RSS Feed for This Post

Yeni Patronunuz Çindistanlı Olacak!

“… Dünya Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD), Çin ekonomisinin ABD’yi dört yılda yakalayarak dünyanın en büyük ekonomisi olabileceğini ve 2025 itibariyle de Çin ile Hindistan’ın toplam Gayrı Safi Yurtiçi Hâsıla’sının (GSYH) Batı’yı geçeceğini öngördü. Ülkelerin GSYH büyümeleri arasında büyük farklılıklar olacağını belirten OECD, 2025 itibariyle Çin ve Hindistan’ın toplam GSYH’sinin Fransa, Almanya, İtalya, Japonya, Britanya, ABD ile Kanada ekonomilerinin büyüklüğünü geçeceği tahminini yaptı …”

 (TARAF, 10.KASIM.2012)

Nisan 2007’de sitemizde yayınlanmış bir makale:

Yeni Patronunuz Çindistanlı Olacak !

İnsanlığın üçte biri Çin’de ve Hindistan’da yaşıyor. Son otuz yıl içinde Dünya ekonomisinin yapısını değiştirecek önemde ilerlemeler kaydetti bu iki ülke. Ne var ki Avrupa gibi Türkiye’de de birçok aydın olayları “ekonomik milliyetçilik” gözlüğünden okumaya devam ediyor. Bu iki yeni devin ortaya çıkışı Türkiye için bazı fırsatlar ve tehditler doğuracak. Ancak henüz “ olgunlaşma” aşamasına erişmemiş bu ekonomilerin iç yapılarını, zayıf yanlarını ve çalışma yöntemlerini yakından tanımak ülkemiz için birinci derecede önem taşıyor. Devletçilik denen hatalı yolu terk ettikten sonra hızla yükselen iki yeni süper gücün geçmiş hatalarına hatta bugünkü eksikliklerine bakıldığında Türkiye ile ortak yönleri çok. 30 milyar dolara yaklaşan cirosu ve istihdam ettiği 224 bin elemanıyla Dünya’nın en büyük demir-çelik firması Mittal’in hint kökenli olması bir rastlantı değil. IBM’in PC bölümünü satın alarak Dünya’nın en büyük PC üreticisi haline gelen Lenovo firmasının Çinli oluşu da. Sadece 2006’da Çin ve Hint kökenli firmalar özellikle Avrupa ve Amerikalı firmaları satın almak için 38 milyar dolar harcadılar. Bir karşılaştırma yapmak gerekirse GAP’ın maliyetinin 32 milyar dolar, BTC boru hattının 3.6 milyar dolar veya Türkiye’nin 2006 savunma bütçesinin 9 milyara yaklaştığı hatırlatılabilir.

İmdat! Hintliler Geliyor!

26 ocak 2006’da Dünya’nın en büyük demir-çelik firmalarından biri olan Fransız Arcelor’un patronu Guy Dollé Kanadalı Dofasco firmasının satın alınma işlemlerini bitirmek üzereydi. Aynı gün Mittal’in genel müdürü Hintli Lakshmi N. Mittal ise gene Arcelor’u satın almak için Aleni Pay Alım Teklifini (Takeover Bid) açıklıyordu. Fransa’da yoğun tepkilere sebep oldu bu teklif. Nasil olurdu da bir Hint firması bir Fransız endüstri devini yutardı? Hükümet uyuyor muydu? Aslında Hint firması Mittal 2004’ten beri Dünya’nın en büyük çelik üreticisi olmuştu. Ama her nedense 2004’te Mittal’in American Steel Group’u satın alması Avrupa’da kimsenin dikkatini çekmemişti. 6 mart 2006’da Le Figaro’da yayınlanan “Hisse Senetleri ve Ekonomik Milliyetçilik” başlıklı yazısında Yves Thréard şaşırtıcı bilgiler veriyordu: Fransa’da halkın %69’u devlet müdahalesinden yanaydı, yani devlet yabancı firmalarin Fransız firmalarını satın almasına engel olmalıydı. Mittal Arcelor’u almak isteyince kıyameti koparan ekonomik milliyetçiler her nedense (!) elektronik eşya alanında faaliyet gösteren Fransız Legrand firmasının Çinli rakibi Shidean’nin sermayesinin %51’ini ele geçirmesine ses çıkarmadılar. Shidean’ın Çin’deki konut elektronik güvenlik sistemleri (alarm, video) piyasasının lideri olduğu da hesaba katılırsa 60 ülkede 26 bin kişi çalıştıran fransız devinin Çin pazarına girişi daha da iyi anlaşılabilir.

Devletçilik Bir Devleti Geriletir mi?

İlk bakışta milli ekonomilerin çarpıştığı bir arena izlenimi verse de işin iç yüzü oldukça farklı: Ne Arcelor o kadar Fransız ne de Mittal o kadar Hint. Arcelor hisse senetleri CAC40’ta işlem görse de genel merkezi Lüksemburg’da. Mittal ise 1995’ten beri Londra’da faaliyet gösteriyor. Gene de Hint Ticaret Bakanı Kamal Nath 16 Şubat 2006’da devreye giriyor ve Avrupa Birliği Ticaret Komiserini müdahale edilmemesi için uyarıyor. Rahmetli Turgut Özal 1982’de Sümerbank’ı kastederek “devlet basma üretmez” dediğinde yer yerinden oynamıştı Türkiye’de. Evet, belediyelerin Tanzim Mağazaları kanalıyla et ve peynir sattığı bir ülkede devlet şeker fabrikası da işletebilir, neden olmasın? Hadisenin garipliğine bakın ki Mittal firmasının parmak ısırtan yükselişi gerçekte Hindistan sınırlarının dışında gerçekleşmiş, Lakshmi N. Mittal 1976’dan 2004’e kadar Hindistan’a ayak basmamıştı. Neden mi? Çünkü 1970’lerde demir-çelik sektörü devlete ayrılmış, özel sektöre kapalıydı. Mittal ailesi Endonezya başta olmak üzere Meksika, Kanada, Almanya, Kazakistan, Irlanda, Romanya, Güney Afrika, Cezayir ve ABD’ye yatırımlar yaptı. En son Arcelor atağı ile de AB’ye. 1980’lere kadar Türkiye ile aynı ekonomik hastalıklardan özellikle de devletçilikten muzdarip tek ülke Hindistan değil. Soğuk Savaş döneminde Çin Mao Zedong liderliğinde Sovyet Rusya ile bir “ittifak ve karşılıklı yardım” anlaşması imzalıyor 14 şubat 1950’de. Aynı dönemde Moskova’da eğitim görmüş olan Mahalanobis Hindistan’ın ekonomisinin yüksek gümrük duvarları arkasında devlet eliyle planlanması için görevlendiriliyor.

Devletçiliğin Terk Edilmesi

Bu ideolojik hatadan dönmeye Çin 1978’de Hindistan ise 1991’de başlıyor. Her iki ülkenin ekonomisi tıpkı bugün Türkiye’de olduğu gibi çok küçük işletmelerden oluşuyor. Çin’de bunun başlıca sebebi Mao’nun “ileri sıçrama” projesinden kaynaklanan “üretim ve tüketim merkezlerini birbirlerine yakın tutma” prensibi. Bu nedenle küçük köy ve kasabaların ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde atölyeler ve fabrikalar kurulmuş. Bir örnek vermek gerekirse Çin’de çimento imâl eden 8000 fabrika bulunduğunu ve Dünya’nın geri kalan kısmında 1500 çimento fabrikası olduğunu söyleyebiliriz. Elbette bu denli küçük işletmelerin teknolojik araştırmalara, kalite kontrole, çevre korumaya, yön-eyleme eğilmeleri söz konusu değildi. Hindistan’a baktığımızda ise küçük aile işletmelerinin devlet sübvansiyonlarıyla korunduğunu ve tekstil, otomobil yan sanayi ve gıda gibi pek çok sektörün neredeyse tamamının 10 kişiyi aşmayan işletmelerden oluştuğunu görüyoruz. Ne Hindistan ne de Çin henüz bu “atomize“ olmuş yapıdan kurtulabilmiş durumdalar. Türkiye’nin de muzdarip olduğu bu sorun hem kaynakların verimli kullanılmasını engelliyor hem de büyük altyapı yatırımlarının potansiyel getirisini azaltıyor. Dış ticaret açığı bu denli önemli olan ülkemizin şüphesiz büyük ve kurumsallaşmış yeni bir ekonomik yapıya ihtiyacı var.

Boks Maçı mı Yoksa Ortaklık mı?

Bugün gelinen noktada Çin’in veya Hindistan’in 1980’lerdeki “Japon Mucizesi”ni gerçekleştirmeleri söz konusu değil. Meselâ 2004’teki üretimi 90 bin araç olan SAIC Chery Automotive (Çin) veya gene 2004 kapasitesi 100 bin araç olan Telco (Hindistan) gibi firmaların Avrupalı rakiplerini korkutmaları için henüz erken. Zaten olayın salt rekabet boyutuna bakmak, “ekonomik milliyetçilik” gözlüğünün tozlu camlarından okumak bize fazla bir şey getirmiyor. Bu iki ülkenin yükselişi Batı’ya rağmen değil Batı sayesinde oldu. Meselâ elektronik ve telekomünikasyon alanındaki üretimin %70’i yabancı sermaye ile yapıldı. Daha az endüstrileşmiş olan Hindistan 1980’lerden itibaren yüzünü hizmet sektörüne özellikle de bilgi-işleme çevirmişti. Bu alanda pazarın %20’sini elinde tutan Hindistan’ın bu sektördeki ihracat hacminin üçte ikisini ABD ile gerçekleştirdiğini de hatırlamakta fayda var. Örnekleri çoğaltmak mümkün. Meselâ Çin’in ihracatının %90’ı başka ülkelerden gelen yarı mamul ve hammadde ithalatına bağımlı . Ancak elbette iki dev bu noktada durmak istemiyorlar. Genellikle taşeronluk ilişkisiyle başlayan anlaşmalar önce joint-venture şeklini alıyor, sonunda da lisansıyla, teknolojisiyle bir Hint veya Çin firması çıkıyor ortaya. Örneğin ünlü Üç Boğaz Barajı’nın inşası için gereken dev türbinlerin (700 MW) teknolojisine sahip Siemens, General Electric gibi çok az firma bulunuyordu pazarda. Çin’in açtığı ihalenin şartları arasında normalde asla kabul edilemeyecek olan teknoloji transferi de vardı. Ancak Çin projenin büyüklüğünden kaynaklanan avantajı çok iyi kullandı ve Dünya’da hâlihazırda kurulmuş türbinlerin %60’ını temsil eden bu satın alma karşısında istediği teknolojileri elde etti, hatta 2005’te barajın ikinci kısmının neredeyse tamamını Çinli mühendisler bitirdi. Çin Avrupalı Airbus firmasıyla da aynı biçimde pazarlık etti. 150 uçak alımı karşılığında Airbus firması montajın bir kısmının Çin’de, Çinli mühendis ve teknisyenlerce yapılmasını kabul etti. Belki de on yıla kadar Airbus’a rakip ve daha ucuz bir Çin malı yolcu uçağı çıkabilir ortaya.

Türkiye ve Çindistan

Uluslararası ticareti Kurtuluş Savaşı zanneden devletçi zihniyet ülkemize büyük zaman kaybettirdi. Hâlâ bazı köşe yazarlarının “Eyvah! Filan bankayı yunanlılar aldı!” diye felaket tellallığı yapması 2007’de kabul edilemez. Türkiye’nin refahı üretilen mal ve hizmetler gibi sermayenin de Dünya ekonomisine tam entegrasyonundan geçiyor.
Türkiye elbette Çin veya Hindistan’ın büyüklüğüne sahip değil, bilimsel araştırmalarda da henüz onların 30 yıl önceki uyanışı bizde başlamadı. Ancak Avrupa’ya ve enerji kaynaklarına yakınlık gibi kartlar var elinde ülkemizin. Bunun yanında bazı ihalelere komşuları ve Karadeniz ülkeleri ile birlikte girerek mesela nükleer enerji alanındaki teknoloji açığını kapatabilir, tıpkı Çin’in Airbus ihalesinde yaptığı gibi. 1980’lerin ucuz emek cenneti Türkiye’nin iş adamları ve siyasetçileri artık başlarını gömdükleri kumlardan çıkarıyor ve yüzlerini katma değeri yüksek alanlara çeviriyorlar. Geleceğin süper güçleri Çin ve Hindistan’ı yakından takip etmekte fayda var, çünkü bu iki ülke gerek sorunları gerekse buldukları çözümleri ile bizi aydınlatmaya devam edecek gibi görünüyor.

… Ekonomi konusunda e-kitap…

Liberalizmin Ak Kitabı

1930 model bir ulus-devletin, bir “devlet babanın” çocuklarıyız. Son derecede “Millî” bir eğitim gördük, öğrenim değil. Hayatta işimize yarayacak meslekî bilgileri ya da eleştirel bir bakışı öğrenmedik “millî” okullarda. “Varlığımızı Türk varlığına armağan etmek” için eğitildik, eğilip büküldük.

Liberallerin dilinden düşmeyen “Bireysel haklar ve özgürlükler” bizim gibi Kemalist çamaşırhanelerde yıkanmış beyinler için çok yeni. Türkiye’de yaşayan insanların ulus-devlet boyunduruğundan kurtulmasında önemli bir rol oynuyor liberaller. Biz de bu kitapta liberalizmin temel tezleriyle uyumlu, bu fikir akımına doğrudan ya da dolaylı destek veren makaleleri birleştirdik. Buradan indirin.

 

Liberalizm Demokrasiyi Susturunca

Halkın iradesi liberalizm ile çatışırsa ne olur? 2008′de başlayan ekonomik kriz sürmekte. Eğitim, sağlık ve güvenlik hizmetlerine ayrılan bütçeler kırpılırken batan bankaları kurtarmak için yüz milyarlarca dolar harcanıyor. Alın terinin finans kurumlarına peşkeş çekilmesini istemeyenler protesto ediyor. Ama batılı devletler polis copuyla finans sektörünü savunmaktalar. Ne oldu? Bütün nüfusun binde birini bile temsil etmeyen bankacıların çıkarları geri kalan %99.99′un önüne nasıl geçti? Alıp satma, üretip tüketme özgürlüğü nasıl oldu da halkı finans sektörünün kölesi yaptı? Mal, hizmet ve sermayenin serbest dolaşımı uğruna halkın iradesi çiğnenebilir mi? Okuyacağınız kitap demokrasi ile liberalizmin savaşı üzerinedir. Buradan indirebilirsiniz.

 

Liberalizmin Kara Kitabı

Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan… Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur. Buradan indirebilirsiniz.

 

 

Amerika Tedavi Edilebilir mi?

 

Amerikalılar neden bu kadar gaddar? Dünyanın geri kalan kısmında yaşayan insanlara karşı niçin bu denli acımasız?

 

Bayrak yakmanın ve Amerikan/İsrail mallarını protesto etmenin dışında bir şeyler yapmak gerektiğini düşünenler için yapılmış bu çalışmayı ilginize sunuyoruz.ABD desteği son bulmadan Ortadoğu’nun psikopatı İsrail’in saldırganlığı bitmeyecek ve Ortadoğu’ya huzur gelmeyecek gibi görünüyor. Vietnam’da ve Latin Amerika’da yaşanan katliamlar Ortadoğu’da devam ediyor. Buradan indirin.

 

Trackback URL

  1. 1 Yorum

  2. Yazan:Güncel Haberler (@guncelhaberler) Tarih: Kas 11, 2012 | Reply

    Yeni Patronunuz Çindistanlı Olacak!: http://t.co/WelAZdkj

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin