Seni Yaratan’ın resmini yapabilir misin William?: Sanat’ta ayrıntı (5) »
By Mehmet Yılmaz on Nis 2, 2010 in Ayrıntı, Derin Mevzu, Görmek, İnsan, Kâinat, Mekân, Resim Sanatı, Sanat | 20 Comments
Not: Resimleri büyütmek için üzerlerine tıklayın.
Kariyer peşinde koşan kadınların çocukları ve annesi “erken” ölenler iyi bilirler. Yok-Anne, kökünden sökülmüş bir ağaca benzer. Geride bıraktığı çukur asla dolmaz. Yok-Anne’nin çocukları büyümezler. Çünkü hatıralar yaşlanmaz. Hafıza dolabının çekmecelerinde sabun kokulu çamaşırlar yoktur. Yok-Anne’nin çocuğuna kor halinde taşlar kalmıştır yadigâr… Soğumaz o taşlar. Elini yakar her hatırladığında, tutamaz. 70 yaşına bile gelseler çocukturlar, hatırlamak yoktur onlar için. Geçmişi yeniden ve yeniden yaşamaktır her hatırlamak. Yeniden içi yanmaktır. Onun için büyüyEmezler bir türlü. Çocuk kalırlar. Yok-Anne’nin mezardan, hapisten, çalışmaktan veya tımarhaneden dönmesini beklerler.
Küçük William da böyle sonsuz derinlikte bir çukurun kıyısına oturup annesinin akıl hastanesinden dönüşünü bekledi ve 70 yaşında bir bebek olarak hayata yumdu gözlerini.
“Söndükten sonra ışığı hala yer yüzüne gelmeye devam eden yıldızlar gibi William Turner da ölüyken bizi aydınlatmaya devam ediyor. Henüz dünyaya gelmemiş kuşaklar bile doğayı o gözlerle görecekler, mezarın içinde, bir daha açılmamak üzere kapanmış olan o gözlerle.” (John Ruskin, sanat eleştirmeni ve Turner hayranı, ressamın yakın dostu)
Kanaatimce Lascaux’da mağara duvarlarına av sahnesi çizilen devirlerden bugüne kadar Avrupa’nın yetiştirdiği en büyük ressam oldu William Turner. Biyolojik hayatı sona erdiğinde evinde bulunan 19.000 karalama, suluboya, renk araştırması ve taslak ne kadar büyük bir uçurumun kıyısında oturduğunu ve bu boşluğu doldurmak için ne kadar çabaladığının işaretiydi.
William’ın tablolarının kopyası hâlâ yapılamıyor. Çünkü çocuk-William resim yaparken kâğıdı yırtılacak kadar ıslatıyor, tuali tırnaklarıyla kazıyor, kopan küçük parçacıkları parmaklarıyla yuvarlıyordu. Çocuk-William resim yapmıyor adeta Sanat’la nefes alıp veriyordu. Sanat’ı yiyordu, tual ile, boyalar ile, resmettiği doğa ile Yok-Anne uçurumunu doldurmaya çalışıyordu.
“… Annem ve babam kavga edip evde hava gerginleşince, gök başıma düşecek gibi tehditkâr olup kapılar sertçe kapanmaya başlayınca günüm bir boşlukta yüzer gibi olur. Bu boşluğu doldurmak için lavaboyu bile yiyebilirim. Yiyeceklerde eksikliğini duyduğum o ağırlığı buluyorum…. Yiyecek dediğim zaman salata gibi ağırlıksız (/önemsiz) şeylerden bahsetmiyorum. Rüzgâr gibi gelip geçen, Read the rest