Main Content RSS FeedÖnceki Yazılar

Nişanyan’​la bir çay içimi… »

Şirince’de yıkım kararlarının uygulanıp, uygulanmayacağı muammasının en ateşli günlerinde yerel medya da bu olaya ilgi göstermişti. Yalnız Ulusal medyanın aksine Yerel Medya işin kadastro tarafıyla ilgilenmemiş, komplo teorilerine yoğunlaşmıştı. Bildik, saçma şeylerle, üçüncü sınıf komploları içinde barındıran ilkel snopsislere tepki mahiyetinde yazılmış bir yazıdır aşağıdaki yazı. 

İbrahim Becer

Cem yılmaz’ın oynadığı reklam filmini hatırlarsınız. Sahibi olduğu arabanın gerçek gücünü göstermekten uzak olduğunu düşündüğü için rakip sürücüyü şöyle suçluyordu Cem Yılmaz: “Arabanın hakkını ver, hakkını…”

Kitle İletişim Araçlarında bir köşe sahibi olabilmek için azami emek harcanması Read the rest

Gazeteci ve Sanatçı Hukuk’un Üstünde midir? »

Sahne 1: Paris, 5 mart 2011

Paris’ten Trablus’a gidip aynı gün geri dönen özel bir jet Fransız gümrük polislerinin dikkatini çekti. Takvimler 5 mart cumartesiyi gösteriyordu. JDD (Journal de Dimanche) gazetecilerinden Laurent Valdiguié ve bir fotoğrafçıyla beraber Ziad Takieddine çıktı uçaktan. Lübnan asıllı fransız vatandaşı Takieddin Pakistan ve Afganistan’ı “özgürleştiren” savaşlara silah satan bir tüccar. Fransız derin devletinin kirli çamaşırlarının ortaya saçıldığı Karaçi skandalıyla birlikte adı çokça anılmıştı.

Bu “masum” hafta sonu gezisini bozan polislerin ilk sürpirizi uçağın Libya’da kayıtlı olmasıydı. Daha da “komik” olan ise Takieddine’nin çantasından çıkan 1,5 milyon avro oldu. Günübirlik bir Trablus gezisi için yüklü bir miktar sayılabilecek bir cep harçlığı… Gümrükte deklarasyon yapılmalıydı. “Unutulmuş.” Gazeteci Valdiguié evinde Kaddafi ile yaptığı röportajı temize çekerken Read the rest

Ret ve Evet Arafından Sesleniş: Bela »

Suzan Nur Başarslan’ın Bela romanı üzerine notlar…

Yücel ÖZTÜRK

İnsanın içine ve dışına ayna tutan bir roman Bela. Farklı zaman ve mekânlarda yaşanan olayların ret ve kabul, isyan ve tevekkül noktalarında birleştiği eser 28 bölümden oluşuyor. Yazar her bölüme çeşitli sanatçılardan birer alıntıyla başlamış. Bu alıntılar, o bölümde anlatılanlara ışık tutan ya da onları özetleyen nitelikte. Romanın içine yayılmış olan onlarca sembol, yazar, kahraman, söz… Bela yazarının birikimli bir kalem olduğunu da gösteriyor.

 Panta Rei: Her Şey Akar

Nursu, akrabası Cem ve sevdiği İstanbul ile üniversiteye gitmek için yağmurlu bir mayıs günü sokağa çıkar. Üç genç tartışarak yağmur altında yürümektedir. Giz, evlilik hazırlıklarını tamamlamak için Işık’ı evinden alır ve onlar da yola çıkarlar. Toprak, mutsuz bir evliliği paylaştığı Suaytan’ın hamile olması sebebiyle yeni bir tartışmayı sürdürerek arabalarında ilerlemektedir. Bu üç farklı grubun yaşamı bir an birleşir: kaza! Kazada Nursu’nun uyarısıyla ayakkabısını bağlamak için eğilen Cem araba çarpmasıyla Read the rest

Nişanyan’a 3 yıl 4 ay hapis »

Selçuk’un Şirince köyündeki izinsiz köyevi inşaatlarıyla gündeme gelen yazar ve dilbilimci Sevan Nişanyan Selçuk Asliye Ceza Mahkemesinde görülen iki ayrı Read the rest

Bir hafta sonraki yazımı size cezaevinden yazabilirim! »

Neden mi? Anlatayım… İsrail Hükümeti 2006 yılında Lübnan’ı kuşatmaya alıp saldırdığında birçok İsrailli vicdani redçi bu saldırıya karşı çıktılar. Saldırıya karşı çıkan vicdani redçiler Read the rest

Yeni başlayanlar için “Müslüman” Marx »

Marx’ı okumak lâzım. meselâ 1844 Elyazmaları’nı, Feuerbach Üzerine Tezler’i, Alman İdeolojisi’ni, Felsefenin Sefaleti’ni, Komünist Manifesto’yu ve Kapital’i okumak, üzerinde düşünmek lâzım. Sadece Sol’u ve solculuğu anlamak için değil, dünyanın şu anda içinde bulunduğu düşünce krizini anlamak için de Marx’ı okumak lâzım. Çünkü 21ci asrın Avrupa’sı ve Amerika’sı artık düşünemeyen bir coğrafya haline geliyor. Gölgesinden bile korkan, adeta bir hayvan gibi şartlı refleksler veren ama aklını kullanamayan, birlikte hareket edemeyen bir sürü, bir gürûh halini alıyor batılılar. Eğer “Doğu” bir zamanlar Batı’ya kaptırdığı düşünce bayrağına yeniden talip olacaksa bunun yolu Karl Marx’tan geçiyor. Teknoloji ve Para ile imtihan edilen insanlığın halini çok kapsamlı bir biçimde tahlil etmiş olan Marx’tan.

Kimdi Karl Marx? İşçilerin perişan hallerine acıyan onları Kapitalizmin altında ezilmekten kurtarmak isteyen bir idealist? Maddeden gayrı hiç bir şeyin var olmadığını iddia eden bir materyalist? Modern insan topluluklarının çarklarını, zembereklerini söküp takan bir makinist? Tarihin sebep-sonuç zincirlerine mahkûm olduğunu iddia eden bir determinist? Ters gitmekte olan dünyayı baş aşağı çevirip düzeltmek isteyen bir devrimci?

Biraz incelerseniz Batılı düşünürler arasında Marx’ın « kariyerinin» oldukça sıra dışı bir yol izlediğini görürsünüz. Dünya siyasetini, özellikle de 19cu ve 20ci asrı bu derecede etkilemiş bir başka düşünür var mı? Zannetmiyorum. Kitapları üzerine o kadar çok yorum yapılmış, o kadar şerh yazılmış ki bu “tefsir külliyatı” ancak kutsal kitapların miraslarıyla karşılaştırılabilir.

 Şunu da unutmamalı tabi: Marx’ın ölümünden çok kısa bir süre sonra Marxist ideolojiden etkilenmiş rejimler kuruldu. 20ci asırda insanlığın yaklaşık üçte biri bu ideolojinin etkisindeydi. Sovyet Rusya, Çin, Küba, Doğu Avrupa, Arnavutluk, Kuzey Kore ve Afrika’da bir çok ülke. 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılmasından sonra Marx komünist ülkelerin uyguladıkları zulümler için bir günah keçisi haline geldi. Rusya’daki çalışma kampları, sayıları on milyonlarla ölçülen idamlar, Kamboçyalı Pol Pot ve Kızıl Kmerlerin yaptıkları soykırımlar, Çin’de Mao’nun merkezî ve planlı “komünist ekonomi” ile sebep olduğu kıtlık neticesinde 40 milyon civarındaki Çinlinin açlıktan ölümü…

Müslüman Marx Ateist Marx’a karşı!

Etrafınızda “ben solcuyum” diyen kaç kişi var? Birgün Ya da Cumhuriyet Gazetesi, Türk Solu Dergisi okuyan? Yürüyüşlerde Marx, Lenin, Deniz Gezmiş ve Atatürk posterlerini yanyana taşıyan kişileri tanıyor musunuz? İşçi sendikalarında aktif rol oynayan dostlarınız var mı? Bu insanlar hasretle beklediğimiz sol muhalefeti kuramadılar bir türlü. Neden? Read the rest

Kaddafi ve Porno »

Sunuş: Genç yazar Alp Camız çarpıcı bir makale ile aramıza katılıyor. Ortadoğu’da yaşanmakta olan gerginlikleri tahlil ettiği satırları okurken ister istemez Türkiye’yi de düşünüyor insan. Meselâ eski genel kurmay başkanı İlker Başbuğ’un savaş gemisinden savurduğu tehditlerin “pornografik” boyutunu… Irkı, yaşam tarzı ya da cinsiyeti yüzünden şeyleştirilen Türkiye halkını… Jakoben gözüyle “bidon kafalı” olduğu için kömür ve makarnadan başka bir derdi olmayan(!), demokrasiyi hak etmeyen(!) sıradan insanları… Tefekküre bir davet bu yazı. İlginize sunarken İzzettin’e hoş geldin diyoruz. (MY)

Kaddafi ve Porno (Alp Camız)

Mahremin kamusallaşması yolunda mihenk taşı olan pornografi özü itibariyle jakobenizmle fazlasıyla içli dışlıdır. Eski gelenekleri yok ederek köksüz medeniyet oluşturma gibi beyhude bir çaba içine giren jakoben elit Kıta Avrupasının mahremini kamusallaştırarak eski geleneklere belki de en büyük darbeyi vurmuştur. Modernizm ile beraber kadınların gerçek statülerine kavuşturulduğunu iddia eden jakobenlerden ilham almış pozitivist modernistler kendi elleriyle yarattıkları canavarın tahribatını gördükçe belki de bu düşüncelerinden vazgeçmişlerdir.

Erkek egemen toplumdan kurtuluş sürecinde kadının metalaşması umulandan hızlı gerçekleşti ve toplum erkek egemenliğinden erkek diktatoryasına sürüklendi. Pornografinin sürekli erkek egemenliğini dayatan kurgusu toplumsal bilinçaltını eskisinden daha da hastalıklı hale getirdi. Görsel sanatların bir çoğunda olduğu gibi gerçekten ilham alsa da pornografiyi diğer görsel öğelerden ayıran şey gerçeği fazlasıyla etkileme gücü olmasıdır. Kadını köle ve her an cinsel ilişkiye hazır gören, kamusal her alanın aynı zamanda seks için biçilmiş kaftan olduğunu her daim pompalayan pornografi kamusal her şeye sirayet ettiği gibi siyasete de fazlasıyla sirayet etmiştir. Pornografik bir filmde senkronize halde büyülenmiş gibi kameraya bakmadan işlerini yapan oyuncuların bakışlarındaki donukluk ve konsantrasyon Read the rest

Kirazın Tadı / Ta’m-e Gilas (1997) »

“Türk’ün biri doktora gitmiş ve doktor bey nereme dokunsam oram ağrıyor, ayağıma dokunuyorum ayağım, göğsüme dokunuyorum göğsüm ağrıyor, demiş. Doktor hiç düşünmeden cevap vermiş: Sizin bir şeyiniz yok, parmağınız kırık. Hasta olan düşünceleriniz. Bakış açınızı değiştirin.”

İnsan, üzerine yirmi kürek toprak attırmak için yola çıktığında, yaşamayı mı istiyordur, ölmeyi mi? İstenilen yardım hangisidir? Üzerine atılacak toprak mı, uzanacak bir el mi?

Abbas Kiyarüstemi’nin yönettiği, İran yapımı bir film Kirazın Tadı. Deneysel sinemanın önde gelen isimlerinden Kiyarüstemi, bu filmde intihar olgusunu ve buna bakışı sorgulamış.

Bedii Bey, intihar etmek için yola çıkan-uyku hapı içerek hayatına son verecektir-  ve para karşılığında üzerine toprak örtecek ya da ellerinden tutup kaldıracak kişiyi aramaktadır. Arabasına ilk, askerlik yapan bir Kürt gencini alır. Onu ikna etmek için şunu der:

“Ben bir ağacın köküne saçacağın gübreyim. “

Hakikaten kendisi için kazdığı yer bir ağacın dibidir. Ancak ikna edemez. Vazgeçmez Bedii Bey, arayışına devam eder. Bu arayışta gözleri dışarıdadır, hayata bakar. Bu çekimlerde kullanılan sabit kamera ile, Bedii Bey’in hareketsizliğine karşılık, hareket eden bir hayatı izleriz -içerden dışa bakış Bedii Bey’in bakışı değildir, onu ve dışı izleyen kameranın bakışıdır-, ama o, bu hayatın içinde kendi ölümünü arar. Kendi toprağını üzerine atacak kişiyi. Onun toprağa bağımlılığı mekân seçimiyle de karşımıza çıkar. Her yer topraktır, savrulan, akan, üzerinden gölgelerin geçtiği, hayat veren ve hayatı biteni  alan… toprak.

Arabasının ikinci yolcusu Afgan ilahiyatçıya, kendimi bu hayattan kurtarmaya karar verdim, der. Bir tükenişi yaşamaktadır, devam edecek gücü yoktur ama sebebini Read the rest

Vicdani red hakkı tanınmalıdır! »

baris_icin_vicdani_r​ed@yahoogroups.com‘dan alınmıştır.

Nuri Pakdil bir kitabında şöyle diyor : 

‘Daima terazinin ibresi vicdandır. Artık, vicdan dışında hiçbir şey namusluluğu açıklayamaz: kazanımlarımızı tartsak tartsak bu terazide tartabiliriz ancak. Yeniden oluşturup yapılandırmak: eğer yoksa : vicdanımız. Önümüze konan bu gerçek dışılığın dışına çıkabilmek başka türlü mümkün mü?’  

Ben 22 yaşında bir ilahiyat öğrencisiyim.. Hayat boyu sorguladığım şeylerden birisi de; Laik, çıkarcı, adaletten uzak bir düzende, kime hizmet ettiği belli olmayan bir orduda, sistem karşıtı erkeklerin askerlik yapması zorunluluğudur. Her daim dini şeylerden  uzak duran ordunun, müslümanların dini duygularını kullanarak askerliği ‘peygamber ocağı’, askerde ölenleri de ‘şehid’ olarak nitelendirmesini sıkıntılı bir iç çelişki olarak görüyorum.  Halkı kendisine düşman olarak gören bir orduda açıkçası kim ne için savaşıyor? anlayamıyorum. Kürtleri, müslümanları, sosyalistleri, anarşistleri, alevileri, Ermenileri kendisine düşman olarak gören Read the rest

Tabip Ve Muallim Sinekler »

“Ey insanlar! (Size) bir misal verildi; şimdi onu dinleyin: Allah’ı bırakıp da yalvardıklarınız (taptıklarınız) bunun için bir araya gelseler bile bir sineği dahi yaratamazlar. Sinek onlardan bir şey kapsa, bunu ondan geri de alamazlar. İsteyen de âciz, kendinden istenen de! “(Hac Süresi, 73. Ayet)

Sinekleri birer tabip ve birer muallim olarak tabir ediyorum. Aslında daha önceleri çok haz ettiğim varlıklar değillerdi. Lakin gizemli ve esrarlı varlıklar olduğu aşikardı. Nitekim  yer çekimine zıt olarak, ayaklarındaki harika yaratılış sayesinde evlerin tavanlarında durabilmeleri şaşılası bir durumdu nazarımda. Oysa şaşılacak nice özellikleri vardı bu esrarengiz varlıkların. Ve ayetin işaret ettiği gibi, sineğin hilkati (yaratılışı) öyle bir hikmet-i Rabbaniyedir ki; Cenâb-ı Haktan başka, bütün esbab (sebepler)  ve ulûhiyetleri ehl-i dalâlet tarafından dâvâ edilen âliheler (batıl ilahlar, tanrılar) içtimâ etse (toplansa), bir sineği halk edemezler. Onun mislini ve taklidini yapamazlar. Bu esrarın küçük bir ucundan tuttukça veyahut okyanustan bir katre Read the rest