıyor, dinsiz olamamız lazımmış hahaha!” filan gibi söylemleri bırakın, çünkü çok komik görünüyor! Aydınlanma neyse odur. Akıl neyi gösteriyorsa onu gösterir.

    Neyin kavgasını veriyorsunuz?? Sürekli birşeyleri çarpıtma, yorumlama, kavramları karıştırma peşindesiniz. Bunun bir sonu yok.. Özgür bırakın aklınızı ve hayattan birşeyler öğrenin! Hayatı, ezberlediğiniz şeylere uydurabilme kavgasını bırakın.

    Aydınlanma dinsizlik demek değil mi? Tamam hadi YAP, “aydınlan” görelim.

  3. Yazan:blue Tarih: Mar 30, 2007 | Reply

    Sui istimal edilmiş kavramların gerçek anlamlarına oturtulması her zaman birilerini rahatsız etmiştir.
    Aydınlanma dinden soyutlanma değildir. Avrupa’da aydınlanma devletleşen kilisenin baskısına karşı koyma şeklinde ortaya çıktığı için Avrupa aydınlanması dine karşı çıkma, aklı, dinin esaretinden kurtulma şeklinde tezahür etmiş. Eğer, din insanın aklını baskı altına alıyorsa buna karşı çıkmak elbette aydınlanmadır. Fakat günümüzde positivizm ve materyalizm din’in yerini almış ve aklı sınırlamaya başlamıştır. Bilime ve akla hiçbir sınırlama getirilmemesi gerekirken bugün bilim ‘supernatural’ güçlerin olmadığı, tabiata hiçbir müdahale bulunmadığı ön kabulüyle hareket etmektedir. Bu da akla bir sınırlamadır.
    Aydınlanma her zaman dinsizlik değildir. Musa, İsa, Muhammed (S.E) geldiğinde indiği toplumları reforme etmiştir, akılları, zihinleri özgürleştirmiştir. Tüm peygamberler ‘aydınlanmacıdır’. Ortaçağ’da Avrupa aklını özgürleştirme kavgalarındayken İslam dünyasında İbni Haldunlar, Farabiler, Biruniler, İbni Sinalar ‘dinle’ aydınlanmış beyinleriyle Avrupa aydınlanmasına da kaynaklık edecek geniş bir miras oluşturuyorlardı.
    Evet, hepimiz aklımızı özgür bırakmalı ve aydınlanmalıyız. Özellikle aklını ‘aydınlanma’nın dar tarifi içinde hapsederek, aydınlanmayı dinsizlik zannedenler, hayatlarını dinden soyutlamakla ne kadar aydın, ne kadar modern olduğunu düşünen akl-ı evveller aydınlanmalı.

  4. Yazan:Bahar Pınar Tarih: Mar 30, 2007 | Reply

    Batılılar ancak kendi çarpıtılmış ve bir baskı unsuru haline gelmiş dinlerinden uzaklaştıklarında nefes alabildikleri için, aydınlanmayı “dinden uzaklaşma”, “akla yaklaşma” olarak tanımlamışlar. O topraklarda din denilen kurumsallaşmış oluşumun gelişimine ve insan üzerindeki etkisine bakarak, akıl ile dini karşı karşıya getirmek haklı ve doğru kabul edilse bile, bunu genelleştirmek ve bütün dinleri bu kapsama almak, yeniden akıldan uzaklaşmak anlamına geliyor. Bütün dinler akıldan uzaktır, insanlığı karanlığa götürür demek bu sefer başka bir baskıcı ve akıldan uzak dinin (adına akıl tapınıcılığı, materyalizm, positivizm diyebiliriz.) gözlükleri ile dünyaya bakıldığının göstergesi. Ama bu genelleştirme şaşırtıcı değil, Avrupa kıtasında yaşayanlar bunu çok sık yapıyorlar. Kendi toprakları, hatta Avrupa’nin belli bir kısmı için geçerli bazı sosyolojik, psikolojik, toplumsal gerçekleri, tarihi sonuçları tüm dünyada geçerli sayıyorlar. Mesela geçmişte sömürgecilik yaparken ya da “ari ırk yaratma” adı altında planlı ve sistematik olarak soykırım yaptıkları için, bunu diğer tüm dünya halklarının yapabileceğini düşünüyorlar. Çünkü dünyayı Avrupa-merkezli bir bakış açısı değerlendirdiklerinden, bu onlar için doğal bir davranış. Tabii ki başka halklar da soykırım yapabilir ama yapmaya da bilir. Bunu genelleyemeyiz. Avrupar-merkezli bakışın oldukça dar bir bakış olduğunu kabul etmek gerek. (Elbette aralarında dünyaya böyle bakmayanlar da vardir ama istisnalar kaideyi bozmazlar. Şu an onlar konumuz dışında.) Dünyayı bu algılayış biçiminin psikoloji alanındaki yansımaları Frantz Fanon ile ilgili bir makalede* bakın nasıl anlatılmış:

    “Fanon’un yaşadığı yıllarda başat psikolojinin temel varsayımı, tek insan gerçekliğinin Avrupa-merkezli, orta sınıf ve nihâyet erkek olduğudur. Bu kültür, sınıf ve cinsiyet bağımlı gerçekliğin evrensel bir geçerlilik taşıdığı düşünülmektedir. Bir azınlığın psikolojisi şeyleştirilmekte ve bütün insanlığın psikolojisi olarak takdim edilmektedir. Bu düşünceye göre bu azınlık için doğru, yararlı ve tipik olan şey diğer topluluklar için de öyle olmalıdır. Fanon zihinsel mâcerası nın başından itibaren psikanalizi eleştirme yürekliliğ ini göstermiştir. /…/ …psikanalize en keskin karşı çıkışı Oedipus karmaşasını reddetmesiyledir. Şöyle yazar:“Çoğu zaman unutulmaktadır ki nevroz insan gerçekliğinin temel bir unsuru değildir. Beğenin ya da beğenmeyin, Oedipus karmaşasına zenciler arasında neredeyse hiç rastlanmaz. Kolaylıkla iddia edebilirim ki Fransız Antilleri’ndeki evlerin yüzde 97’sinde bir tek Oedipus karmaşası bile göremezsiniz. Bu yetersizliğimizden dolayı kendimizi yürekten tebrik etmemiz gerekir”. Oedipus karmaşasına saldırmakla Fanon görünürde Avrupa’nın ahlâkî çöküşüne, kültürel görececilik ve etnosentrizme işâret eder… /…/ Freud’un nevrozun bütün kültürlerin kaçınılmaz bir sonucu ve insanlık durumuna içkin olduğu önermesini kabul edilemez bulur. Fanon’a göre nevroz verili bir kültürün ifâdesidir: “Her nevroz, her anormâl görünüm… kültürel durumun bir ifâdesidir”. Fanon Siyah Deri, Beyaz Maske’de Jung’un görüşlerinden sıklıkla yararlanırsa da onun “evrenselci” psikoloji anlayışıyla arasına mesafe koyar. Her beyazın içinde dolaşan bir yabanî / bir zenci, her egoda bir karanlık / bir gölge olduğunu söyleyen Jung aynı yapıyı medenileşmemiş toplumlarda da gördüğünü söyler. Öte yanda Fanon, “Jung’un kendisini kandırdığını düşünüyorum” diye yazar, “bildiği tüm halklar, Arizona’nın Pueblo Kızılderilileri olsun, Kenya’nın zencileri olsun, beyaz adamla az ya da çok travmatik bir temas yaşamışlardır”. Fanon kollektif bilinçdışının oluşumunda evrimden ziyade kültürün rolüne işâret eder.“” *

    Psikolojideki bu Avrupa-merkezli bakış açısı, tüm sosyal bilimlere sirayet etmiştir. Bu dar bakış açısı elbette din-bilim-akıl konusunda da geçerli. Maalesef, bizim ülkemizde de Avrupaliların gözlükleri ile dünyaya bakan çok insan var. Sayın Cengiz Cebi’nin dediği gibi eğitim sistemimiz de bu bakış açısından izler taşır.

    Keskin Bey’in “Hayatı, ezberlediğiniz şeylere uydurabilme kavgasını bırakın.” söylemine katılmamak elde değil. Bence de herkes, buna Keskin Bey de dahil, ezberlediği şeylerin doğruluğunu, anlamını sorgulamalı. Ezberimizde olan herşey doğru olmayabilir, doğru olanlar ile yanlışları ayıklamalıyız. Yanlış ezberlerimize hayatımızı ve düşüncelerimizi uydurma kavgası vermemeliyiz, o ezberleri doğrultma kavgası vermeliyiz. Keskin Bey bu konuda çok haklı da son cümlede, kendi ezberinin kısıtlarına takılmış “Aydınlanma dinsizlik demek değil mi? Tamam hadi YAP, “aydınlan” görelim. “ deyivermiş. Oysa aydınlanmanın dar anlamı olan dinsizlik=aydınlanma, Avrupa-merkezli bakış açısının bir sonucu ve sadece Avrupalıların kendi dinlerinin o çağlarda vardığı nokta için geçerli bir söylem. Evrensel, mutlak bir doğru değil. Bu arada Keskin Bey’in yorumundaki “Bilimi reddedin.” cümlesini okuyunca Cengiz Bey’in yazısını yeniden gözden geçirdim, acaba bilimi reddetmiş mi diye. Böyle bir reddediş göremedim. Keskin Bey yazıyı yeniden okumanızı öneririm. Cengiz Bey kavramları çarpıtma değil, doğrultma gayretinde aslında.

    Saygılarımla,

    * Kaynak: Doç. Dr. Kemal Sayar- Sömürgeciliğin Karşısında Psikiyatr: Frantz Fanon. Yeni Symposium, 40(4), 147, 2002. [http://www.yenisymposium.net/fulltext/2002(4)/ys2002-40-4-4.pdf]

  5. Yazan:Mehmet Tarih: Mar 30, 2007 | Reply

    Anneni mi daha çok seviyorsun yoksa babani mi?

    Bu gicik edici soruyu kim duymadi çocukken?

    – Haydi söyle hangisini daha çok seviyorsun?
    – Ikisini de.
    – Yok, olmaaz, bir tanesini seçeceksin!

    Yanlis sorulan sorulara dogru cevap vermek çok zor. Din mi yoksa akil mi?” sorusu da bunlardan biri.

    Aklin din ile çatistiginin sanilmasi avrupalilar için normaldi, engizisyon altinda
    asirlarca inleyen halklarin böyle sanmasi beklenebilirdi. 20ci yüzyilin ikinci yarisindan beri bir çok batili düsünür buradaki yanlisligi anladi ve bu tartismanin modasi geçti. Simdi ortaokul çocuklarina kompozisyon ödevi olarak veriliyor 🙂

    Bizim “aydinlanmis çagdas” entellerimiz ise 1789’lara takilip kaldilar,
    hâlâ giyotinlerin kurulacagi günleri bekliyorlar. “Bati gibi aydinlanacagiz ya!” sanki bati anlaminda “aydinlanmamak, çagdas olmamak” çikarlarimiza aykiri bir durummus gibi her firsatta bu konuyu gündemin birinci maddesine koyuyorlar.

    Keskin Bey’in kizmasini anlayisla karsiliyorum. Ezberleri bozulanlar genellikle bastan
    savunmaya geçiyorlar. Aslinda gerek yok, çünkü bir taarruz yok.

    “Aydinlanma” kelimesi aslinda suç ortagi olan “çagdas” gibi retorik bir tuzak.
    Kendine bu etiketi yapistiran entel/siyasi parti/dernek her neyse, rakiplerini
    “karanlikta” birakmis oluyor. Atrik tartisilacak bir sey yok, “biz aydinliktayiz,
    siz ise karanliktasiniz”. Bu da bir tür terör. Entel terörü :

    “Benimle hemfikir degil misin? Beni elestirmek mi istiyorsun? Bir dakika, ben sana bir etiket yapistirayim da sen gör”

    Kendisini “ilerici”, geri kalanlari “gerici” ilân etmekte böyle. Peki yanlis bir yola
    girildiyse ne olacak? Arabalardaki geri vites ne ise yariyor? 🙂

    “çagdas” in teskil ettigi retorik tuzak hakkinda Cemil Meriç’in gayet lezzetli bir yorumu :

    Bu çağdaşlaşma kadar rezil, âdi ve katil bir kelime yoktur. Bu çağ neden Avrupa’nın çağı olsun? 1976 senesi Türklerin, Hintlilerin, Patagonyalıların, Fransızların, İngilizlerin birlikte yaşadıkları tarihtir. Bu tarihte çağ içi, çağ dışı nasıl olabilir? Yani çağ bir daire midir ki, bir kısım insanlar bunun içinde, bir kısmı da dışında yaşasın? Bu korkunç bir şey. Biz çağdaşlaşmayı kabul ettiğimiz andan itibaren biçâreliğimizi, elimizin kolumuzun bağlı olduğunu, efendimizin Avrupa olduğunu kabul etmiş oluyoruz.
    Çağdaşlaşma diye bir şey yok. Herkes çağdaştır. Yalnız bu çağda endüstrileşmiş ülkeler var, endüstrileşmemiş ülkeler var. Zengin ülkeler var, fakir ülkeler var. Bunun çağla alakası yok. Belli bir tarihin sırtımıza yüklediği mirastır. İyi tarafları var, kötü tarafları var.
    Çağdaşlık nedir? Atom bombası mı, fuhuş mu, rezillik mi, kapitalizm mi, sosyalizm mi? Çağın imtiyazı olan ve [ayırd edici] vasfını teşkil eden ne var? Sadece endüstrileşmek! Bazı ülkeler endüstrileşmişler, bazıları endüstrileşmemişlerdir. Binaenaleyh çağdaşlaşma tabiri sefil, zavallı ve âdi bir tabirdir ki, bizim komprador burjuvazi ve gecekondu aydınları tarafından bir afyon gibi damarımıza zerk edilmiştir.
    Korkunç bir yalan bu. Hepimiz istesek de istemesek de çağdaşız. Aynı çağda yaşayan bu insanlar arasında bir kısmı endüstrilerini halletmiş ülkeler değildir. Sadece birtakım oyuncakları var ve zenginler. Yani bir insanın fakir olması, değersiz olduğunu nasıl ifade etmezse, bir milletin de fakir kalması, değersiz olduğunu ifade etmez. Hele çağın dışına katiyyen çıkarmaz. Sanki bu çağın bütün haysiyeti şerefi Avrupaya’ya aittir de, Avrupa’ya benzemediğimiz için biz çağın dışına çıktık. benim kanaatimce birçok bakımlardan Avrupa çağ dışıdır. Avrupa insanı bencilliği, katilliği istismar zihniyetiyle hem çağ dışı hem de insanlık dışıdır. Batılılaşma mefhumu vardır, kabul ederim. Çünkü hudutları bellidir. Hristiyanlaşmkatır yani. İsterseniz Hristiyanlaşın. Fakat çağdaşlaşma ne oluyor?
    Tarihçilerimizin büyük hamakati var. Orta Çağ! Orta Çağ! Batı Orta Çağı yaşarken biz tarihimizin en şevketli zamanlarını yaşıyorduk. Hem nedir, bu namütenahi zamanı balta ile keser gibi çağlara ayırmak? Bu tasnifler çok çocukça ve Batlamyusvârîdir. Haddizatında çağdaşlaşma kelimesi Avrupa’da hiç kullanılmadı. Bunu bizim tatlısu Frenkleri uydurdu. Avrupa çağdaşlaşma değil modernleşme diyor. Çağdaşlaşma mefhumu dünyanın hiçbir dilinde yoktur bizden başka, Biz çağdaşlaşma diye kendimizi idama mahkum diyoruz.

    Cemil Meriç ile Söyleşi’den. Mehmet Ali Ak. Pınar, Cilt: V sayı: 58, Ekim 1976

    Dostlukla

  6. Yazan:ahmet tunahan Tarih: Mar 30, 2007 | Reply

    İşte tipik bir eksi artı mücadelesi.Bir müslüman için,vahyi referans alan için bunların hiç birinin önemi yok.Herkes baktığı yerden görür.Aydınlanmanın dinden kurtuluş olduğu çok net.Ama bu buna sarılanları fena halde yalnız yakalmış,kavgalara,ahlaksızlıklara,sömürüye,insan bedenini ahlaksızca kullanmaya götürmüştür.Batının kalkındığı/aydınlandığı gibi aydınlanmak insanlık için utanç vericidir.

  7. Yazan:afka Tarih: Mar 30, 2007 | Reply

    Bazı yorumcuların salt aydınlanma kelimesine takıldıklarını ,sanki o kelimenin sakıncalı görüldüğü gibi bir izlenim var yorumlarında .Asıl “makale” batıda neşvü neva bulmuş bir kavram üzerine bina edilmiş.Fakat Aydınlanmak insanlığın elbette en büyük arzusu Kuran bunun için gelmiş Peygamber(sav) bunun için gönderilmiş .

  8. Yazan:Keskin1 Tarih: Mar 30, 2007 | Reply

    Keskin Bey bu konuda çok haklı da son cümlede, kendi ezberinin kısıtlarına takılmış “Aydınlanma dinsizlik demek değil mi? Tamam hadi YAP, “aydınlan” görelim. “ deyivermiş.

    Bahar Hanım,

    O cümlede olumlu yada olumsuz bir yargı belirtmedim ki. Yani “aydınlanma dinsizlik demektir” filan demek istemedim. Sadece, bu konuda bir iddianız varsa, bunu gösterin dedim.

    Sepetinizde elma varsa, “sepetimde elma var, elma var, elma var” demenin ne anlamı var? O elmayı çıkarır göstersin herkes görür!

    Mesela blue demiş ki, “bilim adamları ‘süpernatural’ şeyleri kabul etmiyor.” Yanlış! Bırakın kabul etmemeyi, bunu gösteren kişiye bir milyon dolar teklif ettiler! Yıllarca beklediler. (Buyrun: http://www.randi.org/research/index.html) Hala da devam ediyor. Blue’ya sesleniyorum. Eğer bildiği “supernaturel” güçlere sahip biri yada birşey varsa, hemen hazırlansın. Az para da değil! (O süpernatural şeyin ne olduğu açıklamanız da gerekmiyor, sadece öyle “birşey” olduğunu göstermek yetiyor.)

  9. Yazan:Cengiz Cebi Tarih: Mar 31, 2007 | Reply

    Merhaba Sayın Keskin1,

    Ben burada “dayatma” ile ilgili bir şey yazmadım. Bu ayrıca tartışılmalı. Bu yazida yalnizca “söylem” üzerinde durdum. “İstediğiniz kadar inanın” ifadenizi garip buldum. Çünkü inanmak istemekle ilgili olmayıp insan olarak zorunlu bir özelliğimiz. Ancak inancın içeriğidir değişen. Bunun da istemekle ne kadar değişeceği tartışılabilir. Bir karar ile inancın değişmesi sanırım mümkün değil.

    “Din adamlarının ağzına bakmak” ile bir şeyleri sorgu ve sualsiz kabullenmeyi kast ediyorsanız, ben bunun aksini yaptigim kanaatindeyim. Yine de yaniliyor olabilirim tabi. Bilimi reddetmek için önce ona inanmak gerekir. Oysa bilim bir inanç konusu degil, algı dunyamızın resm edilmesidir. Gözümüz gördükçe, aklimiz yerinde oldukça bunu ben edemeyeceğim gibi siz de reddedemezsiniz. En fazla görmezden gelinebilir. Çağdaşlığı ise kısmen reddetmek mümkün. Çağın doğrularına sahip çıkılıp yanlışları reddedilebilir. Ama bunu başarmak kolay değil tabi. Doğruyu yaşamak ve yanlıştan kaçınmakta pek başarılı değilimdir.

    “Aydınlanma ne ise odur” demişsiniz. Bu “Doğru yol ne ise odur” demek gibi bir şey. Evet bence de öyledir ama bu onu herkesin tam olarak anladığı anlamına gelmez. Yani bilimsel yöntemler ile tespit edilebilecek bir şey değil. Değer ve inanç dünyamız ile ilgili bir kavram bu. Platon’un şu sözleri ilginçtir:

    “İnsan iyi ideasını kolayca göremez; görebilmek için de dünyada iyi ve güzel ne varsa, hepsinin ondan geldiğini anlamış olması gerekir. Görülen dünyada ışığı yaratan, dağıtan odur. Kavranan dünyada doğruluk ve kavrayış ondan gelir. İnsan ancak onu gördükten sonra iç ve dış yaşamında bilgece davranabilir.”

    “Akıl neyi gösteriyorsa onu gösterir” demişsiniz. Bunu da “Göz neyi gösteriyorsa onu gösterir” sözüne benzetebilirim. Yani neye bakarsanız onu görürsünüz. Ne var ki düşünce dünyası görüntü dünyası kadar açık değil. Akıl ile bakmak, göz ile bakmak kadar basit değil. Aklın en önemli işlevi akıldışı/irrasyonel söylemleri tespit etmektir. Bu da olgusal değil, mantıksal analiz yoluyla yapılır.

    “Neyin kavgasını veriyorsunuz?” demişsiniz. Ben kendi adıma bir şeylerin “kavga”sını vermek isterdim, ne var ki bir iki yazı yazmak yapabildiğim. Olmasını istediğim şey ise “evrensellik” görüntüsü verilmiş olan bir inancın sonuçta bir “inanç” olduğunun kabul edilmesidir.

    “Sürekli birşeyleri çarpıtma, yorumlama, kavramları karıştırma peşindesiniz. Bunun bir sonu yok..”

    Bunu yapmadığım inancındayım.

    “Özgür bırakın aklınızı ve hayattan birşeyler öğrenin! Hayatı, ezberlediğiniz şeylere uydurabilme kavgasını bırakın.”

    Burası biraz slogan olmuş. Yani analiz edince elde bir şey kalmıyor. “Doğru yola gelin!” gibi generic bir çağrı. Yada bana oldukça soyut geldi. Tam olarak neyi neden dolayı yapmam gerektiğini -daha somut şekilde- belirtirseniz sevinirim.

    “Aydınlanma dinsizlik demek değil mi? Tamam hadi YAP, “aydınlan” görelim.”

    Hayır, aydınlanma dinsizlik değil. Hiçbir şey dinsizlik değil. Dinsizlik diye bir şey de yok zaten. Materyalizm dinsizlik değil, dinin özel bir şekli. İnsana ne tür bir aydınlanma sağlayabilir bilmiyorum.

    Saygılar…

  10. Yazan:Keskin1 Tarih: Mar 31, 2007 | Reply

    “Tam olarak neyi neden dolayı yapmam gerektiğini -daha somut şekilde- belirtirseniz sevinirim.”

    Cengiz Bey,

    Bazı önkabulere ve dogmalara sahipsiniz. Din, materyalizm, metafizik, bilim gibi kavramların bazıları hakkında kendi sabit bir düşünceniz var. Öteki kavramları da bir araç olarak kullanıp “karıştırarak” bu sabit düşüncelerinizi haklı kılmak derdindesiniz. “Hayattan birşeyler öğrenin” derken de kendi önkabullerinizi doğrulama ve koruma derdini bırakın, aklınızı özgür bırakın, düşünün demek istiyorum. Doğru bildiğiniz şeylerin “doğru olması gerektiğini” ispatlamaya çalışmak, boşa ömür tüketmektir.

    Aydınlanmanın ne olması gerektiğini söylüyorsunuz. Bunu söylemek o kadar boş bir iş ki. Din ile aydınlanma oluyorsa, “din ile aydınlanma çok güzel olur!” diye bağırmak anlamsızdır. Bu yaparsınız yada gösterirsiniz. Böylece bunun olup olmadığı da görülmüş olur…. Aydınlanmanın kendisiyle değil de bu kelimeyle ilgilenmek anlamsız bir iş. Neyin “aydınlanma” olarak görüldüğü sizi ilgilendirmemesi gerekir. Ama aydınlanmacıların ne anlatmaya çalıştıklarına kulak vermeniz, bunları düşünmeniz iyi olabilir.

    Kavram kargaşası yaratıyorsunuz. Herşeyi tersyüz edip bu yıkıntının arasında kamufle olmak ister gibisiniz. Mesela demişsiniz ki “Materyalizm metafizik bir öğretidir.” Şimdiye kadar çok çarpıtma duydum ama bu kadarını ilk defa duyuyorum! Materyalizm, metafiziğin tersidir. Siz bunlardan istediğinizi kabul edin, ama kavramları hiç olmakları şekilde kullanmak ve bilmek cehalettir.

    Bir de sadece sizin değil burada aynı görüşteki hemen herkesin tuhaf bir tavrı var. Size ters gelen herşeyin “inanç” olduğunu düşünmeye ve ispatlamaya çalışıyorsunuz! (Böylelikle onu küçültmeye) İnanç olsa ne olacak? Diyelim ki bilim, poizitivizm, materyalizm, aydınlanma, çağdaşlık, vs. vs. gibi size ters gelen herşey bir “İNANÇ”… Bu durumdan ne sonuç çıkıyor? “Bizim dinimiz sizinkinden iyi” demek mi istiyorsunuz??… Yazıda tam da eleştirdiğiniz şey bu değil miydi?

  11. Yazan:Cengiz Cebi Tarih: Mar 31, 2007 | Reply

    Keskin Bey,

    Benim yazdıklarım ile sizin yazdıklarınız arasında doğrudan bir ilişki kuramıyorum. Bu, belirttiğiniz gibi, “ezberci, dogmatik, sabit fikirli, önyargılı ve cahil” olmamdan kaynaklanıyor olabilir. Ama ben bu kadar da “kötü” bir durumda olduğumu kabul edemiyorum. Hepimiz cahiliz, öğrenmeye muhtacız, yalnız sizin söylemek istediğiniz bundan daha öte bir şey görünüyor.

    “Two major historical tendencies in metaphysics have been idealism and materialism, the former presenting reality as ultimately mental or spiritual, the latter regarding it as wholly material…”

    http://www.rep.routledge.com/article/N095

    “Major types of metaphysical theory include Platonism, Aristotelianism, Thomism, Cartesianism, idealism, realism, and materialism.”

    http://concise.britannica.com/ebc/article-9371973/metaphysics

    “Bizim dinimiz sizinkinden iyi” demekte bir sorun yok. Sorun, “Sizinki din, bizimki değil” demekten doğuyor. Bu niye sorun? Çünkü çok yaygın bir yanılgı. Hepimiz ne olduğumuzu bilir isek, yükseklerden uçmaz isek, daha iyi konuşup daha iyi anlaşabiliriz. Felsefenin temel işlevi bize bir şey öğretmek değil, bildiğimizi sandığımız şeyleri aslında pek de bilmediğimizi göstermektir. “Kendimizden çok emin” iken, kafamızda bir çok soru işareti uyanmaya başlayabilir. Bu bence olumlu bir şeydir.

    Saygılar…

  12. Yazan:Keskin1 Tarih: Nis 1, 2007 | Reply

    Cengiz Bey,

    “Bizim dinimiz sizinkinden iyi” demekte bir sorun yok. Sorun, “Sizinki din, bizimki değil” demekten doğuyor.

    Bu açıklamanız için teşekkürler. Demek ki “Bizim dinimiz sizinkinden iyi” demeye çalışıyorsunuz… Tabi ben sizin bu tanımınıza, yani herşeyi aynı derecede dinmiş gibi göstermenize katılmıyorum ve arada farklar olduğunu düşünüyorum. Öte yandan “bizim din sizinkinden iyi” tavrını da anlamsız görüyorum.

    Matefizik konusunda gelirsek. Popüler olarak “metafizik” (fizik-ötesi) kavramı, bu alemin ötesinde bir takım güçler yada varlık türü olduğuna inanmak anlamına geliyor. Yani fiziksel dünyanın “ötesini” kabul etmektir. Materyalizm ise bunu kabul etmemektir. Bu açıdan bu ikisi birbirinin tam zıttıdır… Materyalizme “metafizik bir öğreti demek” doğru mudur?? Eğer Materyalizmin “konu alanından” bahsediyorsanız, bir anlamda böyle söyleyenler olabilir. Fakat bu da tartışmalı birşeydir. Buradaki anlaşmazlık, “metafizik” ile ne anlatmaya çalışıldığına ve bu etiketi koyma amacının ne olduğuna dayanıyor… Materyalizm-Metafizik konusunu derinleştirebiliriz, ama girmek istemiyorum burası yeri değil.

    Son olarak:“Hepimiz ne olduğumuzu bilir isek, yükseklerden uçmaz isek, daha iyi konuşup daha iyi anlaşabiliriz.” sözünüze gerçekten katılıyorum. Bence bu önemli.

    İyi günler.

  13. Yazan:Cengiz Cebi Tarih: Nis 1, 2007 | Reply

    Keskin Bey,

    Ben teşekkür ederim.

    Demek ki “Bizim dinimiz sizinkinden iyi” demeye çalışıyorsunuz…

    Hayır, bunu demeye çalışmadım. Bu söylenebilir ve bunu anlarım, tabi daha iyi bir üslupla olmalı. Sonuçta herkes kendi inancının doğru ve iyi olduğunu düşünür ve bunu dile de getirebilir. Bir inanca sahip olmak ile onun doğruluğuna inanmak zaten ayrı düşünülemez. Asıl sorun, dediğim gibi, kişinin bunun yerine “benimki inanç değil, inanç ötesi bir şey” demesidir. Burada bir yanılgı ve yanıltma var. Yazıda eleştirdiğim budur. Bunu söyleyen kişi, inancını peşinen “tartışılamaz” bir şey konumunda görüyor. Dogmatizm tam da bu değil midir?

    “Metafizik”in akademideki anlamı oldukça açık. Bu konuda bir tartışma bilmiyorum. Ama dediğiniz doğru, popüler kültürde metafizik deyince “maddesel olmayan varlıklar” gibi bir şey anlaşılıyor. Oysa “maddenin ne olduğu” başlıbaşına bir felsefi tartışma konusu. Felsefe zaten “naif/popüler” olanın eleştiri ve analizidir bir anlamda.

    Size de iyi günler…

  14. Yazan:Talha CAN Tarih: Nis 1, 2007 | Reply

    Elinize sağlık Cengiz Bey,
    Yazınızı bir solukta okudum ve gerçekten önemli bir noktaya değindiğinizi düşünüyorum. Bahsettiğiniz vizyonun din ve ilime sahip çıkanlarda değil, dini yaşantısı ve düşüncesi olmayan zihinlerde konuşlandığını gözledim. Dinini yaşayan ve aklını kullanan insan zaten aydınlığı tamamiyle yaşıyordur ve yaşatır. Sayın blue’nin “Aydınlanma her zaman dinsizlik değildir. Musa, İsa, Muhammed (S.E) geldiğinde indiği toplumları reforme etmiştir, akılları, zihinleri özgürleştirmiştir. Tüm peygamberler ‘aydınlanmacıdır’. Ortaçağ’da Avrupa aklını özgürleştirme kavgalarındayken İslam dünyasında İbni Haldunlar, Farabiler, Biruniler, İbni Sinalar ‘dinle’ aydınlanmış beyinleriyle Avrupa aydınlanmasına da kaynaklık edecek geniş bir miras oluşturuyorlardı.” sözü bu konuda gerçekten açıklayıcı bir yaklaşım olmuş. Aydınlanma yalnızca aklı kullanmaksa Ebu Cehil alim olurdu. Fakat ona cehalet yakıştırması aklını kullanıp Allah’ı tanıyamamasından denilmiştir. Üstelik bilimin objektif olması materyalist olmasıyla da sağlanamaz. Mağara bezetmesi de tam oturmuş.
    Muhabbetle…

  15. Yazan:D.Blue Still Tarih: Nis 1, 2007 | Reply

    Keskin bey,

    Teklifiniz için teşekkür ederim. 1 milyon dolar için değil ama sizi kazanmak için doğaya, doğa üstü güçlerin müdahale ettiğini ispat etmek isterdim. Metafiziğin gözlem ve deney ile ispat edilmesinin mümkün olmayışı, bu milyon dolar aldatmacası için cesaret veriyor olmalı. Aynı teklifi benim gibi bir adam da pekala yapabilir halbuki. ‘Doğaya doğa üstü bir gücün müdahale etmediğini ispat edin, size 1 milyon dolar vereyim’. Sizin bu konuda aciz olduğunuz aşikar ama günümüz bilimsel bulguları benim elimi güçlendiren bilgilerle dolu. Eminim önümüzdeki yüzyıl içinde bu 1 milyon dolarlık teklifi yapanlar da görüşlerini değiştirmiş olacaklar.
    Big Bang’e kadar bize maddenin ezeli olduğu anlatılıyordu. Sonra öğrendik ki bütün kainat bir patlama ile oluşmuş. Yani bir ilk’i var. Bu materyalist inancın aldığı ilk darbe oldu. Hani madde ezeliydi? Hani öncesi olmayan bir şeyin yaratıcısı da olamazdı, kainat yaratılmadığına göre bir Tanrıya da ihtiyaç yoktu hani?
    Sonra kuantum kafaları allak pullak etti. Madde hem partikül, hem dalga nasıl olabiliyordu? Gözlemlendiğinde nasıl maddeye dönüşüveriyordu? Bilim adamları kuantumdan sonra artık madde ötesi yok destursuz diyemiyorlar. Artık bilime paralel evrenler, farklı boyutlar, zaman… gibi kavramlar girmeye başladı.
    Sonra şu basit hücreler diye bize yutturdukları şeyin hiç de basit olmadığını, mükemmel bir fabrika gibi çalıştığını gördük. İlkel yaratıklar dedikleri bakterilerin en gelişmiş F1 yarış araçlarından daha verimli motorlara sahip olduğunu gördük.
    Newton’ın bize sunduğu mekanik dünyanın, artık geçersiz olduğunu, bize yüzyıl boyunca tekrarlanabilen gözlemlerden bahsedenlerin yanıldıklarını, süreçlerin geri dönüşümsüz olduğunu, en basit, önemsenmeyen bileşenlerin sonucu direkt etkilediğini öğrendik. Süreçlerin mekanik işlemediğini öğrendik. Şimdiye kadar öğrendiklerimizin çöpe atılmasa dahi, ki sanayi devrimine öncülük etmiştir, günümüz teknolojisine kapı açmıştır. Ama çok eksik olduğunu öğrendik.
    Bilimin yeni bulguları sürekli teist görüşe çalışıyor. 1 milyon dolar tabi ki hiçbir zaman verilmeyecek. Çünkü gündüz ortasında aydınlığı gören gözler hep güneşi ispat etmemizi isteyecek. Güneşi, ağacın renginde, vücudun ısısında, mevsimlerde göstermen yetmeyecek. Göster denilecek ! Varlığının şiddetinden gizlenen güneş, elbette bir gün kendini gösterecek. 1 milyon doları o zaman kendisine takdim edersiniz.

  16. Yazan:Keskin Tarih: Nis 2, 2007 | Reply

    Sayın Blue,

    “Metafiziğin gözlem ve deney ile ispat edilmesinin mümkün olmayışı, bu milyon dolar aldatmacası için cesaret veriyor olmalı.”

    Metafizik gözlem ve deney ile niçin ispat edilemiyor? Özel kılan ne onu? Metafizik diye birşeyin “varlığını” iddia ediyorsanız, niye böyle düşündüğünüzü gösterebilmelisiniz. Metafizik var mı, yoksa bunu siz mi hayal ediyorsunuz?… Bu konuda sizin değişmez bir “inancınız” olabilir, bu ayrı; ama inanç ve gerçek farklı şeylerdir. “Metafiziğe inanıyorum” demek ile “Metafizik doğrudur ama aptal bilimadamları bunu kabul etmiyor” demek farklı farklı yaklaşımlardır. Bunların birincisi için sebep, ikinsisi içinse güçlü kanıtlar söylemelisiniz. Olağanüstü iddialar OLAĞANÜSTÜ KANITLAR ister.

    Eğer bilimin gözlem ve deney yöntemlerini “kısıtlı” görüyorsanız, bu kısıtlara bağlı kalmak zorunda da değilsiniz! Hipotezlerinizi başka yollarla da gösterebilirsiniz. Mesela kendiniz yeni ve gelişmiş bir yöntem bulun, ve “bakın ben bu şekilde gösteriyorum” deyin… Bilim sürekli bunu yapmaktadır. Bilimadamları gözlem sınırlarımızı “extend” etmeye de uğraşırlar.

    Carl Sagan’ın “Karanlık Bir Bünyada Bilimin Mum Işığı” isimli kitabında, Garajımdaki Ejder diye bir bölüm vardır. Şimdi bu güzel bölümü aynen aktarmak istiyorum.

    “Garajımda ateş soluyan bir ejder yaşıyor.”
    Diyelim ki size ciddi olarak böyle bir önerme sunuyorum. Kuşkusuz, dediğimin doğruluğunu kontrol etmek isteyecek, kendi gözünüzle görmek isteyeceksiniz. Yüzyıllardır ejderlerle ilgili sayısız öykü anlatılmış, ancak gerçek kanıt gören olmamıştır. Canlı bir kanıt görmek için ne iyi bir fırsat!
    “Hadi göster öyleyse” diyorsunuz. Ben de sizi garajıma götürüyorum. İçeri baktığınızda gördükleriniz bir merdiven, boş boya kutuları ve üç tekerlekli eski bir bisiklet oluyor. Görünürlerde ejder falan yok.
    “Ejder nerede?” diye soruyorsunuz.
    “İşte tam orada” diye yanıt vererek, ileride bir yeri işaret ediyorum. “Söylemeyi unutmuş olmalıyım, o görünmez bir ejder.”
    Ejderin ayak izlerini görebilmek için yere un serpmeyi öneriyorsunuz.
    “İyi fikir” diyorum, “ama bu ejder havada uçuyor.”
    O halde görünmez alevini saptamak için kızılötesi alıcı kullanmaya kalkıyorsunuz.
    “İyi fikir, ama bu görünmez alevin ısısı da yok.”
    Peki öyleyse, siz de sprey boya sıkarak ejderi görünür yaparsınız.
    “İyi olurdu, ama bu ejderin cismi de yok ki! Boya tutmaz” diyorum.
    Bana önerebileceğiniz daha çok yöntem var. Ancak, önerdiğiniz her türlü testi, neden işe yaramayacağını açıklayan bir bahane ile savuşturabilirim.
    Peki, ısısız alev püskürten, görünmez, cisimsiz, havada uçan bir ejder ile, aslında hiç varolmayan bir ejder arasında ne fark var? Savımı çürütmenin, aksini göstermenin bir yolu yoksa, ejderimin “var” olduğunu söylemenin ne anlamı var? (…) Bu durumda, ejder konusunda sizden isteyebileceğim tek şey, kanıt olmadığına göre, benim “dememe” bakarak inanmanız.

    İnsan, garajındaki ejderha fikri yanlışlanamıyor diye, “benim canım öyle istiyor buna inanıyorum!” da diyebilir. Ama bu bilinçle buna inanmak farklıdır, buna inanmayanı aşağılamak ve “gerçeği kabul etmiyorlar” demek farklı.

    İkinci olarak, burada kullanılan yöntemler (sprey, un, kızılötesi, vs.) birilerinin dayattığı dogmalar değil. Bunlar bizim bugün ulaştığımız, evreni algılama yollarıdır. Bu yolları “sınırlı” bulmak, beğenmemek mümkün ve doğru olabilir. Ama bu ölçülerin ötesini kabul etmek, “peşinde olduğunuz” şeyin farklı olduğunu gösterir… Hiçbir gözlem yapmadan, gözünü bile açmadan, insan kendi hayalinde birşeyler de üretebilir! (Örn. bir roman yazmak, yada delirip sayıklamak gibi.) Ama insan zihni dışındaki “gerçekte var olanı aramak” istiyorsanız bir takım ilke ve referanslara bağlı kalmanız şarttır. (Çünkü “gerçek” kelimesi, bunlarla anlamlıdır.) İlkelere bağlı kalmayı tercih etmiyorsanız, söylediklerinizin “gerçek” olduğunu iddia etmemelisiniz.

    “Big Bang’e kadar bize maddenin ezeli olduğu anlatılıyordu. Sonra öğrendik ki bütün kainat bir patlama ile oluşmuş. Yani bir ilk’i var. Bu materyalist inancın aldığı ilk darbe oldu. Hani madde ezeliydi? “

    Bundan daha önce bahsetmiştim. (http://www.derindusunce.org/2007/03/03/akilli-tasarim-konferansi-ardindan/#comments) Orada yazdıklarıma bir cevap vermemişsiniz. Ama doğru bildiğiniz şeyleri tekrar ediyorsunuz. Big-Bang, “madde” (yani varlık) ile değil “evrenle” ilgili bir teoridir. Tamamen kabul görmüş değildir. Bu teori evrenin “başladığını” kesinlikle işaret etmemektedir. (Cyclic Universe). Bu teorinin kesin doğru sayılması da “maddenin ezeliyeti” hakında bir sonuç doğurmamaktadır. Felsefi yada teolojik olarak maddenin “başlamış” olup olmaması da, tanrının var olup olmamasıyla ilişkili değildir. (Tanrı, maddeyi “başlatmış” olmak zorunda değildir, ezeli birşey yaratmaya da gücü yeter.)

    “Sonra kuantum kafaları allak pullak etti.”

    Kutantum konusundaki gözlem sınırlarından ve “bilgi yetersizliğimizden” faydalanarak teizmi savunmaya çalışıyorsunuz. (Daha önce God of the Gaps konusu geçmişti. Dedikleriniz buna çok uyuyor.)

    “Sonra şu basit hücreler diye bize yutturdukları şeyin hiç de basit olmadığını, mükemmel bir fabrika gibi çalıştığını gördük.”

    Doğadaki “karmaşıklık” neden teizme kanıt sayılıyor? Tanrı güçlü ve özgür bir varlık olduğuna göre, birşeyi yaratırken “karmaşık sistemlere” gereksinim duymaması daha etkiletiyici (yani daha çok onun lehine bir gösterge) olurdu. Eğer hücre karmaşık sistemlere sahip olmasaydı, ama buna rağmen işlevlerini sürdürebilseydi, bu mucizevi birşey olurdu. Zaten teizm, canlılarda karmaşık sistemler olduğu öngörüsüyle ortaya çıkmamıştır. Bunun tersi bir öngörüyle çıkmıştır. Hücrenin içindeki karmaşık yapılar, onun varlığını açıklayan “doğal” ve anlaşılabilir olgulardır, “doğaüstü” değil… Yani teizmin lehine olmayan birşeyi (nedensel ilişkilerle örülü karmaşık sistemleri), lehineymiş gibi sunmaya çalışıyorsunuz.

    Bilimin yeni bulguları sürekli teist görüşe çalışıyor.

    Yazının başında “metafizik gözlem ve deneyle tespit edilemiyor” dememiş miydiniz? Böylece metaziğin bilim-ötesi olduğunu söylüyordunuz. İşinize gelmeyince “bilimle herşey çözülemez” diyor, bilimi “sakat, kör” birşeymiş gibi gösteriyorsunuz; ama bazen de “bilim allahı gösteriyor” diyorsunuz! Bilimi ya kabul edersiniz yada etmezsiniz. Bilim güvenilmezse ve teizmi gösteriyorsa, bundan ne sonuç çıkıyor??

    Son olarak “güneşi gösterme” örneği vermişsiniz. Ama ille güneşi göstermenizi istemiyor kimse, etkilerini de gösterebilirsiniz. O etkiler güneşi işaret ediyorsa, “güneş vardır” niye denilmesin? (Evrim de direk olarak gösterilememekte ve onun etkilerine bakarak varlığı anlaşılmaktadır.)

  17. Yazan:blue Tarih: Nis 2, 2007 | Reply

    Sayın keskin,

    Tanrı garajdaki ejderha değildir. Garajdaki ejderha sizin bilim olarak takdim ettiğiniz, kainattaki düzeni ve mükemmeliği oluşturduğunu iddia ettiğiniz kör tesadüf ve sağır tabiata karşılık geliyor. Garaja her girişimde tertemiz yıkanmış, cilalanmış, bütün muslukları tamir edilmiş, kapısı onarılmış, arabasının kaputu açılmış ve tamir edilmiş bir araç görüyorsam burada akıllı bir müdahale olduğunu görmemem için aptal olmam gerekir. Hele birisi çıkıp da bu garaj kendi kendini bu hale getirmiş, zaman içinde koşullar garajı mükemmelleştirmiş gibi bir açıklamada bulunursa aklından zoru olduğunu düşünürüm. Ben garajda ejderha var demiyorum, bu tablonun bir ressamı var, bu kitabın bir yazarı var, bu elektronik devrenin bir ustası var, diyorum. Siz de hayır bu resmin ressama ihtiyacı yok, bu kitap kendi kendine yazılmıştır vs. diyorsunuz. Ben Allah’ın varlığını neden ispatlama mecburiyetinde hissedeyim ki kendimi. Böyle bir mecburiyetim yok. Gündüzün güneşi gösterdiğini düşünmek sizin için inançsa, bu bir inanç evet. Bence her şeyin mükemmel olması, ölçülü olması, her şeyin birbiriyle ilgili olması ve birbirini tamamlaması, evrendeki şefkat, merhamet, aşk, her şey tanrının varlığını gösteriyor. Bilimsel veriler sürekli bu inancımı destekliyor. Eğer birisi bunun aksini iddia ediyorsa, davasını o ispat etmelidir. Bilime ateizm adına sahip çıkmak ve kendinizi bilim, beni karşı tarafa almanız çok komik. Eğer bilim adamlarının hepsi ateist olsaydı belki bir anlam ifade ederdi. Fakat bilim adamlarının da sizin, benim olduğumuz gibi bir kısmı ateist, bir kısmı imanlı insanlardan oluşuyor. Demek ki bu iş, hadi ispat et de göreyim seni, basitliğinde bir konu değil. Zaten bilim çevrelerinde sizinle yaptığımız bu sığ tartışmayı yapan başkaları da yok, Dawkins gibi sıkı imanlı fanatik ateistleri hariç tutuyorum.

    Doğadaki “karmaşıklık” neden teizme kanıt sayılıyor? Tanrı güçlü ve özgür bir varlık olduğuna göre, birşeyi yaratırken “karmaşık sistemlere” gereksinim duymaması daha etkiletiyici (yani daha çok onun lehine bir gösterge) olurdu.

    Evet, daha iyi bir gösterge olurdu. Ne var ki tanrının kendini ispat etme gibi bir kaygısı yok.

    Bundan daha önce bahsetmiştim. (http://www.derindusunce.org/2007/03/03/akilli-tasarim-konferansi-ardindan/#comments) Orada yazdıklarıma bir cevap vermemişsiniz.

    Kusura bakmayın, çok yoğun çalışıyorum. Bir çok yere yorum bıraktıktan sonra dönüp ne yazılmış diye bakamıyorum. Bahsettiğiniz gibi Big Bang hiçbir şeye delil olmayabilir. Tanrıyı da göstermeyebilir. Zaten her şey öyle değil mi? Aslında her şey Tanrıya delil ama hiçbir şey aslında delil değil. Bu yüzden diyorum ya, parmakla gösterene kadar ağzımızla tuttuğumuz kuşlar kar etmeyecek diye.

    Kutantum konusundaki gözlem sınırlarından ve “bilgi yetersizliğimizden” faydalanarak teizmi savunmaya çalışıyorsunuz. (Daha önce God of the Gaps konusu geçmişti. Dedikleriniz buna çok uyuyor.)

    Evet boşluklar o kadar geniş ki, tanrıyı ispat etmek için değil ama bilim her şeye kadirdir, her işi çözer diye tafra atanların burunlarının sürttüğü için boşlukları seviyorum. Kuantum konusunu hiçbir şeyi ispat etmek için vermedim. Fakat bilim öyle bir noktaya geldi ki, her şey madde midir, yoksa madde ötesi diye bir şey var mıdır, bu konu, hem de bilimsel metodlarla ortaya konduğu ve kafa karışıklığı yarattığı için bilim adamlarının artık kolay kolay ‘her şey maddeden ibarettir’ diyemediğini söylemek için belirttim. ‘Maddeden başka bir şey yoktur, kuantum bir safsatadır’ diyebiliyorsanız bu sizin imanınızı ölçmek için iyi bir mihenk olabilir.

    Hücrenin içindeki karmaşık yapılar, onun varlığını açıklayan “doğal” ve anlaşılabilir olgulardır, “doğaüstü” değil

    Gözlemlediğimiz her şey bir süre sonra ‘doğal’ olur zaten. Ben hala bir otun nasıl canlı olabildiğine, ona neyin canlılık verdiğine dair hayret içindeyim. Hücre boyutuna inince karşımıza bir fabrika çıkınca, mRNA, DNA, mitokondri, hücre zarı alış verişleri, bölünme, farklılaşma, insanın kafasını yemesi gerekirken ‘doğal zaten’ demesi, Cem Yılmaz’ın ‘şerrefsizim benim aklıma gelmişti’ repliğini hatırlattı nedense. Hiç kimse mükemmelliğin anlaşılır olmadığını söylemiyor. Evet, her şey anlaşılabilirdir ve anlaşılan odur ki böyle bir yapının tesadüfen veya kendi kendine oluşması imkanı yoktur. Vardır derseniz size ispat edin derim. Benim hiçbir şey ispat etmeme gerek yok. Veladet davalarında çocuk kimin elindeyse, ‘çocuk benim çocuğumdur’ diyenin alabilmesi için ispat etmesi gerekir. Bu mükemmellik Tanrıdan başka bir şeyle açıklanamaz, açıklayabiliyorsanız buyrun, yoksa tevazu gösterin ve bu sanat eseri karşısında en azından sessiz kalın.

    Yazının başında “metafizik gözlem ve deneyle tespit edilemiyor” dememiş miydiniz? Böylece metaziğin bilim-ötesi olduğunu söylüyordunuz. İşinize gelmeyince “bilimle herşey çözülemez” diyor, bilimi “sakat, kör” birşeymiş gibi gösteriyorsunuz; ama bazen de “bilim allahı gösteriyor” diyorsunuz! Bilimi ya kabul edersiniz yada etmezsiniz. Bilim güvenilmezse ve teizmi gösteriyorsa, bundan ne sonuç çıkıyor??

    Bir şeyi anlamıyorsunuz. Metafizik’in deney altına alınmayacağını ve gözlenemeyeceğini söylüyorum. Belki bir gün o da gözlem ve deney altına alınabilir. Kuantum bunun olabileceğini gösteriyor ama bugün sınırlı bilgimizle bunu yapmamız mümkün görünmüyor. Bilimle herşey çözülür elbette, ama bu belki 1000 yıl alır, benim bunu beklemeye vaktim yok, sizin de yok. Bilim’i sizin kadar yüceltemiyorum. Keşke kesin hakikatin bilgisi bilim olsa, biz de ne söylense hemen yapsak. Ama bilim sürekli devinim içinde, bugün bulunan şey yarın yalanlanıyor, sonra tekrar doğrulanıyor. Bilim, materyalizmle yola çıktı, bugün idealizme yanaştı; Darwinism’le yola çıktı, Darwinism bile kırk defa evrim geçirdi, geçiriyor. Newton mekaniğiyle yola çıktı, her şeyin matematikle çözüleceğine inandı; bugün bu noktadan çok farklı bir yerdeyiz.
    Eğer bilim bana bugün ‘inandıklarımdan’ farklı şeyler söylerse bunu elbette değerlendiririm, kendi inancımı, bildiklerimiz gözden geçiririm. Fakat bilim benim için bir kutsal inek değildir. Onun sütünden, tüyünden, etinden faydalanırım. Bilim insan içindir, ‘mutlak hakikat’ değildir. Bilimi ya kabul edersiniz, ya da etmezsiniz ne demektir? annelerimize bebeklerinize sütünüzü vermeyin diye bizlere inek sütü içiren de bilimdi, vita yağı kalbe iyi gelir diye babalarımızı kalp hastası eden de bilimdi. Bilim la’yüsel midir, sorgulanamaz mı, bu nasıl bir imandır? Ya inanırsınız, ya inanmazsınız ne demektir? Lütfen siz bilime imanınızı gözden geçirin.

  18. Yazan:Öncü Nesil Tarih: Nis 3, 2007 | Reply

    SİZ ADINA; METAFİZİK, DOĞA ÜSTÜ GÜÇ , HATTA DOGMA DEYİN .

    BEN ZAMAN KAÇIYOR VE GERİ GELMİYOR DİYORUM.

    Bedenimizden ruhu alalım (ölmüş oluruz),

    Klavyeye yazı yazabilirmiyiz? Hayır. Görebilirmiyiz? Hayır.

    İşte bizde kas olsada (klavyeye yazı yazamıyoruz, ruh olmayınca)

    Göz olsada (göremiyoruz).

    Demekki Bize bu işleri yaptıran madde ötesi bir varlık var.

    Madde ötesi varlik “ruh” tur, ruhta Allah (CC) dandır (bknz Kur’an).

  19. Yazan:Mustafa Tarih: Eyl 30, 2008 | Reply

    Aydinlanma nedir ? Aydinlanma aydinlanmamis ve sonradan aydinlik gelen yerler icin ilginc olabilir. Zaten basdan beri aydin olan aydinlanmasinin ne manasi var ? Orta cagda avrupanin halini biliyormuyuz ? O cagi iyi bilmek lazim. Insanin akli, fen ilmi, hürriyet, cogulculuk ve daha nice seylere hasret nice milletler zulum altinda kivraniyorlardi. Asilzadeler kitlesi dogustan asilzade olurlar ve halkin cogu köle statüsündedirler. Ilim yok, düzen yok…hicbir sey yok.
    Kilise örgütlenmis ve asilzadeler ile elele halkina zulum ediyor. Cenneten tapu satiyor. Renaissance (rönesans) ve müslümanlardan ögrendikleri ile baslangic olarak ve ekonomik kalkinma ile (sömürü daha uygun) “aydinlanma” geldi. Asilzadelilerin zulmu bitsin…kilisenin zulmu ve imtiyazlari bitsin…fen ilmine engel yapilmasin…inanc hürriyeti gelsin…insanlara insan oldugu icin saygi ve haklar…bunlar önceden orda yok oldugu icin aydinlanma avrupada olabildi. Hindliler, Cinler, Müslümanlar onlar bunlar…hepsine aydinlanma gerekmiyordu. Onlar zaten aydin idiler.
    Akil ve dine gelince…akil ve din arasinda hiristiyanlikta zitlik var mesela teslis inanci veya günahli dogma bunun gibi akilla hic alakasi olamiyan haller. Isaya Tanri diyorlar. Hem insanmis hem tanri oglu hem Tanri ve insanlar Tanri tarafindan yaratilmis. Ve isa insanmis ayni zamanda…al sana celiski. Ama akla ragmen inanmak gerekmis. Islamda ise dini seyler akla zit olmamasi lazim. Sünnilikte öyle. Imam Gazali itikatda iktisat isimli eserinde mesela öyle yaziyor. Islam akil dinidir. Ama mutlak aklin selim akil yani dogru hukum veren akil. Akla zitlik olmamali ama su olabilir bazi seyleri his ve akil ile yalniz olarak erisilmeyebilinir. Mesela cennetin varligi. Ona haber verildigi icin inanilir Allah tarafindan. Akil üstü akil ziddi degildir ototikmen. Cennetin varligi aklen mümkün olmaldir. Akil cennetin yoklugunu isbat edemedigi icin mümkündür. Akil kadar seref sey yaratilmamis diyor Peygamberimiz.

    Aydinlanma caginda aydincilar mesela Kant veya fransiz veya ingliz aydinlari din dedilermi hiristiyanligi kasd ederlerdi cünkü diger dinleri pek bilmezlerdiler. Onlar dini akil cemberi icinde görmek isterlerdi ve bu konuda kitab yazdilar. Kant “Aklin sahasinda din” diye isimli kitabi var. Batida akil ve inancin zid ve farkli oldugu görüsü yaygin. Ama o “din” hiristiyanliktir. Ilim tarihini ve felsefeyi ve hiristiyanligi pek bilmiyen bilmiyor böyle seyleri. Islamda, hind dinlerinde ve bircok dinlerde din ve akil zit veya farkli görülmez.

  20. Yazan:NEJLA CEBI Tarih: Nis 12, 2011 | Reply

    BENIM, HOS GORULU, SAYGILI, MUTEVAZI, DUNYALAR GUZELI KUZENIM,BARIS ICINDE OL,KALBI SEVGI DOLU BUYUK INSAN.

Sorry, comments for this entry are closed at this time.