RSS Feed for This Post

Tasavvuf ve Kuantum fiziği

Ibrahim B. Syed, Ph.D, D.Sc.
Uluslar arası İslami Araştırmalar Derneği Bşk

Çeviren: Ekrem Senai
Tasavvuf ve kuantum teorisinin birçok ortak noktası bulunmaktadır. Örneğin, fizikçilerle sufilerin dünya görüşleri birbirine çok yakındır. Mekanistik dünya görüşünün aksine, Sufiler, evrendeki herşeyin birbiriyle ilişkili olduğunu, aynı mutlak gerçeğin farklı cilveleri , tezahürleri olduğunu düşünürler. Gerçeğe erişmek, varlıktaki tekliğin ve karşılıklı ilişkinin farkına varmak, benliğini aşmak ve kendisini mutlak gerçeklik içinde tanımlamaktır.

Mekanistik bilim oldukça karmaşık bir matematik dille ifade edilir. Buna karşın tasavvufun dili meditasyondur. Sufiler, bu yolla elde edilen bilgilerin ifade edilemeyeceğini söylerler. Sufilerin tecrübe ettiği hakikat, belirsiz ve ayırt edilemeyecek bir hüviyettedir. Aklı bilgi kaynağı olarak görmezler ama onu tecrübelerini analiz etmek ve yorumlamak için bir araç olarak kullanırlar.

Gözlem şekillerinin farklılığı dolayısıyla bilimsel deney ve Sufi tecrübesi arasında bir paralellik kurulması ilk bakışta tuhaf gelebilir. Fizikçiler detaylı takım çalışması ve çok sofistike teknolojik yöntemler kullanırlar; buna karşın sufiler bilgiyi içgözlem yoluyla, araçsız ve aletsiz bir şekilde, zikir (meditasyon) sırrıyla elde ederler. Temel parça fiziğinde bir deneyi tekrarlamak yıllarca süren detaylı bir eğitimi gerektirir; derin Sufi tecrübesi de genellikle deneyimli bir ustanın elinde gerçekleşir ve yıllar sürer. Fizikçilerin teknik aparatları ne derece karmaşıksa Sufi bilincinin derin zikr halinde iken fiziksel ve ruhsal durumu da en az o derece karmaşıktır. Yani bilim adamları ve sufiler, normal bir insanın ulaşamayacağı gerçekleri gözlemlemek için karmaşık metodlar kullanma konusunda ortak bir özelliğe sahiptir.

Zikr

Zikr zihinsel sükunet ile bilinci rasyonaliteden sezgiselliğe kaydırır. Bu sessizlik nefes alıp vermeyi düzenlemek veya Allah, la ilahe ilallah seslerine odaklanmakla başarılır. Dua ve ibadet de aklı devreden çıkaran zikr kapsamında değerlendirilir, zikrin daha statik formları olan sükunet hali ve huzur hislerine yol açar. Bu pratikler bilincin meditatif modunu geliştirir.

Zikrde, zihin tüm düşüncelerden ve kavramlardan boşaltılır ve bu şekilde sezgisel kademeye hazırlanır. Rasyonel zihin susturulduğunda, sezgisel kademede fevkalade bir bilinç düzeyi ortaya çıkarır, kavramsal düşünce filtresi devre dışı kalmış ve sezgisel deneyim ön plana çıkmıştır. Bu meditasyonel durumun ana özelliği çevre ile tek olma bilinç durumudur, bu safhada artık tecezzi, ayrılık sona ermiş, tüm farklılıklar ortadan kalkmıştır.

Hakikatin içten gözlenmesi

Tasavvuf hakikatin doğrudan içten gözlenmesine dayanır; fizik ise bilimsel deneylerle doğal fenomeni gözlemler. Fizikte, modeller ve teoriler tahminidir ve bunlar modern bilimsel araştırmanın temelini teşkil eder. Dolayısıyla Einstein’ın deyimiyle, matematiğin kurallarına uyduğu sürece, kesin değildir; kesin olduğu sürece de, gerçeğe tekabül etmez. ([Albert Einstein, 1936, “Albert Einstein: The Human Side”, Helen Dukas ve Banesh Hoffmann]  ayrıca   “The Tao of Physics by Fritjof Capra, Bantam New Age Books, New York, 1980, sy. 27. Mantık eşyanın doğasını analiz ettiğinde, absürd veya paradoksla karşılaşmak zorundadır. Bu sufilerce hep böyle olmuştur, bunun bilimde bir problem halini alması ise son dönemlere tekabül eder.

Doğa, bilim adamlarınca makro alem içinde incelenir ve bu alem, 5 duyu ile hissedilir bir dünyadır. Kelimeler, akli kavramlar ve görüntüler hep bu tecrübeye dayanır ve dolayısıyla doğa fenomenini tarif etmek bu duyularla sınırlıdır. Atom ve atom altı dünyasında ise duyularımızın ötesine geçilir, bu yüzden bilgi artık duyulardan temin edilemez. Konuştuğumuz dil, duyularımızın gözlemlediği görüntüler bu alemi tanımlamak için yetersiz kalmaktadır.

Doğanın derinine nüfuz ettikçe, olağan dilin kavramlarını ve algısal görüntüleri daha fazla terk etmek zorundayız. Atomu ve atomsal yapıyı araştırırken, bilim algısal hayal gücümüzün sınırlarını aşar ve dolayısıyla artık mantık ve sağ duyuya mutlak bir kesinlikle dayanamanız mümkün olmaz. Kuantum fizikçileri bilime, eşyanın doğasına ait ilk alametleri kazandırmışlardır. Sufiler gibi, fizikçiler de gerçeğin 5 duyunun dışına çıkan tecrübesi ile uğraşmakta ve bu deneyimin paradoksal yönleriyle karşılaşmaktalar. Gelinen noktada, modern fiziğin model ve görüntüleri Sufilerinkine son derece benzerlik içindedir.  

İletişim problemi

Bilim adamları ortak dilimizin atomik ve atom altı gerçekliği hiçbir şekilde tanımlayamadığını fark ettiler. Fizikte relativitenin ve kuantum mekaniğinin ortaya çıkmasıyla, klasik mantığın ötesine geçilmesi ve kullandığımız dilin bu yeni gerçekliği ifade edemeyeceği ortaya çıktı. Sufiler daima hakikatin dilin sınırlarını aştığını fark etmişler ; akıl ve akli kavramları aşmaktan korkmamışlardır. Sufiler de, fizikçiler gibi dil sıkıntısı yaşamaktadırlar: Her iki grup da bilgilerini paylaşmak istemekte, ama bunu yapmaya kalkıştıklarında mantıksal çelişkiler ve paradokslar ortaya çıkmaktadır.

Işığın düalitesi

Kuantum fiziğinde, paradoksal durumların kaynağı genellikle ışığın dual tabiatıyla veya daha genel ifadeyle, elektromanyetik radyasyonla ilgilidir. Işık, dalgalar şeklinde girişim oluşturur. Bu durum iki ışık kaynağı kullanıldığında gözlenir, ışık parlak ve sönük dokular oluşturur. Diğer yandan, elektronmanyetik radyasyon da fotoelektrik etki üretir: kısa dalga boylu ışık (örn, ultraviyole, x-ışınları veya gama ışınları) bazı metallerin yüzeyine çarptığında, yüzeyden elektron düşürebilirler. Bu yüzden, yüzey hareketli parçalardan oluşuyor olmalıdır.

Kuantum teorisinin erken safhalarında, fizikçiler elektromanyetik radyasyonun nasıl olup da hem partiküllerden ( çok küçük bir hacimde sıkışmış cisimlerden) , hem de dalgalardan (uzayda geniş bir alana yayılan) oluştuğu konusunda şaşkınlığa düştüler. Bu durumu ifade etme imkanı yoktu.

Sufizm gerçekliğin paradoksal yönleri ile baş edebilmek için birçok yöntem geliştirdi. Attar, Hafız, Ibn Arabi, Rumi, Bistami, ve diğerlerinin çalışmaları şaşkınlık verici çelişkilerden bahseder. Ayrıca, bunların özlü, güçlü ve son derece şiirsel dilleri okuyucunun mantıksal akıl yürütme alışkanlıklarının ötesine geçer. Heisenberg bir keresinde Bohr’a sorar: Atom deneylerinde gördüğümüz gibi doğa gerçekten absürd olabilir mi? (Werner Heisenberg. Physics and Philosophy. Harper Torchbooks, New York, Harper and Row, 1958, p.42)

Makroskobik aleme ait olan duyumsal deneyimlerimiz, bize imgeleri ve akli kavramları resmetmek ve bunları dil ile ifade etmemize olanak tanır. Bu dil doğal fenomeni tanımlamak için yeterlidir. Newton’un evrensel mekanik modeli makroskobik alemi tanımlar. Yirminci yüzyılda, fizikçiler atomun ve atom atı parçacıkların varlığını deney yoluyla doğruladılar. Bu parçalar duyusal algılarımızın ötesinde olduğundan, onlarla ilgili bilgimiz artık doğrudan duyusal deneyimden kaynaklanmıyordu. Dolayısıyla şeylerin esas doğası ile uğraşırken daha önce bahsettiğimiz problemlerle karşılaşmamız kaçınılmazdır.

Modern fizik

Sufiler hakikatı tecrübe etmenin anlık olduğunu ve insanın bilincinin yaşayabileceği en şaşırtıcı olay olduğunu söyler. Bu, 5 duyu ile kavranan alemi alt üst eden bir deneyimdir. Sufiler bunu dibi çıkmış kova olarak tanımlıyorlar.

Fizikçiler de aynı şekilde yirminci yüzyılın ilk kısmında ortaya çıkan atom teorisiyle dünya görüşlerinin temellerinin sarsıldığını hissettiler. Tarif ettikleri kavramlar sufilerin tariflerine benziyordu. Heisenberg şöyle diyecekti:  Modern fizikteki son gelişmeler ancak fiziğin temellerinin hareket etmeye başladığını ve bu hareketin zemini bilimden ayıracak hissi oluşturduğu fark edildikten sonra anlaşılabilir. ( Werner Heisenberg. Fizik ve Felsefe. Harper Torchbooks, Harper and Row, New York. 1958, sy. 167)

Modern fiziğin bulguları mekan, zaman, nesne, sebep ve etki gibi kavramlarda derin değişimleri gerekli kıldı. Bu kavramlar dünyayı deneyimlememiz için çok temel şeyler olduğundan, bunları değiştirmeye çalışan fizikçilerin yaşadıkları tam bir şok haliydi. Bu değişimlerin sonucu olarak ortaya yeni ve tamamen farklı bir dünya görüşü çıktı ve hala formüle edilmesi sürüyor. Kuantum teorisi doğanın birbirine bağımlılığını gösteriyor, dolayısıyla bizi evrenin fiziksel nesnelerin oluşturduğu bir şey değil ama tek bütünün komplike ilişki ağında bulunan birçok parçasından oluşan bir bütün olarak anlatıyor. Aynı sufilerin algıladıkları gibi.

Zaman-mekan

Sufilerin 5 duyunun algıladığı alemin ötesine geçip, üç boyutlu dünyayı aşarak, çok boyutlu bir gerçekliğe eriştiği anlaşılıyor. Relativistik fizik için, kişi dört-boyutlu zaman-mekan gerçeğini görebiliyorsa, bunda paradoksal bir durum yoktur. Sufilerin zaman ve mekan nosyonları relativite teorisinin anlattığına çok yakındır.

Tasavvufta, hakikatın zaman-mekan karakterinin güçlü sezgisi vardır. Sufiler külli bir yok oluş hali tecrübe ederler, öyle ki orada akıl ve beden, nesne ve obje ayrımı yoktur. Tam murakabe halinde, zamansız mekan ve mekansız zaman yoktur, çünkü bunlar birbirine geçmektedir. Fizikçiler mekan-zaman nosyonunu bilimsel deneylere dayandırırlar, Sufiler ise bunu tasavvufa dayandırır.
Modern fiziğin göreceli modelleri ve teorileri Sufizmin dünya görüşünün iki ana elemanını betimler: evrenin tekliği ve asıl olarak dinamik karakteri. Mekan farklı derecelerde bükülmüştür ve zaman evrenin farklı bölgelerinde farklı hızda akar. Üç boyutlu Öklidyen mekan ve zamanın lineer akışı fenomeni fiziksel dünyanın algı tecrübeleriyle sınırlı olduğundan, hakikate ulaşılması için önce bunların terk edilmesi gerekir.

Sufiler tecrübelerini daha yüksek bilinç seviyelerine genişletmekten bahsederler. Ve bu seviyelerin mekan ve zamana ait radikal farklı deneyimleri içerdiğini söylerler. Meditasyonla/murakabe ile üç-boyutlu mekanın ve zamanın ötesine geçtiklerini vvurgularlar. Anların birbirini takip ettiği lineer bir dilimden çok, sonsuz, zamansız ve dinamik bir şimdiki zamanı deneyimlerler. Ruhsal dünya geçmiş, şimdi, gelecek gibi zaman dilimlerinden oluşmaz, çünkü kendilerini mevcut zamanın an’ı içinde sıkıştırmışlardır ve hakikati bu an içinde tecrübe etmektelerdir.

Kütle-enerji denkliği

Einstein kütle-enerji denkliğini basit bir matematiksel eşitlikle göstermişti: E=mc2. Fizikçiler parçanın kütlesini karşılığı olan enerji birimleriyle ölçerler. Kütlenin enerjinin bir formundan başka bir şey olmadığının keşfiyle parçacık kavramında kökten bir değişiklik gerekli oldu. Çünkü parçacıklar basit maddelerden değil ama enerji kuantaları (demetleri)nden oluşuyordu. Enerji ise hareket ve proseslerle ilişkiliydi, bunun anlamı atom altı parçacıkların aslında dinamik bir doğası bulunduğu ve zaman-mekan olarak dört boyutlu bir varlıkları olduğuydu. Yani hem mekan hem de zaman yönleri bulunmaktaydı: onların mekan yönü onları belirli bir kütleye sahip birer nesne olarak görünmesini sağlıyor, zaman yönleri ise onları eşdeğer enerjideki proses haline getiriyordu.

Atom altı parçacıklar gözlendiğinde, onları birer madde olarak görmüyoruz. Tüm gördüğümüz sürekli birinden diğerine değişen dokular, enerjinin sürekli dansı. Atom altu dünyanın partikülleri sadece çok hızlı hareket açısından değil ama prosesler yönünden de aktif. Maddenin varlığı ve hareketi ayrılamaz, çünkü bunlar sadece aynı zaman-mekan gerçeğinin farklı yönleridir.

Normal olmayan bilinç seviyelerinde, Sufiler makroskobik seviyede zaman ve mekanın birbirine geçtiğinin farkındadır. Dolayısıyla onların makroskobik dünyayı gördükleri şekil fizikçilerin atom altı parçacıkları fikrine çok benzemektedir. Sufiler için, tüm bileşik şeyler geçicidir. Gerçek tüm formların ötesindedir ve tüm tanım ve spesifikasyonları aşar. Dolayısıyla şekilsiz ve boştur. Sufiler dünya fenomeninin zihnin hayali tezahürleri olduğunu düşünürler ve kendi başına bir gerçekliğe sahip olmadığını söylerler.

Sonuç

Modern fiziğin ana teori ve modelleri tutarlı ve Sufizmle son derece uyum içinde bir dünya görüşü oluşturdu. Bu paralelliğin önemi muhakkatır.. Her iki yaklaşım da – fizikte maddenin derinlikleri ve Sufizmde bilincin derinlikleri-günlük yaşamın görünen alışıldık görüntülerinin ardındaki farklı gerçeği keşfettikleri noktada buluşuyorlar. Fizikçiler bilgilerini deneylerden elde ediyorlar, Sufiler ise bilgilerini meditatif iç gözlemle elde ediyorlar. Sufiler içe bakıyor ve farklı bilinç kademelerine ulaşıyorlar. Aslında, Sufilerin kendi bedenini deneyimlemesi alemi deneyimlemenin anahtarı olarak görülüyor.

Bir diğer benzerlik ise iki grup gözlemlerinin de olağan hislerin ulaşamayacağı alanlarda vuku bulması: fizikçiler için atomik ve atom altı dünyalar ; Sufiler içinse 5 duyunun aşıldığı olağan dışı bilinç kademeleri… Her iki grup için, bu çok boyutlu tecrübe 5 duyu alemini aşmakta ve dolayısıyla günlük kullandığımız lisan ile ifade edilememektedir.

Kuantum fiziği ve Sufizm insan zihninin rasyonel ve sezgisel fakültelerinin birbirini tamamlayan parçaları. Modern fizik dünyayı rasyonel zihnin son derece uzmanlaşması ile deneyimliyor; Sufiler ise sezgisel zihnin son derece uzmanlaşması ile. İkisi de dünyanın tam anlaşılması için gereklidir. Sufizm aşyanın en derin tabiatını anlamak için gereklidir ve bilim de modern yaşam için gereklidir. Bu yüzden Sufi sezgisi ve bilimsel analiz arasında dinamik bir etkileşime ihtiyaç vardır.
Referanslar:

1. The Dancing Wu-Li Masters by Gary Zukav. 1994.  : An Overview of the New Physics.  Bantam New Age Books. New York.

2. Capra, Fritjof, 2000. The Tao of Physics : An Exploration of the Parallels Between Modern Physics and Eastern Mysticism. Shambhala, Boston

3. Heisenberg, W. 1974. Across the Frontiers. Harper and Row, New York.

4. Heisenberg, W. 1958. The Physicist’s Conception of Nature. Harcourt, Brace & Company, New York.

5.  Physics and Man. 1970,  Robert Karplus. W. A. Benjamin, Inc.  New York.

6.  Wilber, K editor. 1984. Quantum Questions: Mystical Writings of the World’s Great Physicists. Shambhala, Boston.

7.Schrodinger, E. 1967. What is Life. Cambridge University Press, Cambridge.

8. Schrodinger, E. 1964. My View of the World. Cambridge University Press, Cambridge.

9. Einstein, A. 1934. Essays in Science. Philosophical Library, New York.

10. Einstein, A.  1950. Out of My Later Years. Philosophical Library, New York.

11. Pir Vilayat Inayat Khan. 1999. Awakening: A Sufi Experience. Tarcher/Putnam, New York.

12.  Carl Ernst. 1997. Shambala Gudie to Sufism, Shamabla Publications, Boston.

Trackback URL

  1. 4 Yorum

  2. Yazan:Mehmet Yılmaz Tarih: Tem 20, 2010 | Reply

    Bir kavram ne kadar önemli ise tarif edilmesi o kadar zor, hatta imkânsiz. Hayat, Mutluluk veya Zaman gibi bir kavrami tarif etmeye çalsirsaniz ne demek istedigimi hemen anlarsiniz.

    Bu yazida anlatilan da çok keskin bir biçak gibi, zor bir konu, zihnî ve itikadî tuzaklarla dolu. Zor oldugunu tahmin ettigim bu çeviri için özellikle tesekkürler Ekrem Senai’ye : )

    Neden tuzak ? Materyalist bir din(!) ya da idealize edilmis, dinsellesmis, tanriya ulasmayi, onu anlamayi hedefleyen bir bilim… Bu iki yol da felâkete çikar, sadece vakit kaybi degil MUTSUZLUK getirir insana. Sebeplerine girmiyorum simdilik.

    Oysa birbiriyle ASLA karismayacak bir düalite söz konusu, bugüne dek hiç bir bilim bunun sirrini çözemedi ve çözemeyecek. (Sören Kierkegaard’in bu yöndeki kehanetine katiliyorum)

    Ama Descartes’in imkânsiz sentezini bir yana birakirsak bu yazida isaret edilenlere baska bir gözle de bakabiliriz : Maddî(?) Kâinat nedir ? Zaman’i, Mekân’i, atom alti parçaciklari ile, « Lisan-i Hâl » ile bir kitaptir. Nasil ki « MY » benim adimdir, MY’nin Hakikat’inin kendisi degildir, Kâinat Kitabi da (ki çok güzel bir kitaptir) Insan’a dair sirlarin anlatildigi bir kitaptir. Bu kitaptaki harflerin, seslerin, dilbilgisi kurallarinin Insan’a esit olmadigi ne kadar dogru ise Insan’in Hakikat’inden apayri bir sey olMAdigi da o kadar dogrudur.

    Selam ve Muhabbetle

  3. Yazan:Ahmet Demir Tarih: Ağu 12, 2010 | Reply

    Kuantum mekaniği’nde en basit problem, tek bir elektrona sahip olan atomdur. Çözümü de yanlış hatırlamıyorsam durağan dalgalar gibi birşeydi. Sonraki problem 2 elektronu olan Hidrojen atomuydu (quantum harmonik osilatör de denir). Bunun çözümü oldukça zordu, karmaşık matematik gerektiriyordu. Hatta puanı yüksek bir Fizik bölümünde 2. sınıfta sınav sorusu olarak sorulmuş, kimse yapamamıştı. İkiden daha fazla elektrona sahip atomların kuantum matematiğine göre kesin çözümü belirlenemiyor. Yani tam bir matematiksel ifade verilemiyor. Sadece nümerik (bilgisayarda hesaplanan) çözümler mümkün.

    Şimdi düşünelim, evrendeki 10^bilmem kaç tane atom ve bunların bilmem kaç tane elektronu kuantum mekaniğine uygun olarak hareket etmekte, bunlar bu denklemi her an çözmekte. Ona göre fiziksel konumları, hızları vs (veya bunların olasılıkları) oluşmakta. Biz ise 2 taneden fazlası için sadece nümerik çözümler yapabiliyoruz. Ki bunlar da iyi bilgisayarlarla bile saatler alabilen çözümler.

    Demekki ya herşeyin içinde süper güçlü mikro bilgisayarlar var. Ya da herşeyin sınırsız bir bilgiye, hesaplama gücüne sahip bir varlığın kontrolünde.

  4. Yazan:erdem Tarih: Ağu 12, 2010 | Reply

    Kardeşim, bırakın bu zırvaları quantum fiziğide alalbildiğine mekaniksel bir teoridir. Sadece atom altı parçacıkların yörüngesini takip edebileceğiniz hassasisyette ölçüm cihazı olmadığı için konumları için olasılık dağılımlarını kullanırız. Adı üstünde Quantum Mekaniği, elektronik gibi çok küçük parçaçıklarını mekaniği için kullanılır. Onun dışında quantum adına duyduğunuz bir çok şey sadece bir spekülasyondur, veya acemi bilim meraklıların kıyısından köşesinden öğrendikleri 3, 5 şeyle ucuz felesefe yapmalarıdır.

    Bu yazıyı okuyunca, Newton ilk klasik mekaniği öne sürdüğünde, bir çok insan mekanik dünya görüşünü reddetmiş ve Newton şeytan olmakla suçlamıştır. Ancak bu gün otomobillerden tutun, uçaklare, uydulara kadar bu teknoloji ürünleri Newton sayesinde gerçekleşmiştir.

    Onun için ucuz felsefelerinize bilimden koltuk çıkmayı bırakın artık. Neye inanıyorsan inan, buna kimsenin diyeceği bir şey yok. Sonuçta bir inaçtır. Ama önümüzde bilim karıştırıp bir çorba koyarsanız, komik olmaktan öteye gidemezsiniz.

    erdem

  5. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Ağu 13, 2010 | Reply

    sayın erdem,

    Einstein da olan bitene bir anlam verememiş, Tanrı zar atmaz, herşeyin mutlaka deterministik bir açıklaması olması gerekir demişti. 30 yıl sonra ortaya koydukları teorilerin yanlışlığı ispatlandı. Siz, maşallah atom altına inmiş gibi rahat konuşuyorsunuz. Bilmediğiniz bir konuda neye dayanarak bu kadar emin olduğunuzu açıklar mısınız? Sizin “zannınıza” göre mi yorum yapmalıyız yoksa mevcut bilimsel bulgulara göre mi?

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin