RSS Feed for This Post

Türk kimliği kime ait? Devlete mi yoksa Türklere mi?

Geçenlerde bir belgesel seyrediyordum, Kamçatka yarımadasında yaşayan göçebe bir topluluktan bahsediyordu. Karların içinde, ren geyiklerini takip ederek yaşayan bir halk. Konuştukları dil ne Rusça’ya, ne de Çince’ye benzemiyormuş, uzun uzun anlattılar bunu. Kamçatkalılar Kuzey Amerika’da yaşayan Eskimoların kuzeni imişler ve Buzul çağında, bundan binlerce yıl önce Bering boğazı buzlarla kaplı iken bir kısmı Amerika’ya ve Kanada’ya geçmiş. Sonra geyik çobanlarından biri konuşmaya başladı, Fransızca alt yazıdan takip ediyordum. Birden tanıdık kelimeler duymaya başladım, “Tokuz … baba … anana … kükük tepek ….” Altyazıdan tercüme ediyorlar  “Dokuz, baba, anneanne, küçük tepe …” Türkiye’den binlerce km uzakta yaşayan bir geyik çobanıyla akraba çıktık!

Biraz antropoloji okumuş olanlar kıs kıs gülecekler şimdi, evet, aslında Türklerin ve Türkümsü ilk halkların (proto-Turc) Kuzey Amerika ve hatta Güney Amerika’daki yerli halklarla akraba olduğu yaklaşık 50 yıldır biliniyor. Zaten çekik gözlü olmalarından da şüphelenmek gerekmez miydi? Patagonya’da yani Şili’nin en güney ucunda  incelemelerde bulunmuş bir türkolog “alakuş” kelimesinden bahsetmişti bir defasında. Yerli dilindeki anlamı “kırmızı kuş” değil “kırmızısı çok olan kuş” demekmiş.

İddialı gelecek belki kimi okurlara. Sanırım National Geographic tarafından yapılan bir başka belgeselde görmüştüm, markör denen genetik işaretleri takip ederek en eski insanın izini sürüyorlardı. Onlar da bahsetmişlerdi bu “kuzenlerimizden”. Peki buradan siyasî bir dava çıkar mı? Adriyatik’ten Kamçatka’ya uzanan, herkesin Türk olduğu, Türkçe konuştuğu dev bir imparatorluk? Sanmıyorum. İdrarındaki tuz sayesinde geyiklerle dostluk kuran, bunun için kar üstüne çişini yapan bir adamdan bahsediyoruz. Şamanizme inanan bu çekik gözlü kuzenimi her sabah “ne mutlu Türk’üm” diye bağırtmakla ne benim ne de onun eline bir şey geçemez.

Ama her şeye rağmen Türk olmak güzel bir şey. Türkçe’yi severim. Türk mutfağını severim. Türkiye’ye geldiğimde herkesin birbirine “kardeşim, ablacım” diye hitab etmesini komik bulurum. Giderek dev bir alış-veriş merkezine benzeyen bu dünyada yaşamak için, insan kalabilmek için bir kimliğe ihtiyacım var, ötekilere göre FARKLI bir “öteki” olabilmek de bir ihtiyaç. (Bkz. Hucurat 13-14) Tektipleşmiş bir insan topluluğunda yaşayamazdım. Üretici, tüketici işlevine indirgenmiş, homo-economicus olmuş demokratik yaratıklar duvarında bir tuğla olmak istemiyorum. Sayın Piyasa’nın ve Sayın  Bürokrasi’nin dişli çarklarından biri değilim çünkü. (Bkz. Arendt ve Dünya Vatandaşlığı)

Bunun için “ben Türküm” diyebilmek her şeye rağmen çok güzel. Ama Türklüğüm sömürülmediği müddetçe güzel. Devletin elinde oyuncak olmadığım müddetçe. İstediğim gibi ve istediğim kadar yaşayabilmeliyim Türklüğümü. Yasalarla çerçevesi çizilen, okulda ZORLA öğretilen bir Türklük istemiyorum. Savaşa, şiddete eşitlenmiş bir Türklük de beni köleleştirir. Ermeni nefretiyle, Kürt nefretiyle ayakta duran bir Türklük tasavvuru her an yerle bir olabilir. Zira birer koltuk değneği gibi onu destekleyen bu nefretler zamanla silinip gidecekler. Geriye ne kalacak peki Türklükten? Bu nefret kimliğini ayakta tutmak için yeni nefretler mi bulmak gerekecek? Bunun için mi PKK’nın çekilmesi bazı Türkçüleri çıldırtıyor?

turkluk_kompleksi

Türklük kibiri özünde bir aşağılık kompleksi değil midir?

Türk kimliğinden kaynaklanan bir sorun yok Türkiye’de. Sadece fazla şişmiş bir Türk kibiri var. Türkler kibirli insanlar değiller. Ama yıllarca devletin gaz vermesiyle balon gibi şişmiş halk yığınları var. Fransa’ya bir kaç haftalığına gelmiş Türkleri gözlerken fark ediyorum bunu. “Abi Fransızlar bizi neden sevmiyorlar?” diye soruyorlar hemen. Çocuksu bir tavır, doymak bilmez bir sevgi ihtiyacı. Eurovizyon’da neden bize puan vermediler? Futbolda hakem taraf mı tuttu? Avrupa’ya bizi neden almıyorlar?

Türkiye’yi eleştiren her gazeteye, her aydına, her politikacıya “Türk düşmanı” etiketi vurmak da sanırım bu aşağılık kompleksinin bir neticesi. Evet… her kibir gibi Türklük kibiri de özünde bir aşağılık kompleksi. Okulda “millî eğitim” adına verilen şartlandırma ve tektipleştirme neticesinde Türk çocukları kendilerini süperman zannediyorlar. Gerçek hayata atılınca şişik balon (şiddetle patlamaz ise) sönüyor. Etnik kimliğini devletin çamaşır makinesinde yıkaya yıkaya pörsüten Türk çocuğu kendine has bir Türklük inşa edemedi çünkü. Türk müziği bilmez, mutfağını bilmez, ülkesini gezip görmez, tarihini açıp okumaz…

Geriye İstanbul semalarını kaplayan devasa bayraklar kalıyor. Her gelen turiste ezile büzüle “ülkemizi sevdiniz mi?” diye soran, içinden de “lütfen ‘evet’ desin” diye dua eden, sabah Kürt nefretiyle uyanıp öğleden sonra Fenerbahçe adına cimbomlu dövmeye giden, metrobüste kadınları taciz eden yaralı çocuklar… Kışkırtılmış Türklük, kışkırtılmış futbol tutkusu, kışkırtılmış cinsellik…

Ermenilere, papazlara, “ötekilere” saldırıp duran bu zavallıların iç dünyasına da çevirmek gerek gözlerimizi. (Bkz. O Gün Bebek Nasıl Katil Oldu?) Kimlik şiddetinin arkasında elbette devletin hatalı eğitim politikası var. Kanla, soyla, ırkla böbürlenmekten ibaret olan bu cahiliyye adetinden kurtulmanın da zamanı geldi artık. Millî eğitim denen şu yaşlı örümceği gençlerin kafasına hiç sokmasak nasıl olur? Asker üniformasıyla müsamere yaptırmasak, “ne mutlu Türküm” diye bağırtmasak çocukları? (Bkz. Ax! Welate min – Ahvatanım)

Faşist ritüelleri terk etmenin zamanı gelmedi mi hâlâ? Bırakın da Türklüğümüzü istediğimiz gibi ve istediğimiz kadar yaşayalım artık. Devlet kanımızla ve tarihimizle değil bize vereceği hizmetle uğraşsın! (Bkz. Terörist evlatlarımız ve Anzak leşlerimiz(!) )

 

… Bu konu ilginizi çektiyse…

Türk milliyetçiliği birleştirir mi yoksa parçalar mı?

İllâ ki bir tutkal/çimento mu gerekiyor? Milliyetçilik tutkalı adil ve müreffeh bir düzene alternatif olabilir mi? Adaletin, hukukun hâkim olmadığı ortamlarda Türklerin kardeşliği ne işe yarar? Belki de Türk Milliyetçiliği diğer milliyetçilikler gibi yok olmaya mahkûm bir söylem. Çünkü var olmak için “ötekine” ihtiyacı var. Ötekileştireceği bir grup bulamazsa kendi içinden “zayıf” bir zümreyi günah keçisi olarak seçiyor. Kürtler, Hıristiyanlar, Eşcinseller, solcular…150 sayfalık bu kitapta Türk Milliyetçiliğini sorguluyoruz. Müslüman ve milliyetçi olunabilir mi? Türkiye’ye faydaları ve zararları nelerdir? Milliyetçiliğin geçmişi ve geleceği, siyasete, barışa, adalete etkisiyle. Buradan indirin.

 

Türkiye bölünür mü?

“Bebek katili! Vatan haini!…” PKK terörünü lanetliyoruz ama devlet eliyle işlenen suçlara karşı daha bir toleranslıyız.  “Kürtler ve Türkler kardeştir” diyenlerin kaçı “sen benim kardeşimsin”  demeyi biliyor Zaza, Sorani, Kurmanci dillerinde? Ülkemizin terör sorunu ne PKK ne de Kürt kimliğiyle sınırlanamayacak kadar dallandı, budaklandı. Bazı temel soruları yeniden masaya yatırmak gerekiyor: (*) Kürtler ne istiyor? (*)  İspanya ve Kanada etnik ayrılıkçılıkla nasıl mücadele etti? (*) PKK ile mücadelede ne gibi hatalar yapıldı? (*) İslâm ne kadar birleştirici olabilir? Töre cinayetlerinden Kuzey Irak’a terörle ilgili bir çok konuyu ele aldığımız 267 sayfalık bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirin.

 

Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu

Devlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisinihukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm”demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor.  Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.

Trackback URL

  1. 3 Yorum

  2. Yazan:Mehmet Alaca Tarih: May 5, 2013 | Reply

    Çünkü İttihatla birlikte geliştirilen ideolojik Türklük simgelerle öne çıktı, insanlar bu simgelere asıldıkça dilden kültürden alışkanlıklardan uzaklaştı, kimlik koflaştı. Zaten milliyetçilik dediğimiz şey böyle inşa ediliyor abi, adeta yaratıldı kendi doğallığı dışında. Sürekli bir ötekiyle pohpohlandı ki kontrolü kolay olsun. Zira sistemin elindeki kumandayla yönetiliyordu adeta. Kürt çözümünden sonra ufukta bir öteki görünmüyor, mezkur kimlik bundan sonra normalleşecek/kültürelleşecek. Zaten Devlet_Kemal kankaların korkuları bundan. Türklük normalleşirse biz ne halt yiycez diye soruyorlardır kendilerine.
    Arendt bu normalleşmeye güzel bir tanımlama getiriyor zaten.
    Yüreğine sağlık abi.

  3. Yazan:Hüseyin Avni (@Hseyin_avni) Tarih: May 5, 2013 | Reply

    RT @DDGrubu: Türk kimliği kime ait? Devlete mi yoksa Türklere mi?: http://t.co/OKyneGFkga

  4. Yazan:S.Ç. Tarih: May 6, 2013 | Reply

    Devleti yönetmeye soyunanların sıkı bir eğitimden geçirilmesi gerektiğini düşünüyorum. En küçük ölçekli şirketler bile genel müdürlerini (hatta her hangi bir müdürü) seçerken diplomalar, yeterlik belgeleri istiyorlar, IQ, EQ, yetenek testlerine tabi tutuyorlar. Oysa bir ülkede millet vekili olmak ne kadar kolay! Biraz popülerlik veya para, bir miktar sansasyon az bi belagat yeteneği, tamamdır!
    Aslında bir nevi vitrin mankenliği.. Büyük büyük kurumlar da çoğu zaman reklamlarla donatılmış plastik malzemeden, hafif fuar standlarına benziyorlar..

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin