RSS Feed for This Post

Kaç

Bir yürek kaç kez affeder ve bir yüreğin sevdiği o yüreği kaç kez affedebilir? Çok kez mi, bir kez mi, hiç mi? Kaç kez affettim deyip de kalbe bir hançer daha vurulur kalp hanesinin duvarındaki çentik olarak kalmaya mahkûm bir iz bırakmaya rıza göstererek. İnsan kaç kez razı olur rızası haricinde yaşamak zorunda kaldıklarına. İnsan kaç kez “bu son” diyerek çaresizliğini son olmayacak bir yalan üzerine kurar. Kaç kez, kaç kez, kaç.

Kaç gitsin, kaç. Kaç…

Kaçamazsın biliyorum. Bir kez daha “bu son” yalanını gerçek zannedip yüreğin… Kaçamazsın. Kaçmak istemezsin. Kalp kırıklıklarını korktuğun yalnızlığının yerine tercih edip, belki, diyerek, belki’yi ümit edip yüreğin azığını, azığını aç kalırım korkusuyla yanından ayıramazsın. İnsanın en çok korktuğu da açlık değil midir? Öyleyse ne zararı olabilir ki azığını yanında bohçalayıp bir ömür onun zincirine kendini hapsetmenin.

Kalakalırsın parçalara ayrılıp da her bir parçayı eski yerine yapıştırmaya çalıştığın yerde. Sözüm sana, evet sana. Biliyorsun bu sözlerin kime olduğunu. Bunlar sana. Kıpırdayamadığın o noktada adım atmaktan korkan sana. Sözlerin akîm kaldığı, hiçbir müziğin yüreğini teskin edemediği anı yaşayan sana. Sana cancağzım, sana. Yeni şeyler söylemek lâzımsa da sözler öylesine eskiden kalma ki, duygular öylesine eprimiş ki, sular gözün alt-ortasından o kadar çağlamaya nâzır ki, eskiyi hangi yeni kelimeyle anlatabilir ki kelimelerin emanetçisi. Ne söyleyebilir ki söylenmemiş kelimelerden geriye kalanlarla. Söylenmemiş kaç kelime var ki. Bak, yine kaç’ta karar kıldı kelimelerim. Bu hangi “kaç”?

Kaç gitsin. Kaç, kaç…

Ayrışıp duruyorsun her seferinde. Durulmuyorsun. Dur-durulmuyorsun. Duru’lmuyorsun. Baksan, göreceksin. Bakmıyorsun. Bak. Geçip gidiyoruz biteviye. Her daim tekrarı mıyız ilk’in. İlk duygunu hatırlıyor musun, ne demişti yüreğin, onu sen etkilemeden önce hangi nazarlarla bakmıştı bugün bakmaktan korktuğuna. Kaçımız görüyoruz ilk bakışımızla gördüğümüzü ikinci bakışta. İkinci bakış birinciden farklı mı. Tekrarı yok mu. Var mı. İlkin tekrarı yok mu ikinci bakışta. Ya ikincinin ardındakilerde. Onlar ikinci ve sonrakilerin tekrarı değil mi. İlk bakış anlatır her şeyi ve tekrarı olmayan aslında ilk bakıştır belki de. Ânın ilki, duygunun ilki, sevginin ilki, ayrılığın ilki, ihânetin ilki, bakışın ve o bakışta gördüğünün ilki. Hatta ölümün ilki. Sonrakiler, ikinci ve ikincinin ikincileri hep taklittir belki de yerine konulamayan o ilkin yerine. Kaç ilkimiz vardır hayatımıza ait. Ait kılındığımız hayatımızın kaç ayrılığı ilkin yerini alabilir. İkincinin ikincisini yaşıyorsun artık. Tekrarların tekrar edilmesinden bıkmadı mı yüreğin. Yüreğin kaçamayacak kadar ilk’lerini unuttu mu. Unuttuğunu hatırlayamayacak kadar yaralı mı yoksa, nîm mi kaldı, yarım mı kaldı yaşanmasını dilediklerin, tekrarın tekrarında bütünleneceğini mi zannetmektesin, zan, yaralı ceylanın gözlerindeki perde mi, kapatmaktan çok açmaya yakın bellediği.

Kaç gitsin. Kaç, kaç, kaç…

İşin tuhaf tarafı, kaçamayacağını bilerek bunları söylüyor/yazıyor olmam olmalı. Öyle. Öyle sanırım. Bilmiyorum. Bu ân içre, senin yüreğinin gelgitlerinin kıyısında, ayaklarıma değen suların geride kalan damlalarındaki izlerine bakarak, senin yüreğine yolculuk yapıyorum. Yine bana ait olmayan bir yolculuğu takip ediyorum adım adım ve o adımların çoğunda izlerinden kalan işaretleri yorumlamaya çalışarak. Yine eksiğim bak. Yine yaşamadıklarımın, yalnızca dinlediklerimin gölgesinden senin güneşine dair beylik laflar ediyorum. Senin güneşin. Senin. Benim olmayana bunca kelime neden. Senin mutluluğun ya da mutsuzluğun yüzde elli iken, benim o yüzde elliye müdahale etmeye çalışmam neden. Neden yine burnumu bana ait olmayana sokuyorum. Koca burnumu neden her şeye sokmak zorundayım. Neden senin sevgiyi ve mutluluğu bulma ihtimalin yüzde elli gibi büyük bir rakamken ben diğer yüzde elliye takılıyorum. Neden. Ben, sevmeyi beceremeyen ve sevgi uğrunda hiçbir şeyini feda etmeyen ben. Sevgi hakkında konuşmaması gereken ben. Aşktan bîhaber, rivayetlerle hayâllerini, kelimelerini dolduran ben. Azığı daim gerçeğin izlenimleri olan ve hamamda kurnacıya düğünde zurnacıya âşık olduğunu sanan ben. Bohçasına yaşayanların aşklarını dürmüş ve dürülü olanların üzüntülerini dinlemiş olan ben. Hayatın gerçeğiyle aşkın hayâllerini hâlâ anlamlandıramayan ben. Aşka saygı duyan ve saygıdan başka aşk için söyleyecek sözü olmayan ben. Ben.

Kaçma. Yaşaman gereken her ne ise onu yaşa. Yaşamak istediğin her ne ise… Sen beni boş ver. Beni, ben bile boş veriyorum. Çukurundan atlayamayan ve içindeki uru günden güne edilgenliğiyle büyüten beni boş veriyorum. Boşluklarını hayatın dolu yanına tercih eden ve geceye saklanan ve aydınlıktan hazzetmeyen beni boş veriyorum.     

 Bir yürek kaç kez affeder ve bir yüreğin sevdiği o yüreği kaç kez affedebilir? Çok kez mi, bir kez mi, hiç mi? Kaç kez affettim deyip de kalbe bir hançer daha vurulur kalp hanesinin duvarındaki çentik olarak kalmaya mahkûm bir iz bırakmaya rıza göstererek. İnsan kaç kez razı olur rızası haricinde yaşamak zorunda kaldıklarına. İnsan kaç kez “bu son” diyerek çaresizliğini son olmayacak bir yalan üzerine kurar. Kaç kez, kaç kez, kaç.

Peki ben kendimi kaç kez affedeceğim ve “bu son” diyerek yapmak istemeyip de yaptıklarımı ya da yapmak isteyip de yapmadıklarımı hangi yüreğe sığdıracağım? Yüreğimin çentiklerinin desen desen bezediği duvarımda hangi boşluğa yeni bir çentik atabileceğim?

Kaç defa daha kendime rıza göstereceğim?

Yaptıklarıma ya da tam tersi yapmadıklarıma kaç defa daha razı olacağım?

Kaç?

Kaç. Kaç. Kaç.

Peki bu hangi “kaç”?

 

 

… Bu öykü ilginizi çektiyse…

Kitap okumak… Jean Paul Sartre, Nazan Bekiroğlu, Toshihiko Izutsu, Henri Bergson, Mustafa Kutlu, Dostoyevski, Elif Şafak, Clausewitz, Sadık Yalsızuçanlar, Alber Camus ile sohbet etmek… Suyun resmine bakmakla yetinmeyen, su içmek isteyenler için var kitaplar. Mesnevî var, El-Munkızü Min-ad-dalâl, Kitab Keşf al Mânâ, Er-Risâletü’t-tevhîd var.  Elinizdeki bu kitap Derin Düşünce yazarlarının seçtiği kitapların tanıtımlarını içeriyor. Bizdeki yansımalarını, eserlerin ve yazarların bıraktığı izleri. Farklı konularda 44 kitap, 170 sayfa. Zaman’a ayıracak vakti olanlar için… Buradan indirebilirsiniz.

 

  Baudolino (Umberto Eco)  Suzan Başarslan

Yazınsal bir yapıt, “basit bir obje değil, çok yönlü anlam ve ilişkilerle tabakalaşmış bir niteliğin çok yönlü organizasyonudur.”* Bu organizasyonun incelemesi de kendisi kadar zor bir organizasyonu gerektirir ki, bu yüzden bir yapıtın incelemesi adına günümüze değin, birçok kuram ve inceleme yöntemi geliştirilmiştir. Bu makalede Umberto Eco’nun yazdığı Baudolino adlı romanın incelemesi Gerard Genette’nin “Yapısal Metin İnceleme” yöntemine göre yapılacak ve yapıt, üç düzlemde incelenecektir. Bakış açısı, anlatıcı türü, ana düşünce, eserin yazılış tekniği, dil… gibi sorunlara da değinilecektir. İncelemede Şemsa Gezgin tarafından İtalyancadan Türkçeye 2003′te çevrilen Baudolino esas alınacak, tespit ve yorumlar çeviri yapıttan yola çıkılarak belirlenecek ve ifade edilecektir.  İncelemeyi kitap halinde indirmek için buraya tıklayın

 

Roman nedir? Nasıl Yazılır?

Roman nedir? Tarif dahi edilmesi zor bir kavram. Sanatçının İnsan’a bakışını, toplumla kurduğu ilişkiyi yansıtır sanat eserleri. Bu sebeple sanat her çağda yeniden icad edilir. Ünlü yazar Heinrich Mann’ın dediği gibi: “Bütün romanların ve hikâyelerin amacı kim olduğumuzu bilmektir, Edebiyatın önemli bir konuma sahip olmasının nedeni, sadece doğanın ve insanlar âleminin ayrıntılarını tek tek açıklaması değil, insanları hep yeni baştan keşfetmesidir.” Okuyacağınız bu eserle romanlarından da tanıdığınız değerli yazarımız Suzannur Başarslan Roman’ın derinliklerine giden bir seyahate davet ediyor sizi. Zaman’ın kullanımı, olay örgüsü, mekân, dil, üslup ve daha bir çok temel kavram edebiyatın dev isimlerinden örneklerle irdeleniyor. Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin