RSS Feed for This Post

Feminist olma pahasına

20080718_derin_dusunce_org_feminizm.jpgKadın hareketi bütün gayretlere rağmen hâlâ bir grup entelektüel kadının egemen olduğu bir hareket olarak gözüküyor ve “kitlelere” ulaşarak, ortalama bir kadının farkındalık seviyesini yükseltmek hâlâ bir amaç niteliğini koruyor” 

Azad edilmiş ama özgürleşememiş” Türk kadını, halen sorunlarını, 19. yüzyılda Osmanlı’da başlamış olan üç ana düşünce akımı, Batıcılık, İslamcılık ve milliyetçilik akımları çerçevesinde tartışıyor. Türkiye kadın hareketi, Cumhuriyet’in kuruluşundan hemen sonra “verilen” kadın haklarının kağıt üzerinde kaldığı ve bu hakların uygulamasını kolaylaştıracak mekanizmaların (neden) yeterince çalıştırıl/a/madığını konuşuyor. Ancak bu tartışma yine sözünü ettiğimiz bu üç düşünce akımı çevresinde gerçekleşiyor. 

Gerçekten de genel resme baktığımızda, ülke genelinde kadın haklarının hiç de istenilen düzeyde olmadığını, İstanbul, İzmir, Ankara gibi büyük şehirlerde yaşayan yüksek sosyo-ekonomik sınıflara mensup küçük bir azınlık kadının bu haklardan gereğince yararlanmış olduğunu görüyoruz. Cumhuriyet kurulduktan onyıllar geçmesine ve temel eğitimin mecburi tutulmasına ragmen Türkiye’deki kadınların yüzde 25’inin hala okuma yazma bilmemesi devletin resmi söyleminin sorgulanmasına neden oluyor. 

Resmi söylem son yıllara kadar ne diyordu?: “Türkiye’de kadının statüsü problemi çözülmüştür, çünkü Türk kadını bazı Avrupa ülkelerindeki hemcinslerinden çok daha önce bazı haklara kavuşmuştur.” Bu söylem yeni Cumhuriyet’in sunduğu fırsatlardan yararlanarak büyük şehirlerde veya devlet memuru olarak çalışmaya başlayan ve zamanla bürokratik elitin bir parçası olmuş kadınların neredeyse tamamı tarafından son yıllara kadar sorgulanmadan içselleştirilmişti. Cumhuriyet-sonrası, bir kısmı Osmanlı’dan intikal eden, kadın dernekleri ve gruplar Cumhuriyet’in (aslında Cumhuriyet’in erkek elitinin) yeni ulus-devletin kurulmasında kendilerine “biçmiş olduğu rolü” sorgulamak yerine, büyük bir enerjiyle kırsal kesimdeki kadınlara “yardım” etmeye ve “hayır işlerine” adadılar kendilerini. Doğrusu, aslında kendisi de Osmanlı bakiyesi olan Cumhuriyet’in kurucu (erkek) eliti de bu durumdan hiç şikayetçi olmadı. Siyasi çalışmalarda bulunan kadınlar ise, Latife Hanım dahil, hoş karşılanmadı, hatta örneğin en yaygın kuruluş olan Kadınlar Birliği basında alay konusu yapıldı. (Cumhuriyet Gazetesi-Yunus Nadi yönetimi) Siyasi faaliyetleri “sınırı aşan” kadın kuruluşları, örneğin ilk siyasi parti diye bildiğimiz Cumhuriyet Halk Fırkası’ndan daha önce kurulan “Kadınlar Halk Fırkası”nın kuruluşuna siyasi otorite tarafından izin verilmedi.  

Cumhuriyet’in kurulması ile birlikte “her şeyin” değişeceğini zanneden Türk kadının ilk hayal kırıklığı belki de bu olmuştu. Gerçi, nihayetinde reformlar yapıldı, sonuçta “görünürde” her şey “muntazam”dı. Haklar, “şanslı” Türk kadınının,”mücadele bile etmesine gerek kalmadan”, “verilmiş”, Cumhuriyet’e “teşekkür borçlu” Türk kadını bu ödemekle bitmeyecek gibi görünen borcun altında fazlasıyla ezik ve minnet duygusuyla doluydu. Bu duygu uzun yıllar kadın meselesindeki sorunların fark edilmesini engelledi. Dahası Osmanlı’da başlamış olan ve Avrupa’daki hemcinsleriyle eşzamanlı olarak haklar mücadelesinde bulunmuş kadın hareketinin ilk kahramanlarının unutulmasına (unutturulmasına) ve haklarının teslimine mani oldu.(Nezihe Muhiddin’in ruhu şad olsun)

Feminizm
1960 ve 1970’lerde güçlü devlet kontrolüne bir reaksiyon olarak yine güçlü bir sağ-sol ideolojik çatışması vardı. Kadın meselesi Marksist söylem ve sol hareketin içinde yer alıyordu. 1970’lerdeki “anarşiye bir son vermek” için yapılan 1980 darbesi ile bütün muhalif düşünceler bastırıldı ve “kitlelerin” depolitizasyonu sistematik bir şekilde başlatıldı. IMF ve kapitalist güçlerle ilişkiler artırılarak neoliberal politikalara geçildi. Bu atmosferde tek muhalif güç, kadın hareketi olarak ortaya çıktı. Kadınlar bir on yıl sokaklara döküldüler, birçok feminist magazin yayınlanmaya başladı.(Duygu Asena’ya selam) Aile içi şiddet kavramı gibi tabu konular konuşulmaya başlandı. 

90’larda bu aktivizm güç kaybetti. Ancak bir durup düşünme ve kurumsallaşma süreci başladı, örneğin 1996-1997’de Ka-der ve Ka-mer kuruldu. 90’ların başında kadın hareketi üç parçaya bölünmüş durumdaydı: Seküler veya Kemalist feministler, radikal feministler ve İslamcı feministler. Ünlü sosyolog Nilüfer Göle’ye göre İslami hareket içindeki kadın aktivistler, İslam’ı modernliğin bir karşıtı olarak değil de modern hayatla başa çıkmaya yarayan bir enstrüman olarak kullandılar. İslamcı feministler, hareketin erkek üyeleriyle polemiklere girdiler. Kritiklerini Kemalizm’in gerçekleştiremediği vaatleri ile kapitalizmin kadını metalaştırması üzerine kurdular. Diğer taraftan radikal feministler, Türkiye’deki kadının durumunu eleştirmeye “cesaret” eden ilk kişiler oldular. “Ablalarını” eleştirirken onları yükselen militarizm üzerine yeterince eleştirel davranmamakla, Türk kimliği için resmi söylemden yana taraf almakla, “Kürt meselesi” için yeterince çaba harcamamakla ve İslamcı kadınları dışlamakla eleştirdiler. Neo-nasyonel akımlara kayıveren kadın grupları ile Türkiye kadın hareketini, “farklılık körü” bir feminist hareket olmakla suçladılar.  
Diğer taraftan yakın zamanlara kadar kadın hareketinin içindeki bu farklı gruplar arasında bir şebeke/ağın olmaması nedeniyle etkili bir lobicilik yapmak oldukça zor oldu. 99 depreminden sonra, “gösterdiği yararlılıklardan ötürü”, ‘sivil toplum kuruluşu/STK’ kavramının hem devlet hem toplum nezdinde meşruiyet kazanması ile kadın hareketi içindeki STK’lar da hareketlilik kazandı. Batılı sivil toplum kuruluşlarının ülkedeki kardeş kuruluşu olma ve kapitalist/global sisteme entegre olma ve “yurtdışı fonlardan yararlanma” telaşı, yani para, kadınların arasına girdi. Çünkü ülkemizdeki yapıda, ne devlet kadın kuruluşlarına destek sağlıyor ne de halk. Profesyonel STK çalışanı anlayışı ancak son senelerde görülür oldu. En önemlisi de, kadın hareketi, yazının başında bahsettiğimiz üç düşünce akımının söyleminden kendini hâlâ ayıramadı ve kendi söylemini geliştirse bile yaygınlaştıramadı.  

Türkiye’de yaşayan hayır kurumu gönüllüsü/çalışanı örgütlü kadınlar bile, örneğin soroptimistler, kadın hareketinin söylemlerinden bihaberler. Kadından sorumlu kadın bakanlar bile kadın hareketinin söylemini ancak bakan olduktan sonra öğreniyorlar. Yüksek eğitimli ve yüksek sosyo-ekonomik sınıflardan gelen kadınlar ile kırsal kesimden gelen ve eğitim imkânı bulamamış kadınlar arasındaki fark gittikçe artıyor. Üstelik yüksek eğitimli kadınlar arasında “kadın olarak aslında hiç ezilmedikleri” miti yaşamaya devam ediyor. Kadın hareketi bütün gayretlere rağmen hâlâ bir grup entelektüel/akademik kadının domine ettiği bir hareket olarak gözüküyor ve “kitlelere” ulaşarak, ortalama bir kadının “farkındalık seviyesini” yükseltmek hâlâ bir amaç niteliğini koruyor. Ancak her şeye rağmen hemcinslerinin sorunlarını, kendi başına gelmesini beklemeden sahiplenen, çalışkan ve yürekli kadınların sayısı artıyor toplumda “feminist! ” olma pahasına da olsa.

 

… Bu makale ilginizi çekitiyse…

Kadınlar… Günümüzün Don Kişotları

Suzan Başarslan’ın dediği gibi “kadına dair söylenmesi gereken ne  kadar söz varsa erkeğin söylediği” bir dünya bu. Sadece söz mü? Yaşama hakkı bile. Bugün Çin’de ve Hindistan’da yüzbinlerce kız bebek daha doğmadan ultrason ile ana karnında görülüp yok ediliyor. Erkeklerin güç mücadelesinde kadınlar eziliyor. Cumartesi anası oluyor, cezaevlerinin önünde sıra bekleyen, şehit tabutlarının üzerinde ağlayan oluyor.  Şampuan veya otomobil satarken bedenini kullandıran, arka planda, silik, soyunan, tüketen, “figüran”… Kadınlara özne olma hakkını vermeyen erkekler mi yoksa bu hakkı alamayan kadınlar mı? Kadınlıklarını kaybetmeden, erkekleşmeden var olabilecek mi birgün kadınlar? 96 sayfalık bu kitapta Kadın’a ait kavgaları ve Kadın’ın kimlik arayışını sorguluyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

 

 Kadın hakları ve Kemalizm

 “Kemalizm Türk kadınına özgürlük verdi” gibi sloganlarla düşünmeye daha doğrusu ezberlemeye itildiği için sık sık  şaşırmaya mahkûm bir kuşak bizimki. Tarihi, belgeleri, siyasî söylemleri ve sloganları aklın imtihanına tabi tutan herkes hayretler içinde kalıyor. “İyi de biz bunu bunca sene nasıl yuttuk?” diye sormaktan alamıyoruz kendimizi.  Kemalist düşüncenin, çağdaşlığın ve Atatürk devrimlerinin yılmaz bekçisi “çağdaş Türk kadını’nın sesi” Cumhuriyet Gazetesi’nin başyazarı olan Yunus Nadi kadınların siyasete atılmasına nasıl tepki vermiş meselâ?  “Havva’nın kızları, Meclis’e girip yılın manto modasını tartışacak”  Kadınlar Halk Fırkası kapatılınca yerine Türk Kadınlar Birliği kurulmuş. O da kapatılınca Cumhuriyet Gazetesi’nde şu başlık atılmış:  “Türk Kadınlar Birliği kapatıldı, fesat çıkaran hatun kişilere haddi bildirildi.” Derin Düşünce Fikir Platformu yakasını resmî tarihten kurtarmak isteyen okurlarına ezber bozan bir kitap öneriyor : Kadın hakları ve Kemalizm ilişkisine alternatif bir bakış

 

 

Gazetecilik Neden Dibe Vurdu?

Gazeteciler bizi bilgilendiriyor mu yoksa aldatıyor mu?  Gazetecilik galiba dürüstçe yapılmasına imkân olmayan bir meslek. Çünkü birbirine zıt işlerin aynı anda icra edilmeleri gerekiyor: Habercilik, savcılık, komiklik, amigoluk…  Gazeteci kendisine bilgi verebilecek herkesle iyi geçinmek için biraz politik davranmak daha doğrusu yalan söylemek zorunda. Ama aynı zamanda ondan gözü kara bir savcı gibi olayların üzerine gitmesi, iyi bir hâkim gibi dürüst olması da bekleniyor. Bir bilim adamı gibi konuları derinlemesine irdelemesi ama sıkıcı olmadan toplumun her kesimini eğlendirebilmesi… Gazetecilerden halkı aydınlatmaları isteniyor ama aynı zamanda da halka benzemeleri. Yoksa gazeteleri satılmıyor, TV kanalları izlenmiyor. Bu koşullarda “gazeteci gibi” gazetecilik yapılabilir mi? Derin Düşünce yazarları sorguluyor…

Buradan indirebilirsiniz.

 Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”

Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasak. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyor. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyor. Rumların ruhban okulları özgür değil. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyor. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyor. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970′lerde gasp edildi, hâlâ geri verilmiyor. Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.

 Derin Düşünce nedir?

Sitemizde siyasetten tarihe, kadın haklarından felsefeye, sanattan bilime kadar bir çok konudan bahsediyoruz. Ama zaman zaman da kendimizden söz ediyoruz. Derin Düşünce nedir?  Sitenin geçmişi, geleceği, ortak projeler, yazar olmak isteyenlere öneriler, okunma istatistikleri… Derin Düşünce’nin bir kimliği, tarihi ve kendine has “yaşam” tarzı var. Eğer aramıza yeni katıldıysanız bu kitap “yöre halkına” kaynaşmanızı kolaylaştıracaktır :)

 Liberalizmin Kara Kitabı

Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan… Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur. Buradan indirebilirsiniz.

Maymunist imanla nereye kadar?

Evrim ve Big Bang gibi konular genellikle sağlıklı biçimde tartışılmaz. İdeoloji ve inançlar, felsefî tercihler bilim-SELLİK maskesiyle çıkar karşımıza. Özellikle evrim tartışmaları “filanca solucanın bölünmesi” veya falanca Amerikalı biyoloji uzmanının deneyleri etrafında döner ve bir türlü maskeler inmez. Madde ve o Madde’ye yüklenen Mânâ maskelenir… Oysa perde arkasında tartışılan başkadır. İnsan’a, Hayat’a dair temel kavramlardır. Sadece et ve kemikten mi ibaretiz? Yokluktan gelen ve ölümle yokluğa giden, çok zeki de olsa SADECE VE SADECE bir maymun türü müdür insan? BİLİM DIŞINDA bir insanlık yoksa Aşk yoksa, Sanat yoksa, Güzellik yoksa ve Adalet yoksa Hayat‘ın anlamı nedir? Aşık olmak hormonal bir abartıysa, iyilik enayilikse, neden birbirimizin gırtlağına sarılmıyoruz ekmeğini almak için? Neden bir çocuğa tecavüz edilmesi midemizi bulandırıyor ve neden fakir bir insana yardım etmek istiyoruz? Taj Mahal’in, Ayasofya’nın, Notre Dame de Paris’nin değeri bir arı kovanı veya termit yuvasına eşdeğer ise, Mesnevî boşuna yazıldı ise neden Hitler’i lanetliyoruz ve neden Filistin’de can veren bebeklere üzülüyoruz? Maymun olmanın (veya kendini öyle sanmanın) BİLİM DIŞINDA, psikolojik, siyasî, ahlâkî, hukukî öyle ağır sonuçları var ki…  Evrim senaryosunu kabul etmenin etik ve siyasî neticeleri ve evrimciliğin etimolojik değeri … Derin Düşünce’nin yorumcuları tarafından konuşuldu. Biz de bu sebeple söz konusu iki tartışmayı 116 sayfalık bu kitapta topladık. Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 1 Trackback(s)

  2. Eki 14, 2010: Kemalistin Yeni Afyonu : AliyeFobi : Derin Düşünce

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin