RSS Feed for This Post

Çukur

Evinden hiç dışarı çıkmayan bir adam varmış, bahçesinde de kocaman bir çukur. Komşunun çocuğu, çukurun bir tarafından çukura bakıyormuş merakla, komşusu olan adam da çukurun diğer tarafında.

Adam demiş ki komşunun çocuğuna:

“Ne duruyorsun, ilk toprağı atsana.”

Çocuk meraklı gözlerle adama bakıyormuş.

“Sanki yorgunum bugün.”

“Annen, bugün çok güçlü olduğunu, geçen haftaki hastalığından eser kalmadığını, yorgunluğunun geçtiğini söyledi ama.”

“Annemle mi konuştun, öf, peki. Ama her an yorulabilirim.”

“Tamam, sen yorulursan çukuru tamamen ben kapatırım, olur mu?”

“Kapatma, lütfen, ayrılma benden. Seni seviyorum.”deyip ağlamaya başlamıştı çocuk. Adam çocuğa sarılarak, gözlerindeki yaşları silmişti sevgiyle.

“Sana bir söz veriyorum, geri döneceğim, ama çukuru kapatmak zorundayız.”

“Ne zaman dönersin?”

“Şimdi bilmiyorum ama bir gün döneceğim. Evi satmaktan vazgeçtim, buraya senin göz kulak olman gerekecek doğal olarak. Bu evin yeni sahibi sensin ben dönene dek.”

“Ben mi? Bu ev benim mi! İnanamıyorum. Burası kocaman!”

“Bu ev senin. Ben dönünce her yerine bakacağım, evle ilgilenmiş misin, bahçedeki çiçekler yaşıyor mu…”

“Çiçekler mi, hangi çiçekler?!”

“Senin dikeceğin ve büyüyüp beni bekleyecek olan çiçeklerden bahsediyorum. Dikmeyecek misin yoksa?”

“Tamam, söz dikeceğim, geleceksin ama, beni ziyaret edeceksin, sonra nereye istersen gidersin.”

“Söz veriyorum.”

Sen benden vazgeçene dek geleceğim buraya, sen büyüyene dek, sen beni herhangi biri kılana dek, sen çukurun üstünü tamamen çiçeklerle kapatıp da çukuru unutana dek… geleceğim. Senin için geleceğim… Sana geleceğim… Hikâyemi anlatmaya geleceğim…

“Geleceğim.” dedi.

Çukur, kürek kürek dolarken çocuk üzgündü, adam sevinçli. Nim, yıllardır yapamadığını yapacaktı, gidecekti, dönecekti bir gün, ama gidecekti. Gidilip de dönülen, dönülüp de gidilen her durak gibi o da gidecek ve dönecek, dönecek ve gidecekti. Atacaktı uru içinden, hafifleyecekti kelimelerin ağırlığından, onları yaşayıp anlatacak, anlatıp söküp atacaktı içinden. Biriktirmeyecekti artık. 

Benim öyküm bir rivayetten ibaret, bu yüzden benden miş’lerle bahsediyor diğerleri, demeyecekti.

Beni yaşamadıklarımı sandıkları kocaman bir hayatı geri çevirmekle yargılayanlara, evinden ayrılmayan/ayrılamayan, öyküsünü değil, hayallerini anlatır elbet, ya da masalları, sözünü unutacaktı.

 Oysa bilmek yaşamak değildir her zaman, yaşamanın bilmek anlamına gelmeyeceği gibi her daim, diye kendisini avuttuğu savunma cümlesini, savunma cümlesi olmaktan çıkaracaktı hayatından.

Denemekten korkmamanızı hatırlatmayacaktı. İster denesinler ister denemesin. Karışmayacaktı. Zaten karıştığı kaç meselede çözüm yolunu dinlemişti ki insanlar, o da artık dinlemeyecekti.

Her söylenen kelimeye yeni anlamlar biçmeyecekti, sözü geldiği gibi kabul edecekti, gerçek anlamdan şaşmayacaktı.

Evinde son gecesini geçirirken kağıdı kalemi alıp eline Pad için hikâyelerini yazarken tek tek, bir an kalemin ucundaki mürekkebin bıraktığı izlere takılıverdi gözleri adamın. Sonra yazmaya devam etmişti, güneş doğuncaya değin, hikâye bitinceye değin…

Zaman zamanı kovalayıp, gurbet gurbeti, hayat ölümü, ölüm hayatı, rüzgâr yağmuru, yağmur güneşi, güneş karı… takip ettiğinde dönme vaktine erdiğini anlamıştı.

Dönüp geldiğinde geriye, geride ne çiçek vardı, ne çukurdan bir iz, ne de çocuktan… Sadece otlar kalmıştı, sadece otlar, üzerlerini beyaz bir karın örttüğü. Rüzgârın peşine takılıp gitmiş, rüzgârın peşine takılıp dönmüştü, anlatacak öyküleri vardı çocuğa. Pad’a. O, yoktu.

Bulamayınca onu karşı evde ve hiçbir yerde, başladı çukuru yeniden kazmaya. Kürek kürek kazdı boşluğunu doldurmak ister gibi. Her kürekte artıyordu boşluğu. Öykülerini saklayacak kimsesi kalmamıştı, anlatacak, eleştirecek, yine de vazgeçemeyecek. Son küreği daldırdığında çukura, anladı ki aslında hiç gidememişti, hep burada kalmıştı, hep nim kalmıştı…

Yarısı burada yarısı orada kalmıştı ve yarımları bütünleyemediği için de aslında hep o çukurun içinde kalmıştı. Yalandı işte, yaşadığını zannettiği her şey, her acı, her sevinç, her anı… Yalandı tamlanmak için uzaklaştığı sebepler… Yalandı.

Öyküler yalandı, anlatabileceği biri olmayınca, yaşanılan sanılan onca şey, yalandı.

Anladı ki o an, çukuru tamamlayan Pad’dı, kendi çukurunu, kendi boşluğunu, kendi yazgısını… Saklayan, koruyan, belleyen olmadan hayat kocaman bir yalandı.

Odasına dönüp de kalemi eline aldığında, söz verip de hiç göndermediği mektuplar geldi aklına, yazılmış ama, yanına gidince anlatırım diyerek, gönderilmekten vazgeçilmiş ama bir türlü de yırtılıp atılamamış mektuplar…

Kalemini sessizce parmaklarının arasında tutup dışarı yönelmiş ve çukurun başına gelerek kalemini eski bir dostu uğurlar gibi çukurun içine indirmiş ve kırılmasından korkarak toprağa emanet etmişti. En azından toprak koruyup gözetendi. Alan ve veren, dinleyen ve konuşan, gizleyen ve aşikâr eden…

Sonra…

Sonra, sonra…

Sonra kapattı gözlerini usulca… Ellerindeki toprağı gözlerine götürerek göz kapaklarına sürdü.  Gördüklerini ama anlatamadıklarını toprağa emanet ederek…

Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur zaman içinde deve tellal iken, pire berber iken, ülkelerin birinde bir adam yalvarırken Tanrı’sına, ondan hiçbir insanda olmayan bir şey isterken aklına o gün duyduğu bir kelime gelmiş ve Rabbim demiş, Rabbim, bana kelimelerin sırrını verir misin? Ama çok bekletme ne olur, babamın son kelimesini duymak yerine başka bir insanın kelimelerini tercih ettiğim günün pişmanlığını atabilmek için beklediğim -ama bir türlü içimden atamadığım- zaman kadar bekletme.

Ve Tanrı’sı bekletmemiş adamı.

Ona kelimeleri vermiş ve kelimelerin sırrını ve adam susmuş, bir daha konuşmamış.

Trackback URL

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin