RSS Feed for This Post

Tüketim Uzmanları-1 / Giriş

“… Marx’a göre de kapitalism işte bu fabrikalardan taşan objeler için duyulan ve doğal olmayan arzular üzerine kurulmuştur. Kapitalizm bizi, üretilip marketlerde satılan şeyleri istemeye yönlendirirken, bu eşyaların satılmasıyla elde edilen kazanç kapitalistlerin ceplerini doldurur. Böylelikle arzularımız yoldan çıkarılmış olur ve bizi bizden kazanç sağlayanların dalkavuğu haline getirir …”

Sunuş: Yazar kendisini ‘Avcılardaki bir Amerikalı’ olarak tanımlar. Bu ifade ilk bakışta ‘Avcılarda yaşayan bir Amerikalı’ gibi gayet açık ve basit bir anlama sahip görünse de ifade ettiği daha derin manalar vardır. Avcılarda yaşayan bir Amerikalı, George Simmel’in bahsettiği ‘yabancı’ kavramına birebir uyar. Simmel’in yabancısı yerli ve gezgin arasındadır. Geçmişten beri orada olmadığı için yerli değildir ve bir gezgin gibi ‘yarın ayrılmaz’; ‘yarına kalır’. Yabancının sahip olduğu dezavantajların yanısıra sahip olduğu bir avantajı vardır ki sırf bunun için o zorluklar çekilmeye değer hale gelir: ‘objektiflik’. İçinde bulunduğu topluma sonradan girdiği için, o toplumun üyelerinden farklı olarak, hareketleri, bilinçsizce takip edilen alışkanlık esamesi davranışlardan farklıdır. Çünkü çevresinin ‘farkındadır’. Bu farkındalık da ona normları özgürce tartma imkanı sunar ve ön yargısız bir şekilde değerlendirme şansı verir. Charles Allen Scorboro ‘Avcılardaki bir Amerikalı’ olarak Simmel’in yabancısından çok da farklı değildir. Bu yüzden yaptığı gözlemler ve edinimleri, bizi dışarıdan gözlemleyen ve yorumlayan ‘objektif’ ve ‘önyargısız’ bir perspektiftir. Belki de ne biz zannettiğimiz gibiyizdir ne de çevremizdeki şeyler…   

Tüketim Uzmanları-1 (Charles Allen Scarboro)

Çeviren : Müleyke Barutçu (Orijinal metin Today’s Zaman‘da yayınlandı)

Yıllık ev iznimde Kuzey Carolinadaki oğlumu ve ailesini ziyaret ediyorum. Dört yıldır ABD dışında yaşıyorum. Her eve gelişimde, biraz da olsa yaşadığım kültür şoku beni şaşırtıyor. Hadi yabancı bir ülkeyi ziyaret ettiğimizde olan kültür şokuna alışığız da eve geri döndüğümüzde de bu şokun sürmesi de ne!? Tanıdık olması gereken (yazar tanıdık demek olan ‘familiar’ kelimesinin, aile demek olan ‘family’ kökünden geldiğini vurguluyor) yabancı görünüyor. Yurtdışında yaşamak beni kendi toplumuma bir yabancı yapıyor.

Dikkatimi tekrar tekrar çeken şey ABD’deki deki katışıksız tüketim coşkusu. Birinin sahip olması gereken şeylerin çokluğu ve bu şeylere ulaşım imkanının geniş olması gözüme sokulmak istercesine dikkatimi çekti. Nasıl bu kadar çok eşya olabilir? Niye herkes bu kadar çok farklı şeye sahip olması gerektiğini düşünüyor? Aslında mükemmel bir şekilde iş gören şeyler neden kat’i bir sürerlilikle aynı şeyin ‘yeni ve geliştirilmiş’ şekliyle değiştiriliyor? İnsanlar nasıl bu tüketim yığınlarını edinmeyi -ve sonra da çöpe atmayı- beceriyorlar?

Bir market ziyareti hislerimi sersemleştiriyor: Bu kadar çok çeşit mısır gevreğin nasıl olabilir? Ballı kuru yemişli tahıl gevreği nasıl geliştirilebilir ki daha? Bu kadar çok seçenek arasında birisi nasıl seçim yapsın!? Alışveriş mağazaları gözleri yoruyor: Bir ayakkabı mağazasına girince olduğum yere çakîlıp kalıyorum. Rahat bir yürüyüş ayakkabısı sorduğum zaman, satıcı bana hayretler içinde bakarak: ‘Bu adam burada 30 çeşit rahat yürüyüş ayakkabısı olduğunu bilmiyor mu?’ diye düşünüyor, ardından da ‘Söyle bana,nasıl bir ayakkabı göstermeliyim sana?’ diye soruyor, ayağımdaki ayakkabıları hor gören bir bakış atarak.

Zihnim düşüncelerle yoğunlaştı. ABD’de herkesin sahip olduğu farzedilen tüketim konusundaki uzmanlıktan yoksun olduğumu farkettiren o gurur kırıcı gerçekle karşılaştım. Bu yüzden bugün, tüketim uzmanları hakkında yazmak istiyorum. Ama ilk olarak biraz dolambaçlı da olsa düşüncelerime temel sağlamak adına sosyolojiden başlayacağım .

Sosyolojinin kurucusu olarak görülen Fransız sosyolog Emile Durkheim ve psikoanalizin Viyanalı kurucusu olan Sigmund Freud’un hemfikir oldukları bir nokta varsa o da insanların doymak bilmez arzularıdır. ‘Ver ve şimdi ver!’ cümlesinin bir insanın temel cümlesi olduğunu tartışırlar. Bunun da ötesinde, toplumun esas amacının arzularımızı frenlemek ve isteklerimizi toplumsal fayda gücü yararına kanalize etmek olduğu konusunda mütabakata varırlar. Toplum çalışmak, çocuk bakmak, sanat, din,… gibi faydalı aktivitelerle arzularımızın yönünü değiştirme ve isteklerimizin tatminini erteleme konusunda ne kadar başarılı olursa olsun, Freud ve Durkheim yetişkin tavırlarımızın altında bir yaşında inatçı bir çocuğun gizlenmiş olduğu görüşündedirler. Sürekli talep halinde olan çocuk farklı bir yöne kanalize edilebilir ancak asla tatmin edilemez ve susturulamaz. ‘İstiyorum!’ dile getireceğimiz diğer düşüncelerimizi sürekli bastırır.

İnsani Arzunun Esas Gücü

Sosyal analizci Alman-İngiliz Karl Marx da insani arzunun esas gücüne dikkat çeker. Marx’ın arzu kavramına bakış açısı ironiktir. Bir taraftan, onu yaratıcı bir güç olarak görür. Marx, çalışanın ancak çalışmalarımız diğerlerinin arzularına hizmetten çok kendi arzularımız tarafından gaza getirildiğinde en doğru şekilde insan olmanın hakkını verdiğini savunur çünkü böylelikle bu birisi içinde yaşayan insanların ihtiyaçlarını karşılayabileceği bir dünya kurar. Diğer bir yandan, arzular da ‘imal edilebilir’. Bir arzu üretildiği zaman, doğallıktan çıkar ve insanın özüne yabancı olur. İmal edilmiş arzular bizi, gerçekten ihtiyacımız olmadığı halde satın almaya sevk edildiğimiz şeyleri ister hale getirir. Sönüp giden ‘Pet rocks’ (Hayvan bibloları) hevesini hatırlıyorum da milyonlarcası sadece bir tane de benim olsun diyenlerce ya da koleksiyon yapanlarca alınmıştı.

İmal edilmiş arzuyla, kendi arzularımız artık bize ait olmaz. Daha çok, onu imal edene ait olur ve ona hizmet eder. Reklamcıların vazifesi de bizi aslında ihtiyaç duymadığımız şeyleri ister hale getirmektir. Böylelikle, 3.000 TL lik bir LCD televizyona ‘ihtiyaç’ duyduğumda, benim bu isteğim bana hizmet etmekten çok Sony’ye, LG’ye ya da öteki kuruluşlara hizmet eder. Marx’a göre de  kapitalism işte bu fabrikalardan taşan objeler için duyulan doğal olmayan arzular üzerine kurulmuştur. Kapitalizm bizi üretilip marketlerde satılan şeyleri istemeye yönlendirirken, bu eşyaların satılmasıyla elde edilen kazanç kapitalistlerin ceplerini doldurur. Böylelikle arzularımız yoldan çıkarılmış olur ve insanlığınızı kazanmamıza kılavuzluk etmek yerine bizi bizden kazanç sağlayanların dalkavuğu haline getirir.

Bunu düşünürken aklıma geldi, belki de gerçekten bir İphone 4’e ihtiyacım vardır. Ama bi saniye! İPhone 5 ufukta belirdi hemen. Yani İPhone 4’ün, ne kadar çok özelliği olursa olsun, aylar içinde modası geçecek. O zaman ne yapmalı? Şimdi bir tane alıp, üç ay içinde yenisiyle değiştirmeli mi? Ya da alacağım İphone’u, üç ay içinde bir zamanların İphone’u olcağını bile bile almalı mı? Burada kaybeden Stephen Jobs olmadığı için çok şanslı, çünkü sadece istemekle kalmayıp bir de ihtiyaç duyan benim.

Öyleyse, tüketim, kapitalizmin egemenliği altındaki yaşamın genel bir özelliği.Bu da Marx’ın farkettiği diğer bir şey:’Bütün dünya kapitalizmin egemenliği altında’. Kimileri dünya toplumlarını kapitalist olanlar ve olmayanlar diye bölmeyi deniyor. Bence bu iş fazlaca gereksiz. Daha geçen hafta haberler Çindeki dört Apple mağazasının sahte olduğunu farkeden Çinli tüketicilerin kızgınlıklarından bahsettiler. İphone ve İpad için de asılları kadar sahtelerinin de satıldığını düşünüyorum. Ama bu  Çinli sosyalist tüketiciler İphone’nun sahte olup olmadığıyla çok ilgili değillerdi, daha çok ilgilerini çeken şey bu ‘gerçek şey’i kıskanç arkadaşlarına gösterip göstermeyececleriydi.

Bekli de burada dikkatli olmalıyım. ‘Gerçek şey’ ifadesi kopyalanma hakkı korunmuş olan demek değil mi? O zaman, sadece Coca-Cola gerçek bir şeydir.

Öyleyse, tüketim ve arzu, sosyolojinin kuruluşundan beri sosyologlar için başlıca iligi alanı olmuştur. Ama bir diğer noktaya da değinmeli. Tüketim sadece bizim isteklerimizle ya da bu isteklerin yapay mı doğal mı olduğuyla ilişkili değil, ayrıca tüketimin taşıdığı bir mana var. Bu ‘mana’yı incelemek için, diğer sosyologlara dönmemiz lazım.

İlk Amerikan sosyologlarından biri olan ve tüketimin Amerikada’ki rolünü inceleyen Thorstein Veblen, şunu belirtir ki tüketim bir iletişim sistemi olarak hizmet eder. Tüketim diğer insanlarla bir iletişim kurma yoludur. Kişinin kendisi ve değeri hakkındaki görüşüne işaret eder, yani tüketim ‘Ben kimim?’ ve ‘ Ne kadar değerliyim?’ demenin bir yoludur.

Hakettiğimiz Farkedilmeyi Kazanmak

Değer hakkındaki bu iki soru hayrete düşürücüdür. Soruların kendileri şunu belirtir ki öteki insanlar kim olduğumu bilmiyor olabilirler ve değerim tam olarak açık değil. Dahası, kişiliğim ve değerim açık olmadığı için, bu belirsizlik beni kolaylıkla endişeye düşürülebilir. Bu endişe, diğer insanlar benim olduğumu iddia ettiğim kişiyi ya tanıyamazlarsa diyedir. İstediğim ve hakettiğimi düşündüğüm farkedilmeyi kazandığıma dair nasıl emin olabilirim? Kullanımı kolay ve genel olarak kabul edilen, değerimizi ilan eden ve diğerlerinin bu değer konusundaki farkındalığını teşvik eden bir sistem ihtiyacı daha daha belirgin hale gelir. Genel olarak tanınan böyle bir sistem, değerimin endişemi azaltacağına ve değerimi doğrulayan saçmalıkarı artıracağına işaret eder. Veblen’in iddia ettiğine göre tüketim, özellikle de ‘göze çarpan’ tüketim, bir ‘statü sembolleri’ sistemi olarak hizmet eder. Tükettiğim şey statüme ait bir sembol vazifesi görür. Diğerleri benim tüketimimi farkettiklerinde, statümün iddia ettiğini farketmeye ve sonra da bu iddiaları kabul etmeye meyillenirler. Dahası, Veblen’in belirttiğine göre, statü konusundaki endişe ve tüketimin modern toplumdaki yeri önceki toplumların statü anlayışından oldukça farklıdır.

Osmanlı, Çin, Hindistan İmparatorlukları ya da Orta Çağ Avrupası gibi önceki toplumlarda, kişinin değeri konusu bugünkünden daha az problemliydi. Kişi doğumunda değerinin belirlendiği bir sistem içinde doğardı. Eğer asil bir insanın kızıysam, otomatik olarak asil bir statü sahibi olacaktım ve eğer bir kölenin oğluysam, bundan sonra olacağım şey de bir köleydi. Toplumlar pek çok  değişik sistemleri de kabul etmiş olabilirler ki bu sistemlerde değer dağılımı geniş bir kitle tarafından kabul edilen ‘haketme’ mekanizmasına göreydi. Mesela, Çin’de 2,000 yıldan fazla bir süredir, statüsünü kurmak isteyen bir kimsenin hakettiğini gösterebilmek için savaş meydanında cesaretini sergilemesi gerekirdi. İslam toplumlarında da sadece belli insanların giyebileceği değerli giysiler vardır ki bunlar Peygamber soyundan olanlar için saklanmışlardır (ç.n.:Yazar burada değer dağılımının iki belirleyicicsi olan ‘hak etme’ ve ‘asalet’ kavramlarını örnekler). Bu sistemler uzun süren, istikrarlı, geniş bir kitle tarafından kabul gören (sosyoloji literatüründe ‘meşrulaştırmak’ diye de bilinir) ve çeşitli toplumlardaki seçkinler denilen elit tabaka tarafından uygulanması konusunda zorlanan sistemlerdir.

Avrupa’da 300 yıl ya da daha evvelinde başlayan modernleşmeyle birlikte, bu istikrarlı ve geniş bir kesim tarafından kabul gören , insanı farklı değer kategorilerine ayıran ve her statüdeki kişileri farlı şekilde ödüllendiren sistemler sendelemeye başladı, ardından tir tir titredi ve sonra da parçalanarak işlevini yitirdi. Statülerde kesinliğin olduğu bu sistemlerdeki çöküşte, eski sistemlerin yerine geçen tüketimin aldığı yeni rol etkili oldu. Statüdeki ‘kesinlik’ kavramı endişe ve tüketimin yerini alan ‘asalet’ ve ‘haketme’ sayesinde etkisini ve gücünü kaybetti.

Gelecek bölümde, tüketim uzmanlığının bugünün endişesi olan ‘ kimse adımı bilmiyor’ ve ‘kimse hakkımda bilgiye sahip değil’ ifadeleriyle başa çıkma metodunu keşfetmeye çalışarak devam edeceğim.

 

 

 … Komşu konularda e-kitap okumak için… 

Liberalizm Demokrasiyi Susturunca…

Halkın iradesi liberalizm ile çatışırsa ne olur?

Demokratik yolla yönetilen bir ülkede  halkın tercihleri daha güçlü, bazen daha “sosyal” bir devletten, kolektif dayanışmadan, yüksek asgârî ücretten yana olabilir. Yani daha az liberal bir devletten. Peki halka rağmen dayatılmalı mıdır liberalizm? Mal, hizmet ve sermayenin serbest dolaşımı uğruna halkların iradesi çiğnenebilir mi?

2008′de başlayan ekonomik kriz sürmekte. ve ABD, Fransa, Almanya gibi “batamayacak kadar büyük” devletler dahi zorlanıyorlar. Halk için kurulmuş, halkın vergisiyle yaşayan batılı ulus-devletler finans sektörünün emrine girmiş gibiler. Eğitim, sağlık ve güvenlik hizmetlerine ayrılan bütçeler kırpılırken batan bankaları kurtarmak için yüz milyarlarca dolar harcanıyor. Alın terinin finans kurumlarına peşkeş çekilmesini istemiyor insanlar, protesto ediyorlar. Ama batılı ulus-devletler ısrarla hatta bazen polis copuyla finans sektörünü savunmaktalar.

Ne oldu? Bütün nüfusun binde birini bile temsil etmeyen bankacıların çıkarları geri kalan %99.99′un önüne nasıl geçti? Alıp satma, üretip tüketme özgürlüğü nasıl oldu da halkları finans sektörünün kölesi yaptı?

Liberal düşünürlerin içinde Hayek ve Mises gibi peşinen anti-demokratik duruş almış bir çok isim var. Ancak batı demokrasileri bu gerçeği yeni keşfediyorlar. Dünyaya özgürlük  dersleri verirken kendi demokrasileri liberalizmin ağırlığı altında çökebilir. Okuyacağınız kitap halk iradesi ile  liberalizmin savaşı üzerinedir. (Eserlerinden istifade ettiğimiz fikir adamları: Edmund Burke, Ludwig Von Mises, Friedrich A. Hayek, Atilla Yayla, Karl Marx, Hannah Arendt, Alexis de Tockeville, Alexandre Soljenitsyne, Noam Chomsky, Ignacio Ramonet, Max Weber) Kitabı buradan indirebilirsiniz.

Liberalizmin Kara Kitabı

Liberalizmin Ak Kitabı” adlı kitabımızın önsözünde söz verdiğimiz gibi sıra Kara Kitap’ta! Neden? Kemalist ulus devletin tektipleştirici silindiri altında ezilenler için bir umut teşkil etti liberalizm. Kürt, Ermeni, Alevî, “aşırı” dindar, Eski Solcu, vs Atatürkçülerin gözünde “makbul olmayan” kimlikleri haiz insanlar “ideolojisiz bir ideoloji” bulduklarını düşündüler. Yine de sormak gerekmez mi  “Ben de liberalim” diyenlerin içinde kaçı bu düşünce geleneğini derinlemesine inceledi? Güçlü ve zayıf yanları, Türkiye’ye uyan ve uymayan vasıfları hakkında bilgi sahibi oldu?

Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini, temel ilkelerini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde YIKICI KUSURLARI var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor.

Özgürlük nedir? Devletin, toplumun ve bireylerin özgürlükler üzerindeki hakları sınırlandırılabilir mi? Liberalizmin merkezine aldığı bireysel özgürlükler ve piyasa her derde deva mıdır? Özgürlüklerin birbiriyle sınırlanması ANLAMLI mıdır?

Büyük bir kısmı liberal olan düşünürlerin perspektifinden liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard veTürkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan… Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur. Buradan indirebilirsiniz. 

 

Derin MAЯҖ

Etrafınızda “ben solcuyum” diyen kaç kişi var? Birgün Ya da Cumhuriyet Gazetesi, Türk Solu Dergisi okuyan? Yürüyüşlerde Marx, Lenin, Deniz Gezmiş ve Atatürk posterlerini yanyana taşıyan kişileri tanıyor musunuz? İşçi sendikalarında aktif rol oynayan dostlarınız var mı? Bu insanlar hasretle beklediğimiz sol muhalefeti kuramadılar bir türlü. Neden? 

 Marxist ve Marxçı (Marx’a dair ama marxist olmayan) miras ile yüzleşmedi Türk solcuları. Oysa Marx anlaşılmadan hiç bir sol projenin anlaşılmasına da imkân yok.  Leninist, Stalinist, Maoist… Hatta Kuzey Avrupa’nın sosyal demokrat modellerini de çözemezsiniz. Marx’ın bıraktığı yerden devam edenleri anlamak için de gerekli bu okuma; dünya soluna bugünkü şeklini veren düşünürleri anlamak için: Rosa Luxemburg, Ernst Thälmann, Georg Lukács, Max Adler, Karl Renner, Otto Bauer, Walter Benjamin, Jürgen Habermas,… Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 1 Trackback(s)

  2. Şub 29, 2012: Tüketim Uzmanları-2 / Sınıf mı yoksa statü mü? : Derin Düşünce

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin