RSS Feed for This Post

Akıl Tutulması

Geçen hafta okuluna başörtüsü ile girmek isteyen bir ilköğretim öğrencisinin televizyona düşen görüntülerinden ardından medyanın bu çocukların ailelerini provakatör olarak işaret etmesi ve ardından gelen gittikçe dozu yükselen bir dizi devlet yetkilisinin açıklamasından sonra bugün Ece Nur isimli öğrenci müfettiş marifetiyle zorla başı açılmaya zorlandıktan sonra başını açmamakta direnince hakaretlerle sınıftan kovuldu. Ece Nur isimli öğrencinin geçirdiği şoku, babasının maruz kaldığı hakaretleri uzun uzadıya anlatmayacağım.
 “Malum medya” her zamanki “malum” tavrı ile yapması gerekeni tam yapması gereken zamanda yaptı, şaşıracak hiçbir şey yok. Zira Yaklaşık 30 yıldır bu ülkede başörtüsü sorunu ile bir şekilde muhatap olanlar bu konuda bir çözüm ışığı göründüğünde ortaya çıkan bu tür operasyonel  ‘provakotörler ülkeyi karanlığa götürüyor, demedik mi’ haberlerine alışkınlar.
Öte yandan bir taraftan üniversitelerde başörtüsünün serbest bırakılmasını savunup bir yandan da bu çocukların durumu ile ilgili gelişmeyi provokasyon olarak değerlendiren diğer köşe yazarlarının ise daha çeşitli bir tavrı var. Kimi olayı zamanlama açısından manidar bulurken, kimi varolan durumu  düşünsel zeminde eleştiriyor.
Burada beni daha çok ilgilendiren ise  Ece Nur’un bugün yaşadıkları devletin bir kurumunun sebebiyet verdiği bir hadise olması itibarıyle devlet yetkililerinin bu konudaki beyanlarının bize söylemeye çalıştıkları.
Başörtülü öğrenci ve ailesinin televizyona yansıyan görüntüsünden sonra özetle basında yetkililere ait şu beyanlar yer aldı:
TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu:  “İpe un seriyorlar. Kamusal alan, ilkokul nereden çıktı? Bizim böyle bir hedefimiz yok. Üniversitelerde fiilen başlayan bir süreç devam ediyor. Kamu kurumlarının, ilköğretim ve ortaöğretimin kılık kıyafet kuralları belli. Üniversitelerde sorun vardı. Birdenbire birileri tam bu süreçte ilkokula başörtülü çocuk gönderiyor. Bu provokasyondur. Ahmakça davranışlardır….”
***
 
Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu “Yönetmelikte başın açık olması gerektiği yazıyor. Hepinizin de bildiği gibi ilköğretim zorunlu. Bu yaştaki çocuklarımızın kesintisiz olarak temel haklar çerçevesinde sağlanması gerekiyor.
İlköğretim okullarımızda bu tür hadiselerin yaşanmasını zamanlama açısından manidar buluyorum.
***
 AK Partili İnsan Hakları Komisyonu başkanı Zafer Üskül: Doğru, bu çocuk okuyacak. İlköğretim zorunlu, mutlaka okula gidecek. Ancak devletin koyduğu kurallara uyarak gidecek. 18 yaşını henüz doldurmamış çocuk ve gençlerin gittiği okullarda, ilköğretimde ve ortaöğretimde devlet düzeni kurmakla ve kurallar koymakla yetkilidir. Zaten anne babalara düşen yükümlülük de o kurallara uygun biçimde çocuklarını okula göndermektir. Bu konuda taviz verilemez. Taviz verilmesi demek o çocukların eğitim hakkının engellenmesi demektir. Aileler mevzuata karşı koymakta direnirlerse suç işliyorlar demektir. Valilerin görevlerini yapması gerekir.
Bu iş daha ileriye giderse, aile çocuğu baskı altına alırsa çocuk aileden alınır. Bu yetkiler devletin elindedir. Tabii bunlar aşama aşama uygulanacak şeyler. İdare önce veliyi ikna etmeye çalışır. Şu anda yapılan bu. İkna olmazlarsa cezalar var. Çocuk aynı zamanda aile içinde baskı altındaysa ve öğrenim özgürlüğü engelleniyorsa devlet o çocuğu aileden alır ve öğrenim görmesini sağlar.”
***
Aileden Sorumlu Bakan Aliye Kavaf: Biz mahkemenin tedbir kararından sonra çocukları korumamız altına alabiliriz. O konuda bir engel yok, sebebi gerekçesi ne olursa olsun…
 
Her şeyden önce Burhan Kuzu’nun ahmakça ve provakatif diye isimlendirdiği olayın aslını esasını düşünelim. Bir eylemi zamanlama açısından hatalı bulmak, yanlış görmek, tartışmaya açmak sağlıklı bir durumdur. Ancak size ne kadar soğuk ya da uzak da olsa bir hak talebini ahmakça diye geçiştirebilir miyiz acaba. Çocuklarını başörtülü okutmak isteyen bir ailenin talebini şu ya da bu sebeple ahmakça olarak değerlendirebilmek için epeyce aydınlanma felsefesinin tezgahından geçmiş olmak gerekir. Zira buluğ çağına ermiş bir çocuğun başını örtmek istemesi Nişantaşı ya da Etiler’den ibaret bir dünyanın içerisinde ahmakça olabilir ama Türkiye toplumu için son derece tanıdık ve gerçek bir taleptir:
 
 Hafıza-yı beşer nisyan ile malulmuş.  Yine de biraz kendimizi zorlarsak 28 Şubat sürecine kadar Türkiye’de her yıl on binlerce kız öğrencinin beş yıllık ilkokul sonrasında İmam Hatip ve Anadolu İmam Hatip Liselerinde başörtülü eğitim gördüğünü hatırlayabiliriz. Yani medyanın geçen hafta keşfettiği 13-14 yaşında ve başörtülü öğrenci “skandalı” uzun yıllar bu ülkede yaşandı. Bir çok aile kültürel ya da dini hassasiyetleri neticesinde normalde belki çocuklarını okutmayacak iken imam hatip liselerine ve Anadolu imam hatip liselerine göndererek mevcut duruma uyum sağladı. 28 şubat sonrasında 8 yıllık zorunlu eğitime geçilip imam hatip liselerinin de 8 yıldan sonra başlaması ile bir anda bu durum daha ağır bir problem olarak yaşanmaya başladı. Ece Nur ve onun gibi uygulamaya direnen çocuklar ise ülke gündemine girmeden yaşadıkları sıkıntıları çekmeye mahkum edildiler. Sadece benim bildiğim 5 çocuk bir yıldır zaten bu kararları doğrultusunda epeyce hakaretten okul okul sürülmeye, oradan babalarının işten çıkarılmasına kadar çok ağır olaylar yaşadılar. Ece Nur hakkında 170 tane tutanak tutuldu. Sayısız üzüntü, ikna odası girişimi gibi olaylara maruz kaldılar. Yani bir hakkın zamanlaması olmalı mı, şimdi sırası mıydı nın ötesinde bu çocuklar zaten bir yıldır yaşadıkları bu problemle bu “zamanlamanın” dışındalar. Şu anda bunu talep etmeleri (ki şu anda talep ettikleri bir medya efsanesi) yanlış şu bu görülebilir ancak ahmakça demek son derece sübjektif bir tavır değil midir?
 
Peki bu çocukların yaşadıklarına provokasyon diyebilir miyiz? Provokasyonun sözlük anlamı kışkırtma, kavga, meydan okuma. Belki kuşaklar boyunca ergenlik yaşına geldiğinde örtünen bir ailenin bir çocuğunun yine aynı davranışı göstermesi ve diretmesi kışkırtma meydan okuma olarak değerlendirilebilir mi? Yoksa geçmişte bu şekilde eğitim gören sayısız çocuk da göz önüne alınılırsa sahici bir talep midir?
 
Bir diğer provokasyon iddiası ise bu ailelerin aynen 28 şubattaki gibi bir komplonun parçaları olabileceği iddiasıdır. Bu iddiayı dile getirenlere göre; şu anda başörtüsünün yüksek öğrenimde serbest kalmasını istemeyen çevreler bu aktörleri devreye sokmuştur. Türkiye gibi bir ülkede Aczimendilik türü tezgahların olabilmesi ihtimal dahilindedir. Ancak bir ihtimalin ciddi bir şüpheye dönüşmesi için bazı emarelerin olması gerekir. Mesela Aczimendi dediğimiz cemaat daha önce Türkiye coğrafyası dahil İslam coğrafyasının hiçbir yerinde sahipoldukları “eksantrik” görüntü ile beraber rastlanmış bir kitle değildi. 28 Şubat sürecinden kısa bir süre önce ortaya çıkıp bir anda hızla özellikle büyük şehirlerde sokak sokak gezmeye başladılar. Oysa yüzyıllardır bu ülkede ergenlik yaşına gelen kız çocukları başörtüsü taktı. 28 şubata kadar da bir şekilde ya okumayı başardılar ya da okullarını dışardan bitirdiler. 8 yıllık zorunlu eğitim ve imam hatip okullarının liseye dönüştürülmesi ile beraber kaçabilecekleri hiçbir alan kalmadı. Dolayısı ile bu krizin yaşanması değil yaşanmaması şaşırtıcı olurdu bu ülkede.
 
Bence bu açıklamaların en vahimini ve çok tehlikeli bulduğum bir anlayışı Zafer Üskül ve Aliye Kavaf dile getirmiş. Zafer Üskül özetle bir ilköğretim mevzuatı olduğunu ve yasal olarak bu çocukların okumak zorunda olduklarını söylemiş. Ancak mevzuata göre başı açık okumayı kabul etmeyen çocukların ailelerinin eğer onları buna zorluyorlarsa suç işlediklerini ve ailelerinden alınabileceklerini ifade etmiş.
 
 Burada sanırım öncelikle suç kavramının üzerinde durmak gerekiyor. Suç dediğimz şey nedir. En yüzeysel bakış açısı ile yasaya karşı gelmek. Peki varolan yasa haksız adaletsiz zaten karşı gelinmesi gereken bir yasa ise. Ortaçağda doğa bilimleri ile uğraşanlar, kiliseye karşı gelenler suç işlemiş sayılırdı. Yasa emri ile insanlar yüzyıllarca sonrasında komik bulunacak gerekçelerle giyotine, engizisyon emriyle yakılmaya gittiler. Yaklaşık yüz yıl öncesine kadar kadınların seçme ve seçilme hakkı yoktu. Bu hakkı talep etmek geçen yüzyılın ortalarına kadar zencilerin bir beyaz ile aynı sıralarda oturmayı istemesi suç olarak kabul edilen taleplerdi. İngiliz sömürgeciliği altındaki Hindistan’da bir Hintli’nin tuz çıkarmayı istemesi ciddi bir suçtu. Türkiye’de kendisi ciddi bir hukukçu olan bir politikacı şimdi çıkmış yasaya çocuklarının başlarını açtırmadıkları için suç işleyen ve ebeveynlik hakları elinden alınabilecek ailelerden bahsediyor.
 
Hukuki açıdan ise suç hukuk düzeni tarafından ceza veya güvenlik tedbiri yaptırımına bağlanmış fiil anlamına geliyormuş. Ben Türkiye’de çocuğunun başı örtülü okumasını istemek gibi bir suç tanımı ve buna tekabül eden bir ceza var mı bilmiyorum. Suç varsa gerçekten ceza da olmalı. Bugüne kadar başörtüsü bağlamında tülü çeşit tehdit , mahrumiyet hak ihlali okudum ama böyle bir ceza okumadım. Ama eğer okusaydım emin olun böyle bir yasanın yer aldığı ceza kanununu tuvalet kağıdı dahi yapmazdım.
 
 
Burada ailenin çocuğu zorlaması gibi bir yumuşatıcı koşul koyuluyor.Bırakalım bu çocukları Chantal Mouffe türü bir bireyci anlayışa karşı duran entel dantel yorumlara tabi tutmayı. Zaten çocuklar böyle bir durumda ailelerinden koparılırken  devlet onları bir birey kabul edip kendilerine yetiştirme yurduna gitmek istiyor musun diye de sormayacaktır. Sadece onların hayatına hükmetme ve onlar adına karar verme yetkisini ailelerinin elinden kendi eline alacaktır. Peki aynı şeyin tersi de söz konusu mudur diye sormak safdillik mi olur. Mesela başörtülü okumak isteyen ancak ailesi tarafından başı açık olmaya zorlanan bir çocuk ailesinden alınabilir mi? A unutmuştum yasal zorlamalar bunlar. Bizler bu ülkede başı örtülü okumak isteyen insanların aile veya kolluk kuvvetlerinden yediği yasal dayakları da çok gördük zaten.Olur böyle şeyler diyip geçelim.
 
Zafer Üskül ve Aliye Kavaf gibi düşünenleri devletin böyle bir durumda ailenin elinden çocuğunu alabileceğine dair bir tehditkar anlayışa götüren ana argüman nedir bilemiyorum. Ancak şunu bilmek isterdim. Devleti temsil ettiğini söyleyen bazı bıyıklı, bıyıksız, kravatlı, tayyörlü akil adam ya da kadınlar bu çocukları ailelerinden daha çok sevip düşünebileceğini ve yetiştirme yurtlarında çok daha daha sevgi dolu bir ortamda ve güzel yetiştirebileceklerini mi sanıyorlar. Daha da önemlisi devlet bir takım “doğrular” etrafında insanların hayatına bu kadar karışıp kuşatacak bir organ mı? Bu çocuklar devletin malı mı ki böyle bir tasarruf hakkını kendinde görüyor. Devlet bizim için bir problem ortaya çıktığında minimum çatışmayı gözeterek tarafları mağdur etmeden sorun çözmeye çalışması gereken bir aygıt mı yoksa Stalin zamanında çocukları alıp bakımevlerine tıkabilecek kadar otoriter bir gözü dönmüşlükle hayatımızı cehenneme çevirme gücüne sahip bir kabadayı mı?
 
Diyelim ki Zafer Üskül ve Aliye Kavaf bu sözleri o kadar da ciddi söylemedi. Canları duruma sıkıldı, biraz da bak bunu da yaparım haa gibilerden parmak sallamak istedi. Peki bu ülkede ülkenin bakanları çıkıp bazı aileleri suç işliyor olarak parmağıyla işaretlerse bir Milli Eğitim müfettişinin de ertesi günü çıkıp 13 yaşında bir çocuğun başörtüsünü çekiştirmesi, bağırıp çağırması ve çocuğunun babasına hakaret edip tehdit savurması çok mu şaşırtıcı. Peki yarın Ece Nur’u ve bu konuda direten diğer çocukları devletin bu hevesli icracılarının elinden kim kurtaracak.
 
Talep edilenler elbetteki  bir günde çözülebilecek basit sorunlar değil. Ne yapılırsa yapılsın herkesi ikna eden bir çözüm olmayacak diğer yandan.
 
 Ama Allah aşkına ağrıyan bir başı tedavi etmek için çözüm üretmek, bunun için düşünmek yerine o başı kesip atma yı düşünmek de nasıl bir akıl tutulmasıdır anlayan varsa lütfen bana da anlatsın.

 

… Bu konu ilginizi çektiyse …

 

 Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”

Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasak. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyor. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyor. Rumların ruhban okulları özgür değil. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyor. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyor. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970′lerde gasp edildi, hâlâ geri verilmiyor.

Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.

 

 Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu

Devlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisini hukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm” demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor.  Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.

 

 Kadın hakları ve Kemalizm

 “Kemalizm Türk kadınına özgürlük verdi” gibi sloganlarla düşünmeye daha doğrusu ezberlemeye itildiği için sık sık  şaşırmaya mahkûm bir kuşak bizimki. Tarihi, belgeleri, siyasî söylemleri ve sloganları aklın imtihanına tabi tutan herkes hayretler içinde kalıyor. “İyi de biz bunu bunca sene nasıl yuttuk?” diye sormaktan alamıyoruz kendimizi.  Kemalist düşüncenin, çağdaşlığın ve Atatürk devrimlerinin yılmaz bekçisi “çağdaş Türk kadını’nın sesi” Cumhuriyet Gazetesi’nin başyazarı olan Yunus Nadi kadınların siyasete atılmasına nasıl tepki vermiş meselâ?  “Havva’nın kızları, Meclis’e girip yılın manto modasını tartışacak”  Kadınlar Halk Fırkası kapatılınca yerine Türk Kadınlar Birliği kurulmuş. O da kapatılınca Cumhuriyet Gazetesi’nde şu başlık atılmış:  “Türk Kadınlar Birliği kapatıldı, fesat çıkaran hatun kişilere haddi bildirildi.” Derin Düşünce Fikir Platformu yakasını resmî tarihten kurtarmak isteyen okurlarına ezber bozan bir kitap öneriyor : Kadın hakları ve Kemalizm ilişkisine alternatif bir bakış

 

Trackback URL

  1. 13 Yorum

  2. Yazan:Ücretli Öğretmen Tarih: Eki 28, 2010 | Reply

    Dipçikli laikçiler artık kafamıza vuramıyorlar :)) ne dersiniz Aslan ile terbiyecisi rollerini mi değiştiriyo acabaa ;))

  3. Yazan:aziz yılmaz Tarih: Eki 28, 2010 | Reply

    Özgürlükler ve demokrasi konusunda AKP’nin ciddi zaafları olduğu kesin.İşin ilginç yanı ise tökezleyip bocaladığı bu kimliksel sorunları bizzat kendisinin(AKP’nin)sürekli deşmiş olmasıdır.Yani bir yandan açılım adı altında habire birşeyleri değiştirme görüntüsü verirken diğer yandan uygulamada en aciz ve pasif konuma düşebiliyor.

    Ancak yine de bu ikircikli tutumun sadece APK’nin basiretsizliğine bağlanması varolan büyük resmi gözden kaçırabilir.

    Zira,bocalamasına karşın-Alevi sorunu hariç,buna ileride değineceğim-Kürt Sorunu,Başörtüsü yasağı vb kimliksel ve inançsal temelli sorunlarda AKP sanıldığı gibi insiyatif sahibi değildir.Açıkçası insiyatif veya siyasi irade salt matemetiksel olarak meclisteki sandalye sayısıyla oluşmuyor.Yani Türkiye’de devlet kurumları arasında hüküm süren çift başlılık bir şekilde kuvvetler ayrılığı bağlamında siyasete ve dolayısıyla da hükümete sirayet ediyor.

    Bu çifte iktidar,devlet içinde devlet gibi Türkiyenin klasik siyaset biçiminin en bariz örneğin ilkini, üniversitelerde başörtüsü sebestisine dair yasal düzenlemenin Anayasadan dönmesiyle gördük.Malum akabinde 367 krizi yaşandı…Daha sonra da “Kürt Açılımı”yla aynı sıkıntıları yaşadık.Şimdi de başörtüsü meselesinde dönüp dolaşıp aynı noktaya geldik.Fakat bir farkla:Bugüne kadar yaşananlardan laik kesimler sorumlu tutulurken bu kez kriz üreten tarafa hükümet de dahil olmuş oldu.Zannedersem mazeret rezervi bitince şimdi henüz çözmeye muktedir olmadıkları bazı sorunların farkına vararak gerçeklerle yüzleşmeye başladılar.Üskül’ün ve aileden sorumlu bakanın açıklamaları bu durumu yeterince izah ediyor kanımca.

    Derdim ucuz AKP eleştirisi yapmak değil.Bazı “hassas”sorunların çözümünde bir arada iki derede kalıyorlar nihayetinde.Ki bu da hükümetin elini kolunu bağlayan ciddi bir açmaz.Lakin hâl ve vaziyet bundan ibaretken neden boyunu aşan her olaya tabir yerindeyse balıklama atlıyorlar?

    Burada akla gelen ilk şey AKP’nin mevcut sorunlar üzerinden siyaset ürettiğidir.Kısacası yılların birikimini gordion düğümünü çözmek istercesine hesapsızca davranıyor.Hesapsızlık bir yana kendine mal ederek ve kendi yöntemlerinde ısrar ederek yapıyor bunu.Tabi sonuç hep böyle hüsranla bitiyor.

    Alevi meselesi bu bağlamda nasıl göstermelik bir demokrasi oyununa kalkışıldığının tipik bir örneğidir.Hadi Kürt Sorunu Uniter Devlet egline takılıyor ve Ulusalcı kesimlerin baskısıyla karşılaşıyor diyelim.Keza başörtüsü yasağı baskın laiklik kaygılarıyla sürüncemeye girmiş olsun…Peki Alevi sorununun hak talbinde bulunanları bile sollarcasına ısıtılıp ısıtılıp gündeme taşınıp somut hiçbir çözüm üretilememesine ne demeli?Zira yuarda andığım diğer sorunlar gibi gerek devlet kurumlarından gerekse toplumdan bu derecede yüksek engeller bulunmuyor.Buna karşın hâlâ başladığı yerdedir Alevi meselesi.Peki ikide bir sorunu başlatıp kurcalayan kim?Gene AKP.

    Sonuç itibariyle ya mevcut siyasi dengeler, toplumsal dinamikler doğru hesaplanarak sağlam adımlar atılmalıdır.Ya da üstesinden gelinmeyeceği bile bile demokratlığa oynanmayacaktır.Sanırım AKP ikincisinden pek vazgeçemiyor.Ne var ki başa güreşmeden vazgeçilmediği gibi yöntem de değiştirilemiyor.Eh tabi politika günlük hesaplarla yürütülünce olacağı budur.Yani bakanıyla,müsteşarıyla,müfettişiyle “bakın bu işerde bizim parmağımız yoktur”demeye getiriliyor.İyi de madem kenara çekilip seyredecektin ve üstelik sorumluluğu başkalarına atmak için uğraşacaktın ne diye açılım,demokrasi,özgürlük gibi değerler üzerinden politika yaparsın diye sorarlar.Yazık bu son çıkışlar gerçeken bir talihsizlik örneğidir.Demek ki siyasi hırs ve çıkarlar her şeyin üzerinde tutuluyor.Ben bunu anladım.

  4. Yazan:özlem Tarih: Eki 28, 2010 | Reply

    Evet Aziz Bey,
    bence de alevi meselesi AKP nin yumuşak karnıdır. Onu bir tarafa koyarsak Kürt meselesi ve başörtüsü meselesi aslında oldukça karmaşık.Aslında Kürt meselesi dahi başörtüsü konusundan ayrılmalı. Çünkü başörtüsü konusunda aslında klasik akp ileri gelenlerinin tavrının diğer konularda olduğu kadar karmaşık olmadığını net olduğunu düşünüyorum. İlginç olan şu insanlar belki farkında değil ama bu olay yaşandığı zaman başbakan bu olayı gündeme getiren basını provakasyon yapmakla itham etti. ama nasıl olduysa iş döndü dolaştı, hükümetin içerisindeki Aliye kavaf, zafer Üskül ve Burhan kuzu gibi çekirdek kadrodan gelmeyen adamlar tarafından çocuklar ve ailelelir provokasyon yapıyora getirildi.Başbakan ın provokasyon ile ilgili sözlerini ben oldukça dikkatli okudum orada ima edilen tamamıyla medya.
    Ama böyle bir garabet durum var bir bakıyorsunuz hükümetin bir bakanı ermeni meselesinde en çiğ ırkçının yapmayacağı beyanları yapıyor bir diğer bakanı Hrant’a methiyeler yağdırıyor, bir başkası kürt meselebsinde bir şey söylüyor bir vali diğer yandan bütün iyi niyet beklentilerinin canına okuyor. Yani öyle bir hükümet görüntüsü varki sanki ya allah deyip birileri yola çıkmış, kervan yolda düzülmüş kervanın nereye gideceği ise bir türlü karara bağlanmamış. biri buraya çekiyor diğeri şuraya. Zaten belli bölgeler ise hepten yasak. Bütün bu görüntünün altında en tutarlı ama negatif tutarlı durum alevilik meselesi. orada el birliği ile suskunluk var.
    Yine de eğer anarşist rüyalar ile sabahı etmeye pek de meraklı insanlar değilsek elimizde bu kervandan başkası yok. İki ileri bir geri yol alıyor. Diğerleri tam bataklık.

    Ben bu yürüşyüş içerisinde Cemil Çiçek, Vecdi Gönül ya da şu son olayda Zafer Üskül kim bize devletin sopasını gösterirse alabildiğine bağırmaktan başka çare göremiyorum. Ama atılan iyi adımları da desteklemekten vazgeçmeden.

    Başka çare var mı?

  5. Yazan:sevim Tarih: Eki 31, 2010 | Reply

    bence hükümetin verdiği tepki daha çok laikçi cepheden tırstıklarından.tamam hükümetin içinde bir sürü milliyetçi,ulusalcı kişiler var.önemli bürokratik kademelerde de statüko yanlılarından geçilmiyor.işgüzar müfettişler,eyyamcılar ne ararsanız var.ama bu seferki biraz farklı.bir yorumcunun da dediği gibi laikçi cepheye yaranmaktan başka bir şey değil.belki de gerilim tırmanmasın diye zorunlu gördüler kendilerini.

  6. Yazan:durhat Tarih: Eki 31, 2010 | Reply

    Sn.Özlem Yağız,

    Katılıyorum şu anda AKP’ye alternatif siyasi bir yapılanmanın emeraleri bulunmuyor.Lakin bu denge siyasetiyle sorunların çözüleceği de yok.Çicek çıkıyor bir şey diyor,V.Gönül başka bir şey.Adı sanı fazla duyulmadığından gündeme gelmeyen devletçi kanadı,milli görüşçüleri,milliyetçileri vs saymıyorum bile.Şimdi de Zafer Üskül!Hadi diyerleri neyse de Üskül gerçekten hayal kırıklığı yarattı.Bunlar hiç de iyi puan değil.
    Bu nedenle bu kör topal haliyle AKP’nin arzu edilen demokratikleşmede başarı olacağını sanmıyorum.Maalesef gidişat bir ileri iki geri yönüne seyrediyor.
    Tabi işin denge boyutu da küçümsenecek cinsten değil.Bir yandan CHP ve saz arkadaşları,diğer yandan var gücüyle statükoyu savunan malum güç ve kurumlar.Yani hafife alınmayacak bir barikat var,ki bunların uzantılarından bir kısmı da partinin en önemli organlarında söz sahibidir.Hadi partı dışı muhalefetle baş edilse bile içerden çomak sokmaya teşne yığınla unsur var.Gerçi Z.Üskül’ün talihsiz çıkışına rağmen bu kategoriye girdiğini söylemek adil olmaz ama yine olumsuz bir tabloya işarettir bu beklenmedik refleks.
    Kısacası içerdeki çürük elmelar temizlenirse APK pekala ANAP’ın ve diğer muadil partilerin akibetine uğrayabilir.Zannedersem benzer akibet kaygısıyla AKP böylesi bir resti göze alamıyor.Hasılı zor iş.Değneğin iki ucu da pek steril değil.Tabi olan demokratikleşmeye,barışa,adalete oluyor sonuçta.Bu kör düğüme çare bulunmadıkça sanırım hukuk devleti olma yolunda mesafe kaybedilmeye devam edecek gibi görünüyor.

  7. Yazan:özlem Tarih: Eki 31, 2010 | Reply

    Zafer Üskül’ün yaptığı ardından Aliye Kavaf’ın destek verdiği açıklama aslında bir yaranma kaygısı veya denge siyaseti değil bence. Bu insanlar fazlası ile modernizmin tezgahından geçmiş ve modernizm ile ilgili yaşadığımız ‘doğruları’ fazlası ile içselleştirmiş insanlar. Daha önce derin düşünce sayfalarında sıkça konuştuğumuz Bauman’ın bahçecilik çağı dediğimiz örneklemesinde olduğu gibi bahçede farklı tür ve boyda bitkilerin görüntüsü dehşete düşürüyor ve refleksleri bu bitkileri budamak yönünde oluyor. Başörtüsü takan 13-14 yaşlarında bir kızın okula gitmesi düşüncesi onlar için o kadar aykırı ki son derece sürreel bir tehditi yaptıklarının bile farkında değiller. yani böyle bir duruma razı olmaktansa çocukların ailelerden alınıp esirgeme kurumlarnına verilebilmesini ciddi ciddi düşünebiliyorlar. bu absürd teklifin ve devletin otoriter yüzünün göründüğü anda sobelenmesini ben aslında bu konu üzerinde özellkile ilgili insanlardan çok bekledim. ancak bir iki tepki geldi. O da yine ‘dindar’ camianını içerisinden idi.
    CHP gerçeği sadece AKP yi değil belki hepimizi bir tür denge siyasetine zorluyor maalesef.

  8. Yazan:durhat Tarih: Kas 1, 2010 | Reply

    Zafer Üskül’ün yaptığı ardından Aliye Kavaf’ın destek verdiği açıklama aslında bir yaranma kaygısı veya denge siyaseti değil bence. Bu insanlar fazlası ile modernizmin tezgahından geçmiş ve modernizm ile ilgili yaşadığımız ‘doğruları’ fazlası ile içselleştirmiş insanlar.

    Gayet tabi,dediğiniz gibi de olabilir.Benimkisi kendi gözlemlerime dayalı bir fikir(di).Hükümetin bu anlamda ciddi bir açmazla karşı karşıya olduğunu ve dolayısıyla bu tavrın siyesete yansıyan böylesi bir psikolojiden kaynaklı olabileceğini düşünmüştüm.Kısacası dediğiniz gibi farklı nedenlerin olması muhtemeldir.
    Modernizm meselesine gelince,burada da katılıyorum size.”Doğrular”ın ideolojik ve felsefi dayanakları farklı kaynaklardan beslenmiş olabilir.Modern ideolojiler,inançlar,gelenekler…Dolayısıyla özgürlükten adalete,eşitlikten bireysel haklara her bir inanç ve ideoloji üzerine inşa edilmiş farklı tanımlamalar mümkündür.Misal inançlı bir dindar ile batı modeli modern ideolojilere yaslanmış bir diğerinin özgürlük tanımı ve algısı farklıdır.Farklıdır çünkü doğru adına nasıl farklı algılar mümkünse bu tanımlara yüklenen anlamların farklı olması da kaçınılmazdır.Ne var ki farklı algılanıyor olması tanımın karşılığı olan içeriği değiştirmez.Gerçek olan şu ki,hangi pencereden bakarsanız bakın eşitlik,özgürlük,adalet gibi değerler değişmez.Yani farklı düşüncelerden esinlense bile gerçek muhtevası,insanın olmazsa olmaz gereksinimi açısından değer kaybına uğramaları sözkonusu değildir.Ha,kimi yerde çatışıp kimi yerde örtüşebilirler.Nitekim insak hak ve özgürlükleri noktasında birbiriyle paralel olmayan farklı düşünce/inanç/felsefi akımların pekçok noktada örtüştüğü görülecektir.Nasıl anlatsam,dindar biriyle atesit birinin özgürlükler bağlamında benzer refleks vermeleri olasıdır.Tabi fikir ayrılığından doğan çatışmalar da olasıdır.Ki bu çatışma inanılan düşüncenin yapısından ziyade düşüncenin yorumlanma ve uygulama safhasıyla doğrudan ilgilidir.Görüyoruz işte bazı kesimler dini kullanarak milliyetçiliğe yelken açabiliyr,bir diğeri ise faşizmle sol/sosyalizmi birbirine karıştırabiliyor.Ancak buna karşın kendilerini ideolojilerin afyonundan kurtarmış entelektüeller de var ve bu da umut vericidir.
    Şimdi Z.Üskül,A.Kavaf vd.bu idelojik veya mdernizm dediğimiz olgu skalasının neresindeler doğrusunu isterseniz kesin bir fikrim yok.Ancak şayet bu noktada bir etkileşim sözkonusuysa acaba neden hükümetin muhafazakar kanadından dişe dokunur bir tepki gelmedi?Hadi ismini zikrettiklerimiz modernizmin etkisiyle savruldular,peki ilk itirazın yine hükümet çevrelerinden gelmesi gerekmez miydi?Bilemiyorum,başbakan medyayı provokatör olarak suçladı ama işin bu boyutuna çok da dokunmadı.Dolayısıyla sanki -deyim yerindeyse-birbirlerini idare etmek gibi bir durum var ortada.Bu da parti içi hizipleşmelere karşı oldukça hassas olunduğunun göstergesidir.Denge siyasetiyle söylemek istediğim buydu.
    Saygılar.

  9. Yazan:durhat Tarih: Kas 1, 2010 | Reply

    ateist diyecektim,klavyem sürçtü sanırım.

  10. Yazan:özlem Tarih: Kas 1, 2010 | Reply

    Şahane yazmış Gülay Göktürk. Şimdi gördüm. Demek ki yazanlar çıkmış aslında.
    http://www.bugun.com.tr/kose-yazisi/124619-cocuklari-devletlestirmek-makalesi.aspx

  11. Yazan:M.Demircioğlu Tarih: Kas 2, 2010 | Reply

    Çubukçu “Yönetmelikte başın açık olması gerektiği yazıyor.

    Toplumda çatışmalara neden olan ve dolayısıyla da toplumu gerileten ne kadar paspal şey varsa zatan şu yönetmelik denilen bir dizi saçmalığın eseri değil midir?

    Savunma da hazır:Efendim mevzuat böyle!E o zaman halkın burnundan getirilen şu tılsımlı mevzuatlar mümkünse bir değiştirme yoluna gidilsin.Ya da hiç değilse akla,izana yakın bir şey konsun yerine.

    Bu tür kompleksleri aşan devletler nasıl başarmış bunu?Demekki o mevzut denen şey her ne ise zamanla ihtiyaca cevap vermeyecek duruma gelince yerine başka bir şey konabiliyormuş.Ama mevzuat denen yönetmelikler Hammurabi Kanunu gibi dokunulmaz olunca işte böyle her türlü maraza çıkar.Yani kepazeliğe bakar mısınız?yok kamusal alandı,yok hizmet alan-hizmet verendi,yok başörtüsü alttan mı bağlanmalıydı,çapraz mı?Vallahi bu takıntıları sorun olmaktan çıkaran medeni topluluklar bilmem neresiyle güler buna.Akıl tutulması ne ki,bu olsa olsa cinnet geçirmek olur,başka bir şey değil.Yazık!Bu aklıeveller memleketi tımarhaneye çevirdiler de farkında değiller.

  12. Yazan:bsm Tarih: Kas 3, 2010 | Reply

    Sanırım sorun,yaşam alanlarıyla devlet işleyişi arasında derin uçurumlar olmasından kaynaklı.Öyle bir uçurum ki,gündelik yaşam akışı ile bürokratik devlet çarkı ayrı bir dünyanın,ayrı bir kültürün farklı usurlarıymış gibi gelir insana.İşin asıl ilginç yanı ise bir şekilde örülmüş olan bu yüksek duvarların yaşamın hayhuyu içinde kaybolup gitmesidir.Yani bu kopukluğun yansımaları her an her saat karşımıza çıkmakla beraber bir şekilde sıradanlaşıp kanıksanabiliyor.Kabullenme demek belki abartılı olur,ne var ki iliklerimize kadar hissettiğimiz sorunlar aynı oranda bilincimize pek yerleşmediğinden olsa gerek bir şartlanma yaratıyor.Alışıyoruz.Tıpkı çoğunluğu cinayet,tecavüz,savaş ve yıkım haberlerine alıştığımız gibi bizlere dayatılan bu pervasızlığa,keyfiliğe de alışıyoruz galiba.
    Belki gazetelerin üçüncü sayfalarına konu olan cinayet ve tecavüz olaylarını durdurma şansımız olmayabilir…Bir anda onlarca insanın ölümüne yolaçan terör olaylarını,savaşları,yıkımları önlemede de yetersiz kalabiliriz.Zaten yetersiz olduğumuz içindir ki çok çok vicdani ama sessiz bir tepkiyle sınırlı kalıyoruz.Yani içimiz acır,vicdanımız yara alır ama dünyayı tersine çevirmek gibi sihirli bir deyneğimiz yoktur.O bakımdan gözümüzün önünde cereyan eden nice tatsız ve üzücü olayın ancak tanığı olabiliyoruz.Tabi o tanıklığı da ne kadar hakkıyla yerine getirdiğimiz ayrı bir konu.Üzülerek söylemeliyim ki kendimizi tanığı olmakla sınırladığımız olaylara kalben bile olsa duyarlı olduğumuzdan şüpheliyim.Kısacası bu seyirci olma durumunun,bu çaresizlik halinin yine de dünyanın varolan kaosu içinde anlaşılabilir bir yanı vardır.Ne de olsa bu gidişatı değiştirecek yaptırım gücüne sahip değiliz.

    Peki,ya değişmesi imkansız olmayan,aklımızla,duygu,düşünce ve davranışlarımızla yeniden yön verip değiştirebileceklerimiz?Neden kayıtsızlığı seçerek acziyete mahküm ediyoruz kendimizi?Hiç değilse devlet-toplum-birey arasında sürmekte olan bu anlamsız kopukluğa bir yerinden tutarak anlamaya,kavramaya çabalayamaz mıyız?

    Bütün bunları neden anlattım?Belki bugün bir hastne odasında iki saatimi geçirmeseydim bunları anlatmamış olacaktım.Hergün yaşadığım ama es geçtiğim yüzlercesi gibi unutulup gidecekti.Oysa bazen siz sorunlarınızla yaşamaya alışıp geçseniz de onlar gelip sizi kıskıvrak yakalar ve artık isteseniz de kaçamazsınız,yok sayamazsınız.Sanırım bu hastane odası da benim için böyle oldu.
    Eh madem bir düşünce penceresi açtı bu hastane odası hikayeye baştan başlayayım.Az önce döndüm hastaneden.Torunum bademciklerinden ameliyat olacaktı.Birkaç gün öncesinden gün almıştık.Sabahleyin hazırlıklarımızı yapıp hastanenin yolunu tuttuk annesiyle.Çocuğu ameliyata aldılar.Çok şükür başarılı geçti,durumu iyi yavrucağızın.Bu meyanda bekleme salonunda ameliyatın sonucunu beklerken kendimi düşüncelere dalmış buldum.İşte anlattıklarım bu iki saatlik bekleyişin sonucudur.
    Bilemiyorum,sanırım insanın şöyle kendine gelip düşünmesine iyi geliyor bekleme salonları.Bol bol düşünecek vaktiniz olur ve gözlem için de iyi malzeme verirler.Tuhaf gelecek ama nereden estiyse beklerken aniden başı kapalı ve açıkları saymak geldi içimden.Yarıya yarıyaydı sayı.Sessiz gözlemim devam ediyordu.Sayıyı tamamlayınca da bir karşılaştırma düşüncesi üşüştü zihnime…Tuhaf olan hiçbir şey yoktu;aynı umut ve beklentiler için oradaydı insanlar.-Başı açık/kapalı, ayrım olmaksızın-kendi aralarında konuşuyor,sohbet ediyor,birbirlerine moral veriyorlardı,farklı tercihleri burada bölmüyordu onları.Asıl tuhaf olanı,bu mekanda sorun yaşamaksızın uyumlu olabiliyorken yıllardır bölünüp kutuplaşmalarıydı.Bir türlü akıl erdiremiyordum bu garip duruma.Burası,bir hastane odası; sıcak dostluklara kapı aralayabiliyorsa pekala aynı hava yaşamın her alanına yayılabilirdi.Bu biraradalığın,hoşgörünün genişlememesi için hiçbir neden yoktu.Zor değildi,imkansız hiç değil.?Bugün bir kez daha anladım ki bu insanların alıp veremediği,paylaşamadığı hiçbir şey yoktu.Hayıflandım.Derin bir iç çektim;neden yoktan sebeplerle iş bu denli çıkmaza sokuluyor diye.
    Bilirsiniz,çaresiz ve kırılgan anlarda hayaller devreye girer,imdadına yetişir insanın.Bir teselli,umarsız bir avuntu…ne derseniz deyin zayıf anlarımızı yoklar,gelir ve giderler.Beni de öyle bir anımda yakaladılar sanırım.Bir an o hastane odası yerine üniversiteler,iş yerleri,devlet kurumları;kamusal olan/olmayan alanlar hatta ilkokullar…canlandı zihnimde.Oralarda da birbiriyle geçinebilir,hatta sıcak dostluklar kurabilirdi insanlar.Neden olmasın(dı)?
    Böylece torunumun ameliyat bitiş anonsu okununcuya kadar sımsıkı yapıştım bu hayale,bırakmak istemedim,hayal bile olsa güzeldi.Evet güzeldi bir ilkokulun bahçesinde başörtülü minik kızlarla sarı,siyah,kıvırcık saçlı yavruların birarada cıvıltılarını duymak…Ne hoş bir duyguydu bir bankanın sıra sıra veznelerinde kah başı örtülü kah açık kadınların güler yüzüyle karşılaşmak…Korkuları,şüpheleri,vehimleri geride bırakarak hayatı rengarenk bir cennete çevirip barış içinde yaşayabilmek!
    Ah ah!Bu güzellikler varken yaşamı egolarımıza kurban etmek,hayatı kendimize zehir etmek ne acı!
    Torunum için sevinmiştim ama hayalim o hastane odasında kalmıştı.Buruk bir sevinçti anlayacağınız.Oradan ayrılırken yaşamın gerçeklerine geri dönüyordum tıpkı rüyadan uyanır gibi.

  13. Yazan:özlem Tarih: Kas 4, 2010 | Reply

    bsm torununuz için geçmiş olsun diyorum. Ne güzel yazmışsınız. Güzel bir edebi metin okur gibi oldum okurken. teşekkürler.
    bir yerde yazıyor musunuz?

  14. Yazan:bsm Tarih: Kas 5, 2010 | Reply

    İlginiz için çok çok teşekkürler Özlem hanım.

  1. 2 Trackback(s)

  2. Kas 11, 2010: Son 30 günde en çok okunanlar : Derin Düşünce
  3. Mar 18, 2011: Akıl Tutulması ! : Ecenur Özel | Resmi Web Sitesi

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin