RSS Feed for This Post

Okumadan yazmak, dolmadan boşalmak…

 Normal bir haftada 20-30 yazar adayı bize erişiyor iletişim kutusundan. Her bir mesajı dikkatle inceliyoruz. Profesyonel yazarların, araştırmacıların ve sitemiz yazarlarının da dahil olduğu bir yazar grubunun fikrini soruyoruz.

 Dün yine Enver ile yazışıyorduk yeni yazarlar hakkında. “Okumadan yazmak, dolmadan boşalmak” diyerek sorunun adını koydu değerli dostum. Bütün suçu köşe yazarlarına atmak doğru olur mu bilmem ama yazma kabiliyeti olan gençler nedense kendilerini fazlasıyla “olmuş, pişmiş” hissediyorlar. Belki de Bekir Coşkun gibi insanların yazdıklarına bakarak “âlem buysa kral benim ulaaan!” demek geliyor içlerinden. Anlıyorum. Ama âlem bu değil. Dünyanın kendisi Bekir Coşkun’un dünyası kadar küçük değil. Hele siyah ve beyaz… hiç değil.

 Dünya köşe yazarlarımızın sloganlarına, klişelerine sığmayacak kadar büyük ve karmaşık. Dünya kapitalistlerin emekçilerle, Türklerin “ötekilerle” ya da Müslümanların gayrımüslimlerle mücadele ettiği bir top sahası degil. “Sadece” İnsan bile karmakarışık bir varlık. İnsanı anlamadan onun ailesini, devletini, ekonomisini, adaletini, suçunu, cezasını, dinini ve dinsizliğini anlamak ne mümkün?

 İçimi en çok acıtan mesajlar şöyle başlıyor: “Kitap okumayı çok sevmem ama fikirlerimi paylaşmak istiyorum…”. DD’nin yeni yazarlardan ne beklediğini detaylarıyla anlatmaya çalıştık “Siz de yazın” isimli sayfada. Bu 4-5 sayfalık açıklamayı bile okumak için zamanı olmayan bir insanın bize kazandırabileceği bir şey yok ne yazık ki.

Köşe yazısı tarzında yazılmış bazı yazıları sırf konu açmak için kendimiz hızla yazıyoruz (genellikle de ben) ve yayınlıyoruz. Bir tür “anket-yazı” çoğu kez: Okurlarımıza “böyle bir konu var, siz ne düşünüyorsunuz?” demenin bir yolu. Bir işaret fişeği bunlar. Bu tür yazılar için en fazla 5-10 dakika gerekiyor. Kendi başına pek bir kıymeti yok. Altındaki yorumlarla değer kazanıyor, daha doğrusu amacına ulaşıyor. Bazen çarpıcı bir başlık ve bir karikatür ile yetiniyoruz. Aktüaliteye tepki vermek için. Duyurmak için. Hatırlatmak için… Ama DD’yi bunlarla doldurmak istemiyoruz.

 Tecrübeli bir yazar belki bir günde Türkiye’nin hemen bütün köşelerini tek başına doldurabilir. Zaten gitgide bir endüstrileşme görüyoruz bu köşelerde. Yazarın ismi yanlış basılmış olsa bile kimse fark etmeyecek. Hıncal Uluç mu yazmış yoksa Türker Alkan mı? Yiğit Bulut mu karalamış yoksa M. Ali Kışlalı mı? “Asker rahatsız! – Onu öyle demezler! – ABD-DTP el ele, nereye?…”. Adeta ilkokul okuma fişleri “Ali top at, Oya topu tut, Kaya bak bu top…”.

 Biz her yeni DD yazarının tabiri caizse kendi çeyiziyle gelmesini istiyoruz. Bizde olmayan, sitemizde yeterince işlenmemiş konularda birikim sahibi kişiler meselâ. Daha önce ele aldığımız konularda ise yeni bakış açıları, yeni bilgiler sunabilecek yaşamış, okumuş, gözlemiş yazarlar.

Derin yazabilmek için illâ ki yaşlı olmak mı gerekir? Sanmıyorum. 50 ya da 60 yaşına gelmiş yazarlar da var ki üzerlerinden zaman geçmiş ama onlar sanki hiç yaşamamış gibiler. Vitrinlerdeki hiç giyilmemiş pantolonları andırıyor fikirleri, hayatın imtihanına tabi olmamış. Bülent Ortaçgil’in bir şarkısında söylediği gibi:

  •  pencere önünde arkadaştan ayrı
  • porselen saksıda bir süs çiçeği
  • evin hanımı her akşamüstü
  • su ve güneş sunar… entellektüel

 

  • pencere önü çiçeğine
  • ne ansızın yağmur ne gökkuşağı
  • ne dipdiri sabah, gözyaşı

 

  • ne şebnem görmüştür ne kırağı tanır
  • ama iyi konuşur, bir kitap gibi
  • rastgele çiçeklere arada bir bakar
  • cansız cam ardından, tül perdelerden

 

  • pencere önü çiçeğine
  • ne mecburen güneş ne karakış
  • ne dopdolu bahar ürpertisi

 

  • zorlu bir rüzgarla boynu hiç kıvrılmaz
  • haylaz çocuklarca hiç koparılmaz
  • gece çökünce açılır lambalar
  • öteki çiçekler ay ışığındalar

 

  • pencere önü çiçeğine
  • ne ansızın yağmur ne gökkuşağı
  • ne dipdiri sabah; gözyaşı

 

Üzülerek reddetmek zorunda kaldığımız yazılar bunlar. “Filan düşünürdeki tarih anlayışının eleştirisindeki ….” diye başlayan, bilgi dolu ama günlük hayattan kopuk yazılar. Hegel ya da Marx’ın tarihe bakışı konusunda çok fazla bilgi sahibi olduğu anlaşılan bir felsefe öğrencisi okulda öğrendiklerini anlatıyor ama Türkiye’den öylesine kopuk ki… Diyarbakır ve Hakkâri ona Vietnam’dan bile daha uzak…

 Oysa bu bilgiye sahip bir genç Kemalizm’e, milli eğitime ya da Türk Tarih Kurumu’na nasıl bakar? Diyarbakır 5 numaralı askerî cezaevindeki işkenceleri mümkün kılan nedir? İran gibi, Çin gibi vatandaşlarının kıyafetine, diline müdalele eden bir devlet nasıl var oldu? Budur bizi ilgilendiren. İçinde yaşadığımız ülkeleri, dünyayı ANLAMAMIZI ve ANLAMLANDIRMAMIZI sağlayacaksa bütün İslâm âlimlerinin, batılı filozofların, uzakdoğu dinlerinin başımızın üzerinde yeri var. Ama Derin Düşünce bir tozlu fikir müzesi değil.

 Yeni yazarlardan beklentilerimiz büyük. Hayat ile, insan ile bağlantılı çalışmalar bekliyoruz onlardan. DD’nin bugünkü seviyesinin üzerinde yazmalılar ki yerimizde saymayalım.

.

 

… E-kitap okumak için…

 

yitikSoyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır

Afganistan’daki bir medreseyi, Bosna’daki bir camiyi, Hindistan’daki Taj Mahal’i görsel olarak islâmî yapan nedir hiç düşündünüz mü? Anadolu kilimlerini, İran halılarını, Fas’taki gümüş takıları, Endülüs’teki sarayları birleştiren ortak unsur nedir? Müslüman olmayan bir insan bile kolaylıkla“bunlar İslâm sanatıdır” diyebilir. Sanat tarihi konusunda hiç bir bilgisi olmayanlar için de şüpheye yer yoktur. Şüpheye yer yoktur da… bu ne acayip bir bilmecedir! Endonezya’dan Fas’a, Kazakistan’dan Nijerya’ya uzanan milyonlarca kilometrekarelik alanda yaşayan, belki 30 belki 40 farklı lisan konuşan Müslüman sanatkârlar nasıl olmuş da böylesi muazzam bir görsel bütünlüğe sadık kalabilmiştir?

Bakan gözleri pasifleştiren tasvirci sanatın aksine İslâm sanatı okunan bir sanattır. Yani görünmeyeni anlatmak için çizer görüneni. Doğayı taklid etmek değildir maksat. İnsanların aklını uyandırması, kalplerine hitab etmesi sebebiyle İslâm sanatının soyut bir sanat olduğu da aşikârdır. Ama Avrupa kökenli soyut sanattan ayrıdır İslâm sanatı. Meselâ Picasso, Kandinsky, Klee, Rothko gibi ressamlar gibi sembolizme itibar edilmemiştir. 284 sayfalık kitabımıza çok sayıda İslâm sanatı örneği ekledik. Bakmak için değil elbette, görünen sayesinde görünmeyeni akledebilmek, yani İslâm sanatını “okumak” içinBuradan indirebilirsiniz.


İslâm’da Mimar ve Şehir

Cumhuriyet’in ilânından beri yaşadığımız şehirler hızla tektipleşiyor. Betondan yapılmış kareler ve dikdörtgenler kapladı ufkumuzu. Trabzon, Aydın, Malatya… Anadolu’nun her yeri birbirine benzedi. Fakat Türkiye’ye has bir sorun değil bu. Batının “alternatifsiz” demokrasisi ve serbest piyasası mimarları da tektipleştirdi. Farklı düşünemeyen, yerel özellikleri eserlerine yansıtmayan mimarlar kutu gibi binalar dikiyor. Moskova, Tokyo, Paris, Hong Kong da tektipleşiyor ve çirkinleşiyor.

Çare? Binalara değil de mimara, yani insana odaklanmak olabilir; yani eşyayı ve sureti değil İnsan’ı ve sîreti merkeze almak. Zira bu bir norm ya da ekol meselesi değil: İslâmiyet’in ilk asırlarında bir şehir övüleceği vakit binalar değil yetiştirdiği kıymetli insanlar anılırmış. Biz de güzel binalarda ve güzel şehirlerde hayat sürmek için önce güzel mimarlar yetiştirerek başlayabiliriz işe. İnsan gibi yaşamak için mimarî çirkinliklerden ve bunaltıcı tektipleşmeden kurtulabiliriz. Bu ancak Güzel Ahlâk ile Güzel Mimarî arasındaki bağı yeniden tesis etmekle olabilir. Çare Mimar Sinan gibi cami yapmak değil Mimar Sinan gibi insan yetiştirmek. Kitabımızın maksadı ise teşhis ve tedaviye hizmet etmekten ibaret. Buradan indirebilirsiniz.

Kürtlerin Tarihi Üzerine

kapak_kurt-tarihi-uzerine80 seneden beri Kürtlerin tarihi isyan ve terörle özdeşleşti. Son yıllarda ise ilk defa hemen her kesimden insanın desteklediği bir barış süreci başladı. Bu süreç kendi başına tarihi bir anlama sahip elbette. Yine de büyüyen umutların, atılan adımların sağlam olması ve geleceğe yöne vermesi için yaşananlar ile Kürtlerin tarihi arasında bir köprü kurulması gerek. Dahası Türkiye dışındaki etnik terör tecrübelerinden, sosyal barış projelerinden yararlanmak elzem. Bu sebeple, Kemal Burkay, Hasan Cemal, İsmail Beşikçi, Mustafa Akyol kadar Alain Touraine, Johan Galtung, Paddy Woodworth ve Gandhi’den de istifa ettik bu kitabı hazırlarken. Umuyoruz ki güncel tartışmaları ve gelişmeleri bir kenara koyarak geçmişe kısaca bir göz atmak bugünü daha anlamlı okumamızı sağlayacak. Buradan indirebilirsiniz.

Hükümeti devirmek isteyen birileri mi var?

Hükümeti_devirmek_kapak4 Türk bankası çalışanlarını sömürmek, tüketiciyi kandırmak ve haksız rekabetten dolayı çok ağır cezalar yediler. Hemen ardından Türkiye tarihin en büyük anti-kapitalist ayaklanmasını yaşadık. Göstericiler “Sosyalist Türkiye” ve “yaşasın devrim” sloganları atarak orak-çekiçli pankartlar, Deniz Gezmiş posterleri taşıdılar. Tuhaf olan ise bazı bankaların ve holdinglerin bu ayaklanmaya destek olmasıydı. Anti-kapitalist göstericiler 20 gün boyunca İstanbul’un en lüks otellerinden birinde bedava kaldılar. Tuhaflıklar bununla da bitmedi. CNN, BBC, Reuters ve daha bir çok medya kuruluşu bir kaç sene önce, üstelik yabancı ülkelerde çekilmiş yaralı ve ölülerin  fotoğraflarını “Türkiye” diyerek servis etti. Tayyip Erdoğan’a destek için toplanan AKP’lilerin fotoğrafı CNN tarafından kazayla(?) “Ayaklanmış Protestocular” olarak yayınlandı.

Dünyada da tuhaf şeyler oldu:

  • Türkiye ile neredeyse aynı anda Brezilya’da bir halk(?) ayaklanması başladı.
  • Georges Soros’a ait ekonomi gazeteleri Çin ekonomisi hakkında aşırı kötümser haberler yaydılar.

“Kazalar” bu kadar çoğalınca insanlar ister istemez bazı şeyleri sorguluyor:

  • Türk bankaları neden sermaye düşmanı, anti-kapitalist bir ayaklanmaya destek oldu?
  • Acaba 2008 krizinden sonra kan kaybeden ABD ve Avrupa kaçan sermayeyi geri  çekmeye mi çalışıyor?
  • Brezilya, Çin ve Türkiye Avrupa ve ABD’deki yatırımları çekmenin cezasını mı ödüyor?

Elinizdeki kitap bu sorulara ve darbe iddialarına cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.

kapak_kitap_capulcularÇapulcular” ne istiyor?

Genel seçimler yaklaşırken başladı Taksim Gezi Parkı olayları. İnsanlar öldü, yaralananlar, tutuklananlar oldu. Taksim’deki sanat galerileri bile yağmalandı. Maddî zarar büyük: Yakılan otobüsler, özel araçlar, iş yerleri. Ancak hâlâ isyancıların ne istediğini bilmiyoruz. Taksim Dayanışma Grubu’ndan çelişkili açıklamalar geliyor. Polisi ya da göstericileri suçlamadan önce şunu bilmek gerekiyor: “Çapulcular” ne istiyor? Daha fazla demokrasi? Sosyalizm? Devrim? Darbe? Elinizdeki e-kitap bu sorulara cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.

 Alevilik, Ortak Acılardan Bir Kimlik

Aleviler ızdıraplarda, geçmişin acılarında buluşuyorlar. Dersim, Madımak… Bu isimler anıldığında kırmızı bir düğmeye basılmış gibi bütün farklı Alevilik-LER birleşiyor ve bir tepki geliyor. Hızlı, öngörülebilir ve manipülasyona açık bir tepki bu. Ortada geç-ME-miş bir geçmiş var. Kıymetli yazarımız Cemile Bayraktar’ın dediği gibi “yüzleşilmediği müddetçe de geçmeyecek bu geçmiş” , çıkarılmayı bekleyen bir diken gibi acı vermeye devam edecek.

Diğer yandan çok sayıda Alevi kendi atalarına, dedelerine, manevî önderlerine en büyük acıları reva görmüş olanlara büyük bir sadakat ile bağlılar. Yani Kemalistlere ve CHP’ye. Yakın tarihi sorgulamak şöyle dursun ibadethanelerini Atatürk resimleriyle donatıyorlar. Ortak acıların ve siyasî tercihlerin dışında Alevileri birleştirecek bir inanç, bir kültür yok mu? Acaba Aleviler Stockholm sendromundan kurtulabilecekler mi? Elinizdeki kitap bunları sorguluyor. Buradan indirebilirsiniz.

Tiryandafilya, Güneşe “ya doğ, ya da ben doğacağım” diyen güzel!

kapak_Tiryandafilya“… Senden önceki hiçbir kadın tarafımdan böyle sigaya çekilmedi Tiryandafilya. Sen benim tüm aşklarımın  raporusun, tüm aşklarımın hülasası, ana fikrisin Tiryandafilya. Senden öncekiler ya masadan kaçtı ya da onları masadan ben kovdum. Şimdi benim tüm bu kaybolan yıllarımın hesabını vermek de sana kaldı. Sevdiğin başka bir erkek olmasına rağmen bu yola girmen için de seni zerre kadar zorlamadım, bunu da biliyorsun Tiryandafilya. Duvarımın arkasına dolanman için sana elimden gelen tüm kolaylığı gösterdim. Bu asla senin marifetin, el çabukluğun, kahredici, tahrik edici, tahkir ve de tezyif edici dişiliğinle olmadı. Senden önce gidip, tüm kapıların kilidini senin için açan irade bendim. Orada beni çırılçıplak gördüysen benim sayemdedir. Şimdi dürüstçe oynayalım o zaman. Ama unutma Tiryandafilya; ihanet ilgi çekse de hain sevilmez…”

Efraim K‘nın kitabını buradan indirebilirsiniz.

 

kitap tanitan kitap 5Kitap tanıtan kitap 5

İmkânsız bir buluşma düşleyin: Nietzsche, Montaigne, Chomsky ile Fârâbî ve Muhyiddin İbn Arabî Hazretleri bir arada. Ama yalnız değiller, hemen yanı başlarına John Berger, Cahit Zarifoğlu, André Gorz , Oğuz Atay, İsmet Özel, Amin Maalouf, Gilbert Achcar, Nevzat Tarhan, Randy Pausch ve daha bir çok aşina olduğumuz yazar, şair, düşünür gelip oturmuş. Bu imkânsız buluşmayı Derin Düşünce sitesinin yazarlarına borçluyuz. Sadık dostlarımız Alper Gürkan, Mustafacan Özdemir, Mehmet Alaca, Mehmet Salih Demir ve en az “eskiler” kadar çalışıp didinen genç yetenekler: Essenza, Esma Serra İlhan, Gülsüm Kavuncu Eryilmaz, Abdülkadir Hacıaraboğlu, Azat Özgür. Kitap tanıtan kitapların beşincisini ilginize sunuyoruz, kitapların dünyasına açılan 23 pencereden bakmak için. Buradan indirebilirsiniz.

hamza_yusuf Hamza Yusuf ile İslâm’ı anlamak

Elinizdeki bu kitap Ekrem Senai tarafından yapılan iki tercümeyi içeriyor:

  • Zaytuna Institute’den Hamza Yusuf Hanson’ın 2010 yılı Mayıs’ında Oxford üniversitesinde yaptığı İslâm’da reformkonulu konferans,
  • Yine  Hamza Yusuf Hanson’ın Dr.Murata ve Prof.Chittick’in İslam’ın vizyonu isimli eseri üzerine yaptığı konuşma (Bahsedilen kitap, Türkçe’ye de çevrilmiştir.)

Hamza Yusuf Hanson 1960 yılında Amerika’nın Washington Eyaletinde dünyaya geldi; Kuzey California’da büyüdü. 1977 yılında müslüman olduktan sonra on yıl boyunca İslâm coğrafyasında Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Kuzey ve Batı Afrika gibi bölgeleri gezdi. Farklı ülkelerde iyi büyük alimlerden icazet aldı. Hamza Yusuf bu seyahatten sonra ülkesine dönerek Dinler Tarihi ve Sağlık Hizmetleri alanlarında diploma aldı. Dünyanın dört bir tarafında İslâm hakkında konferanslar veren Zaytuna Enstitüsü’nü kurdu. Batıya İslâm’ı sunan, İslâmî ilimlerin ve geleneksel metodlarla eğitimin yeniden canlanmasını amaçlayan Enstitü, dünya çapında üne sahiptir. Shaykh Hamza Yusuf, Fas’ın en prestijli ve en eski Üniversitelerinden birisi olan Karaouine’de ders veren ilk Amerikalı öğretim görevlisi olmuştur. Bunların yanısıra, klasik haline gelmiş geleneksel bazı Arapça metinleri ve şiirleri modern ingilizceye tercüme etmiştir. Halen eşi ve beş çocuğuyla birlikte Kuzey California’da yaşamakta. Buradan indirebilirsiniz.

Organik dinimi geri istiyorum 

organik_dinimi_geri_istiyorum - kcBilim ve teknoloji alanında buluşumuz pek yok ama gün geçmiyor ki din konusunda yeni bir icat çıkmasın. Televizyon karşısında merakla “acaba bugün neler caiz ilan edilecek, neler haram edilecek?” diye merakla bekliyoruz. Bektaşi’ye sormuşlar: “İslam’ın şartı kaçtır?” diye, “Birdir!” demiş. “Hac ve zekatı siz kaldırdınız, oruçla namazı biz kaldırdık, geriye kelime-i şahadet kaldı”. Ben kelime-i şahadetten de emin değilim, her an bir profesör çıkıp “böyle bir şey yoktur, imanın şehadeti mi olur?” diye ortaya çıkabilir. […] İlahiyat profesörlerinin bir büyük zararı da bu oldu. Din’in siyaset gibi, futbol gibi, tartışılacak, insanın bilgisinin olmasa da fikrinin olabileceği bir alan olduğu tevehhümü oluşturdular. Her şeyin kutsallığını bozdular. Artık bacak bacak üstüne atıp çiğ ağzımızla Allah, peygamber ne demek istemiş “muhakeme” yapıyoruz hiç ar duymadan, hepimiz birer küçük şeyhülislam, birer fetva emini… hangi hadis uydurma, hangisi sahih şıp diye gözünden anlayıp ayetleri engin din bilgimizle şerh ediyoruz. Şu muhakemelerin bolluğundan da dini yaşamaya bir türlü sıra gelmiyor. Halbuki bir güzel insanın dediği gibi: “Din öğrenmekle yaşanmaz, yaşandıkça öğrenilir”.

Elinizdeki bu kitap Ekrem Senai’nin kaleme aldığı yazılardan ve tercüme ettiği makalelerden oluşuyor: Hamza Yusuf, Noah Feldman, Charles Townes, Marc Levine ve Karen Armstrong ile İslâm, Hayat ve Bilim üzerine… Buradan indirebilirsiniz.

Banka Ordudan Tehlikelidir!

(Son güncelleme: İkinci sürüm, 27 Ekim 2013)

Bankacılarına söz geçiremeyen batı ülkeleri tıpkı 1980′lerde ordusuna söz geçiremeyen Türkiye’nin durumuna düştüler. Zira bize yansıtılanın aksine, 2008’de Amerikan emlâk sektöründen başlayan kriz öngörülemez bir felaket değildi. Yapılan düpedüz bir piyasa darbesi idi aslında. Tasarlanmış, planlanmış, yürürlüğe konmuş bir operasyon. Bu operasyonu yöneten insanlar daha 1980’lerde Batı adaletinin üzerine çıkmışlardı. Krizi frenleyecek yasal engelleri bir bir kaldırdılar, krizin küreselleşmesini sağlayacak mekanizmaları yine onlar kurdular. Elinizdeki 60 sayfalık bu e-kitap Batı’da demokrasinin gerileme sürecini sorguluyor: Demokrasinin zayıf noktaları nelerdir? Bankalar nasıl oldu da halkın iradesini ayaklar altına alabildiler? “Hukuk devleti” diyerek örnek aldığımız demokratik ülkeler neden bu Piyasa Darbesi‘ne engel olamadılar? Askerî darbelerden yakasını kurtaran Türkiye’de hükümet Piyasa Darbesi ile devrilebilir mi?  Buradan indirebilirsiniz.

 

Trackback URL

  1. 7 Yorum

  2. Yazan:eg Tarih: Ağu 25, 2009 | Reply

    tabii yeni “yazar adaylarını” rencide etmek istemem. ama şöyle bir durum var: sanırım aile eğitimlerimiz biraz gevşedi ve sanırım sırf bu yüzden de geleneksel kimi değerleri yitirir olduk. bunların en önemlisi bence haddini bilmek ve tevazu olmalı. haddini bilmek nedir? bir insanın bilgisinin, kapasitesinin ve onu sunuş biçiminin bunları dışarı vurmak için yeterli olduğuna “artık” güvenecek noktaya gelmeden önce bu konudaki “öncü” şahsiyetlerle kendisini karşılaşmasıdır. tevazu ise ne yazarsa, ne yaparsa yapsın mutlaka kendisinden çok daha iyi olanların, çok daha derinliğine yazanların olabileceğini bilmesi…

    kendimden örnek vereyim: yaklaşık 10 yıldır öyle ya da böyle yazarım. ama yazdıklarımı yayımlamaya niyetlenmem leyla ipekçi, etyen mahçupyan ve sinema konusunda da ali murat güven’in teşvikleriyle oldu. yayımladan önce arkadaş çevremde paylaşırdım yazdıklarımı (ki hala yayımladan önce arkadaşlarımla mutlaka paylaşır yayımlama öncesi fikirlerini alırım). neyse taraf, yeni şafak, kimi dergiler ve internet siteleri derken ilk zamanlarda yazdıklarımın altına yazılan (benim ‘illa birşey yazılacaksa’ mühendis yazın demem yüzünden)mühendis ya da elektronik mühendisi ünvanını birgün bana sormadan “yazar” ve “araştırmacı yazar” diye değiştirdi taraf ve yeni şafak editörleri. ilk defa neden böyle yaptınız diye sorduğumda onlar da “altına mühendis ünvanı olan bir yazarı pek fazla okumaya değer bulmadıklarını düşündüğümüz için yazar yazdık” gibilerinden birşey söylediler. gerçekten de ülkedeki çoğu gazete ünvanlara tapıyor. mesela ünvan konusunda adeta ünvan-fetişisti bir gazete vardır :zaman…oraya yazı gönderiyorsanız mutlaka altına bol apoletli birşeyler yazmalısınız ki yazınız yayımlansın. apoletler sağlam ise altına futbol maçı bile anlatsanız birşey olmaz:)) neyse konuyu dağıttım. taraf ilk defa bir yazımın altına “yazar”ünvanı yazdığı zaman, ben de leyla ipekçi ve etyen mahçupyan’a email yazıp onlardan özür dilemiştim. ve demiştim ki “titr olarak yazar olarak adlandırılmam benim istediğim birşey değildi. doğrusu sizlerin bulunduğu bir yerde kendime yazar demekten utanır ve imtina ederim” gibilerinden birşeyler söylemiştim. gerçekten de çok utanmıştım çünkü. bereket leyla hanım çok yücegönüllüdür de beni “kötü birşey olmadığına ikna etti”.

    velakin anlatmak istediğim anlaşılmıştır umarım:))

  3. Yazan:Mert Kayhan Tarih: Ağu 26, 2009 | Reply

    Bisiklet biniyorum, yaklaşık 2.5 yıldır, yarı profesyonel yol yarış bisikleti. Ciddi bir beslenme disiplini, uyku düzeni, sinir ve denge sistemi ve beraberinde antreman ön bilgisi istiyor. Bisikletin üzerinde, yaklaşık 80 ila 120 Km arası %35 düz yol kadans ve %60 yokuş interval %5 soğutma ve gerdirme antremanı, antremanların en ulaşılmazı ve en muhteşemidir. Bisiklet, üzerindeyken tek başıma sosyalleşebildiğim, düşüncelerimden, dertlerimden sıyrılabildiğim yegane yer oluyor benim için. yavaş yavaş ısınıp kadans yükseldikçe, Quadricepslerin ve kalfların yanmaya başladığını hisediyorsunuz, nabzınız yükseldikçe, acı arttıkça endorfinde salgılanmaya başlıyor, zaman içerisinde bir endorfin bağımlısı olup çıkıyorsunuz. Bukadar ağır tempoda bukadar uzun antremanlar yapabilmeniz için, bisikletinizin açısal durumunun, sele yüksekliğinin ve pedal açılarının vücut anatominizle çok uyumlu ayarlanmış olması gerekiyor, yani bu da bir ilim. Ama yaşanası ve tadılası bir zevk, vücudnuzdaki her hücre yükselen kan basıncı ve azalan şeker ile çoşuyor, coştukça geliştiğinizi ve yolların altınızda kaybolup gittiğini görüyorsunuz.

    olanca pratik bir anlatım ile, inanılmaz derin bir ilme sahip bir spor dalını bilginize sunmaya gayret ettim.

    işte bana göre yazı yazmak da bunun gibi birşey, yeterli ön hazırlık, doygunluk, doğru bilgi beslenmesi, doğru bakış açısı ve doğru yorum gücü edinilmeden, yeterli antreman altyapısı edinilmiş olmuyor, ortaya çıkan yazılar da aynen böyle yarım yamalak ve enerjisi düşük olduğu gibi biraz da sakatlık kokuyor. Mazallah, ağır antremanlar zaman zaman sakatlar da.

    Disiplin, yani rütbe ve kelimelerin cambazlığı zaman içerisinde gelişen ilahi bir kabileyttir kanaatindeyim, fakat hepsinin ötesinde iyi bir bisiklet sporcusu olabilmek için, uygun bir genetik altyapıya da sahip olmanız çok önemlidir, düşüncelerinin önü kesilemeyen ve ufku geniş bir zeka ile donatılmış olmak gibi.

    iyi bir yazar olabilmek için, ingilizcesi “Gifted” olarak tabir edilen net duruma haiz olmanız gerekir, zira biz buna “tanrı vergisi” diyoruz, malesef herkes eşit koşullarda olayları aynı açıdan yorumlayamayıp, aynı düzlemde fikirsel fırtınalar kopartamıyorlar.

    insanın kendi içselliği ile bir bütün olması, ictihadını kendi mevcudiyetinde bulması ve realitenin önüne set çekmemesi gerekir kelimelere yön verirken.

    Selam ile…

  4. Yazan:cengiz maçoğlu Tarih: Ağu 26, 2009 | Reply

    Mehmet Bey işte size geleceğin yazarının bir paragrafı:)
    Deniz, ailesinin tüm yönlendirmelerine karşı fotoğrafçı olmak istemiş ve Norveçli ulla ile evlenmiştir. Ulla’yı bir sultan Ahmet gezisi sırasında bombalı saldırı sonucu kaybetmiştir. Ölüm Ulla’yı İstanbul’un en güzide mekanlarının birinde yakalamıştır. Deniz de yüzünden yaralanmış ve annesinin hayalindeki oğul olamayacağına dair annesini neredeyse ikna etmiştir. Irak işgali sırasında haber ajanslarına bol bol fotoğraf geçmektedir ama bazılarını saklı tutmaktadır. Norveç’e oğlunun yanına döner ve orda sakin bir kasaba hayatı yaşamak ister. Taa ki annesinin Norveç ziyareti sırasında Norveçli bir grup ırkçının annesine yaptığı saldırıya kadar. Deniz’in evi yanar bu saldırıda ve dünyanın hiç de güvenli bir yer olmadığını anlar, bela gelip sizi Norveç’te de buluyor bir şekilde. Irkçılık mı? Ankara otogarındaki hamaset neyse Norveç’teki saldırı da o… Belki de dünyayı yaşanabilir olmaktan çıkaran bu ırkçılık meselesidir. Ne hikmetse her ulusun ırkçısının hedefinde hep masumiyet vardır. Ve insanlık ırkçılık yüzünden masumiyetini kaybetmiştir. (Bu benim çıkarımım, ama karakterlerin yaşadığı olaylardan çıkardığım bir sonuç.) Oğul Björn açısından annesi Ulla bir masal prensesidir. Çoğu zaman prensesin ya bir kasaba bayramında ya da bir yılbaşı gecesinde geleceğini düşünerekten dirsek çürütür. Oğul Björn, baba Deniz de artık bu Kürt sorununun bir parçası… Annesi, Sultan Ahmet’te Kürt intihar bombacısı bir kızın eylemi sonucu yitmiştir ve o, günün birinde geldiğinde yeryüzüne barış gelecektir.
    devamı ve öncesi utopiQ.blogcu.com adresinde 🙂

  5. Yazan:eg Tarih: Ağu 26, 2009 | Reply

    bu arada kastettiğim fikir ve düşünce yazıları içindir. yoksa edebî yazılar için herhangi bir düşünsel birikimin gerektiğini sanmıyorum. rimbaud’un 17-18 yaşında avrupa’nın en büyük şairlerinden birisi olduğunu ve daha 20lerinin başlarında da şiiri bıraktığını düşünürsek(ilginçtir şiiri bırakması rimbaud’un hakikatle kurduğu ilişkinin derinlşemesiyle ilgili görülür çoğu insana göre) edebi yazılar ve şiirler için tek kriter yetenektir bence.

  6. Yazan:cb Tarih: Ağu 26, 2009 | Reply

    Yazıyı okuyunca Mehmet bey ile ben DD’de yazmaya başlamadan önce yaptığımız konuşmalar geldi aklıma,Mehmet bey buna ‘ön çalışma’ diyor iyiki de yapmışız,şahsım adına çok faydalandım vesile ile hakkınıda helal etmesini isteyeyim,her yazı gönderene vakit ayırıp en ince ayrıntısına kadar,en nazik üslubuyla cevap verdiği ve mesai harcadığı için,bu iletişim adına insanca bir güzelliktir,kendisini sabrı adına tebrik ederim,Allah razı olsun.Konuyu tam ters istikamete çevireyim,yazar olsun,site moderatörü olsun,gönderdiğiniz bir yazıya,yazı iyi olmuş kötü olmuş fark etmez,editörün gösterdiği ilgi ve alaka da çok önemli ve yönlendirmesi bu da bir insanlık göstergesidir,suistimal edilmediği sürece elbet.Çoğu kez burnu kaf dağında ayakları çamurlu bir birikintide konuşan öyle çok yazar çizere rastlıyorsunuz ki buna mukabil DD editöründen gelen yapıcı yaklaşım DD’ye karşı bir sempati olarak oturuyor yüreğinizn bir köşesine.Malkomx birini(bir yeri) eğer seviyorsan bunu ona söyle diyor,şımartmıyorum,öğrendiğimi uyguluyorum.

  7. Yazan:samet zenginoğlu Tarih: Eyl 1, 2009 | Reply

    aslında bu yazının okuyucu için ya da bir DD takipçisi için başlığı şu: incitmeden uyarmak, yıkmadan yapmak. ama en büyük isteğim odur ki bu yazı Türkiye’de likayat esasına göre değil de aile aidiyeti ile gazetelerde köşe kapan bütün yazarlarımıza da okutulmalıdır.

  8. Yazan:Veysel Yenigül Tarih: Eyl 3, 2009 | Reply

    Yani daha önceden size insan ve toplum, birey ilişkilerini farklı yönleriyle irdeleyen bir iki yazı göndermiştim. siz daha çok aktüel nitelikli yazılar istediğinizi belirtmiştiniz yanlış hatırlamıyorsam. Hep aktüel konular, kısırlaştırmaz ama sıradanlaştırır içeriği… Bu düzeyde aktüel konuları da içerecek yazıların yanı sıra biraz da sosyal-psikoljik, felsefi ve pedagojik değeri olan, bazen edebi nitelikli denemeler de paylaşılsa hiç fena olmaz kanımca…
    saygılar

  1. 2 Trackback(s)

  2. Ara 27, 2009: DUYURU: Yeni gelen yorumcu ve yazar adaylarına… : Derin Düşünce
  3. Ağu 23, 2010: Derin Düşünce okurları nerede yaşıyor? : Derin Düşünce

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin