RSS Feed for This Post

Akademik Seçkincilik ve Demokratik Ahlak

Titrleriyle etrafı  titreten; uzmanlık alanlarındaki bilgilerinin oluşturduğu erişilmez haleden yanlarına yaklaşamadığımız insanlardır bilim adamları. Hele onlara bu “oyunun” en üst rütbesi olan profesörlük unvanı verildiyse, yanlarına yaklaşmak, onları eleştiriye tabi tutmak ancak akılsız işi gibi görünür. Bu yazı, bir akılsızın akıllıların işine burnunu sokmak olarak okunabilir.

Modern bilim ve o bilimin kilisesi olan akademi kendi rahiplerini yaratmıştır ve bunlar engizisyonun rahiplerinden de tehlikelidir. Çünkü modern bilimin oluşturduğu akademik yapı, demokratik eleştirinin önünü tümden kapatma gücü ile demokrasiden çok diktatörlüklere hizmet etmiştir! Tam bu noktada akademik bilginin sahiplerinin, modern öncesi bilgi sahiplerinden mahiyet olarak nasıl bir farkı olduğunu kısaca ele almak gerekiyor.

Bir “bilgi sahibinin” sunduğu bilginin değer kazanması  için, o insanda belirli bazı  özelliklerin olması gerektiğine inanırım. Ham bilgiye sahip olabilecek bir merciin profesyoneli olmak, o insanın size sunduğu bilginin doğru ve değerli olduğunu göstermez. O ham bilgiyi işleyebileceğinden emin olabildiğimiz bir akıl ve muhakeme kabiliyeti ararız insanda. Bu kriter bilginin üstündeki ilk kriterdir. Zira akıl ve muhakeme kabiliyeti olmazsa, sunulan bilgi, teyp kaydının tekrar tekrar dinlenmesinden fazla bir anlam ifade etmez. Hiyerarşik olarak bir üstte yer alan kriter ise satılığa çıkarılmamış bir vicdana sahip olmaktır. Son ve en önemli kriter ise, bütün bu bilgi-yorumlama hiyerarşisi hamuruna şekil verecek olan tevazu sahibi olmak halidir. Zira bu halin zıddı olan kibir, bütün bu bilgi-yorum ilişkisini murdar eder, çürütür ve değersiz hale getirir.

Modern akademik bilgi, her şeyden önce alanının dışındaki bilgilerle doğru bir hakikat ilişkisi kuramayan bir uzmanlık bilgisi olması özelliğiyle hikmet geleneklerinden büyük oranda ayrılır. Zekâ ve muhakeme kabiliyeti açısından her iki bilgi türünün “sahiplerinin” de pek bir farkı olduğunu düşünmüyorum. Ancak asıl farklar üstteki iki kriterde görülür hale geliyor. Vicdan, modern bilginin ve akademinin “ölçemediği için” çoktan bilim dışına attığı bir şey olması hasebiyle akademik bilgi profesyonelinin en çok eksikliğini duyduğu (ya da aslında bilmediği için hiç eksikliğini duymadığı) bir şey. En son kriter olan tevazu sahibi ve kibir düşmanı olmak hali, bence modern akademik bilginin sahibi ile, asıl amacı hikmet peşinde koşmak olan ve bu yüzden elinde tuttuğu bilginin “asıl sahibi” olmadığını bilen ilim sahibi insanlar arasındaki en temel fark olarak dikkat çekiyor.

İşte bu “eksik” ve “çarpık” yapı, akademik bilginin sahiplerini yeni bir tür dinin rahipleri yapan özellikler olarak dikkat çekiyor. Üstelik bu din, seküler bir din olduğu için, ilahî dinlerin en önem gösterdiği şeyler olan kibirden uzaklaşmak ve vicdan sahibi olmak gibi kriterlerin otomatik olarak dışarı atıldığı bir din… O yüzden etrafımızda, kibrinden yanına yaklaşamadığımız, kendi ultra-küçük uzmanlık alanlarının yarattığı fildişi kulelerinden her türden eleştiriye tüküren akademi profesyonelleri görmemiz rastlantı sayılmamalı. Üstelik bu tür bir seçkinciliğin, demokratik olan her şeyin karşısında duran bir iktidar alanını işaret ettiğini gözden kaçırmamalıyız.

Bu girişi Türkiye’de tanınan ve saygı duyulan iki akademisyenin aynı  gün söyledikleri sözler üzerine yazma ihtiyacı duydum. Zira bu iki akademisyenin tavrı, bir istisna değil bir genele işaret ediyor ve kesinlikle rastlantı değil bence. Asıl istisna olanlar, bu tür tavırları göstermeyen ve bu yüzden bilim dininin kâfirleri olarak görünenler olsa gerek! Yine rastlantı olmayan bir şey; bu “zıt tavırlı” akademisyenlerin, akademik bilginin ve bu bilgiye sahip olan akademi profesyonellerinin problemlerini en derinden ve içeriden keşfedebilmiş insanlar olmalarıdır.

Sözünü  ettiğim iki akademisyenden ilki, şu an Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı olan Mustafa Akaydın.  Akaydın, GATA’ya başörtüsü münasebetiyle alınmayan Emine Erdoğan’ın durumunu işaret ederek “Camiye ayakkabı ile giriliyor mu ki GATA’ya türbanla girilsin?” diyor. Çoğumuzu şaşırtacak bu tutum, beni hiç şaşırtmadı. Zira GATA’nın, bilim dininin mabedlerinden birisi olması hasebiyle, bilim rahipleri tarafından belirli kurallara tabi olduğunun açıklanması kadar doğal bir şey yok! Bu mantık, modern bilimin yarattığı bilim adamı profilinin mahiyeti doğru anlaşılamazsa ve istisna kabul edilirse şayet; darbecilere fahri doktoralar, profesörlükler verebilen bir üniversitenin ne menem bir şey olduğunu anlayamayız.

Örneğini vereceğim ikinci akademisyen ise İlber Ortaylı. Ortaylı, MHP’nin siyaset ve liderlik okulu faaliyetleri çerçevesinde yaptığı konuşmada açıkça ordunun darbe yapma yetki ve salahiyetinden bahsediyor. Konuşmasında benim en çok dikkatimi çeken şey “Sivil siyasetin kendini geliştiremediği ortamda darbe kaçınılmazdır. Bugün hiçbir siyasi parti gençleri eğitmiyor, gençlik kolları yok. Yeni yeni siyasi akademileşme başladı. Buralardan yetişen gençler partileri yönetirse, partiler kapatılmaz” kısmı oldu. Zira akademileşme, seçkinleşme ve demokratik zihniyetin uzağına düşme olması hasebiyle, bir akademisyenin dile getirmesi en doğal isteklerinden birisidir. Ordunun darbe yapabilmesinin meşruiyetini kurması açısından ilginç ve istisna gelebilir Ortaylı’nın sözleri. Ancak, bu sözler, akedemik elitizm ile militarist elitizm arasında, özellikle bizim ülkemizdeki kopmaz bağ bilinmezse, anlamlarının asıl mahiyeti asla hakkıyla kavranamayacak sözlerdir bence.

Türkiye, modern aydınlanmacı akademik bilgiyle hesaplaşmamış, hesaplaşmadığı için de Batı’daki seleflerinin sorgulamacı dönüşümlerini yaşayamamış bir akademisyen nüfuzuna sahip! İşte bu yüzden İlber Ortaylı’nın da, Mustafa Akaydın’ın da sözleri istisnayı değil genel manzarayı ifade ederler. “Benim oyumla, kapıcımın oyu aynı mı olacak?” elitliğinin, bilginin ahlakîleşmesiyle ilgisi olmamış bir kibrin ifadeleridir bu sözler. O yüzden darbecilere sahip çıkan üst yargılar, darbecilere fahri doktora veren üniversiteler, bin tür darbenin entelektüel altyapısını kuran akademisyenler vardır bu ülkede.  İşte bu yüzden modern bilgi ve akademi ile hesaplaşmadan, darbeci zihniyetle tam olarak hesaplaşılamaz!

Trackback URL

  1. 14 Yorum

  2. Yazan:MY Tarih: Şub 10, 2010 | Reply

    Doktorun bir hastaligi teshis etmesi gibi olmus. Sonunda degindigin olaylarin yerine baskalari da konabilirdi, il yarisindaki “giris” kismi çok net, adeta bir sözlük, bir ansiklopedi netliginde. (ansiklopedizmin militanlarina duyurulur 🙂

    bu bakimdan çok severek okudum. Insanin dogasindan yola çikman yazidaki teshislerini “çag/ülke/ideoloji disi” bir zemine oturtmus. Eminim bundan seneler sonra bile istifade edilebilecek bu yazidan.

  3. Yazan:aziz yılmaz Tarih: Şub 10, 2010 | Reply

    İyi güzel yazmışsınız da sevgili Enver bey kardeşim,peki yazdıklarınızı meydan larus,britanika,wikipedi vs ya da uluslar arası hakem kurulları yayımlamayacak olursa n’ olcak:)))
    Bir de ansiklopediler var malum.Makaleniz ansiklopedilere giremeyecekse gene sınıfta kaldınız demektir:)))
    Yani bahsi geçen akademisyenlerimizin talihsiz beyanlarının basında yer almasının,kısacası alıntı yaptığınız sözlerin tescilli kanıtının da bir önemi yok…şayet wikipedide,bir ansiklopedide felan yer almayacaksa bu yazdıklarınız birer “efsane”den öteye gitmez(Miş)!

    Ha,söyledikleriniz doğru olabilir,akıl ve mantık süzgecinden geçirilerek muhasebe edimiş olabilir (ve ayrıca vicdandan da süzülüp gelebilir)…Üzgünüm.İlla ki ansiklopedi:))

  4. Yazan:Atılım Ateş Tarih: Şub 11, 2010 | Reply

    Yazınızın temelinde yer alan varsayımların bazılarını sorgulamak istiyorum.

    1) “Vicdan, modern bilginin ve akademinin “ölçemediği için” çoktan bilim dışına attığı bir şey olması hasebiyle…” diyorsunuz, etik denen bir felsefe dalı olduğunu, bilimde, tıpta ve mühendislikte etik standartları oluşturma konusunda gayet ciddi çalışmalar yürütüldüğünü bildiğinizi sanıyorum. Bu çalışmalar size neden yeterli/anlamlı gelmiyor?

    2) “…ilahî dinlerin en önem gösterdiği şeyler olan kibirden uzaklaşmak ve vicdan sahibi olmak gibi kriterlerin otomatik olarak dışarı atıldığı bir din.” Üstte bahsettiğim etik çalışmalarının neden size anlamlı gelmediğinin cevabı belki de burada. Ahlakın yegane kaynağının ilahi olduğunu düşünüyorsunuz sanıyorum. Sizce bir ateist ahlaklı/vicdanlı olamaz mı? İnsanları iyi ahlaklı ve mütevazı yapan şey yalnızca cehennem korkusu mudur?

    3) “Zira bu iki akademisyenin tavrı, bir istisna değil bir genele işaret ediyor ve kesinlikle rastlantı değil bence.” Akademik elitizmin tam karşısında anti-entellektüelizm var desem, ve neden sadece sesi en çok çıkan akademisyenlere bakarak genel bir yargıya vardığınızı sorsam cevabınız ne olur?

    4) “Sivil siyasetin kendini geliştiremediği ortamda darbe kaçınılmazdır.” sözü darbeyi nasıl meşru kılmaktadır? Kotların maskesiz taşlandığı bir ortamda kanser kaçınılmazdır desem kanseri meşrulaştırmış mı oluyorum?

    Sözün özü, bilim ve ahlak ilişkisi konusunda peşin hüküm verdiğinizi düşünüyorum.

    Saygılarımla,

    Atılım Ateş

  5. Yazan:MB Tarih: Şub 11, 2010 | Reply

    Enver Bey
    Öncelikle bu güzel yazınız için çok teşekkür ediyorum…Böyle bir yazıya çok büyük ihtiyaç vardı doğrusu…Yazınız bilimpereslere ve ansiklopedistlere manifesto gibi olmuş.
    Mehmet Beyin tabiriyle, yazı mükemmel bir teşhis yazısı olmuş. Sebep ve sonuçlarıyla herşeyi ortaya koymuşsunuz. Yüreğinize sağlık.

    Aziz Bey
    Yorumlarınız ruhuma aynı zamanda neşe ve tebessüm veriyor. Bilgilerinize…

  6. Yazan:MB Tarih: Şub 11, 2010 | Reply

    Sayın Atılım Ateş

    Ahlakın yegane kaynağının ilahi olduğunu düşünüyorsunuz sanıyorum. Sizce bir ateist ahlaklı/vicdanlı olamaz mı? İnsanları iyi ahlaklı ve mütevazı yapan şey yalnızca cehennem korkusu mudur?(A.A)

    Mutlaka Enver Bey daha güzel cevap verecektir. Ancak yine de ben fikirlerimi söylemek istiyorum..

    Sanırım şunu demek istiyorsunuz;
    Ahlakın kökeninin din olmadığını, Seküler bir ahlakın da pekala olabileceğini savunuyorsunuz? Yanılıyorsam düzeltin.

    Önce şunu teslim edelim. Dinsiz insanlar da pekala ahlaklı olabilir. Buna mukabil dindar olup, ahlak yoksunu insanlar da mevcut olabilir. Hepsinin türlü örnekleri var toplumumuzda.

    Ancak asıl soru şu olmalı; bireylerin dine referans vermeden ahlaklı olup olamayacakları değil. Asıl soru, dinden tümüyle bağımsız bir “ahlak anlayışı”nın inşa edilebilir ve korunabilir olup olmadığıdır.

    Meselenin bir başka boyutu “Benim dini inancım yok” diyen çoğu insanlar, aslında topluma sinmiş din kökenli ahlaki değerlere inanıyor..

    Dini değerler, toplum sekülerize dahi olsa, bu etki belki bir iki kuşak daha devam ediyor. Ya sonrası… Zamanla bu değerleri korumanın bir gerekçesi kalır mı sizce? Ya da bunu garanti altına alabilir misiniz?

    İşte, dinden kopmuş bir kültürün, gayrı-ahlaki bir yöne savrulmayacağının hiç bir garantisi yok. Ortada din gibi bir referans kaynağı olmayınca, topluma ve bireylere “nasihat” verecek sağlam bir otorite de kalmıyor. İpini salmış bir sandal misali, rüzgar nereye eserse oraya gitmek olacaktır hedefsiz bir şekilde…Sonuçta o sandal ya kayaya çarpıp parçalanacaktır ya da okyanus ortasında yapayalnız kalacaktır. Her iki sonuçta sandal için felakettir.

    Saygılar…

  7. Yazan:Atılım Ateş Tarih: Şub 12, 2010 | Reply

    Sevgili MB,

    Dinsiz insanların da ahlaklı olabileceği tesbitini yaptınız, ama yorumunuzda yaptığınız analizle dinsiz insanın ahlaki değerlerinin de inanan anne-babadan kaynaklandığını savunmaktasınız. Yani insanları iyi ahlaklı ve vicdanlı yapan şeyin cehennem korkusu/din etkisi olduğunu düşünüyorsunuz. Kendisi inanmasa bile içine doğduğu dindir ahlakın kaynağı diyorsunuz.

    Tabii siz din derken aklınızda geri planda hep tek tanrılı, semavi dediğimiz dinler var. Hindu ahlakı konusunda ne düşünüyorsunuz? Semavi bir din değil, çok tanrılı. Ama bildiğim kadarıyla onların sandalı kuşaklardır yüzüyor.

    Çin ya da Japon ahlakına ne diyelim? Şintoist ahlak, Konfiçyüs ahlakı vs, kaynağını üç kitaptan almayan gelenekler ve ahlak değerlerine sahip insanların yaşadığı ülkeler bunlar. Bu sandallar da gayet güzel yüzmekte.

    Ahlakın kaynağını nereye koyacağız şimdi? Ahlakın kaynağı tek tanrılı dinler değilse, puta tapanda bile belirli bir ahlak standardı varsa, belki de ahlakın kaynağı fıtrattır. Belki de bir arada yaşama ihtiyacımızdır ahlaklı olmamızın sebebi. Yani belki de Allah bizi zaten ahlaklı ve vicdanlı olabilme yetisiyle yaratmıştır.

    Aklınız başınızdaysa, kendinizden olanı öldürmekten çekinmiyorsanız bir gün birinin de sizi öldürebileceğini düşünebilirsiniz. Komşunuzun hakkına saygı duymuyorsanız kavgasız bir gününüzün geçmeyeceğini düşünebilirsiniz.

    Ve tabii ki bunu düşünemeyenler de var. Ve tabii ki bunu düşünemeyen bilim adamları da çıkıyor. Ve tabii ki bunu düşünemeyen insanlar var diye biz tüm insanlığı ahlaken özürlü ve bir başına yol yordam bulamaz ilan etmiyoruz.

    Tekrarlıyorum, akademik elitizmin tam karşısında anti-entellektüelizm var. Bir hatayı eleştirmenin yolu onun tam karşısındaki hataya düşmek değildir. Yani burada ahlak açısından eleştiri bence tali, esas olan anti-entellektüel tavır, ve o tavrın getirdiği peşin hükümlülük.

    Sevgiler, selamlar.

  8. Yazan:MB Tarih: Şub 13, 2010 | Reply

    Sayın Atılım Ateş

    Ahlakın kaynağını nereye koyacağız şimdi? Ahlakın kaynağı tek tanrılı dinler değilse, puta tapanda bile belirli bir ahlak standardı varsa, belki de ahlakın kaynağı fıtrattır. Belki de bir arada yaşama ihtiyacımızdır ahlaklı olmamızın sebebi. Yani belki de Allah bizi zaten ahlaklı ve vicdanlı olabilme yetisiyle yaratmıştır. (A.A)

    Maalesef argumanınız yanlış. Zira insan önce kendini tanımakla başlamalı işe. Şayet insanlar nefisleriyle baş başa bırakılırlarsa, duygularına ve davranışlarına yön veren nefsi emmaredir (kötülüğe emreden içgüdü diyelim). Hz. Yusuf’un örneğinden yola çıkarak O’nun bile Allah’ın özel yardımı olmadan bazı durumlarda acze düştüğünü ve yaşadığı talihsiz olaydan sonra ”Ben nefsimi temize çıkarmam, Çünkü Rabbimin merhamet ettiği hariç, nefis aşırı derecede kötülüğü emreder” (Yusuf suresi , 53) dediğini Kuranı kerimden öğreniyoruz.

    Yani ahlakın kaynağı fırattan gelmez. Ahlakın kaynağını insan doğasına fıtrata dayandırmak yerine, Allahın koyduğu sınırları korumak ve korumaya teşvik etmekle bağlantılıdır şeklinde düşünüyorum. Zaten ilahi kitaplarda bu konuda sık sık ısrarlı bir biçimde uyarılarda bulunur.

    Bu durumda, ancak ve ancak Allah’ın koyduğu sinirların korunması durumunda bir takım ahlaki değerlerden bahsedilebilir.

    Yoksa bahsettiğiniz modern dünyanın ya da Çin, Japon veya Hinduların alışkanlık haline getirdiği kültürel ya da geleneksel değerler adı altında bir takım argumanlar uydurur hukuk ve ahlak konularında bile bunlar baz alınmaya başlarsa, ipi koparılan sandaldan farkınız kalmaz. Dalgaların sürüklemesiyle okyanusun ortasında çaresiz bir şekilde kalakalırsınız.

    Nitekim düne kadar zinayı ahlaksızlık ve kanun dışılık olarak tanımlayan insanlık alemi, bugün bu davranışı özgürlük kabul edip korumaya almamış mıdır? Dahası hem cinslerine dahi yönelmelerini tabii görüp savunmaya geçmesi okyanustaki sandalda uyandığının resmidir. Artık tek bir çare kalmıştır? Acaba sandalı buralara savuran dalgalar, onu tekrar geri götürecek midir? Çünkü başka sansı kalmamıştır.

    Bu vesile ile ifade etmeliyim ki ;

    “İnsan, insan eline bırakılmayacak kadar değerlidir”

    Dilerseniz yarın devam edelim…Beni anlamaya çalışmanızı ümit ederim, aksi taktirde gece geç saatlere kadar uykusuz kalmış olmam yanıma kar kalacak 🙂 sürçi lisan ettiysem affedin…

    Sevgi ve Saygılarımla….

  9. Yazan:Atılım Ateş Tarih: Şub 14, 2010 | Reply

    Sayın MB,

    Çin, Japon ya da Hindu ahlakının neden yanlış olduğuna dair bir kanıt öne sürmemişsiniz, sadece yanlış olduklarında ısrar etmişsiniz. Üstelik modern sözcüğünün de benim argumanında yeri yok, yani bu yazışmada modernizmin nimetlerinin de eleştirisinin de yeri yok. Modern öncesi fenomenler olan, kaynağının vahiyeden almayan ama din haline gelmiş sosyal kurallar ve ahlak kodları konumuz.

    Üstelik ahlakın kaynağının fıtrat olması, nefsi dizginlemek için Allah’a sığınmaya bir engel de teşkil etmiyor. Daha önemlisi Kuran’daki Hz. Yusuf örneğinde Yusuf zaten erdemsizlikten sakınmak istiyor, ve bunun için Allah’tan yardım istiyor. Yani ahlaka uygun olanı istemek fıtratında var.

    Burada bir ilginç fenomen Budizm ve Hinduizm’de (ve din sayılıyor mu bilmiyorum ama Konfiçyüs felsefesinde) iyi ahlakın dine entegre olması. Yani insanlar iyi ahlakta ilahi bir yan görüyorlar. Ama bu dinler vahiye dayanmadığına göre, bu ahlak kurallarının iyi olduğuna karar verenler yine insanlar.

    Tabii buraya bir şerh düşmeliyim: İnsanların iyiyi bulmasını kastederken her insanın tek tek bu yeteneğe sahip olmasını kastetmiyorum. Önceden de yazdım, bu yetiye sahip olmayan insanlar var, ama onların varlığı tüm insanlığı ahlak açısından rehbersiz yapamayacak durumda görmeye yeter mi?

    O zaman iyi ahlakta ilahi bir yan görmeyen, çünkü bir ilah olmadığına inanan ateistler olamaz mı? Bence bu insanların varlığı nedeniyle seküler ahlak denen bir kavram var.

    Bu argümanı çürütmek için kanımca Hindu ya da Budist ahlakının insanları bir açmaza sapladığına dair kanıtlar getirmeniz gerek.

    Sonuçta eğer insanlarda emredilmeksizin ahlaklı olabilme yetisi varsa bilim insanlarına bilimden dini kovdukları için ahlaksızdırlar demek bence hatalı bir genellemedir.

    Selamlar…

  10. Yazan:MB Tarih: Şub 14, 2010 | Reply

    Sevgili Atılım Ateş

    Müsaadenizle Mehmet Yılmaz Beyin Fahişelik, Şehitlik ve Özgürlük Yazısından alıntı yapmak istiyorum…

    Bir insanı eğitim yoluyla “ahlâklı” yapmak mümkün mü? En azından vicdanının sesini duymaya ve komutandan, patrondan önce vicdana uymaya hazır hale getirebilir miyiz çocukları? Belki de millî eğitim isimli çamaşırhanelerde beyinleri yıkamasak, onlara kulaklarını tıkamayı öğretmesek zaten duymaları gereken sesi duyacaklar…

    Ahlâkın fizik ya da kimya bilgisi gibi öğrenilebilmesi için önce objektif bir biçimde tarif edilmesi gerekir şüphesiz. Yani inançları ne olursa olsun herkesin kabul edebileceği tanımlar yapmak: Erdem, iyi-kötü, suç, günah, ceza…

    Fakat “ahlâkı tarif edelim” derken yani bu kavramı bir norma sokarken, standartlaştırırken faşizmin kucağına düşmekten kendimizi nasıl koruyacağız? İslâm’ın tam tersi olan Humeynizm’den ya da Kemalcilikten kendimizi nasıl koruyacağız?

    Faşizm ve ona yakın duran her türlü oluşuma karşı liberallerle hemfikirim. Yani devlet eliyle erdemin tarif edilmesi ve halka dayatılması felaketten başka bir şey getirmiyor…(MY)

    Bu yazı ufkumuzu genişletebilir…

    O zaman iyi ahlakta ilahi bir yan görmeyen, çünkü bir ilah olmadığına inanan ateistler olamaz mı? Bence bu insanların varlığı nedeniyle seküler ahlak denen bir kavram var.(A.A)

    Dine inanmadığı halde, ahlak ilkelerine uyan bir insanın, dinin ahlak için gereksiz olduğunu iddia etmesi doğru değildir. Kendi ahlak problemini çözen insanlar olabilir, ama böyle insanların varlığı dine ihtiyaç duymamızı gereksiz kılmaz…

    Bir başka boyutta şudur ki, ahlakta din gibi sadece bilgi ve inanç meselesi değildir. Ahlakın hayata geçmesinin, fert ve toplum hayatında etkili olabilmesinin şartı EĞİTİM’dir.

    Sanırım Hepimiz “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi” derslerini okuduk…(Mehmet Yılmaz Bey’de aynı yazıda konuya değinmişti.) İsme dikkat. Dinin kendisi, özü değil kültürü, bilgisi verilecek, başka ahlakın da bilgisi verilecek. Buna mukabil eğitimi yapılmayacak ???

    Toparlayalım.
    Söylediklerinizin hepsine karşı çıkmıyorum elbette…

    Her insanda bir ahlak vardır. İnsan bir bakıma ahlakı olan bir canlıdır. Ahlak da iyi ve kötü olarak ikiye ayrılır…
    Nefs meselesini unutmamak gerekir.

    Meselenin asıl boyutu İslamın insan hakkında ne buyurduğudur.

    “Biz gerçekten insanı en güzel biçimde yarattık. Sonra onu aşağıların aşağısına indirdik” (Tin Suresi 4-5)

    İşte insana dair temel yaklaşım bu olsa gerek. O yani insan, en güzel biçim (Ahseni Takvim) ile aşağıların aşağısı (Esfeli Safilin) arasında gidip gelmektedir. Bunun anlamı, onun SOYUT ve MUTLAK anlamda bir değer ifade etmeyip, sahip olduğu, benimsediği, özümsediği ve hayatına kattığı değerler oranında değerli ya da değersiz olduğudur.

    Kısaca şunu söyleyebilirm…
    Kanaatimce; Ahlakın kaynağı, ikamesi, sınırları ve koruyucusu Din, destekçisi Vicdandır.
    (Her insanda iyi kötü vicdan bulunabilir. Bu nokta karıştırılmamalı. Zira her insanın İslam fıtratı üzerine doğduğuna inanıyorum…

    Buna mukabil eğitim şarttır 🙂

    Çok sevdiğim birkaç sözü tekrarlamak istiyorum…

    “İnsan insanın eline bırakılmayacak kadar değerli bir varlıktır”

    “Ne irfandır veren ahlaka yükseklik ne vicdandır.
    Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır.”

    Sevgi ve muhabbetle kalın

  11. Yazan:Ahmet Selçuk Tarih: Şub 25, 2010 | Reply

    BU YANDAŞLIK SİZE DE KALMAZ 🙂

    OO Aziz bey,

    İletiniz için teşekkürler. Pek bir yandaş gördüm sizi. Ne de güzel aşağılamışsınız ansiklopedileri, kütüphaneleri, bilginin evrenselliğini. Ve dolayısıyla-aklınızca- beni.

    E tabii, ansiklopediler bilgiler çıkınca takke düştü di mi, kel görünecek. Haydin yandaşlar cihataaaaa !..

    Akademik bilgi ve hoppp “darbeci zihniyet”… Hoppala!.. “Kuantum fiziğinden söz açılmışken, Osmanlı İmparatorluğunda Tımarlı sistemi” gibi bir şey. Neyse, ezber belli.

    Bütün yazılara bakın, bu temalar hortlar dört bir yandan:
    1. Başörtüsü
    2. Darbeci askerler
    3. Demokrasi düşmanı Kemalistler
    4. Din dedin mi de sadece Arapçı-sunni İslam diyeceksin, başkası olmaz.
    5. Demokrasi diycen ama hiçbir çözüm gösteremeyip anca eleştiricen, kötüleyecen.

    Bunlar da şu dedi, bu dedi şeklinde referanslarla verilir. Yabancı kaynaklar ise tam bir komedidir. En son Richard John Neuhaus verilmiş, bir Amerikalı düşünür olarak.
    Kendisi , Amerikalıdır, Rahipdir, Bush’un akıl hocası, Cumhuriyetçi, politik bir şahısdır. Daha dünya literatürüne “düşünür” olarak geçmemiştir.

    Daha örnek mi istiyorsunuz. Evrim Teorisini gene burda çürütürler (!). Kanıtlarıyla ve belgeleriyle AB ve ABD’nin tüm okullarında okutulduğunu gösterince, Evrim konusu biraz duruldu. Ansiklopediler, bilgiler rahatsız etti sizi, farkındayım.

    Mayr olayı, Darwin ödülü almış bilimciyi Evrim karşıtı diye verdiler. Atatürk faşist ve ırkçı dediler.Wikipedia’dan gösterdik. Bedava ansiklopedi, falan dudak büktüler. Britannica ‘dan sayfasıyla satırıyla verdik, görmezden geldiler.

    Zürcher Atatürk hakkında faşist diyor diye kanıt gösterdiler, zürcher ile e-mail ile görüştüm, adam “ Atatürk’e faşist veya ırkçı diyecek tarihçi bulamazsınız” türünde şeyler diyor. Bütün bunlar rahatsız etti, söylenti-dedikodu yapma özgürlüğü nerde yahuu :))))

    Yani istenen şu: burada politik çıkarı, menfaati ne gerekiyorsa , şu yukarda saydığım ezberler doğrultusunda yazılacak. Ben de gerçeği çıkardığım zaman karşımdakilerin “ Özür dileriz, nasıl böyle bir hata yapmışız” falan diyeceklerini falan sanıyordum.

    Burada size bir adap göstermeye çalışıyordum. Benim üniversitede 40 milletten 40 arkadaşım var, her zaman tartışır, fikir alışverişinde bulunuruz. Hiç bir ortak noktamız yok. Aydınlanmış evrensel değerler dışında. Ve çok da iyi dostuz. Vicdan, adalet var. Ahlak var.

    Aydınlanmadan bunlar olmuyor, bunu iyice anladım. Hem zamanım gidiyor, hem sinirim bozuluyor. Siz yandaş sohbetinize devam edin arkadaşlar.

    Ama Aziz bey şu sizin yazdığınız alaycı, küçümseyici yandaşlığınız kadar sinir bozucu olmadı hiç biri. Bravo !. Bu kadar yandaşmışsınız yani, bu kadar düzeysiz ve alaycı yazabiliyorsunuz. Tebrikler.

    Bari bir şeyi doğru anlamış olsaydınız: Bu yazılar öyle dergilerde, ansiklopedilerde yayınlanacak değil. Bir konu yazılırken, işkembeden yazılmaz. Açarsın literaturu, “Akademik Seçkincilik” diye bir terim varmı, “Demokratik Ahlak” nedir, ona bakılır.

    Şu lafa bakın: “Türkiye, modern aydınlanmacı akademik bilgiyle hesaplaşmamış, hesaplaşmadığı için de Batı’daki seleflerinin sorgulamacı dönüşümlerini yaşayamamış bir akademisyen nüfuzuna sahip!

    Bir de AYDINLANMA diyor 🙂 Şu cevabı size o Batı’nın göbeğinden yazıyorum. Sizin Batı ve Evrensel değerlerle uzaktan-yakından bir ilişkiniz veya sohbetiniz olması mümkün değil.

    Aydınlanmamışsınız ki, ortaçağ yandaşlığından, laik evrensel değerlere gelememişsiniz daha.

    Ansiklopedi istemiyormusunuz ? Britannica, Hakemli dergiler vs. Hiçbirini Kabul etmiyorsunuz di mi?

    Alın size tam istediğiniz gibi bir yazı:
    “Türkiye Afrika’da bir ülkedir. Komşusu Yeni Zelenda ve Brezilya’dır. İklimi de Antarktika ile aynıdır.”

    Şunu da söylüyorum:
    Ne ansiklopedi kabul ederim. Ne hakemli dergi/yayın. Standart da neymiş? Bilim zaten pozitivisttir. Evrimi de çürüttüm. Nokta.

    **************

    Fetullah Gülen, Amerika’da kalabilmek için canını dişine katıyorsa, Humeyni Fransa’ya kaçmışsa, bu site Fransa’dan yayın yapıyorsa diğer tüm dinciler de Laik ülkelerde sığınak arıyorsa, YANDAŞLIK olmadığı içindir. Şu bana yapılan terbiyesizlik, burada sizlere yapılmaz.

    Burada bizim gibi insana insan olduğu için değer veren eşitlikçi-Laik insanlar olduğu içindir.
    YANDAŞLIK yaygın olduğu için de Türkiye bu haldedir. ADAMCILIK, KAYIRMACILIK, YANDAŞLIK.. Ve tabii ki öte yanda ezilen, sömürülen insanlar, halk.. Ama vicdanlar rahattır, cennette yerler garantidir 🙂

    Ve tabii ki tembellik, araştırmadan-incelemeden- değişik perspektiflerden bakamadan bulunan sonuçlar !..
    Ortaçağ, gelişmemiş değerleri bunlar, maalesef. Atatürk bir aydınlatma başlattı ama daha çookkkk zaman alacak bu aydınlanma. Daha ansiklopedileri, kütüphaneleri küçümseyen aşağılayan, kabul edemeyen yandaş bir zihniyetten bahsediyoruz.

    Siz AYDINLANA ve YANDAŞLIK’dan vicdana ve adalete evrilene kadar, Tüm site yandaşlarına hayatta başarılar.

    Artık istediğiniz gibi sallayabilir, ezberinize müritler bulmaya devam edebilirsiniz. Artık körler sağırlar birbirini ağırlasın.
    Size ansiklopedilerden, bilimsel kaynaklardan yanlışlarınızı gösterecek biri olmayacak.
    (Erkekseniz teker teker gelin diycem ama hepinizle uğraşmaya ne zamanım var ne niyetim 🙂

    Elveda!..

    ****************

    En sonunda,

    bu sitenin bence manevi babasına müsadenizle teşekkür etmek istiyorum:

    Hörmetler Kenan amca. Başarılı olmuşsun netekim. Eserinle övünebilirsin netekim.

  12. Yazan:eg Tarih: Şub 25, 2010 | Reply

    kemalistler ikiye ayrılıyor: birincileri aleni bir şekilde küfürü, tehditi kendi karakteri yapmış sallayıp duran türden kemalistler. ikincisi ise ahmet selçuk bey tipi kemalistler.

    ikinci tip bu kemalistler (ki bu tiplere kendilerini özgürlükçü solcu diyen ama varsa yoksa stalin, politzer vs. döndürüp duran solcuları da dahil edebilirsiniz) şöyle anlaşılırlar: bunların bir “ruhu” olmadığı için genellikle heyecan, sevgi, aşk gibi şeylerden bi-haberdiler. yazdıkları “şeyler” genellikle bu ruhsuzlık şablonuna uyar:

    yazıya önce “mesajınız için teşekkürler gibi kusturucu bir ‘saygı’ cümlesiyle başlarlar.

    sonra birinci tür kemalistlerin yaptığı gibi bilimum pisliklerini ortaya dökerler. ne yandaşlık, ne bilimdışılığınız kalır kusulmadık. üstelik kendileri bilimden zerre kadar anlasalar içiniz gam yemez. ama çoğunluk bu adamlar ya fosilleşmiş pozitivist hödüklerdir, ya da çocuk yaşta heyecanlı “namzet faşistlerdir”. üstelik kusmuklarını ortaya dökerken de smiley işaretlerini asla unutmazlar. zira size “ben bunları yazıyorum ama işte bakın ne kadar rahatım, ne kadar da kendimden eminim” havası vermek isterler.yazdıklarının içinde mutlaka sizin ne kadar subjektif, kendilerinin ne kadar objektif ve bilimsel oldukları yumurtlamadan edemezler.

    ve sıkı durun bu tip ikinci tür kemalistleri ayırd edici özelliklerin başında yazılarının en sonunda kullandıkları “Saygılar”, “sevgiler” türü hürmet belirten (diş gıcırdadırken hürmet gösterilerini ben sömürgeci ingilizlerin adam keserkern smokinlerine kan bulaştırmamalarına benzetirim. tipik ruhsuzluk belirtisidir bu nezaket ya da kibarlık yerine…insan eğer birisine kin duyuyorsa bunun herşeyiyle arkasında duracak kadar da adam olabilmeli!bu anlamda birinci tür kemalistler bu ikinci türlerden kesinlikle daha ‘adam”dırlar!) kelimeler gelir. yani giriş saygı ile başlar, gelişme küfürler, aşağılamalar ile devam eder, sonuç saygı cümleleriyle bitince kendilerini çok kibar, çok nazik zannetmek gibi bir tür garabet hakimdir bu arkadaşlara…Allah ıslah etsin diyeceğim ama Allah kendisini değiştirmeyenleri değiştirmez…umutsuz vakadırlar fazla ciddiye almaya gelmez aslında. ama bizim site en umutsuz vakalarda dahi bir umut görecek kadar iyi niyetli insanlara ev sahipliği yaptığı için böyle bir insanı ciddiye alıp tartışabiliyoruz “hala”…

  13. Yazan:toruk Tarih: Şub 25, 2010 | Reply

    “Bu insanlar nerede yanlış yapıyor?”

    “Bu insanlar nerede, ben nerde yanlış yapıyorum?”

    “Bu insanlar, ben nerde yanlış yapıyorum?”

    “Ben nerde yanlış yapıyorum”

    “Ben nerde yanlış yapıyorum?”

    “Ben nerde yanlış yapıyorum?”

    “Ben nerde yanlış yapıyorum?”

  14. Yazan:aziz yılmaz Tarih: Şub 25, 2010 | Reply

    Ahmet bey,

    Az önce bir başka başlık altında size bir ileti göndermişken aniden bu iletinize rastladım.

    İronik bir raslantı oldu doğrusu.Aslında bir cevap bekliyordum sizden-bu başlık altındaki yorumla ilgili-fakat tepkinizin bu kadar şiddetli olacağını hiç düşünememiştim.

    Bilimi,bilgiyi ve dolasıyla sizi küçümsediğimi belirtmişsiniz.Bilimi değil ama sizi küçümsediğimi düşünmüşseniz üzülürüm.Ne sizi ne de başka bir yorumcuyu küçümsemek,alaya almak gibi bir niyetim olmadı asla.Ama espri amacı taşıyan sözlerimden böyle bir şey çıkarmışsanız sizden özür dilerim.

    Her neyse benim amacım sizin yorumlama(okuma)biçiminden farklı bir intiba yarattığından verip veriştirmişsiniz.Ziyani yok,canınız sağolsun.

    Fakat bu sinir harbiyle klavyenin başına geçince sanırım hakkımda doğru yanlış demeksizin bir öc alma hissine kapılmışsınız.

    Yandaşlık,Fetullahçılık vs.duygusal bir rahatlama adına bodoslama dalmışsınız maşallah.

    Ben yine de düzelteyim.Yanlış anlamayın kendimi size kanıtlamak gibi bir amaçla yapmıyorum bunu.Siz yine de nasıl anlamak isterseniz öyle anlayın.Çok da önemsemiyorum,çünkü vicdanen rahat isem başkasının hakkımda ne düşündüğüne fazla da önem vermem.

    Şimdi gelelim yorumunuza.

    Evet Enver beyin yazısı altına,aşındırma derecesinde kullandığınız “ansiklopedi tavsiyesi”ne bir gönderme yaptım-size-,doğrudur.Tekrar ediyorum,tartışmaya mizah katmayı amaçlamaştım ancak kalbinizi kırıp güceneceğinizi bilsem bundan imtina ederdim.

    Ancak,şunu da bilmenizi isterim.Beni “yandaşları”olarak tanımladığınız kesimlerden de,her fikir paylaşımında Kur’an ayetleriyle cevap vererek kendisini bununla sınırlayan bir katılımcıya da benzer tavrı gösterir itirazımı yapardım.İçeriğine değilse de doğrudan referans gösterilerek yaşanan gerçeklere “nokta”nın konması bana uyan bir tartışma metodu değil.Hele ki sizin yaptığınız şekilde bıktırıcı derecede bir tekrara dönüşürse.Fakat tepkiniz kulağıma küpe oldu,yarın bir gün Kur’an ayetleriyle karşıma çıkıp tartışan birine itirazımı iletirken daha dikkatli olurum herhalde.

    Kısacası bilgi üreten kaynaklar elbette insanın bilgilenmesinde önemli bir rehberdir ve büyük önem arzderler,bunda kuşku yok.Ancak tüm insani donanımlarımıza karşılık ansiklepedileri,sözlükleri vs.bir kullanma kılavuzu gibi de yanımızda taşıyamayız.Bilmiyorum size uygun,hatta en doğru metod gibi gelmiş olabilir ama bence bu tarz bir bakış açısı insanın kendini redetmesi,kendi akıl ve zekasından,duygu ve düşüncelerinden vazgeçmesi/ödün vermesi anlamına gelir.

    Ben bilimin savunma bekçisi ve inançlı bir muridi olma adına kendi algılarımdan,duygu ve düşünce dünyamdan vazgeçemem.Ne bilim ne de bir ideoloji,inanç ya da felsefe adına…Yok bunlar sizin için kutsallık derecesinde vazgeçilmez, değişmesi/değiştirilmesi dahi teklif edilemeyecekse ne diyeyim,”hayırlı olsun” demekten başka.

    İyi günler diliyorum.

  15. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Şub 25, 2010 | Reply

    Ahmet bey,

    Zürcher’in mektubunu hala bekliyorum. Zürcher ne “gibi şeyler söyledi” hep birlikte irdeleyelim. Email adresim: ekremsenai@yahoo.com. Sitenin yayın kurulundayım. Mektubu gönderirseniz, kendisinden teyit ve izin aldığımız zaman yayınlayacağıma söz verdim. Siz de sözünüzü tutup lütfen iletiyi gönderin.

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin