RSS Feed for This Post

Çöl Büyüyor; Vay Haline Çöllere Gebe Olanın!

Nietzsche “Böyle Buyurdu Zerdüşt”ün dördüncü  bölümünde kocaman bir çığlıkla, insanlığın eşiğinde bulunduğu felaketi haber veriyordu: “Çöl Büyüyor: Vay haline çöllere gebe olanın!

Nietzsche’nin alegorik ve çok-anlamlandırmaya açık dilinden cesaret alarak ve cümleyi kullanıldığı bağlamdan biraz koparmayı göze alarak, sözleri, günümüz Türkiye’sine uyarlamak ve özellikle Kürt sorunu ve demokratik açılım bağlamında ele almak istiyorum.

Son haftalarda PKK’nın eylemlerindeki ve sokak gösterilerindeki artışlar; DTP’nin azımsanmayacak büyüklükteki bir grubunun, bu gösterilere adeta çanak tutan ve şiddet gösterilerini durdurmaya yönelik bir şeyler yapmaya gönüllü olmayan duruşu; CHP ve MHP’nin bildik kavgacı tutumları ve AKP’nin içindeki  “Ermenistan sınırına dayandılar” anlayışındaki bir grup “çöllere gebe olma halinin” dışavurumu olarak dikkat çekiyor. Tokat’ta askerlere kurulan pusu sonucu yedi askerin öldürülmesi bütün bu kör dövüşünün son noktası oldu ve DTP, Anayasa Mahkemesi kararıyla kapatıldı.

Nietzsche “Çöl büyüyor” diyerek, bizleri çöle gebe olanlara karşı uyarmıştı. “Çöle gebe olmak” ve “çöl doğurmak” bütün bu olan bitenin sonucunda Türkiye için ne anlama gelebilir diye düşünmeliyiz. Çölleşme, Heideggeryen bir açıklamayla, yıkımdan, harabe haline gelme halinden çok daha tehlikeli bir durumdur. Yıkım sonucunda, tekrar kurulmanın, eski haline dönmenin imkânları yok olmaz. Bu anlamda, geri dönüşü mümkün olan bir yoldur yıkım. Ama “çöl olmak hali” eski hale dönüşün imkânsız olmasının ve bir daha hiçbir şeyin orada yetişemeyecek olması halinin bir metaforu olarak düşünülebilir.

Geriye dönüşü  imkânsız bu uçurum halinin dışavurumu olan çölleşmeye direnmek, her şeyden önce insan ve siyaset üzerine adaletli bir şekilde düşünmekle olur. Türkiye siyasi ortamında çölleşmeye direnmek yerine çölü büyütmek için uğraşanların çoğunlukta olduğunu görüyoruz. Ama çöl büyüyor ve her geçen gün geri dönülemez olanın dehşeti biraz daha gözümüze sokuluyor. Çölün büyümesinden sorumlu olanlar, bir farkındalık problemi mi yaşıyorlar, yoksa aslında tüm istedikleri çölün büyümesi ve tüm hayatın çölleşmesi midir bu insanların? “Öteki” için hayatı çölleştirmenin, aslında kendimiz için de bir çöl yaratmak olduğunun farkında olmayan gruplar mıdır; yoksa çölleşmenin farkında olan, ama kendileri birer çöl bedevisi olduğu için çölleşmenin işlerine geldiği gruplar mıdır söz konusu olan?

Demokratik açılımla ilgili, hükümetin bir bölümünün ve bir takım demokrat entelektüellerin bütün çabalarına karşın gelinen noktanın bize umut verebilmesi mümkün görünmüyor. Zira tek siyaset biçimi “büyüyen çölde” bedevilik ve eşkiyalık yapmak olan gruplar için çölün büyümesi söz sahibi oldukları alanın büyümesi demek aynı zamanda.

CHP ve MHP ile AKP’nin milliyetçi kanadının çölleşmeden medet umduklarını  görmek pek zor değil. AKP’nin Başbakan dâhil büyük bir grubu demokratik açılımı desteklerken, bir bölümünün açılıma taş koymak için elinden geleni yapıyor olması başka türlü açıklanamaz herhalde. CHP ile MHP’nin tüm siyasetlerinin değişik tiplerdeki çölleşmelerin üzerinde yer kapma savaşımından ibaret olduğunu söylemek abartı olmaz sanıyorum. Çatışmanın, çözümsüzlüğün, kargaşanın, siyasetteki yerlerini güçlendirdiği iki siyasi hareket söz konusu çünkü… Verimli alanlardan, herkesin insanca yaşaması için çıkar sağlanması yolunda herhangi bir siyasi projesi olmayan siyasi hareketler olarak her iki siyasi hareket de, bütün geleceklerini çölün büyümesine bağlamış görünüyorlar. Çölleşmeyi hızlandıracak hiçbir eylem ve söylemden kaçınmamaları da bu yüzden herhalde! Çölleşme, medeniyet yerine şiddete dayalı bir düzenin hâkim olması demek aynı zamanda. Geri dönüşü olmayan bir şiddet sarmalının hegemonyasına girme hali… Bu şiddet sarmalının militarist-devlet kanadını temsil ediyor görünen bu iki siyasi hareketin, çölün büyümesine engel olabilecek eylem ve söylemlerde bulunmak yerine, çölün büyümesi için var gücüyle çalışması, bu iki siyasi hareketi de Nietzsche’nin tabiriyle “çöllere gebe” siyasi hareketler olarak tanımlayabileceğimizi gösteriyor.

Ancak çölü büyütmek isteyenler tek kanatta yer almıyorlar maalesef. Tek kanatta yer alsalardı şayet, bir kanat çölü büyütmek için uğraşırken, öte taraf buna engel olup yok olmayı  engelleyebilirdi. DTP’nin büyük bir kısmının ve zımnî  olarak bu grubun temsil ediyor göründüğü PKK’nın da çölleşmeye katkısı yadsınamaz. Görünürde iki ayrı uçta yer alan bu siyasi hareketlerin, aynı amaç için çabalıyor olması manidar görünüyor. Zira DTP’nin de, çölün içinde bulunma halinin getirdiği “bedevileşme” siyasetinin bir versiyonu olma hali dışında başka bir siyasi yönünün olmadığının net olarak göründüğü olaylar yaşandı son haftalarda. Görüldü ki, DTP de, en az MHP ve CHP kadar çölün tekinsizliği içinde konformist kavgacılığı ve çözümsüzlük isteğini temsil ediyor. Öcalan’ın hücresinin büyüklüğü için çıkarılan bunca olayın bundan başka bir açıklaması görünmüyor bence. Ortada, birbirini beslediği için çölü büyüten, ama görünürde birbiriyle kavga eden siyasi hareketler var. Çöllere gebe siyasi hareketler!

İnsanî ve siyasi çölleşmeyi bu derece arzulayanların dışında, belirli bir tutarlılık gösteremeyen AKP siyasetini ve her daim, çölün tekinsizliği içinde rakipsiz gücü temsil eden bir takım sivil ve askeri kurumları bunlara eklersek, çölleşmenin ne derece vahim boyutlarda olduğu daha net ortaya çıkar.

Anayasa Mahkemesi’nin DTP’yi kapatma kararı, birazcık da olsun yeşerme umudu olan hayallerimizi hepten çöle döndüren son darbe olması  dolayısıyla büyük önemdedir. Bu son darbe, çöllere gebe olanların hepsinin birden doğum yapmasını sağlayacak ve korkarım geleceğimizin hepten yitmesine neden olacaktır.

Trackback URL

  1. 5 Yorum

  2. Yazan:MB Tarih: Ara 13, 2009 | Reply

    Anlaşılan bu çöl bedevilerinin yürekleri de çölleşmiş.

    “Andolsun ki, birçok cini ve insanı cehennemlik olarak yarattık. , Onların kalpleri var. Fakat anlamazlar, gözleri var, fakat görmezler, kulakları var, fakat işitmezler. Onlar hayvanlar gibidirler. Hatta hayvanlardan da sapıktırlar. Onlar gaflet içindedirler. “ Araf 179

    Ayeti aklıma geldi. Sanırırm dönüşü olmayan, kalbi mühürlenmiş, hayvanlardan da aşağı olarak takdim edilen çöl insanını anlatıyor.

    Enver Bey, yazınız çok güzel, yüreğinize sağlık. Yazı, şu anki görüntüye bakarak haklı olarak biraz karamsar bitmiş.

    “Acele ettim, kışta geldim;
    sizler cennetâsâ bir baharda geleceksiniz”
    müjdesine dayanarak geleceğe dair umutlu olmalıyım diye düşünüyorum. Umudumu kaybedersem, herşeyimi kaybederim. Yeise düşmemek lazım 🙂

    Son olarak çöl insanına Allah’tan hidayet diliyorum…

  3. Yazan:MY Tarih: Ara 13, 2009 | Reply

    Böyle zor günler var, bazi devlet “büyüklerinin” ayaklarIMIZA kursun attigi günler. çok vakit ve enerji kaybediyor memleket. Hukuk devleti degil guguk devleti oldugumuzu suratimiza çarpiyor.

    Yazinin giris kismi özellikle çok güzel, mesele Kürt veya DTP meselesi degil, azinliktaki şahinlerin başimiza çorap örmesi meselesi.

    Adami biktiran, canindan bezdiren günler bunlar. Zavalli Ceylancik için neredeyse “iyi oldu, OHH canima deysin” diyen bir Cenderme açiklamasi 🙁

    Evet Enver Hocam, çaliskan ve özgürlük yanlisi hanimlarin dedigi gibi “henüz özgür olamadik” :)). Ya da Cumhuriyet’in yetistir(E)bildigi bilge(!), filozof(!) ve demokrat(!) Sülü Demirel’in deyimiyle: “Ne kaa ekmek, o kaa köfte”

    Adalet için, insanlik için, demokrasi için simdiye kadar ne yapildiysa bunun 100 mislini yapmak gerekiyor. Haydi sivayalim kollari, ALLAH rizasi için yapilan islerde karamsarlik, tembellik ve vasatlik olmaz degil mi? :))

  4. Yazan:eg Tarih: Ara 13, 2009 | Reply

    mehmet kardeşlerim (bahadır ve yılmaz:)) doğrusu umutlu olmadığım doğrudur. elbette umutsuzluk haramdır, sırf o yüzden bile umudu taze tutmak lazım. ama çölleşiyoruz kardeşlerim çölleşiyoruz…umudu tüketen de bu zaten ya:((

  5. Yazan:Olcayto Tan Haskol Tarih: Ara 13, 2009 | Reply

    Enver bey ne yazık ki aynı duyguları paylaşıyorum.
    Enerjisini alıyorlar insanın.Midem bulandı tadım kaçtı artık.

  6. Yazan:çuvaldız Tarih: Ara 13, 2009 | Reply

    İnsanoğlunun kendi elleriyle çölleştirdiğinin kendi elleriyle yaptığı buzağıdan ne farkı var? Ha altın buzağıdan ha çölden medet ummak , “Dinledik ama itaat etmiyoruz!” anlamına gelmez mi? Şiddeti, nefreti, huzursuzluğu, bozgunculuğu halkı etkilemek için kullananlar kendilerinden daha çok başka kime zarar verebilirler? Aslında ilelebet kazanacaklarını düşünerek tüm varlık nedenlerini takasa sürerek “kaybedenler” değil midir gerçek umutsuzlar!

    Ceylan’ın olayında da bir subay işini kaybetme korkusuyla “sorumlu yoktur” derken insanlığını takas etmiş. İnsanı,insanlığı korumak(!) için konduğu iddia edilen “altın” kurallarla, kurumlar korunmak tercih edilmişse, evet, kurumların vicdanı yoktur.

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin