RSS Feed for This Post

Kırmızı Bayraklı Kız

Ekrem Senai image002.jpg

Hrant Dink’in öldürülmesinden sonra, toplanan protestocuların “Hepimiz Ermeniyiz” diye bağırdığını televizyonda izleyen unutkan yaşlı amca karısına dönüp merakla sormuş: “Hanım, biz Ermeni miydik yahu?”…

Apartmanlardan sarkan Türk bayraklarını görünce  ben de zaman zaman kendime “Ben Türk değil miydim yahu?” diye sormadan edemiyorum. Zaten irticadan ürkmediğime, yabancı sermayeden nefret etmediğime, Kürtleri, Ermenileri, Yahudileri, misyonerleri tehlike olarak görmediğime, Onuncu Yıl Marşı yerine daha irticai (!) öğeler içeren İstiklal Marşını söylemeyi tercih ettiğime  ve gençliğe hitabedeki gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içinde bulundukları iddia edilen AKP’nin çok başarılı ve Cumhuriyet tarihinin en demokrat partisi olduğunu düşündüğüme, Tuncay Özkan, Türkan Saylan, Necla Arat, Doğu Perinçek gibi tiplere hiç mi hiç güven duymadığıma göre… Üstelik Avrupa Birliğine girmek istemek, özelleştirmeye karşı çıkmamak, bilakis isabetli bulmak, tam bağımsızlıktan yana olmak bir yana ülkelerin birbirlerine tam bağımlı olmalarını istemek, “Ne mutlu Türk’üm diyene” diyebilmek için önce sevilecek ve mutlu olunabilecek bir Türkiye oluşturmak gerektiği gibi sakıncalı düşüncelerim olduğuna göre, sallanan Türk bayraklarına ve genelkurmayımızın muhtırasına gocunmak için haklı sebeplerim var. 

3-5 ay kadar önce isminin cazibesine kanıp “Son Osmanlı” adında bir filme gittim. İsmine bakıp tipik bir muhafazakar Osmanlı pehlivanının kurtuluş savaşındaki rolünü izleyeceğimi düşünüyordum. Ne var ki karakterin bıyıkları dışında Osmanlı hiçbir özelliği yoktu, üstelik pehlivan değil boksördü. Film dövüşme ve sevişme üzerine bina edilmiş, milliyetçi soslarla ve Atatürk sahneleriyle seyircinin ‘hislerine’ temas edilmeye çalışılmış, çok para harcanmış (çarçur edilmiş demek daha doğru) vasatın altında bir filmdi. Tek dikkatimi çeken sahnesi ise bir kahvede, İngilizlerin duvarda asılı Türk bayrağını görüp ‘Bu direniş bayrağı ne arıyor burada?’ cümleleriyle kavga çıkarttıkları bölümdü… 1.Kosova savaşından yadigar olduğu düşünülen, 3.Selim’den beri şimdiki kullandığımız şekle çok benzer bir şekilde kullanılan Türk bayrağı, neden direniş bayrağı olarak sunulmuş? İstanbul hükümeti başka bir bayrak mı kullanıyormuş? Doğrusu ticari amaçla hazırlandığı belli böyle bir filmdeki böyle basit bir ayrıntının çok üzerinde durmadım. Ne var ki Cumhurbaşkanlığı süreciyle evlerden Türk bayrakları sarktığını görünce iyice kafam karıştı. Bayrağın kırmızısından mı bilmem, aklıma “Kırmızı Başlıklı Kız” masalı geldi. Biraz değişik bir versiyonu tabi…

Bir gün kırmızı bayraklı kız miting meydanına gitmiş. Bakmış babaannesi Necla (Arat) bağırıyor:

“Ne AB, ne ABD, tam bağımsız Türkiye…”

“Peki babaanneciğim senin burnun neden bu kadar büyük? Türkiye AB ve ABD ile ilişkilerini kesecekse kiminle ilişkiye girecektir? Hem Atatürk bile ABD ile ilişkilerini sıcak tuttuğu ve hatta 1919’da bir Amerikan heyetini Türkiye’ye davet ettiği halde ve bizzat karşılayıp yardımlarını istediği halde sen hangi gücüne güvenerek tam bağımsızlıktan bahsetmektesin? Hem emperyalist sermayeden bahsediyorsun, hem altına son model BMW çekiyorsun. Senin burnun neden bu kadar büyük babaanne?” demiş. “Postal kokusunu daha iyi duyabilmek için” demiş babaanne. Sonra bağırmış:

“Türkiye laiktir, laik kalacak… Cumhuriyeti koruyacağız…”

Kırmızı bayraklı kız sormuş: “Peki babaanne senin dilin neden bu kadar uzun? Diyanet işleri başkanlığının bulunması, imamların hutbelere kadar devletin karar vermesi, dinin kontrol ve baskı altına alınması, din derslerinin okullarda zorunlu olarak okutulması, laikliğe aykırı değil mi? Olmayan bir şey nasıl kalacaktır? Hem karşı çıktığın iktidar, halkın oylarıyla iktidara gelmiş ve cumhuriyet halkın idaresi olarak tanımlanmışsa korumaya çalıştığın nedir? Adnan Menderes asılırken, askeri müdahaleler yapılırken cumhuriyete sahip çıkmak neden aklına gelmedi? Yoksa sen cumhuriyet derken militarist idareden mi söz ediyorsun? Ordu-millet elele derken ne istediğini açığa vermiyor musun? Senin dilin neden bu kadar uzun babaanne?” demiş. Babaanne cevap vermiş:

“Türkiye laiktir laik kalacak. Cumhuriyeti koruyacağız.”

Kırmızı bayraklı kız içinden “Bu babaannem de yaşlandı, takılmış plak gibi aynı şeyleri tekrar edip duruyor. Hiçbir soruma mantıklı cevap vermiyor” diye geçirmiş. Sonra babaanne tekrar bağırmış:

“Şeriata hayır ! Yaşam biçimimizin kısıtlanmasına hayır !”

Kırmızı bayraklı kız sormuş: “Babaanne senin kafan neden bu kadar büyük? Senin yaşam biçimine bir saldırı durumu, emaresi yok. Ben bile senin hain kurt olmandan şüpheleniyorum ama bunu paranoya haline getirmiyorum. Hem değil ihtimal, vehim, bu ülkede insanların yaşam biçimine fiilen müdahale ediliyor. İstedikleri gibi giyinmesine, konuşmasına, düşünmesine, yaşamasına izin verilmiyor. Bu bir gerçek, realite, hakikat iken vehimlerle, korkularla hareket etmek ayıp olmuyor mu? Senin kafan neden bu kadar büyük babaanne?”

“Peki senin kafan neden kapalı kırmızı bayraklı kız? Kamusal alanda bununla dolaşamayacağını biliyorsun. Hem o kırmızı bayrağı nereden buldun bakayım? O bizim partinin sembolü…”

“İyi de babaanne biz akraba değil miyiz? Aynı vatanda yaşayıp aynı havayı solumuyor muyuz? Yoksa sen babaannem değil misin? Hain kurt olmandan şüpheleniyorum babaanne, hem senin dişlerin neden sivrildi öyle babaanne?? Öyle bakma babaanne, korkuyorum…”

 

Sanat karanlıkta çakılmış bir kibrittir…

 ”…Neden bir natürmorta iştahla bakmıyoruz? Tersine ressam “yiyecek-gıda” elmayı silmiş, elmanın elmalığı ortaya çıkmış. Gerçek bir elmaya bakarken göremeyeceğimiz bir şeyi gösteriyor bize sanatçı. İlk harfi büyük yazılmak üzere Elma’yı keşfediyoruz bütün orjinalliği, tekilliği ile…” 

Bu kitapta Derin Düşünce yazarları sanatı ve sanat eserlerini sorguluyor. Toplumdaki yeri, siyasî, etik ve felsefî yönüyle… Denemelerin yanı sıra son dönemde öne çıkan, ekranları, kitap raflarını dolduran eserlere (veya ürünlere?) dair eleştiriler de bulacaksınız. Buradan indirin

 

Kitap okumak… Jean Paul Sartre, Nazan Bekiroğlu, Toshihiko Izutsu, Henri Bergson, Mustafa Kutlu, Dostoyevski, Elif Şafak, Clausewitz, Sadık Yalsızuçanlar, Alber Camus ile sohbet etmek… Suyun resmine bakmakla yetinmeyen, su içmek isteyenler için var kitaplar. Mesnevî var, El-Munkızü Min-ad-dalâl, Kitab Keşf al Mânâ, Er-Risâletü’t-tevhîd var.  Elinizdeki bu kitap Derin Düşünce yazarlarının seçtiği kitapların tanıtımlarını içeriyor. Bizdeki yansımalarını, eserlerin ve yazarların bıraktığı izleri. Farklı konularda 44 kitap, 170 sayfa. Zaman’a ayıracak vakti olanlar için… Buradan indirebilirsiniz.

 

Derin Göz

 Sanat’a bakmak için çeşitli yapıtlardan, ressamlardan istifade ettik: Cézanne, Degas, Morisot,  Monet, Pissarro, Sisley, Renoir, Guillaumin, Manet, Caillebotte, Edward Hopper, William Turner,Francisco Goya, Paul Delaroche, Rogier van der Weyden, Andrea Mantegna , Cornelis Escher , William Degouve de Nuncques.

Peki ya baktığımızı görmek, gördüğümüzü anlamak? Güzel’i sorgulamak için çağ ve coğrafya ayırmadık, aklımızı uyaracak hikmetli sözlere açtık kapımızı: Mevlânâ Hazretleri, Gazalî Hazretleri, Lao-Tzû, Albert Camus, Guy de Maupassant, Seneca,  Kant, Hegel, Eflatun, Plotinus, Bergson, Maslow, …

 (Buradan indirebilirsiniz)

Trackback URL

  1. 8 Yorum

  2. Yazan:Haydar Tarih: May 23, 2007 | Reply

    Dunyanın en eski numaralarından biri.

    Oglan kızın gozune girmek icin arkadası ile birlikte bir tertip duzenler… “Sen git sarkıntılık yap, bende oradan gecerken -Napıyosun lan!- deyip seni yalancıktan hırpalarım ve kızın kalbini kazanırım”.

    Ne hikmetse bu kadar eski bir numarayı bile bu Kırmızı Bayraklı Kız herseferinde yutar. Farkına vardıgında atı alan Uskudarı gecmistir…
    …ama ertesi gun aynı numarayı tekrar yutar.
    ***

    Siyasi literaturde buna provakasyon derler.

    Kravatlı bir adam gider Mersinde cocukların eline bir bayrak verir. Cocuklar bayragı yere atınca kameralar sakır sakır ceker… esas oglan gelir ve bayragımızı kurtarır. Kırmızı Bayraklı Kız mutludur… sorgulamaz.

    1 Mayıs 1977 Taksim meydanında onbinlerce emekci toplanır, Kravatlı Adamlar catılardan ates ederek bir cok kisinin olumune sebep olur, ortalık dahada karısır… esas oglanlar bunu gerekce yaparak gelir darbe yapar. Kırmızı Bayraklı Kız mutludur… sorgulamaz.

    Semdinlideki iyi cocuklar… Kırmızı Bayraklı Kız onuda sorgulamaz.
    Susurluktaki kursun-atıp-kursun-yiyen cocuklar… Kırmızı Bayraklı Kız onuda sorgulamaz.
    Cumhuriyet Gazetesini bombalayanlar… Kırmızı Bayraklı Kız onuda sorgulamaz.
    Hırant’ı vuranlar… Kırmızı Bayraklı Kız onuda sorgulamaz.

    …hepsi Kırmızı Bayraklı Kızı kandırmak icin “Buyuk Anne” rollerine girmektir.

    Peki…
    Koylerde bebekleri kursunlayanlar…
    Gazetecilerin gırtlaklarını kesenler… ne is?

    Onlarında bayrak sallayan kızları var… tezgah aynı, zihniyet aynı. Yeterki toplumun kuması yırtılsın, bolunsun,
    ***

    Buyuk Anne rollerine girmek “yav bugun canım sıkıldı, gidiyim Buyuk Anne’cilik oynıyayım” demekle olmuyor.
    Bu ısler planlı islerdir, strateji isleridir. Birileri buyuk resmi analiz eder, ana planı cizer… kuyruk takımıda ufak resimdeki rollerini oynar.

    Bu planları yapanlar “amaca nasıl ulasırım?” sorusuyla ise baslar. Bedelin ne olacagı umurlarında degildir, ahlakı olup olmadıgıda, “bizden” birilerinin harcanacagıda… yani esas oglanın arkadasının bir iki yumruk yemesi mubahtır.

    Yeterki Kırmızı Bayraklı Kızı kandırmaya devam edebilsin.

  3. Yazan:Haydar Tarih: May 23, 2007 | Reply

    PROVAKASYON

    ingilizce—> PROVACATION

    PRO= ileriye dönük
    VACATION (TO VACATE)= bosaltmak, bosaltmak suretiyle hazirlik yapmak

    kisacasi: ilerde olacaklari onceden hazirlamak, tezgahlamak.

  4. Yazan:Tuncay Yılmazer Tarih: May 23, 2007 | Reply

    Ekrem Bey,

    Elinize sağlık, duygularımıza tercüman olmuşsunuz. Umarım değerli editörümüz son anda bir değişiklik yapmazsa sıradaki yazım , sizin makalenizi tamamlayıcı nitelikte.

    Bu arada dün ( 22.5.2007 ) tarihinde Ankara-Ulus’ta meydana gelen 6 vatandaşımızın ölümüne onlarcasının yaralanmasına neden olan bombalı saldırıyı nefretle kınıyor, hayatını kaybedenlere Cenab-ı Allah’tan rahmet, yakınlarına sabır diliyorum. İnşaAllah yaralılar en kısa zamanda sağlıklarına kavuşurlar. Allah’ın lâneti , ne adına yapılırsa yapılsın, masum insanların hayatına kastederek terörden çıkar sağlamaya çalışanların üzerine olsun.

    Saygılarımla.

  5. Yazan:Suat Öztürk Tarih: May 23, 2007 | Reply

    Ekremciğim eline yüreğine sağlık. Meseleyi çok güzel özetlemişsin.

    İnşallah bu hastalıkllarımız bir gün şu güzel ülkenin başından defolur gider.

    Tuncay bey,

    İnşallah, bir değişiklik yok şimdilik. 🙂 Yazınız kesinlikle bu yazıyı tamamlayıcı nitelilkte.

    Selam ve hürmetler.

  6. Yazan:Mehmet Tarih: May 23, 2007 | Reply

    Kendini okutan, lezzetli bir yazi, ne yazik ki Ekrem Bey çooook hakli.

    Bizi korumasi için eline silah verigimiz adamlarin o silahlari bize çevirerek demokrasimizi ve ekonomimizi baltalamasindan biktim ve usandim.

    Yoksa bir kurtulus savasini kazanmamis miydik? Türkiye hala isgal altindaymis gibi geliyor bana. Basbakandan ve savunma bakanindan emir almayi reddeden, oraya buraya bomba koyarak DARBEYE UYGUN ortam olusturmaya çalisan tiplerden ne zaman kurtulacagiz?

  7. Yazan:Mehmet Tarih: May 24, 2007 | Reply

    “Hayir komutanim, kendi ülkemi isgal etmek için bana güvenme!”

    Artik korku ile yönetilmek istemiyoruz, defalarca anlattik :

    http://www.derindusunce.org/2007/04/25/onun-adi-asker-cani-neler-ister/

    ARTIK Türk askerleri de ettikleri yemine sadik kalmalilar, halkin destekledigi bir partinin 22 temmuz seçimlerinde gelip gelmesi halinde asla siyasete karismayacaklarini, gerekirse DEMOKRASIYI KORUYACAKLARINI ilan etmeliler.

  8. Yazan:JaneDo Tarih: May 26, 2007 | Reply

    Espiri ile süslenmiş zekadolu yazınız çok anlamlı Ekrem Bey. Milleti uyandırmak için bu masalı herkese anlatmak gerek.

    Tuncay Bey,
    Hassasiyetiniz için bir Ankara’lı olarak teşekkür ederim. Hepimizin canı yanıyor, Allah vefat edenlere rahmet etsin. Ulus-Anafartalar yaralarını sarıyor. Çarşıda asılı duran çift taraflı saatin patlamanın olduğu yöne bakan tarafı 6.40’da durmuş ama arka taraf tıkır tıkır çalışıyor. Esnaftan bir bey dün TV’ye röportaj verirken şunları söylüyor: “cam çerçeve iki günlük iş, yerine konulur, tamir edilir. Ama burada kaybettiklerimizi geri getirmek mümkün değil…” Canımız yanıyor, şehit haberleri bitmiyor. Bir tarafımızla da yaşamaya devam ediyoruz ve edeceğiz. Allah böyle acıları bir daha yaşatmasın.

  9. Yazan:blue Tarih: May 31, 2007 | Reply

    Haydar bey,

    Doğrusu PROVAKASYON.
    İngilizce’de PRO: Profesyonel
    VACATE: Boşaltmak, tahliye etmek

    PROVACATE: İktidarı profesyonel bir biçimde tahliye etmek.

  1. 1 Trackback(s)

  2. Ağu 4, 2007: Good Bye Atatürkçülük : Derin Düşünce

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin