RSS Feed for This Post

Sinemamızın Hâl-i Pür Melâli ve Vavien

Vavien’i, gösterime girdiği hafta izlemiş, ama hakkında yazmaya değer bir film olarak görmemiştim. İstanbul Film Festivali’nde bu yıl verilen ödüller açıklandığında, Ulusal Yarışma’da en iyi film ödülünün Vavien’e gittiğini duyunca yazmaya karar verdim.

Uzun yıllardır  İstanbul Film Festivali’ni takip ederim. Son üç yıldır özellikle yarışma filmleri konusundaki seçimlerin – çok küçük istisnalar harici – felaket düzeyde kötü olduğunu düşündüğüm için ve festivalin, sinema kalitesi açısından her yıl biraz daha geriye gittiğini düşündüğüm için bu yıl festivale gitmedim. Ancak Vavien’in en iyi film ödülü alması; üstelik Bal’ın da aday olduğu bir festivalde en iyi film ödülü alması hiç şaşırtmadı beni.

Şüphesiz her festivalde ödül alacak filmlerin seçimi, bir grubun seçimidir ve özneldir. Ve şüphesiz bu ödüller, filmlerin iyi ya da kötü filmler olduğu hakkında bir fikir vermekten uzaktırlar. Ancak bir sinemasever olarak, özelde Türkiye’deki, genelde de dünyadaki sinema üzerine Vavien’den hareketle bir şeyler yazmanın elzem olduğunu düşünüyorum.

“Yukarıya” Tutunma Çabası Olarak Sanat

“Bu aşağı dünyaya gönderildiğin andan beri,

Bir merdiven hep oradaydı, hasretinden ötürü”  

Mevlânâ’nın bu sözlerinin sanatı değerlendirebilmek için bir tutamak olduğunu düşünüyorum. Sanat, dindar olsun, ya da dine hiç inanmasın, sanatçının içgüdüsel bir yönelimini ifade eder. Bu anlamda sanat, Hz. Mevlânâ’nın sözünü ettiği merdivene ulaşmak; o merdivene, öznel bir merdiven dayamak çabasıdır kanımca. Sanatçının yukarıya doğru attığı merdivenler kimi zaman büyük hızla yere çakılır, kimi zaman ise menziline ulaşıp asıl merdivene tutunmayı başarır. İkinci durum büyük sanatçılarınşairlerin becerebildiği bir hal iken, ilki gayri-ihtiyari tüm sanatsal çabanın izleğidir. Atılan merdiven menzile ulaşsın ulaşmasın, sonu gelmez bir “yukarı tutunma” çabasıdır sanat!

Sanatın Kaçışı ve İki Tarz-ı Sinema

Son zamanlarda yaşadığımız  şey, hakiki sanatın sözünü ettiğim bu yöneliminin, postmodern dönemlerde, bir “oyuna” ya da ciddiyeti ve derinliğinin sadece yüzeyi ifade eden parodilere dönüştürülmesidir! Meta-anlatılara açılan büyük savaşla birlikte, o anlatıların boynunu eğip çekip gitmesine sebep olan post-modern anlatılar dönemindeyiz artık. Ancak o meta-anlatılar giderken, sanatı de peşi sıra götürmüş görünüyorlar!

Gerek dünyada, gerekse de Türkiye’de, son yıllarda festivallerde yarışan ya da ödül alan filmlere baktığımızda genellikle iki yönelime indirgenebilecek bir manzara ile karşılaşırız. Hemen her festivalde yarışan filmler arasında, Coen Kardeşler’in filmlerinin birinci ya da ikinci sınıf benzerlerinekopyalarına çokça denk geliriz. “Zeki” senaryoları, soğuk iklimleri, kara mizahları ve askıda bırakan halleriyle post-modern anti-sanatın birer örneği gibidirler bu filmler. Zekâ ile film yapılabileceği ön-bilgisiyle kuşatılmışlardır. Birisinin bir yere sakladığı para ve o parayı bulan bir başkası; karısını, kocasını, annesini, babasını, çocuğunu para için öldürmek isteyen sopsoğuk insanlar… Hangi ülkede olursa olsun “evrensellik” adına film yaptığını iddia eden yönetmenlerin ana izleğidir bunlar. Üstelik sadece zeki senaryolara, oraya buraya serpiştirilmiş ince esprilere ve labirent tarzı hikayelemelere dayandıkları için, böyle filmleri yapabilmek için bir sanatçı ya da bir sanatçıdüşünür olmaya gerek yoktur. Zekâsı kalburüstü olan ve hikâyesini izleyicinin heyecanını daim tutacak şekilde kurabilen, velâkin “fikri” olan birisi olmak yeterlidir.

Gelgelelim ki; Mallarme’nin dediği gibi şiir, fikirlerle yazılan bir şey değildir. Sanat da değildir. Dünya sinemasında festivallerde yarışan filmler arasında ikinci eğilimin, temsilcilerini genellikle Antonioni, Tarkovsky, Bresson gibi şairlerde bulan bir eğilim olduğunu düşünüyorum. Ancak bu eğilimin yukarıda bahsettiğim eğilimle en büyük farkı, kopya edilemezliğidir. Bresson’u, Tarkovsky’yi, Antonioni’yi sadece biçimsel olarak taklit etmeye çalışmak, yönetmenin barutunu çok çabuk tüketir. Coen Kardeşler’in sinemasını taklit etmeye hiç benzemez çünkü bu. Coen Kardeşler, ince bir zekâsı olan ve anlatacak bir hikâyesi olan herkes tarafından taklit edilebilir. Zira sadece eli yüzü düzgün bir senaryoya, film tekniği konusunda bir bilgiye sahip olmak yeterlidir bu tür filmler için. Sanatçı bile olmak gerekmez! Ama Bresson’u, Tarkovsky’yi örnek aldıysanız, bu örnekliğin, taklit düzeyinde kaldığınızda sizi çok fazla taşıyamayacağını bilirsiniz. Üstelik bu sinemayı iyi bilenler tarafından taklidin çok iyi anlaşılabileceğini de! Bu yüzden şair olmak zorundasınızdır. Tarkovsky, Bresson, Antonioni sizin “piriniz” olabilir bu anlamda; ama yönetmen, pirini sadece bir yol gösterici olarak görebilecek ve onun bıraktığı yerden kendi yolunda hareket edebilecek birisi olabilmelidir ki, pirinden kurtulabilsin. Hatta kendisinin kapanından bile kurtulabilmesi gerekir. Kendisinin kapanına tıkılı kalmış Antonioni’nin, ya da Wenders’in son filmlerini görmek bile yeterlidir ne kast edildiğini anlamak için!

Sinema Eleştirmenliğinin Durumu

Peki, yönetmen eğilimi böyledir de eleştirmen eğilimi farklı  mıdır? Özellikle Türkiye’de sinema eleştirmenliğinin fecaat düzeyde olduğun düşünüyorum. Film eleştirisi yazan akademik sinema eleştirmenleri, mesela Vavien için, muhtemelen Zizek’ten girecek, Lacan’dan çıkacak ve Batı’da sinema eleştirisinde ne modaysa onu eleştiri adına kullanacaklardır. Zaten akademik film eleştirisi bundan ibaret bu ülkede: Yapısalcılık, göstergebilim, post-yapısalcılık, post-modernizm… Anlamına nüfuz edebilmek ve o anlamı her noktasıyla deşifre edebilmek için, filmlerin ruhunun iğfal edilmesi. Ve belirli süre sonra filmleri değerlendirmek için “bilimsel” bir yöntem olarak sunulan bu akımlar, film yapımı için bir şablon haline dönüşüyor. Ruhu iğfal eden eleştirmenlikten, ruhu iğfal eden film yönetmenliğine iki yönlü geçiş böylece mümkün olabiliyor…

Vavien yukarıda bahsettiği birinci türden filmlere girdiği için, Batılı  “bilimsel eleştirinin” yöntemlerine biat etmiş eleştirmen sınıfı için katalizör… Eleştirmen, yönetmenyaratıcı sınırını iğfal eden bir sürecin katalizörü… Coen Kardeşler’in filmlerine övgüler düzen, Zizek’ten, Lacan’dan, Freud’dan döktüren eleştirmenlerin, sadece ikinci sınıf kopyasına “artık biz de Coen Kardeşler’in filmleri gibi filmler yapabiliyoruz” bakışıyla yaklaşması bu anlamda doğal. Fatih Akın’ın “Duvara Karşı” filmine, aynı eleştirmenler, benzer bir bakışla yaklaşmamışlar mıydı zaten! Sinema adına kendisinden, kültüründen hiçbir “yeni” şey koyamayan; yenilik adına “masturbasyon yapan bir genci göstermenin” tabu yıkıcılığından dem vuran bir sinema bu. Türkiye sinemasında tabu yıkmanın şehvetine kendisini fazlasıyla kaptırmış “sinema eleştirmeni kastı” için oldukça cazip bir durum bu anlamda! Ruhunu unutmuş insanların, nefsine ve bedenine bu derece hapsolmasında şaşılacak bir durum da yok ayrıca!

Film yapmak, sanat ya da sinema üzerine yazmak, düşünmek büyük bir sorumluluk gerektiriyor. Bu sorumluluk, Batı’da en elit versiyonları olan kimi filmlerin ya da sinema eleştirilerinin acenteliğini yapmakla yerine getirilemez. Eğer bir gün Zizek’i kopyalamak, Coen Kardeşler’i cilalamak dışında “kendimize ait” bir tutum belirleyemezsek, bu acentelik ila nihai devam edecek demektir. Semih Kaplanoğlu’nun Yusuf Üçlemesi bir milat bu aşamada. Üstelik yönetmen olarak da oldukça azınlıkta kalan bir yönetmen Kaplanoğlu. Hem Türkiye’de, hem de dünyada…  Ama maalesef sinema yönetmenliğinde Kaplanoğlu gibi sanatçıların yaptığının yanına dahi yaklaşabilen bir eleştirmen nüfuzuna sahip değiliz. O yüzden dön baba dön ikinci, üçüncü, dördüncü sınıf Coen kopyalarına başyapıt muamelesi yapıyoruz!

 

… Bu makale ilginizi çektiyse…

Sanat karanlıkta çakılmış bir kibrittir…

 ”…Neden bir natürmorta iştahla bakmıyoruz? Tersine ressam “yiyecek-gıda” elmayı silmiş, elmanın elmalığı ortaya çıkmış. Gerçek bir elmaya bakarken göremeyeceğimiz bir şeyi gösteriyor bize sanatçı. İlk harfi büyük yazılmak üzere Elma’yı keşfediyoruz bütün orjinalliği, tekilliği ile…” 

Bu kitapta Derin Düşünce yazarları sanatı ve sanat eserlerini sorguluyor. Toplumdaki yeri, siyasî, etik ve felsefî yönüyle… Denemelerin yanı sıra son dönemde öne çıkan, ekranları, kitap raflarını dolduran eserlere (veya ürünlere?) dair eleştiriler de bulacaksınız. Buradan indirin.

 

Derin Göz

 

Sanat’a bakmak için çeşitli yapıtlardan, ressamlardan istifade ettik: Cézanne, Degas, Morisot,  Monet, Pissarro, Sisley, Renoir, Guillaumin, Manet, Caillebotte, Edward Hopper, William Turner,Francisco Goya, Paul Delaroche, Rogier van der Weyden, Andrea Mantegna , Cornelis Escher , William Degouve de Nuncques.

Peki ya baktığımızı görmek, gördüğümüzü anlamak? Güzel’i sorgulamak için çağ ve coğrafya ayırmadık, aklımızı uyaracak hikmetli sözlere açtık kapımızı: Mevlânâ Hazretleri, Gazalî Hazretleri, Lao-Tzû, Albert Camus, Guy de Maupassant, Seneca,  Kant, Hegel, Eflatun, Plotinus, Bergson, Maslow, …

 (Buradan indirebilirsiniz)

 

 Baudolino (Umberto Eco)  Suzan Başarslan

Yazınsal bir yapıt, “basit bir obje değil, çok yönlü anlam ve ilişkilerle tabakalaşmış bir niteliğin çok yönlü organizasyonudur.”* Bu organizasyonun incelemesi de kendisi kadar zor bir organizasyonu gerektirir ki, bu yüzden bir yapıtın incelemesi adına günümüze değin, birçok kuram ve inceleme yöntemi geliştirilmiştir. Bu makalede Umberto Eco’nun yazdığı Baudolino adlı romanın incelemesi Gerard Genette’nin “Yapısal Metin İnceleme” yöntemine göre yapılacak ve yapıt, üç düzlemde incelenecektir. Bakış açısı, anlatıcı türü, ana düşünce, eserin yazılış tekniği, dil… gibi sorunlara da değinilecektir. İncelemede Şemsa Gezgin tarafından İtalyancadan Türkçeye 2003′te çevrilen Baudolino esas alınacak, tespit ve yorumlar çeviri yapıttan yola çıkılarak belirlenecek ve ifade edilecektir.  İncelemeyi kitap halinde indirmek için buraya tıklayın

Trackback URL

  1. 5 Yorum

  2. Yazan:selim sezer Tarih: Nis 21, 2010 | Reply

    Körlerle sağırlar birbirini ağırlar. Bu ödüllendirme sistemi sadece sinemada değil her alanda var. Herkes ideolojisine yakın insanlara ödül veriyor. Sol-sağ farketmez istisnalar çok az. Nobel Barış Ödülü bile Obama’ya veildiyse varın siz düşünün gerisini.En iyi film Oscarı da aynı. Mesela Mahsun Kırmızıgül pekçok jüri tarafından görmezden geliniyor. İskender pala gündeme getirmişti, Tüyap Kitap fuarları’nın onur konukları bile hep aynı ideolojiye menup insanlardan seçiliyor

  3. Yazan:Gürhan Tarih: Nis 22, 2010 | Reply

    Enver Bey,

    Jüriler ve onların seçimlerinin ne derecede sağlıklı ve nesnel olabileceği konusundaki görüşlerinizi paylaşmakla beraber,Vavien konusundaki nerdeyse “fake” yakıştırmanıza katılamadığımı belirtmek isterim.Ben filmi sinemada izleme fırsatı buldum ve çıktığımda,evet damağımda Coenesk(hani Kafkaesk falan var ya entel olmak lazım değil mi!) bir tat kalmıştı ne yalan söyleyeyim,hatta bunun ne dercede anlamlı bir tesbit olabileceği konusunda,sinema konusunda kendi yetersizliğimi de bir yana koyarak, bunu sadece birkaç sinemasever arkadaşımla paylaştım.Ancak film “kşisel beğeniler” çerçevesinde ele alındığı takdirde benim fena halde hoşuma gitmişti,keza birkaç sonra Radikal’de fatih Özgüven’in son derece olumlu kritiğini ve Coenler sinemasına atıflarını okuduğum vakit,nasıl demeli:yüreğim yağ bağladı sanki,bu bence çok da insani bir haldi,çünkü her bireyin yaşadığı o ana kadar kendi varoluş dinamikleri içinde önemli bir yer tutması gereken sanatsal bakışı ve gustosu tamamen sübjektif bir karakter gösterir ve birtakım izlenim ve etmenlerden etkilenmesi de son derece doğaldır bana kalırsa.Evet akademik olacağım diye,tamamı Batı medeniyeti kaynaklı kavram,dinamik ve düşünürlere atıflarla eleştiri yapma gayretini ben de gözlemliyorum,hatırlarsınız mutlaka,Türkiye sinemasının 80li yılların sonu ve 90ların başında içine düştüğü çok tuhaf,hastalıklı bir durum vardı.Toplumun hal-i pür melalini deşifre etmekten fersah fersah uzak,entellektüelliğin istenmeden bir “parodi” olarak lanse edildiği,sanatsal,kurgusal,düşünsel hiçbir derinliği olmayan zorlama “entel” filmler furyasıydı bu;ellerinde pipolar,boyunlarda fularlar,ellerde içki bardakları,fransız “creme de la creme” entellektüel cemaatinin beşinci sınıf taklidi kadın ve erkeklerin,incir çekirdeğini doldurmayan diyaloglarla ve isterik kahkahalarla “tartıştığı” bar sahneleriyle bezenmiş,teknik açıdan da son derece vasat altı filmler…Bu bir ara dönemdi ve geçti gitti.Geldiğimiz zamanlara baktığımızda sinemamızın, İran sinemasıyla beraber kendine uluslararası camiada ne dercede özel bir yer edindiğini görmek bana kalırsa hepimiz için guru vesilesi olmalı ki Bal’ın altın Ayısı bunun kanlı canlı bir örneğini teşkil etti.
    Vavien’e geri dönersek;ben orijinal DVD’sini de edinip kamera arkası ve yönetmen yorumlarını da izleme fırsatına sahip oldum.

    Enver Bey konu hakkında çok daha uzun uzadıya konuşmak isterdim ancak sanırım sitede bir sorun var klavye ile yorum alanına yazdıklarım arasında bir senkron sorunu oluştu.Zizek,Lacan,Baudrillard,Derrida vs. konularındaki keskin saptamalarınız hakkında da sizinle yapıcı bir tartışmaya girmekten büyük mutluluk duyardım, ancak teknik sorun beni engelliyor; şu kadarını söyleyerek şimdilik noktalamak zorundayım:Küçükömer’den,Mardin^den ,Cemil Meriç’ten gayrı gerçek anlamda düşünen aydınımız vaadı da,biz mi faydalanmadık

    diye düşünüyorum….

    Esen kalınız

  4. Yazan:eg Tarih: Nis 22, 2010 | Reply

    gürhan bey,
    güzel ve ince yorumunuz için teşekkür ederim. bir süre yorum yazmamak niyetindeyim. bir süre hem siteden, hem de yorumlardan uzak kalmak istiyorum. o yüzden sizinle bu konuyu tartışmak konusunda – şimdilik – heyecan ve arzum yok. tekrar kendime gelebilirsem birgün o zaman seve seve tartışabiliriz. ama şimdlik beni mazur görün…

  5. Yazan:Gürhan Tarih: Nis 23, 2010 | Reply

    Enver Bey,

    Sizi çok iyi anlıyorum,amiyane tabirle, bazen “çok ısınan dinamoyu” dinlendirmek gerekiyor.

    Hayırlı istirahatler dilerim.

    Görüşmek üzere…

  6. Yazan:Mehmet Emin Yıldırım Tarih: Nis 28, 2010 | Reply

    Merhaba E.G,

    Sinemanın hakiki açılımlarını, hakiki sinema yönetmenleri üzerinden yorumlamak suretiyle; çok güzel yazılar kaleme alıyorsunuz.

    Fikir babında; sinematografi ve bilinçsel ulaşım konusunda net bilgilere sahipsiniz. Oluşum süreci içerisinde; hakiki bilginin sanat tezahürünü algıyabilme becerisi de üstün tutulabilir bir açılımdır.

    Yani; sinema eserinin hakiki olabilmesini anlamak ve kendi bilinçsel yorumlarınızı anlatmak için kullanılacak tüm verilere sahipsiniz.

    Fikir oluşumu( Avamca kişisel dert)
    Sinematografik keskinlik,(Avamca yönetmenlerin teknik ulaşımları)
    Bilinçsel tüvevarım yetilerine sahip iseniz;( avamca hakikat ile kurulan inanç temelli bilinç düzeyi)

    Sizce, sizi bir hakikat sanatçıdan ayıran özellik nedir? (Semih Kaplanoğlu)Yukarıda lafzı geçen özelliklerin dışında bir hakikat sinema sanatçısının nelere ihtiyacı vardır? Şu an yaptığınız bir sinema eseri; Semih Kaplanoğlu tarafından yapılan yorumla mesela sizin yorumladığınız kategoriye girebilir mi?

    Bir sorgulama olarak görmezseniz sevinirim. Fikirlerinizi almak istiyorum…

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin