RSS Feed for This Post

Kölelik Yolunun İkonları

Geçen günlerde basındaki iki haber, yaşadığımız dünyayı  anlamlandırma açısından önemli ayrıntılar veriyordu bizlere. Haberlerden birincisi ünlü pop şarkıcısı Michael Jackson’un ölümü, ikincisi ise ünlü Portekizli futbolcu Christiano Ronaldo’nun Real Madrid’e transferiydi.

Michael Jackson, ölümündeki şüphelerle ve tartışmalarla birlikte geçen hafta toprağa verildi. Basında okuduğum ve gözlemlediğim kadarıyla, cenaze töreniyle ilgili haberlerde bir şey dikkatimi çekti: Cenaze törenine insanlar biletle gidebileceklerdi ve bilet fiyatları daha ilk gününden astronomik rakamlara yükselmişti. Hatta bir ara yüz bin dolara bile alıcı bulabilen biletlerden bahsediliyordu.

Christiano Ronaldo, bonservis bedeli olarak yaklaşık yüz milyon avroya Manchester United’dan Real Madrid’e transfer olurken, kendisinin alacağı yıllık ücret ise net on üç milyon avro olarak açıklanıyordu. Reklamlarla birlikte yirmi beş milyon avroluk bir yıllık kazanç söz konusuydu.

Bu haberleri okuyunca, Nietzsche’nin “Putların Alacakaranlığı” kitabındaki bir pasaj aklıma geldi. ” Bir şeyin değeri, beraberinde ne getirdiğinde değil, onun için ne tür bir bedel ödendiğinde, onun bize neye malolduğunda gizlidir. Burada bir örnek vereyim. Liberal kurumlar, tesis edilir edilmez, liberal olma özelliklerini yitirirler: Sonuçta özgürlüğün önünde liberal kurumlardan daha zararlı, daha tehlikeli, daha düşmanca bir şey kalmaz… Liberalizm çok açık bir şekilde insanın sürü hayvanına indirgenmesidir.” Sözleri adeta bu günlerde duyduğum bu iki haber için söylenmiş gibiydi.

Her şeyin piyasa şartlarında değerini bulduğu ve bu değere göre işlem gördüğü tezi üzerine oturan liberal dünya, sadece ekonomiyi değil, hayatın her alanını  bir piyasa haline döndürdü. Bu piyasanın sıradanlaştırdığı, birer köle, birer sürü hayvanı haline döndürdüğü büyük çoğunluğa, bu sistemin yürütülebilmesi için gerekli olan bazı “yanıltıcılar” sunulabilmeliydi. Bu sistem, her kölenin bir gün gelip de efendi olabileceği umuduyla yürüyebilirdi ancak! Peki bu kölelere, bir gün gelip de efendi olabileceklerini düşünebilecekleri neler sunulabilirdi; ki kör karanlık sanal bir alacakaranlığa dönüştürülebilsin?

Bu durum, Adorno’nun da çokça üzerine durduğu kültür endüstrisini ve yine bu endüstri ile ilişkilendirebileceğimiz bilim, ekonomi, spor ve sahne ikonlarını işaret etmektedir. Evet, sıradan “köle” ancak ve ancak kendi içinden çıkmış ve sistemin içindeki “aydınlık” noktaları işaret eden ikonlar sayesinde köleliğinin farkına varmadan rahatça köleliğini sürdürebilir. Zira o aydınlık noktalar, bir nevi sarhoşluk veren ve bu yolla insanda ebedî amnezi hali yaratan ikonlardır.

Sistem, aynen canlı bir organizmada olduğu gibi yürür. Ancak canlı organizmada kanserli hücre ve dokuların yaptığı tahribat çok daha çabuk olduğu için, sonucu görebilmek de bir o kadar kolay olabilmektedir. Modern liberal dünyadaki sistem de içinde bolca kanserli hücre olan bir organizma gibidir. Bu kanserli hücreler, sistemin, kendisinin ayakta kalması için ortaya sürdüğü, ama trajik-ironik bir biçimde o sistemin orta vadede ölümüne zemin hazırlayan ikonlarıdırlar. Ancak şöyle de bir durum vardır: Bu organizmadaki diğer hücreler bu kanserli hücreleri yok etmek ve daha sağlıklı bir organizma ortaya koyabilmek amacına hizmet etmek yerine, her biri birer kanserli hücre olmak amacını güderler. Modern kölelik yolu böyle yürür: Bütün köleler bir gün bir ikon olma hayaliyle yanıp tutuştukları için, bu ikonların organizmadaki kanserojen etkisini asla göremezler. Sokaktan çıkıp yirmi yaşında milyonlarca dolar kazanma hayalindeki futbolcu gençler; bir şarkı söyleyip ünlü olarak paraya para dememe niyetinde olan genç kızlar… Hatta çok daha ilginci; Bill Gates gibi sıfırdan milyar dolarlara sahip olma hırsıyla çalışan tüccar-teknoperestler ya da bilim insanları.

Tekrar Nietzsche’ye dönersek; cenaze törenine yüz binlerce dolar ödenmesiyle, normal bir çalışanın ancak bin yılda kazandığını bir yılda kazanan ikonların, kendilerinin bu parayı hak ettiğini iddia etmeleri, ancak ve ancak Nietzsche’nin sözünü ettiği değer sisteminin altüst edilmesi ile mümkündür. Burada, Marksizmin artı değer gibi ekonomik kuramlarıyla, liberalizmin fiyat teorilerine girmek gibi bir niyetten çok, ahlakın kendisinden türetildiği bir fiyat mekanizmasına, ahlakî bir itiraz söz konusu olmalı. Bu kadar az bedel ödeyerek, bu kadar çok paranın kazanıldığı ikonlaştırma imkânlarıyla modern dünya, bir unutturma mekanizması olarak işlev görür. İnsana, “ekonomisinin” güvende olmasını temin edecek bir ahlakçılık dayatırken, ahlakîlikte sınıfta kalmış bir sistemdir söz konusu olan. Aynen Nietzsche’nin dediği gibi, bugün içinde yaşadığımız modern liberal kölelik sistemi, kurumsallaşmaya karşı görünür iken, ironik bir biçimde kendini “koruyacak” kurumlar (bu ikonlar da kurumlar olarak görülmelidir) icat etmeden ayakta duramayan bir sistemdir.

Bu kanserli organizmanın  çok ilginç bir özelliği daha vardır: Yarattığı  ikonların artık eski işlevini göremediğinin bilincine varıldığı an (kanserli hücre olduğunun bilincine varıldığı an değil! Zira kanserli olması tercih sebebidir), adeta bir koruma mekanizmasıyla, o hücreleri, yok edilmeleri için, diğer hücrelerin ortasına atıverir. Çünkü artık o ikonlar sistem içinde kendilerine biçilen görevleri yerine getirememektedirler. Bu yüzden, kendi çocuklarını yiyen devrimlerde olduğu gibi, modern sistem de, kendi yarattığı ikonları, son kullanım tarihi geçince, aslanların önüne atmaktan hiç çekinmez. Trajik bir biçimde, Michael Jackson’un ölümünden sonraki sahicilikten yoksun balo hâli, işte bu kurban etme töreninin bir sonucudur. İkonlar kurban edilirken de sistemin cafcafına ve parlaklığına uygun bir törenle gömülmelidirler çünkü!

Bu sistem, “köle” hücrelerinin, bütüne yönelik bilincini minimize ederek ve ayrıntıya yönelik bilincini ise uzmanlaştırma yoluyla maksimize ederek yürür. Ancak bu organizmayı kanserden kurtarmanın yolu, bilinç maksimizasyonuna yönelik “eğitim şart” telkinleri değil; tam tersi, torna tezgâhı gibi işlev gören modern eğitime radikal bir karşı çıkışla mümkündür.

Trackback URL

  1. 29 Yorum

  2. Yazan:Yavuz Yiğit Tarih: Tem 14, 2009 | Reply

    Ronaldo’nun verdiği seyir zevkini dünyada veren futbolcu sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Yine onun kadar kolay maç kazandırabilen oyuncu sayısı da çok az. Bunların yanında O bahsettiğiniz ikon sayesinde “milyarlar” delicesine eğleniyorlar. Siz uyutuluyor bu insanlar da diyebilirsiniz ama bizler en basit tabiri ile “eğleniyoruz”. Eğlendiğimizde aynı işi yapmaktan sıkıcı hale gelen hayatımız, daha anlamlı oluyor. Ronaldo’ya o para verilmese de bizler yine o paraları 1000 yıl çalışsak da kazanamayacağız. Bu yüzden Cem Yılmaz, Ronaldo, Tarkan gibi ikonlar hepimizden çok hakediyorlar o paraları kazanmayı.Diyebilirsiniz ki çöpçüler de olmasa toplum ayakta kalamaz, çöker. Fakat onlardan milyonlarcası varken bu insanlardan üç beş tane var. Kanımca topluma katkıları arasında da dağlar var. Mutluluk satmak kolay iş değil zira.

  3. Yazan:cb Tarih: Tem 14, 2009 | Reply

    Enver bey,

    bu eleştirirken kaynaklarıyla eleştiri yaptığınız,doğru tespitlerde bulunduğunuz,verdiğiniz örneklerin sağlam kaynaklara ve delillere dayandığı yazınız için teşekkür ederim.

    Kölelik,geçmişten günümüze bakıldığında ortadan kaldırılmış bir olgu değildir,sadece şekli değişmiş biçimiyle varlığını sürdürmektedir,modern kölelik.Oldukça ironik.Özgürlüğün kölesi olma yolunda hızla yürüyoruz.Daha önceleri köleleştirmenin tam karşısında kullandığımız bu kavram (özgürlük) zaman içerisinde kendi kölelerini yarattığı gibi kendi efendiliğini de ilan etti.

  4. Yazan:eg Tarih: Tem 14, 2009 | Reply

    bugün ilginç birşey oldu. bir kanalın(kanal a adlı bir kanal) sabah haberlerinde bu yazım üzerine telefonla bağlantı kuruldu benimle. neyse yaklaşık 15-20 dakika kadar konuştuk telefonla. sabah sabah millete baygınlık geldi mi bilmiyorum ama bu köleliğin sebeplerini anlatmaya ve bir arkeoloji çıkarmaya gayret ettim telefon bağlantısında.

    bu kölelik bence iki yönlü birşey. bir taraftan insanı sürü hayvanı mertebesine indirgeyen bir aynilikten, öte taraftan hakikatla (Allah ile) bağı kopan insanlığın aradığı yeni iman nesneleri olarak ikonlardan bahsettim. bunlar da birbiriyle zorunlu ilişkide olan şeyler. yani köle mi ikon mu, ikon mu köle mi pek belli olmaz çoğunlukla. bu ikonlar, bence inanma ihtiyacı fıtratından olan, ama bir şekilde modern çağlarda asıl iman etmesi gereken Allah’la bağlantısı zayıflamış modern insanın kendi elleriyle yapıp taptıkları putlar gibi. bu putları önce “yaratıp” tapıyor, sonra zamanı geçince afiyetle yiyorlar. bu anlamda modern çağ bir neo-paganizm bence.

    bunları anlattım programda:)

  5. Yazan:SQ Tarih: Tem 14, 2009 | Reply

    Paganizm yanlış biliniyor. İnsanın, (Eric Fromm’un ifade ettiği gibi) kendi gücünü devrettiği ve kendine yabancılaştığı idoller yapıp ona tapması paganizm demek değildir, idollere bağlılık yani putperestliktir ve bu bir yöntemdir, dış kılıftır, zarftır, paganizmi “putperestlik” olarak çevirmek doğru değil. Paganizm, “earth religion” tabir edilen kadim “doğa dinleri” demektir ve her dinin içinde idollere bağlı olmak yöntem olarak varolabilir, illa antropomorf yani insansı bir idol olmasına gerek yok ve bu paganların ya da neo-paganların imanlarının, inanç kavramlarının zayıf ya da sahte olduğunu göstermez. Öncelikle paganizmin özü modern liberal dünyadaki sistemle uyuşmaz çünkü doğanın korunması, onun parçası olmak esastır. Bunu da eklemek istedim.

  6. Yazan:eg Tarih: Tem 14, 2009 | Reply

    sq,
    size kısmen katılıyorum. aslında programda da paganlığın yine de bir tanrı inancı taşıdığını, ancak bu inancı sadece teşbih seviyesinde tutmaları sebebiyle ibn arabî’nin dediği gibi doğru bir tanrı tasavvuruna ulaşamadıklarını ; modern paganlıkta ise bunun bile olmadığını söylemek niyetindeydim, konu başka bir yöne kayınca kaynadı arada. ancak modern düşüncenin bir tür modern paganizm olduğunu düşünüyorum gerçekten de. birebir örtüştüremesek de (mesela doğru bir şekilde doğa ile ilişkisinde dile getirdiğiniz gibi) benzer yönleri çoktur.

  7. Yazan:SQ Tarih: Tem 14, 2009 | Reply

    Her inanışın içini boşaltan, sadece kılıf ve zarflarına, şekli şemaline takılı kalanlar vardır. Örneğin Mısır’a bakan bir göz sadece “teşbih” seviyesi görebilir oysa başka bir göz oradaki derin anlamları, teşbihten öte bir kavrayış görecektir.

    Aslında modernizm de bence Mısır’daki bir İsis heykeline ya da Anadolu’dan çıkan Demeter heykeline “derinliksiz bir materyal” ve teşbih olarak bakar yani en azında paganizmin içrek, batıni halini pek önemsemez. pagan düşüncede doğa ve doğa-üstü ayrımı olmaması, doğanın iyileştiriciliği, zaman algısı gibi özellikler ne modernizmle bağdaşır ne modern tıpla ne modern bilimle. Kuantum fiziğini bunun dışında tutuyorum tabi. Paganizmi modernizme yedirtmem sözün kısası:)

    Sizin bahsettiğiniz

  8. Yazan:eg Tarih: Tem 14, 2009 | Reply

    sq,
    siz olayın mit boyutundasınız. ancak din mitin boyunduruğu altında kalmak anlamına gelmez. pagan inançlarla ilgili sizin eleştirilerinize kısmen katılıyorum. ama bu kısmenlik, onları kendi din bakış açımdan “doğru” görüyorum anlamına gelmez. mitoloji konusunda bilginiz var…ben de okurum mitoloji konusunda, üstelik severim de. ancak her büyük dinin belirli bir pagan inanca karşılık bir yargısı vardır. örnek vereyim: kur’an-ı kerim, mekkedeki putperestlerden bahsederken çoğunlukla “müşrik”ler diye bahseder. yani Allah’a eş koşanlar. şimdi bir dinin bakış açısından veya bir dindarın bakış açısından bu, o pagan inancın bir tür tanrı inancı olduğunu; ama bu inancın Allah’a şirk koşmak bakımından meşru ve doğru olmadığını görmek demektir. yani burada sözünü ettiğim bakış benim bakış açımdır ve bu bir “müslüman” bakış açısıdır.

    ayrıca teşbih ile tenzihi “cem etmek” ve “tevhid”e ulaşmak öyle kolay birşey de değildir. ibn arabi bunu tarih boyunca yapabilen tek dinin islam olduğunu söyler mesela. öyle sizin bir gözü oraya bir gözü buraya bakışınızla kolayca olamıyor maalesef:))

    ayrıca paganizmin modernlikle ilgisi var demedim. modernlik bir tür paganizmdir dedim. bu paganizme modern unsurlar giydirmek değil, modern düşüncenin bir tür paganizm olduğunun altını çizmektir. bunlar farklı şeylerdir.

    mesela paganizme modern unsurlar giydirmek diyorsak, ben mesela yeni yüksektepe gibi bir takım tanrısız-batıni hareketleri ve bunların batıdaki benzerlerini örnek veririm. ama modern düşüncenin paganlaşması diyorsak, aşkın olan ve herşeyin ontolojik olarak kaynağı olan TEK Yaratıcı’nın ya simgeler ardında kendini yitirmesini, ya da hepten yok edilmesini anlıyorum demektir. ancak bu ateizmle karıştırılmamalı. zira bu boşalan yer yeni bireysel tanrılara terk etmektedir yerini. işte bu yüzden modernlik bir anlamıyla paganizmdir, bir putperestliktir(analojiyi anladığınızı umuyorum. tamam islam’da müşrik olarak tanımlanan putperestlerin(sizin pagan görüşünüze bu inanç grubu daha uygundur sanıyorum ama yine de putperesttirler işte:)) putperestliği gibi değildir (zira artık arkada silik de olsa bir tanrı fikri de kalmamıştır modernlikte) ama yine de paganizmdir. yani klasik paganizm (hadi bu terimi de ben uydurayım) ile putperestlik arasında ilişkisizlik dediğiniz şey, aslında her iki kavrama sizin ve benim eklediğim anlamlarla ilgili. benim için paganizm her şekilde teşbihte biten ve bunun arkasına geçip tevhide gidemeyen bir “inançtır” ve bu yüzden şirktir. bu size göre farklı olabilir, sizin görüşünüz. siz paganlıkta bir tevhid görüyorsanız ne mutlu size!!!

    bu biraz şuna benziyor: din konusunda tasavvuf konusunda bilgisi olamayan insanlar, biraz felsefe biraz bruno, spinoza falan duydularsa, ibn arabi’den iki tane şey duyunca hemen vahdet-i vücud’u gidip panteizm yapıveriyorlar(yeni yüksektepeliler bayılırlar böyle indirgemelere). halbuki panteizm ile vahdeti vücud arasında aşılmaz dağlar vardır ve tamamen birbirinden farklı şeylerdir. yani burada paganlığa sizin yüklediğiniz anlamı değil, büyük dinlerin yüklediği anlamı anlatmaya çalışıyorum. sonuçta kast ettiğim paganizmin neyi çağrıştırdığını anladığınızı umuyorum(bu arada paganlık konusunda ikimiz de birbirimizin tanımını kabul edeceğiz diye birşey yok. önemli olan söylenenin anlaşılmasıdır). yoksa burada eski mısır ya da mezopotamya dinlerini tartışmıyoruz. o dinler ne derece teşbihi aşıp tenzihe ulaştılar ve tevhidi bir tanrı fikri kurdular bu ayrı konu (ki zaten cevabım da belli:)))

  9. Yazan:eg Tarih: Tem 14, 2009 | Reply

    aslında şöyle söyleyeyim: paganlık putperestliğe eşit değildir ama paganlığın alt kümelerinden birisi de putperestliktir.

    ben de yorumda paganlık demişsem, bunun putperestliğe denk gelen alt kümesinden bahsediyorum anlamına gelmektedir. zira doğaya bakış vesaire gibi konularda modernlikle paganlığın ilgisi yoktur gerçekten de. ama putperestlik altkümesinde paganlıkla modernlik kesişirler:) işte kast ettiğim bu kesişim kümesiydi aslında ama sizi mutlu edecekse yorumda pagan dediğim yerleri putperest diye değiştirerek okuyabilirsiniz:))

    aslında detay olsa da hatırlatma güzel oldu. herhalde aynı yorumu tekrar yapsam putperestlik diye değiştirirdim gibime geliyor:) ama bu paganlığı putperestlik olarak görmüyorum anlamına gelmesin:))

    teşekkürler…

  10. Yazan:Hakkı Bentek Tarih: Tem 14, 2009 | Reply

    mesela paganizme modern unsurlar giydirmek diyorsak, ben mesela yeni yüksektepe gibi bir takım tanrısız-batıni hareketleri ve bunların batıdaki benzerlerini örnek veririm.” (EG)

    Enver Bey,

    Konu ile alakası yok. O yüzden kısaca değineceğim. Yeni Yüksektepe “Tanrısız” bir hareket değil. Sadece Tanrı’yı farklı açıklıyorlar. Bilginiz olsun…

  11. Yazan:eg Tarih: Tem 14, 2009 | Reply

    bu arada “aslında şöyle söyleyeyim: paganlık putperestliğe eşit değildir ama paganlığın alt kümelerinden birisi de putperestliktir.” demişim ve sonrasında yazdıklarımla matematiksel mantık kurallarını alt-üst etmişim yeni farkına vardım:)

    işte doğrusu:
    aslında şöyle söyleyeyim: paganlık putperestliğe eşit değildir ama putperestliğin alt kümelerinden birisi de paganlıktır. yani her pagan putperesttir ama her putperest pagan değildir deyip noktalayayım:))

    hakkı bey, merak etmeyin yeni yüksektepelileri çok iyi bilirim. bilmeden birşey söylemiyorum yani, siz gönlünüzü ferah tutun!

  12. Yazan:SQ Tarih: Tem 14, 2009 | Reply

    Mit açıklamanın ne olduğu önemli tabi, Campbell “mitoloji, başkasının dini olandır”der, yani Kızıl Deniz’in yarılması, göğe yükselme gibi olayları da “mit” kapsamında değelendirebiliriz. Bunu 19.yüzyıl modernizmi kafasıyla mitleri küçümsemek için yazmıyorum yanlış anlaşılmasın, benim için mitler derin alegorik anlatımlardır ve hepsine saygı duyarım.

    Elbette konuya Müslüman olduğunuz için kendi tanımlarınızla yaklaşıyorsunuz ve hepsinin teşbihte kaldığını düşünüyorsunuz.
    Bu tarz bir konuda kesin bir yargıda bulunmamak için herhangi bir dinin içinde tanımlamak istemiyorum kendimi. Herkesin yolu farklı ve belki de birlik fikri için bir noktadan sonra yolun pek önemi kalmıyordur bu da benim düşüncem. Teşbihten tevhide pek çok yol olabilir.

    Öteki türlü algı seviyesi arttıkça yaşanan deneyimlerin aynı havuzda tekamül etmesi ve bir takım tanımlamaların, bilinmeyen coğrafyalardaki yol haritalarının benzer olmasını açıklayamayız gibi geliyor.

    Elbette eski Mısır ve Mezopotamya’dan da bahsediyoruz ama cevabınızın ne olacağını anladım:)

    Putperestlik altkümesi açıklamanıza katılıyorum, o konuda anlaştık:)

  13. Yazan:özlem Tarih: Tem 14, 2009 | Reply

    Enver bey çok güzel bir yazı idi. Elinize sağlık. Çok çok işlenebilecek bir konu. Eminim bu yazının devamını getirirsiniz. Selamlarımla.

  14. Yazan:Olcayto Tan Haskol Tarih: Tem 14, 2009 | Reply

    Enver bey piyasa ekonomisinde bu fiyat teorilerini değeri açıklayan kimseler normatif değerlerini bir kenara koyarak yalnızca durumu izah etmişlerdir.Buna karşı ahlaki bir karşı koyuş pratikten uzak olduğu için işlevini kaybediyor ne yazıkki.Mesela marksizmde köleleştirmeye karşı benzer bir karşı duruştur ancak yürütülmesi mümkün olmamıştır. Ronaldo’nun ya da bahsettiğiniz bu çeşit bir ikonon varlığı salt bir adamın çok para kazanması ve köleleştirmenin bir popüler kültür aracı olarak sunulması ile açıklanamaz.Çevremizde gördüğümüz futbol endüstrisine dahil her ürün bunun bir sonucudur bir bakıma.O “yıldız” o kadar para aldığı için hasılalar artmaktadır ve hasılalar arttığı için alt yapı yatırımları stadyumlar vb genişlemektedir.Bu da bir bakıma servetin tabana yayılması demektir.Locada 100$’a oturan burjuvanın cebindeki para galatasarayın muhasebesinde çalışan bir orta sınıfın alt sınıfın cebine girmektedir.Bu da yine kaliteye seyir zevkine sunulan ürünün iyi olmasına bağlıdır.Yani servet trasnferinede pozitif anlamda birebir de katkı yapmaktadır.

    Bence buradaki ahlaki problem bu adamın bir ikon olarak sunulmasından çok herkesin bu ikon olabileceğine inandırılmasıdır ve bu ikon milyonları kazanırken birilerinin aç olması sosyal sorumluluğun oturmamış olmasıdır.

  15. Yazan:eg Tarih: Tem 14, 2009 | Reply

    “Enver bey piyasa ekonomisinde bu fiyat teorilerini değeri açıklayan kimseler normatif değerlerini bir kenara koyarak yalnızca durumu izah etmişlerdir.Buna karşı ahlaki bir karşı koyuş pratikten uzak olduğu için işlevini kaybediyor ne yazıkki.Mesela marksizmde köleleştirmeye karşı benzer bir karşı duruştur ancak yürütülmesi mümkün olmamıştır. Ronaldo’nun ya da bahsettiğiniz bu çeşit bir ikonon varlığı salt bir adamın çok para kazanması ve köleleştirmenin bir popüler kültür aracı olarak sunulması ile açıklanamaz.Çevremizde gördüğümüz futbol endüstrisine dahil her ürün bunun bir sonucudur bir bakıma.O “yıldız” o kadar para aldığı için hasılalar artmaktadır ve hasılalar arttığı için alt yapı yatırımları stadyumlar vb genişlemektedir.Bu da bir bakıma servetin tabana yayılması demektir.Locada 100$’a oturan burjuvanın cebindeki para galatasarayın muhasebesinde çalışan bir orta sınıfın alt sınıfın cebine girmektedir.Bu da yine kaliteye seyir zevkine sunulan ürünün iyi olmasına bağlıdır.Yani servet trasnferinede pozitif anlamda birebir de katkı yapmaktadır.”

    doğrusu hiç katılmıyorum. hatta bunun tam tersinin olduğunu bile söyleyebilirim.

    ahlaki bir karşı koyuş neden pratikten yoksun olsun? ahlaki karşı duruş herşeyden önce herkesin kendisinde başlattığı birşey olmalıysa(ki benim kasettiğim budur zaten), bundan daha pratik birşey de bulunmaz gibime geliyor. marksizmin karşı duruşunun bir çözüm sunmaması marksizmle liberalizmin aynı anadan süt emmelerinden kaynaklanır bence.

    sonuçta yaklaşımınız benim yazımın ana fikrinden oldukça uzaktan(hatta ilgisiz) yaklaşan bir şey olmuş. ben bu fiyat teorisi rantabl mıdır, değil midiri tartışmıyorum(ki bu konuda da sizinle tamamen zıt düşünüyorum o ayrı). bunun insanlığı getirdiği ultra-nihil çöplükten bahsediyorum. bu yazı da o çöplüğe bir reddiyedir, yoksa liberal fiyat teorisi mi döver, marksist olan mı döver tartışması değildir.

  16. Yazan:eg Tarih: Tem 14, 2009 | Reply

    özlem hanım, cemile hanım ,

    kendi yazılarımı “sevip sevmemek için” birkaç kriterim vardır. bu kriterlerden bir tanesi leyla ipekçi’nin ve – daha az da olsa sadık yalsızuçanlar’ın – yazıya getirdiği eleştirilerdi bir zamanlar (hala da öyledir).

    ikincisi şiirsel- ruhsal – kalbî bakışlarına güvendiğim birkaç arkadaşımın yazı hakkındaki görüşleridir. kendi hayatımda böyle birkaç arkadaşım vardır, doğrusu son zamanlarda suzan hanımla birlikte sizlerin de görüşleri benim için çok büyük anlam ifade ediyor. zira kalbi bakış, diğer bakışların hiçbirisine benzemiyor. ben de açıkçası niyet olarak o kalbi bakışlara niyetlenen ve onları amaçlayan birisi olarak kalbi bakışına güvendiğim insanların fikirlerine çok değer veriyorum. çok teşekkür ederim.

  17. Yazan:özlem Tarih: Tem 14, 2009 | Reply

    Enver Bey kiskandirmak gibi olmasin bugun ogleden sonra hep Leyla hanim ileydik birkac arkadas. Güzel bir sohbet oldu. Ve bakış açısından, fikirlerinden çok istifade ettiğimi düşünüyorum.

  18. Yazan:SQ Tarih: Tem 14, 2009 | Reply

    hm, son yorumunuzu yeni gördüm.
    tüh, yaklaşmıştık oysa ki:)
    neyse artık.

  19. Yazan:eg Tarih: Tem 14, 2009 | Reply

    sq,
    yine de uzlaştık sayılır:) bu kadarına da şükür artık:)
    özlem hanım doğrusu kıskandım cidden. çok güzel bir sohbet olduğuna eminim.

  20. Yazan:cb Tarih: Tem 14, 2009 | Reply

    Enver bey,

    o güzel cümleleriniz için o teşekkür bana ait olsun.Bilmukabele ben de siz ve sizin gibi kıymetli arkadaşlarım için aynı düşünceler içerisindeyim.

    Sevgili Özlem’de şu kıskandırma huyundan vazgeçse herşey daha bir keyifli olacak 🙂

    muhabbetle

  21. Yazan:Serkan Çekiç Tarih: Tem 15, 2009 | Reply

    Aslında bu durum daha çok marxın emeğin değerini daha çok fiziksel çabayı baz alarak belirlelemesinden kaynaklanıyor. Bu mantıkla düşününce ayda yılda bir konser veren birinin milyonlar alması bize garip gelebiliyor. Fakat emeğin değerini belirleyen faktörler bir çok düşünür tarafından bol bol çeşitlendirilmiş özellikle liberal düşünürler bu işe baya kafa yormuşlar. En basitinden ulusların zenginliğinde bile bunun için bir bölüm ayrılmış. Mesela emeğin değerini belirleyen faktörler arasında gerektirdiği eğitim, risk, temizlik ve bütün bunlarla çok alakalı olan yetenekte var. Olaya birde bu açıdan baktığımızda sistemi daha kolay anlayabiliriz sanıyorum. Aslında Marxı bile ciddi anlamda incelediğimizde onunda bu konulara değindiğini söyleyen insanlar var. Hayranlık ve tapma arasındaki ayrımı da iyi yapmak gerekiyor tabi. Maradona dini gibi fantastik olaylar yaşansa bile bunların pratikte herhangi bi zararı yok.

  22. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Tem 16, 2009 | Reply

    Olcayto bey,

    O “yıldız” o kadar para aldığı için hasılalar artmaktadır ve hasılalar arttığı için alt yapı yatırımları stadyumlar vb genişlemektedir.Bu da bir bakıma servetin tabana yayılması demektir.Locada 100$’a oturan burjuvanın cebindeki para galatasarayın muhasebesinde çalışan bir orta sınıfın alt sınıfın cebine girmektedir.Bu da yine kaliteye seyir zevkine sunulan ürünün iyi olmasına bağlıdır.Yani servet trasnferinede pozitif anlamda birebir de katkı yapmaktadır.

    Yıldız para çok aldığı için hasılalar artmıyor. Ve hiçbir futbolcunun iyi futbolcu olma motivasyonu para değildir, başarıdır. Bu sermayenin genişlemesi olayı ise büyük bir yalan. 40 yılda bir stadyum yapmakla sermaye yayılmış olmaz. Futbol piyasasından ekmek yiyen de bahsettiğiniz kadar çok adam yok. O paralar fakirin kursağından çok Lamborgini, Ferrari, yat, kat, şampanya, uyuşturucu, seks piyasalarına yarıyor.
    Bir kısım “şanslı (!) azınlığın zenginlik içinde yüzerken dünyanın %90’ının aç olması sizce de tuhaf bir durum değil mi?
    Şu linkteki olay numara mıdır, yoksa dünyanın gerçeği buysa fazla söze hacet yok.
    Yıllık gelirinizi yazın, dünyanın kaçıncı zengini olduğunuzu görün.
    http://www.globalrichlist.com/

  23. Yazan:özlem Tarih: Tem 16, 2009 | Reply

    Bir de böyle bir dünya var öte yandan:(
    http://www.izlesene.com/video.php?/haber-srebrenica-katliami/1033766

  24. Yazan:eg Tarih: Tem 16, 2009 | Reply

    Bu boyutta bir trajedi gerceklestiridiginde kimse masum degildir. icinde srebrenica’nin gerceklestirilebilir oldugu bir dunyanin varolmasindan dolayi hepimiz suclanmayi hak ediyoruz” (A. izzetbegovic)

    300.000’in uzerinde insan olduruldu. 20binden fazla kadina tecavuz edildi. milyonlarca insan evsiz kaldı. maalesef butun dunya (ve bizler) bunu sesimiz cikmadan izledik.

    jasmina zbanic’in “grbavica” adli bir filmi vardir. bu film tecavuze ugramis ve o tecavuzden olan cocuguyle yasayan, ama cocugun, babasini bir bosnali sehit diye bildigi bir annenin dramini anlatiyordu. kadinlarin birbirisiyle bu konuyu dertlesebilecekleri bir toplanma yeri vardi filmde. herkes trajedisini anlatiyor ve agliyordu. tuylerim urperdi o anda. en sevdiginiz varligin babasi vahsi bir katil, tecavuzcu…bu cikmazdan, bu trajediden kurtulus cok zor…mutlaka izleyin. bosna’nin bizim de sucumuz olan trajedisini anlamak icin gerekli…

  25. Yazan:Olcayto Tan Haskol Tarih: Tem 18, 2009 | Reply

    ahlaki bir karşı koyuş neden pratikten yoksun olsun? ahlaki karşı duruş herşeyden önce herkesin kendisinde başlattığı birşey olmalıysa(ki benim kasettiğim budur zaten), bundan daha pratik birşey de bulunmaz gibime geliyor. marksizmin karşı duruşunun bir çözüm sunmaması marksizmle liberalizmin aynı anadan süt emmelerinden kaynaklanır bence.

    sonuçta yaklaşımınız benim yazımın ana fikrinden oldukça uzaktan(hatta ilgisiz) yaklaşan bir şey olmuş. ben bu fiyat teorisi rantabl mıdır, değil midiri tartışmıyorum(ki bu konuda da sizinle tamamen zıt düşünüyorum o ayrı). bunun insanlığı getirdiği ultra-nihil çöplükten bahsediyorum. bu yazı da o çöplüğe bir reddiyedir, yoksa liberal fiyat teorisi mi döver, marksist olan mı döver tartışması değildir.

    Ben yazınıza itafen dedimki:Enver bey piyasa ekonomisinde bu fiyat teorilerini değeri açıklayan kimseler normatif değerlerini bir kenara koyarak yalnızca durumu izah etmişlerdir.Buna karşı ahlaki bir karşı koyuş pratikten uzak olduğu için işlevini kaybediyor ne yazıkki

    Burada kast edilen pratik bir bilim olarak ekonominin işleyişi,izahı,durumu ile konunun ister istemez direk bağlı olduğu “ahlaki değer” karşı karşıya geliyor.Sizin ahlakınız yada gelir dağılımı ile ilgili sizinle aynı endişeleri paylaşan biri olarak bizim ahlakımız diyelim.Konuyu açıklamıyor.Pratik bir çözüm üretmiyor.

    Marksizme değinme sebebimde buydu.Marksizim özünde her şeyden öne bir ahlak felsefesidir tıpkı sizin savunduğunuz şey gibi,ancak bu ahlak felsefesinin alt yapı için ürettiği bir çalışma bir çözüm vardır bu yönüylede bizim bir adım önümüzdedir açıkçası. Yazınızın ana fikri direk olarak benim yazdığım bu çelişkiyle ilgilidir.”Ahlaki bir karşı duruş” yalnızca bir karşı duruştur.Süreç odaklı değildir.Benimde eleştirim bu noktadadır.Bütün dünya iyi olsa, el ele tutuşup kardeş kardeş yaşasa bir temennidir.Pozitif iktisatla desteklenen savaş ekonomisi ise bir doktrindir,kıt kaynağa pratik bir çözümdür.
    Bu sebeple o sözüne ettiğiniz ultra-nihil çöplük dünyayı döndürür.

    Buna karşı duruş ise bu ahlaki prensipleri temel alarak bu prensipleri destekleyecek pratik çözümleri üreterek mümkündür.Fiyat teorisi rantbl ise bizim alternatifimiz nedir?Nasıl bir paylaşım ön görüyoruz neden?Kim nasıl üretecek, ne kadar üretecek, nasıl paylaşacak sorularına bir çözüm bir alternatif sunmadan dile getirdiğimiz her ahlaki kaygı bize hayalci damgası vuracak ve sadece bir kaygı olarak kalacaktır.

    Ekrem bey, bende tam aksini düşünüyorum.Adım adım gideyim.

    Yıldız para çok aldığı için hasılalar artmıyor. Ve hiçbir futbolcunun iyi futbolcu olma motivasyonu para değildir, başarıdır

    Bu varsayımınızı doğru kabul ederek konuya geleyim popüler kültür ikonlarını eleştirirken bir futbolcunun iyi futbolcu olma motivasyonu para değil başarısı ise bu “ikon” konumundaki futbolcular diğerleri için iyi olma eğilimini kamçılayan bir unsur olurlar.Maradona’yı kimse elde ettiği servet,çıktığı manken ya da içtiği kokainle hatırlamaz.Olağan üstü oyunuyla hatırlar amatörler ve profesyoneller için Maradona iyi bir oyuncu olarak ikondur insanlar buna imrenir bunu destekler.

    Peki piyasada doğası gereği rekabete dayalı olan futbolda Maradona hangi takımda oynayacaktır bizim takımda mı sizin takımda mı?Eğer ben bilmemne klübü olarak Maradona’ya bu muazzam meblağı ödeyecek güce sahip olabiliyorsam bu insanların ortak talebidir.Bu takımın taraftarları ,bu takımın formasını almayı ,biletini alarak maça gitmeyi,yayın haklarından yararlanmayı arzu ederler ve cari fiyattan bunu ödemeyi kabul ederler.Bu ürün bu zenginlik ister istemez tabana yayılır.Elde edilen hasıladan talep edilen ürünler üretilir, talep edilen futbol kalitesi elde edilir.Alt yapı yatırımları artarak çevre arazilerin değerini yükseltir.Sahip olduğumuz uyduların kirasının ödenmesinde bile bu endüstrinin fonksiyonu vardır.

    Bu sermayenin genişlemesi olayı ise büyük bir yalan. 40 yılda bir stadyum yapmakla sermaye yayılmış olmaz. Futbol piyasasından ekmek yiyen de bahsettiğiniz kadar çok adam yok. O paralar fakirin kursağından çok Lamborgini, Ferrari, yat, kat, şampanya, uyuşturucu, seks piyasalarına yarıyor.

    Ben size sizin verdiğiniz örnekten yola çıkarak futbol piyasasından ekmek yiyenleri sayayım.Lamborgini,Ferrari fabrikasında çalışan onlarca mühendis,tasarımcı,şunlar bunlar,bunların işçileri,bunların anlaşmalı olduğu kuruluşlar,taşeronlar yan sanayi üreticileri.Bu saydığım kimselerin ürün satın aldığı herkes fabrikadaki kantinciden, kahve makinası ve hammadde satıcısına kadar.Ferrariyi bırakacağımız otopark işletmecisi,araca eskort eden çocuk ,kapıdaki güvenlik.Yat diyorsanız bütün bu saydıklarımı yat endüstrisine uyarlayın.Kat diyorsanız inşaat sektörüne giren katma değer bundanda güzel bir örnek çünkü tabana daha hızlı yayılır artan konut talebi yeni konutlar yapılmasına buda kiraların düşerek kirada oturanların alım güçlerinde direk bir yükselmeye neden olur.İllegal örnekler konuyla ilgili değil.

    Bahsettiğiniz ölçüme baktım,daha öncede söylediğim gibi dağılımın adaletsizliğine katılıyorum.Ölçümde bana göre bir hataya değineceğim.Bu dengesizliği yaratanın kapitalizm olduğunu düşünüyorsak kapitalizmi yine kendi içinde ölçmemiz gerekir.Orada yazan milyarlarca insanın içinde büyük oranda küresel sistemin halen yanaşamadığı yerler var o insanların fakirliğinin sebebi sistem değil uçurumun diğer tarafındaki sanayileşmiş ülkede yaşayan aşırı varlıklı ailelerin zenginliğinin sebebi kapitalizm bana göre.Bu net olarak bir şeyi değiştirmiyor sonuç yinede bir felakettir.Çözümü ise ortak değerler çerçevesinde üreteceğimiz alternatif pozitif iktisat olmalıdır.

  26. Yazan:eg Tarih: Tem 18, 2009 | Reply

    “Marksizme değinme sebebimde buydu.Marksizim özünde her şeyden öne bir ahlak felsefesidir tıpkı sizin savunduğunuz şey gibi,ancak bu ahlak felsefesinin alt yapı için ürettiği bir çalışma bir çözüm vardır bu yönüylede bizim bir adım önümüzdedir açıkçası.”

    burada “biz” kimdir doğrusu merak ettim:))
    bakın şöyle söyleyeyim. ahlaki karşı duruş ahlakçı bir duruş demek değildir. bu anlamda liberalizm “ahlakçı” iken ahlaki dğeildir; aynı şekidle marksizm de. bu iki ideolojinin de tuhaf bir özelliği var. hep bir süreç, hep bir sistem yaratma derdinddeler. üstelik liberalizm tam da bunun tersini iddia ederken, süreçsiz, kurumsuz yapamıyor. ekonomi de bu anlamda oldukça kurumsal bir yapıyı ima eder liberal sistemlerde. ve bu yapı, bireysel haklar alanına sokulduğu için de dokunulmaz kılınır. alın size liberalizmin ahlakçılığı! doğrusu her türlü kanserli yapının tedavisi, önce teşhisi düzgün yapmaktan geçiyor. benim teşhisimle sizinki hiç uymadığı için yukarıdaki alıntıda “biz” kimdir ben bilemedim üzgünüm:)

  27. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Tem 20, 2009 | Reply

    Olcayto bey,

    Peki piyasada doğası gereği rekabete dayalı olan futbolda Maradona hangi takımda oynayacaktır bizim takımda mı sizin takımda mı?

    İşte bu noktada futbol taraftarlarını salak durumuna düşüren ve iki yüzlü bir durumla karşı karşıyayız. Taraftar bir takım tutmakta, ve hayatını adeta bu takımla anlamlandırmakta. Store’lardan takımının renklerine sahip forma, atkı, bere satın almakta; takımı için bağırıp tezahürat yapmakta, gerekirse takımı için öleceğini söylemektedir. Ve hooop ! İdol futbolcu daha fazla para verdikleri için başka bir takıma transfer oluyor.
    Ortada dönen böyle büyük transfer paraları olmasaydı futbolcular kendileriyle daha tutarlı bir iş yapmış ve takımı için ve taraftarları için futbol oynuyor olacaktı. Yani işin özü kapitalizm insanın samimiyetini, dürüstlüğünü, futbol aşkını para, menfaat karşılığında satmasını sağlıyor. Ve taraftarları salak yerine koyuyor. Ama futbolmania, bir çeşit uyuşturucu iptilası gibi bir şey. Herkes, ortada dönen sahtekarlığın farkında olmasına karşın uyuşmuş bir şekilde oyunun verdiği hazla yaşamını sürdürmeye devam ediyor. Zaten kapitalizmin başarısı da bu suri heroinic hazdan ileri geliyor.
    Futbol piyasasında dönen paradan Ferrari fabrikasında çalışan işçinin payı; eminim ki ortada Ferrari’yi yaşatan lüks tüketim olmadığında o adamın genel zenginlikten aldığı paydan çok daha küçüktür. Bir fabrikada çalışan kişilerin maaş+sigorta+diğer harcamaları yaklaşık toplam karın %5’ine tekabül eder. Orta ve düşük gelirli insanların cebine giren para, köpekbalıklarının yanında yüzen balıkların artan planktonları yemesi gibi bir ortaklıktır. O balıklar hiçbir zaman doymaz. Köpekbalığı da, hiçbir zaman büyük parçayı onlarla paylaşmaz. Köpek balığı olan o çünkü, herkes haddini bilsin!

  28. Yazan:Mehmet Bahadır Tarih: Tem 20, 2009 | Reply

    Enver Bey

    Çok çok güzel bir yazı olmuş. Yüreğinize sağlık…

  29. Yazan:eg Tarih: Tem 20, 2009 | Reply

    ben teşekkür ederim mehmet kardeşim. muhabbetle

  30. Yazan:Olcayto Tan Haskol Tarih: Tem 22, 2009 | Reply

    Enver bey burada bizden kasıt, sistemin aksaklıklarından ahlaki bir kaygı duyan ve buna alternatif arayan kimseleri kast ediyor.Bu bağlamda gelir dağılımından şikayetçi olup buna karşı bir eylem geliştiren sizin gibi yazı yazan ya da muhtaç bir kimseye bağışta bulunan kimseler bana göre bu bahsettiğim “biz” alanına giriyor.

    Daha dar anlamda ise bir sınıflama yapıyorsak evet temelden ayrılıyoruz.Çünkü ben bu sözünü ettiğiniz şeyin geçerliliğine “inanmıyorum.” Ancak ahlaki duruşun pratik alternatifleri üretebileceğine ve geliştirdiği felsefeyle bu alana nüfuz edebileceğine inanıyorum.Marksizm ya da liberalizm ahlakçı dediğimizde ise düşünce tarihine hakaret etmiş birazda haksızlık etmiş oluyoruz.Bu iki sistemde özünde ahlaklıdır ve ahlaki bir kaygıyla doğru sistemi süreci araştırırlar.İnsanlar nasıl daha iyi yaşar nasıl daha iyi bölüşür nasıl daha iyi üretirin mücadelesi ve beyin fırtınasıdır.Bir sistem ya da süreç yaratma eğiliminde kaçmak ise teorik olarak mümkün değildir.Süreci yaratmama buna dokunmama eylemide bir süreç, sistem kararıdır.Bunu tasarlamaya çalışmak insan için daha iyisini daha doğrusunu aramak ise özünde bütünüyle ahlaki bir duruştur. Fiyat teorisi rantbl mıdır değilmidir öyleyse nasıl bölüşülür? hata nerededir?doğrusu nedir’i araştıranlar kendi ilimleri çerçevesinde insana faydalı olmuşlardır.Süreç sistem tasarlamayacaklardıda ne yapacaklardı yani?

    Ekrem bey

    İşte bu noktada futbol taraftarlarını salak durumuna düşüren ve iki yüzlü bir durumla karşı karşıyayız. Taraftar bir takım tutmakta, ve hayatını adeta bu takımla anlamlandırmakta

    Neden?Allah akıl fikir ihsan eylesin diyorum.Bunun sorumlusu kapitalizm midir Ekrem bey.Bu basbayağı delidir her sistemde her yapıda toplumsal reflekslerini ya da üstünü örttükleri kompleksleri bir değerle anlamlandıran insanlar olmuş.Bunun tedavisi piyasa ekonomisi değil insanın unuttuğu yüz çevirdiği “ahlaktır.” Şunu kabul edebilirim.”Sermaye tabana yayılmadığı için” işsizler yüksek bir orandadır, bu sebeple sözüne ettiğiniz afyonlara ihtiyaç daha fazladır.Bende buna çözüm alternatif arıyorum.Allah kuvvet versin zekatın kapitalist sistemde neden gerekli olduğunu, faizin neden sistemi alt üst ettiğini “pozitif” çerçevede kanıtlamaya çalışıyorum.Bu ve bunun gibi bir literatür oluşturabilir.Ahlaki kaygılara pratik çözümler üretebilirsek özlem duyulan alternatif dünya somutlaşabilir ve yaşatılabilir.

    Ortada dönen böyle büyük transfer paraları olmasaydı futbolcular kendileriyle daha tutarlı bir iş yapmış ve takımı için ve taraftarları için futbol oynuyor olacaktı

    Bu tutarlılığı oyuncudan değilde taraftardan beklesek onlar sanki bir gizem bir sırmış gibi bu insanların profesyonel olmaları etik bir problemmiş gibi yaklaşmak yerine taraftar bilinçlense.Her yerde bu adamın ne kazandığı ne kazanmadığı bas bas bağırıyor.Transferde oluyor bu adam herkes görüyor.Neden taraftar bilinçlenmiyor neden bunun keyifli ,eğlencelik bir oyun olduğunu idrak etmek yerine hayatını bununla anlamlandırıyor?

    Yani işin özü kapitalizm insanın samimiyetini, dürüstlüğünü, futbol aşkını para, menfaat karşılığında satmasını sağlıyor. Ve taraftarları salak yerine koyuyor. Ama futbolmania, bir çeşit uyuşturucu iptilası gibi bir şey. Herkes, ortada dönen sahtekarlığın farkında olmasına karşın uyuşmuş bir şekilde oyunun verdiği hazla yaşamını sürdürmeye devam ediyor. Zaten kapitalizmin başarısı da bu suri heroinic hazdan ileri geliyor.

    Buna tümüyle karşıyım endüstri bu büyüklekte gelişmesinin sebebide kapitalizm o bahsettiğiniz heroinic hazların yakalanamadığı daha evvel sanayi dönemlerinde de piyasa ekonomisi cayır cayır işliyor.

    Futbol piyasasında dönen paradan Ferrari fabrikasında çalışan işçinin payı; eminim ki ortada Ferrari’yi yaşatan lüks tüketim olmadığında o adamın genel zenginlikten aldığı paydan çok daha küçüktür. Bir fabrikada çalışan kişilerin maaş+sigorta+diğer harcamaları yaklaşık toplam karın %5′ine tekabül eder. Orta ve düşük gelirli insanların cebine giren para, köpekbalıklarının yanında yüzen balıkların artan planktonları yemesi gibi bir ortaklıktır. O balıklar hiçbir zaman doymaz. Köpekbalığı da, hiçbir zaman büyük parçayı onlarla paylaşmaz. Köpek balığı olan o çünkü, herkes haddini bilsin!

    Ekrem bey sadece Ferrari fabrikasında çalışanların cebine %5 gider doğrudur.Ferrarinin üretim sürecinde benim yukarıda yazdığım tedarik edilen hammaddeden tutunda beslenen her türlü yan sanayiye kadar bir sürü insan ekmek yiyor o süreçten.O süreçte futbolcunun muazzam parası tabana transfer oluyor.Tasarruf eden kazanıyor etmeyende geleceğini harcıyor.Formül bu.

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin