RSS Feed for This Post

Beni Vahşetine Niye Ortak Ediyorsun?

Sunuş: 90’lı yıllarda Güneydoğu’da askerlik yapan Hasan Bey,  yaşadıklarını anlatırken “Beni vahşetine niye ortak ediyorsun” diye isyan ediyordu. Güneydoğu’da davullarla zurnalarla askere yollanıp bu savaşta yitirilmiş nice genç bugün dönüp şahit olduklarını aktarma imkânı bulsalardı belki de aynı şeyi söyleyeceklerdi bizlere: “Beni vahşetine niye ortak ediyorsun!” Ancak onlar dönme ve şahit olduklarını aktarma imkânına sahip olamadılar. Öldükleri gün her şey aileleri için bir film karesindeki gibi dondu. Onlar hep ailelerinin davullarla zurnalarla vatan borcu ödemeye yollayıp geriye cenazeleri dönen 20 yaşlarındaki canları olarak kaldılar. Ve “hikâye” orada bitti…

Dönebilenler ise yıllarca belki “vatan haini” damgası yememek için, belki suçluluk hissiyle, belki korkudan veya belki de bu zalim savaşa bir şekilde inanıp ortak oldukları için sustular. Bu suskunluk zamanla onların da içini saran, kemiren bir çıbana dönüştü.

Şimdi silahlar susuyor. Silahlar sustuğu zaman insanlar konuşmaya başlayacak. Dağda olan dağda yaşananları, askere giden kendi tanıklıklarını çok daha korkusuzca ve dürüstçe anlatabilecek. Ve o zaman Etyen Mahçupyan’ın “Barış Yapmaktan Toplum Olmaya” isimli yazısında belirttiği gibi barışa susarak değil konuşarak yürüyecek,  yan yana değil gerçek anlamda bir arada yaşayan bir toplum olmanın adımlarını atacağız hep beraber… (Ö.Y. Malan Barkirin kitabı yazarı)

Beni vahşetine niye ortak ediyorsun?

Ben 94-95 yılında Tunceli Ovacık ilçesinde köy karakolunda askerliğimi yaptım.  Kuşluca Köyü’nde yaklaşık 11 ay kaldım. İlk gittiğim dönemler kış aylarının yeni yeni başlangıcıydı. Kış aylarında orada operasyon olma ihtimali zayıftı. Nedenine gelince üç metre kar yağıyordu. Karakolumuzun yaklaşık sağ tarafında bir kilometre çaprazımızda üç ya da dört tane ev vardı. Bunlara orada mezra diyorlar. Tekrar onunda çaprazında sekiz on hanelik bir yerleşim yeri vardı. Karakolumuzun sağ tarafında olan kısım ben oraya gitmeden önce boşaltılmış. Artık hangi şartlarda boşaltılmış orasını ben bilmiyorum.

Baharın gelmesiyle birlikte karlar eriyince OHAL olmayan bölgeden askerler bizim bölgemizde operasyon yapmaya başladılar. Keza aynı zamanda Bolu Komando Tugayına bağlı askerler operasyon yapıyordu. Bizim dışımızda seyyar 40 bin tane asker vardı. Bu grup o dönemde bölge sorumlusu olan Parmaksız Zeki ismiyle bilinen Şemdin Sakık’ın grubunun peşindeydi.  Bizim bölgemizde o sekiz hanelik olan yerleşim yeri artık o zamanki düşünceye göre tehlike arz ediyordu.

Günün birinde bizim karakola yaklaşık 600 kişilik bir askeri grup geldi. Bizi de yanlarına alarak operasyona çıktı. Bizler karakol eriydik. Seyyar asker değildik.  Sonuçta evlerin olduğu bölgeye gittik.  Bolu’dan gelen operasyonun başındaki kişi kurmay albaydı yanılmıyorsam. Bütün emir komuta ondaydı. Biz de onun isteğiyle hareket ediyorduk. Sonuçta  600 ya da 700 askeri  o evlerin çevresine yerleştirdiler.  Ben de yakın bir yerdeydim.  Komutanımız başımızda. Başımızda gelen kurmay elindeki megafonla içerdekilere seslendi. Seslenince içeriden haliyle iki üç tane erkek çıktı dışarı. Aldı konuştu onlarla.  Artık arasındaki diyaloğu bilmiyoruz. Sonra ben bu komutanın oradaki evden çıkan bir tanesine küfür edip hakaret ederek dövdüğünü gördüm.  Komple evleri boşaltın diye emir verdi!

Altı evi boşalttılar. Çoluk çocuk dışarı çıktılar. İki ev direndi. Kimse çıkmadı. Tekrar sözlü uyarı yaptı megafonla. Başka çare yok dalacağız içeriye. Artık dalma şekli belli. Bolu Komando denildiği zaman insanlar OHAL bölgesinde kaçacak noktaya gelmişler. O kadar şiddet uyguluyorlar.

Bahar gelmişti. Ama dışarda yine kar var. Sonunda iki evi zorbalıkla o insanları dışarı alarak boşalttılar. Haliyle dışarda direnen birkaç aile reisi yine o komutan ve o komutanın emir komutası altında olan farklı insanlar tarafından bayağı bir dövüldüler.  Çoluk çocuğunun gözünün önünde.  O esnada çocuklar babasının dayak yediğine şahit oluyor. Sekiz on yaşında çocuklar, on beş yaşında çocuklar, iki yaşında çocuklar. Oradaki şiddet öyle bir iki tokattan ibaret değildi.  Resmen falakaya yatırdılar oradaki insanları. O en son direnen iki evden çıkan insanları çok şiddetli dövdüler…Oradaki kadınlar ağlıyor. Çocuklar ağlıyor. O çocuklar küçücük beyinleri ile ne düşünüyor o an. Bu da yetmezmiş gibi oradaki yaşayan insanları bir askeri çember içerisine aldılar, sonra da gözlerinin önünde evini yaktılar bunların.

Şimdi diyeceksin ki belki sen bana ‘Sen orada ne hissettin?’ Bir insanın belki annesi babası veya kardeşi öldüğünde en büyük acılar o zaman yaşanır.  Ama bana diyeceksin ki o acı mı bu acı mı? Anne babanın ölüm acısı mı, yoksa o insanların orada yaşadığı vahşetin acısı mı? Oradaki insanların sıkıntısının acısı bana o an daha ağır geldi. O insanlara o şekilde şiddet uygulayarak evlerinden çıkarılması, o insanların gözünün önünde şiddet uygulayarak evlerinin ateşe verilmesi beni gerçekten…Nasıl diyeyim bir insanın yıkıldığı an… Bir asker tarafından babasının dövüldüğünü görmesi  o çocukta nasıl bir psikolojik etki yaratacaktır? Sonuçlarını görüyoruz zaten. Görmüyor muyuz?   Ben oraya vatana hizmet için gitmişim. Ben insanların evinin yakılması için mücadele etmeye gitmedim ki. Ben ülkenin herhangi bir yerinde vatana olan borcumu ödemeye gittim. Hizmet etmeye gittim. Adını ne koyarsanız koyun.

-Evleri yakma işlemi nasıl yapılıyordu?

Mesela ben kendi karakolumdan bahsedeyim size. Bizim karakola büyük varillerle bir şekilde mazotlar bırakılmış. Bolu komandonun askerleri orada kendi ellerindeki bidonlara doldurdular mazotları, ellerine alıp gittiler. Yani yapacakları şey net bir şekilde gittiler oraya. Yakmaya gittiler. Sonradan olan bir durum değildi. Biz ise hiçbir şey bilmiyorduk. Oranın halkıyla konuşacaklar diye bekliyorduk.  Ama orada dakikalar geçtikçe işin rengi değişti. Ben sadece karakol komutanıma “Ben burada olmak istemiyorum.” diyebildim. “Yapacak bir şey yok.” dedi. “Ben de emir kuluyum. Ben de bu olanlardan hoşnut olan bir insan değilim. Ama mecburuz.”  Sonuçta biz bir beş saat kadar o bölgede kaldık. Sonra tekrar karakolumuza çekildik. Oradaki halkla birlikte. Yaklaşık karakolumuzda iki, iki buçuk saat kaldılar. Yemekhane bölümüne aldılar onları. Sonra Ovacık merkeze sevk ettiler.

-Siz askere giderken askerlik hakkında hissiyatınız neydi, bu olaydan sonra neler düşündünüz?

Askerliğimin ilk dönemini anlatayım size. Ben askerliğime Çanakkale’de acemi birliğinde başladım.  Yüzde doksan beş doğuya gitme ihtimali olan askerler olduğumuz için eğitimler gün geçtikçe zorlaşıyordu. Ben jandarma askeriydim.  Eğitim sırasında hastalandım. Bizim birliğimizdeki doktorlar beni devlet hastanesine sevk ettiler.  Orada devlet hastanesinin içinde olan bir bölümde askeri hekimler vardı. Benim gittiğim doktor o zaman yüzbaşıydı. Benim o andaki durumum böyle doksan derece, iki büklüm olmuştum. Yürüyemiyordum, oturamıyordum, yatamıyordum. Bel fıtığının nasıl bir rahatsızlık olduğunu bilmem biliyor musunuz? Doktorun bana söylediği şey şu: “Neyin var?” Dedim “Belimden rahatsızım.” “Tamam,” dedi “iki gün istirahat et, geçer.”  İki gün istirahat ettim, ağrı kesiciler aldım. Ama geçmedi. İki gün sonrasında kendi bölüğümün komutanı bana “Ben seni doktora gönderdim. Sen hala neden bu vaziyettesin?” dedi.  Beni tekrar hastaneye sevk etti. Tekrar bahsettiğimiz doktorun huzuruna çıktım. Beni görünce “ Ben sana iki gün istiharat verdim, sen niye geldin tekrar buraya?” dedi.  Hasta olduğuma inanmadı. Bana bir tane sağlam yumruk vurdu. Ve bana vurmasıyla benim sağ üst çene dişimi kırdı. Sonuç itibarıyla orada film filan çektiler bana. Bel fıtığı olduğum anlaşıldı. GATA’ya sevk ettiler. Orada yaklaşık 45 gün fizik tedavi uyguladılar. Dönünce belim daha kötü oldu. Bu defa tekrar döndüm ameliyat olmak için. Hekim beni karşısına aldı dedi ki, “Oğlum sen belinin şu andaki haliyle askerlik yapacak konumda değilsin. Senin askerliğini bitiriyoruz.” Ben dedim ki, “ Hayır beni düzeltin ben tekrar askere gitmek istiyorum. Ben vatana karşı borcumu bitirmek istiyorum.” Bizim oralarda askerliğini yapmayana pek hoş bakmazlar. O amaçla değil ama ben içtenlikle askerlik yapmak istiyordum. Bu duyguları yaşamışım. Askeri doktor tedavi olmak için gittiğimde dişimi kırdı. Bunlara rağmen ben askerliğimi yapmak istedim ve yaptım da.

Ben askere gittiğim zaman o şartlarda savaşmak için askere gitmemiştim. Aslen Rizeliyim. Bize farklı şeyler empoze etmişti anamız babamız, eşimiz dostumuz, sokaktaki arkadaşımız… Tamam, orada bir savaş var. Vatanımıza karşı yapılmış bir saldırı var. E bizim dedelerimiz geçmişte bu toprakları kolay kazanmadılar. Biz de geçmişte o sıkıntıları yaşayan insanların torunları olarak tamam dedik bizim de üzerimize düşen bir görev varsa biz de görevimizi yapmaya gideriz. Bu şartlarda, bu düşünceyle gittik oraya. Ama işin içine girdiğin zaman işin rengi değişti. Şurasında biraz vicdan sahibi olan insan bence oradaki vahşete ortak olmamalı. Bu benim savaşım değildi. Zaten de olmadı. Bundan sonra da olmaz. Ben şimdi bu savaş için hiçbir insana kalkıp bugün bu dava için tek bir kurşun atın demem.

-Bu köy baskınları sırasında bazen can kayıpları da oldu? Siz o sıralarda bu tür şeyleri duyuyor muydunuz?

Askerliğim bittikten sonra, doğunun çeşitli yerlerinde askerlik yapan insanlarla konuştuğumda bu köy yakmalar sırasında karşı çıkan insanları alınıp, infaz edildiğini duydum.  Ama bunu askerlik sırasında bilmiyordum. Zaten insanlarla irtibatımız yoktu. Olan o mezradaki insanlar da daha sonra bu şekilde Ovacık merkeze gönderildi.

Ovacık’a gelirken ben tırlarla geldim. . Bizi tırlara bindirmelerinin sebebi tırların güvenliğini sağlamaktı.  Merak ettim tır şoförüne ne taşıdıklarını sordum. Prefabrik ev taşıyoruz dedi. Niye dedim.  Cevap vermedi. Bizi Ovacık’a yakın bir bölgede indirdiler. Tekrar askeri araçlara bindirdiler. O mevzuyu yaşadıktan sonra uyandım.  Zorunlu göç; burada yaşayacaksın! Niye? Niye orada yaşamıyor! Kendimi onların yerine koyuyorum. Köyümden devlet gelecek beni çıkartacak. Öyle bir şey yok ya!

-O olaydan önce bu mezrada yaşayan insanlarla her hangi bir sorun yaşanmış mıydı?

Zaman zaman ayda bir, yirmi günde bir o evlerin içerisinde yaşayan insanlardan bir tanesi karakolumuza uğrardı. Komutanımızla sohbet ederdi. Artık komutanımızla ne konuşurlardı. Bilmiyorum. Kendiliklerinden gelirlerdi. O şartlarda telefon yok orada. Yemeğini yer, çayını içer çeker giderdi.  Başımızda olan karakol komutanının o sekiz haneli köydeki evlerle ilişkisine bakıyorum, bir sıkıntı görmedim.  Biz o evlerin yanmasına tanık olana kadar sekiz on kez gelip gittiler bu insanlar. Ta ki bahar gelene kadar.  Bolu Komando taburu gelip bizi oraya götürene kadar.

-Peki siz bu düşüncelerinizi geçmiş dönemde orada askerlik yapanlar, benzer olaylara şahit olanlarla paylaşıyor musunuz? Onlar da hissediyor mu aynı sıkıntıyı?

Bunlardan daha kötü şeyleri hâlâ övünerek anlatan arkadaşlarımız da var. Orada yapmış olduğu icraatları “Bugün olsa yeniden gider aynı şeyleri yaparım” diyerek anlatanlar var. Onlar hak ediyorlardı diye düşünüyorlar.

Ama başka türlü düşünenler de var.  Bir tanesiyle aynı dönemin askeriyiz. Dörde bir olarak yaptım. O da dörde bir, sağlam bir ülkücü arkadaşım. Halen yine aynıdır. Onların kanı kaynıyor. Geçmişte de aynıdır şimdi de aynıdır. Vatanı hep onlar kurtarmıştır. Vatan hep onlar sayesinde ayakta duruyor nasıl şeyse. Bu düşünceyi temsil eden bir arkadaşımız, siyasi bir kanadın da içinde ilçe başkanlığını yapıyordu.  30 yaşında askere gitti. Onunla paylaştım düşüncelerimi.  Sen ne düşünüyorsun diye sordum. O da “Ben böyle olacağını bilsem, vatanı böyle kurtaracağımızı bilsem ben askerliğin yanından bile geçmezdim.” dedi. O da benimle aynı hissiyatı paylaşıyor. Böyle bir şey var mı ya. Beni niye vahşetine ortak ediyorsun. Ben oraya vatana hizmet etmek için gelmişim, beni niye aynı oyuna alet ediyorsun. Böyle bir şey yok!

-O günlere dair sizde başka iz bırakan olaylar da var mı?

Şimdi ben size bir şey anlatayım. Ben 94’ün 12. ayında yıllık izne gittim. İzin kullandım geldim. O bölgelerde yoğun kar olduğundan dolayı yolu araçla gitmemiz imkânsızdı. O yolu hava yolu ile gidecektik. Biz Ovacık merkeze geldik, helikopterin gelmesini bekliyoruz. Yaklaşık bir 20 gün merkezde kaldım. Bize nöbet filan tutturmadılar ama gün içinde yol aramasına çıkardılar bizi. Orada insanlara askeriye kanalıyla kaç kişilikse ailesi bir kart veriyorlardı. Atıyorum beş kişilik ailesi, erzağını haftalık ya da günlük hangi şartlarda alıyorsa onun dışında bir çöp alma şansları yoktu. Bakkaldan marketten her hangi bir yerden bir çöp alıp getiremezsin. İşte yazıyor oraya iki kilo şeker, iki tane ekmek veya bir kilo un.

Bir hafta filan oldu yol aramaya çıktık. Başımızdaki astsubay bu aracın içini sen ara dedi bana. Ben aramayayım başkası arasın komutanım dedim. Yok dedi sen ara. Tam devletin verdiği sistem doğrultusunda arıyoruz. Yaşlı bir amca dikkatimi çekti.  Baktım bir sıkıntısı var. Böyle titriyor. Dedim, “Amca sıkıntın nedir?” Aracın içinde asker olarak bir tek ben varım. Bana “Ayaklarımda iki paket sigara fazlalık var” dedi. Amca dedim sıkıntın bu mu? Evet dedi.  “ Benim açımdan bir problem yok. Size bu vahşeti uygulayanda problem var.” dedim. Karakola döndüğümüzde astsubayla ben bunu paylaştım. “Komutanım o insanların yerine koy kendini, sana birisi aynı şeyi uygulasa sen ne yaparsın?” dedim. “ Biz şu anda burada asker olarak görevliyiz. Sivil hayatı biz bilmeyiz.” dedi. “Şu andaki konumumuz bunu gerektiriyor, bunu yapacağız. Yazılanların dışında bir tane fazla olduğu zaman sakın unutma o sana mermi olarak geri dönecek. Yazılanın dışında aldığı zaman o onu PKK ya verecek. PKK’nın karnı doyduğu zaman sana rahat bir şekilde ateş edecek.” dedi.  Hiç sanmıyorum dedim. Ama fazla itiraz edemezdim. Benim o anda yaptığım da bir suçtu. Benim yaptığımı o anda başımdaki her hangi bir rütbeli görmüş olsa hiçbir şey yapmasa beni dövebilirdi. Ondan sonra da araç içinde aramalarda bulundum başka gruplarla. Hiç kimsenin kartına bakmadım. Sadece şöyle poşetlere baktım. Bana yapılmasını istemediğim bir şeyi başkasına yapma şansına sahip değilim. Sen nasıl insanlara böyle bir baskı yapabilirsin? O insanların günahı nedir ya!

-İnsanlarla konuştuğunuzda benimle konuştuğunuz gibi rahatça bunları anlatabiliyor musunuz?

Yaklaşık dört ay sonra askerliğim bitti. O dönemde yaşadığım psikolojiyi ben şu anda bile taşıyorum. Ben o insanların yaşadığı evden çıkartılışına tanık oldum. O insanların giydiği elbiseyi ben de giydim. Benim suçum yok ama ben kendimi de orada suçlu hissettim.  Ben orada bir başıma ne yapabilirdim? O sıkıntı 18 yıl değil, 180 yıl da geçse içimizdedir. O sıkıntı geçmez.  Ben o hanenin içinden olmadığım halde bu sıkıntıyı içimde taşıyorum. O hanedekilerin hislerini düşünmek bile istemiyorum.

Benim yaşadıklarımı yaşamayanlar anlama şansına sahip değil. Şimdi bu benim kardeşim dahi olsa bu şekildedir. Köylülerimle konuştuğumda onlar bazen hak etmiştir diyorlar. Onlara, “Peki aynı şeyi biz yaşasaydık ne düşünürdün?” diye soruyorum. “Biz vatan haini miyiz?” diyorlar. İyi de onlar vatan haini miydi? Ama bu şimdi biraz daha değişiyor. Yavaş yavaş anlıyor insanlar olaylar ortaya çıktıkça.

İlk iki sene askerliğim hakkında kimseyle bir kelime konuşamadım. Annemle babama seneler sonra biraz anlatabildim. Bir de düşünün Rize’de yaşıyorsunuz. Bizim Karadeniz insanlarının milliyetçi yönü ağır basar. Şimdi az kalmıştır o kadar katılık insanların içerisinde. Ama o dönemde öyle değildi.  Ben bu düşündüklerimi o zaman çevreme anlatmaya kalksaydım beni de dışlar, belki de beni de vatan haini ilan edebilirlerdi.

Askerden döndükten sonra yaklaşık bir, bir buçuk yıl kadar sivil hayata adapte olamadım.  İnsanların arasına karışamazdım. Bulunduğumuz yer merkezi yerden sekiz on kilometre uzaktaydı. En son onlar da gittikten sonra bizim insanlarla tümüyle irtibatımız kesildi. Dağın başında sadece bir karakol var. Ordasın. Oraya bırakmışlar seni, akşam nöbetini tutuyorsun. Korku da var. Tamam ben böyle düşünüyorum ama gelecek kurşun sana sormuyor ki sen böyle mi düşünüyorsun başka şekilde mi diye. Kurşun geldi mi alır gider seni.  Bir yıl kadar o psikoloji ile kalkardım, uyuyamazdım. Sürekli aklıma o çocukların feryadı, o kadınların feryadı gelirdi. O adamların kadınlarının gözü önünde, evlatlarının gözü önünde dövülmesi, evlerin yakılması gelirdi. Zamanla o uykusuzluklar kalktı.

Ama yine doğudan gelen herhangi bir ölüm haberini duydukça aynı o sızıyı hissediyorum…

 

Fatma Ana yıkılmış evinin önünde

 

… Bu konuda okumak için…

 

Türkiye bölünür mü?

“Bebek katili! Vatan haini!…” PKK terörünü lanetliyoruz ama devlet eliyle işlenen suçlara karşı daha bir toleranslıyız.“Kürtler ve Türkler kardeştir” diyenlerin kaçı “sen benim kardeşimsin” demeyi biliyor Zaza, Sorani, Kurmanci dillerinde? Ülkemizin terör sorunu ne PKK ne de Kürt kimliğiyle sınırlanamayacak kadar dallandı, budaklandı. Bazı temel soruları yeniden masaya yatırmak gerekiyor: (*) Kürtler ne istiyor? (*) İspanya ve Kanada etnik ayrılıkçılıkla nasıl mücadele etti? (*) PKK ile mücadelede ne gibi hatalar yapıldı? (*) İslâm ne kadar birleştirici olabilir? Töre cinayetlerinden Kuzey Irak’a terörle ilgili bir çok konuyu ele aldığımız 267 sayfalık bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirin. 

Türk milliyetçiliği birleştirir mi yoksa parçalar mı?

İllâ ki bir tutkal/çimento mu gerekiyor? Milliyetçilik tutkalı adil ve müreffeh bir düzene alternatif olabilir mi? Adaletin, hukukun hâkim olmadığı ortamlarda Türklerin kardeşliği ne işe yarar? Belki de Türk Milliyetçiliği diğer milliyetçilikler gibi yok olmaya mahkûm bir söylem. Çünkü var olmak için “ötekine” ihtiyacı var. Ötekileştireceği bir grup bulamazsa kendi içinden “zayıf” bir zümreyi günah keçisi olarak seçiyor. Kürtler, Hıristiyanlar, Eşcinseller, solcular…150 sayfalık bu kitapta Türk Milliyetçiliğini sorguluyoruz. Müslüman ve milliyetçi olunabilir mi? Türkiye’ye faydaları ve zararları nelerdir? Milliyetçiliğin geçmişi ve geleceği, siyasete, barışa, adalete etkisiyle.Buradan indirin. 

 

Asimilasyon ile Şiddet Kıskacında Ulusalcı Kürtler (Kitap + Tartışma)

Etnik kökenimiz benliğimizin bir parçası, rengarenk insanlığımızın gerçek bir rengi. Ancak bu renk üzerinden yapılan bir baskı, bu renk “yüzünden” çekilen büyük bir acı sonucu diğer bütün renkler silinebiliyor. Bir başka deyişleIZDIRAPLAR ÜZERİNE YAPAY BİR KİMLİK İNŞA EDİLİYOR. Bir halka yapılabilecek en büyük kötülük bu belki de. Sadece Türk ya da sadece Kürt olmaya mahkûm edilen insanlar giderek insanlıklarını perdeliyorlar. Böylesi halklar ırkçılığa, her türlü şiddet çağrısına kucak açıyorlar. Zira duydukları kin ve nefret onları bıçak gibi bilerken bir yandan da tektipleşiyor, şeyleşiyor. Kürt aydınları kadar Türk aydınlarına da büyük iş düşüyor. İnsan olmadan “Türk” ya da “Kürt” olmanın imkânsızlığını halklarına anlatmak. Okuyacağınız bu kitap aydınların dikkatini tam da bu noktaya çekmek için hazırlandı: Asimilasyon ile şiddet kıskacı içindeki Kürt halkına… Buradan indirebilirsiniz.

Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu

Devlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisinihukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm” demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor. Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.

 

Zorunlu Askerlik Gerekli mi? (Tartışma)

Zorunlu Askerlik bir çok insanımız için bir görev ama aynı zamanda bir çile. Ülkemizi savunmanın daha akıllıca bir yolu yok mu? Bu konuyu yaklaşık bir yıl boyunca tartıştık. Üç makale işaret fişeği görevi yaptı. Yüzlerce okurumuz değişik önerilerde bulundu. Kimileri “aman dokunmayın, böyle çok iyi” derken askerliğini yapmış olan arkadaşlar tecrübelerini paylaştı. Evet, belki de ilk defa bu konu gerçekten muhatabı olanlara yani Türkiye’nin vatandaşlarına soruluyor. Zorunlu askerlik gerekli mi? Bir yıllık kolektif çalışmanın ürünü olan bu 276 sayfalık kitap konuyla ilgili herkes için birinci elden bir bilgi kaynağı.Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 15 Yorum

  2. Yazan:Derin Düşünce (@DDGrubu) Tarih: Nis 1, 2013 | Reply

    Beni Vahşetine Niye Ortak Ediyorsun?: http://t.co/iL1hjt3fo8

  3. Yazan:@doguerendogu Tarih: Nis 2, 2013 | Reply

    RT @jamilabayraktar: Beni Vahşetine Niye Ortak Ediyorsun?: http://t.co/oS9eYVTSH3

  4. Yazan:@antonavoyl Tarih: Nis 2, 2013 | Reply

    RT @ozlemya: Rizeli bir askerin tanıklığıyla köy yakmalar: http://t.co/UyPq86pT0e

  5. Yazan:özlem yağız (@ozlemya) Tarih: Nis 2, 2013 | Reply

    RT @erdalorman: doğuda asker olmak ya da; Beni Vahşetine Niye Ortak Ediyorsun?: http://t.co/DU5CsxtpK2

  6. Yazan:özlem yağız (@ozlemya) Tarih: Nis 2, 2013 | Reply

    http://t.co/UyPq86pT0e @asli_yeraz @chn_aktas @kadinnews

  7. Yazan:kadınnews (@kadinnews) Tarih: Nis 3, 2013 | Reply

    RT @ozlemya: http://t.co/UyPq86pT0e @asli_yeraz @chn_aktas @kadinnews

  8. Yazan:Aslı (@asli_yeraz) Tarih: Nis 3, 2013 | Reply

    Cok carpici “@ozlemya: http://t.co/diflCjQTQ6 @asli_yeraz @chn_aktas @kadinnews”

  9. Yazan:Cihan Aktaş (@chn_aktas) Tarih: Nis 3, 2013 | Reply

    RT @ozlemya: http://t.co/UyPq86pT0e @asli_yeraz @chn_aktas @kadinnews

  10. Yazan:@bewelat_ Tarih: Nis 3, 2013 | Reply

    RT @ozlemya: Rizeli bir askerin tanıklığıyla köy yakmalar: http://t.co/UyPq86pT0e

  11. Yazan:@atamitos Tarih: Nis 3, 2013 | Reply

    RT @ozlemya: http://t.co/UyPq86pT0e @asli_yeraz @chn_aktas @kadinnews

  12. Yazan:murat Tarih: Nis 3, 2013 | Reply

    kutluyorum seni rizeli kardesim,sen bugün sordun “beni niye vahsetine ortak ediyorsun”yarin bir giresunlu cikar”sen bu vahseti niye yaptin”diye sorar.bir bingöllü cikar”sen bu vahseti yapamazsin”der.en son biri cikip hükmünü verir”sen bu vahsetinle zillet icinde yasamaya mahkum edildin der”.selamlar.

  13. Yazan:özlem yağız (@ozlemya) Tarih: Nis 28, 2013 | Reply

    @senaidemirci bu kim ola onlardan birisi. ama profesyonel olanlardan değil. umarım daha derine inme fırsatım olur: http://t.co/wjGEBoiHU8

  14. Yazan:@senaidemirci Tarih: Nis 28, 2013 | Reply

    RT @ozlemya: @senaidemirci bu kim ola onlardan birisi. ama profesyonel olanlardan değil. umarım daha derine inme fırsatım olur: http://t.co/wjGEBoiHU8

  15. Yazan:@albayrakmz Tarih: Nis 28, 2013 | Reply

    RT @ozlemya: @senaidemirci bu kim ola onlardan birisi. ama profesyonel olanlardan değil. umarım daha derine inme fırsatım olur: http://t.co/wjGEBoiHU8

  16. Yazan:@albayrakmz Tarih: Nis 28, 2013 | Reply

    @ozlemya nın tesbitleri ile”Allah bir daha o kötü günleri yaşatmasın”dedirtmekte Okuyup”Amiiin”demek boynumuzun borcu http://t.co/vMPNJhj7dV

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin