RSS Feed for This Post

Germinal / Émile Zola

emile-zola-germinal-52Étienne ağır adımlarla kömürün boşaltıldığı hangara geri döndü. Başının üzerindeki bu korkunç hareketlilik onu serseme çevirmişti. Soğuk hava akımının altında tir tir titrerken, kulaklarını sağır eden vagonların gürültüsünde asansörlerin iniş çıkışını izliyordu. Kuyunun yanında bulunan gösterge tablosu, aşağıdan çekilen bir ipin kaldıraçlı ağır bir tokmağı bir kütüğün üzerine düşürdüğünü gösteriyordu. Tek vuruş dur, iki vuruş indir, üç vuruş yukarı çek anlamına geliyordu. Bir topuzun aralıksız inip kalkan darbelerini andıran bu sinyaller tiz bir zil sesinin eşliğinde tüm gürültüyü bastırıyor, manevrayı yönlendirirken makiniste megafonla talimatlar yağdıran vagon işçisi bu şamatayı daha da üst noktalara taşıyordu. Bu hengâme içinde dolup boşalan asansörler bir görünüp bir kayboluyor, Étienne bu alengirli işlere akıl sır erdiremiyordu.
Étienne’in anladığı tek bir şey vardı: Kuyu insanları yirmişer otuzar lokmalar halinde ve hiç zorlanmadan yutuyor, üstelik onların boğazından geçtiğini bile fark etmiyordu. İşçiler saat dörtte ocağa inmeye başlıyordu. Ellerinde fenerlerle yalınayak barakadan geliyor, küçük gruplar halinde yeterli sayıda kişinin toplanmasını bekliyorlardı. Demir asansör bir gece hayvanına özgü sessiz bir süzülüşle karanlıklardan yükseliyor, her birinde kömür dolu iki vagon bulunan dört katıyla sürgülerin üzerine yerleşiyordu. Farklı yükseltilerdeki vagon işçileri vagonları asansörden çıkarıp, yerlerine boş ya da koca kütükler yüklenmiş olan yenilerini yerleştiriyorlardı. İşçiler beşerli gruplar halinde bu boş vagonlara biniyor ve tüm bölmeleri doldurduklarında sayıları bir seferde kırka kadar çıkabiliyordu. Megafonun boğuk ve anlaşılmaz böğürtüsüyle verilen talimat üzerine işaret halatı dört kere çekiliyor, böylece asansörün insan etiyle dolduğu aşağıya bildiriliyordu. Hafif bir sarsıntının ardından, asansör sessiz bir dalışa geçip bir taş gibi aşağıya iniyor; ardında bıraktığı tek şey, titreşimlerle boşalan halat oluyordu.
“Kuyu derin mi?” diye sordu Étienne, yanında gözlerinden uyku akarak bekleyen bir madenciye.
“Beş yüz elli dört metre,” diye yanıtladı adam. Ama üstünde dört kat daha var, ilki üç yüz yirmi metre aşağıda.
İkisi de gözlerini yeniden yukarı çıkan halata dikerek sustular. Étienne tekrar söze girdi:
“Ya halat koparsa?”
“Ha! kopacak olursa…”
Madenci lafını bir el hareketiyle sonlandırdı. Sıra ona gelmişti, asansör hiç tekleyip zorlanmadan yukarı çıkmıştı yine. Adam arkadaşlarıyla birlikte asansöre girip yere çömeldi; asansör kuyuya doğru yeni bir dalışa geçti, dört dakika geçti geçmedi, yeni insanları yutmak üzere tekrar yukarı çıktı. Kuyu yarım saat içinde, işçilerin indiği katmanının derinliğine göre değişen, ama her halükârda oburca bir iştahla, dur durak bilmeden insanları midesine indirmeye devam etti, bağırsakları tüm bir halkı sindirebilecek genişlikteydi. Bir mezar gibi karanlık olan kuyunun midesi şiştikçe şişiyor, asansör aynı açgözlü sessizlik içinde boşlukta yükseliyordu.
Étienne moloz tepeciğinde duyduğu huzursuzluğu duymaya başladı giderek. İnat etmenin ne anlamı vardı? İşçibaşı da diğerleri gibi onu başından savacaktı. Belli belirsiz bir korkuyla ani bir karar verdi: Fırladığı gibi jeneratörlerin bulunduğu binanın önüne geldi. Kapı ardına kadar açıktı, iki ocağın ısıttığı yedi kazan görülebiliyordu. Bembeyaz buharların ve istim ıslıklarının arasında bir ateşçi ocaklardan birine kömür atıyor, sıcaklık ta kapı eşiğinden bile hissediliyordu; genç adam içini ısıtan bu sıcaklığın tadını çıkararak o tarafa doğru yaklaşırken, maden ocağına gelmekte olan yeni bir işçi grubuyla karşılaştı. Gelenler Maheuler ve Levaquelardı. En önde sevimli bir delikanlı gibi yürüyen Catherine’i görünce, bir önseziye kapılıp, şansını son bir kez daha denemeye karar verdi.
“Baksanıza arkadaş, burada işçiye ihtiyaç var mı? Ne iş olursa yaparım.”
Karanlıkta aniden yükselen bu ses karşısında biraz ürken Catherine şaşkınlıkla ona baktı. Ama arkadan gelen Maheu söylenenleri duymuştu, Étienne’e cevap verip onunla biraz sohbet etti. Hayır, işçiye ihtiyaç yoktu. İş ararken yollarda sefil olan bu zavallı işçi Maheu’nün ilgisini çekmişti.
Étienne’in yanından ayrılınca, “Gördünüz değil mi, insan bu duruma da düşebilir… Hiç sızlanmayalım, bu lanet işi bile bulamayanlar var,” dedi yanındakilere.
Grup içeri girip dosdoğru barakaya yöneldi. Burası, duvarları kabaca sıvanmış, üzerlerinde asma kilitler olan dolapların çepeçevre sıralandığı geniş bir salondu. Ortada yanan demir bir kuzine, bir tür kapaksız soba kıpkırmızı kesilmişti, ağzına kadar akkor haline gelmiş kömürle dolu olduğu için çatırdayarak yanan kömür parçacıkları ara sıra sıkıştırılmış toprak zemine sıçrıyordu. Salon yalnızca, kızıl yansımaları kirli ağaç kaplamaların, is içindeki tavanın üzerinde oynaşan kor alevleriyle aydınlanıyordu.
Maheuler içeri girdiklerinde, barakanın boğucu sıcaklığında kahkahalar yükseliyordu. Ayakta duran otuz kadar işçi sırtlarını ateşe vermiş keyifle ısınmaktaydılar. Ocağa inmeden önce, işçiler harlı ateşin önünde kemiklerini ısıtmak, kuyunun rutubetine karşı sıcağı depolamak için buraya geliyorlardı. Ama o sabah her zamankinden daha neşeliydiler, vagon sürücüsü Mouquette ile dalga geçiyorlardı, on sekiz yaşındaki bu tatlı kızın iri memeleri ve kalçaları ceketiyle pantolonunu patlatacakmış gibi duruyordu. Kız seyis babası ihtiyar Mouque ve vagon boşaltıcı erkek kardeşi Mouquet ile Réquillart’da yaşıyor, ama kardeşiyle aynı vardiyada çalışmadığı için madene yalnız geliyordu. Yazın buğday tarlalarında, kışın bir duvar dibinde o haftaki sevgilisiyle keyif çatardı. Madende kim varsa kızla düşüp kalkar, bozulup kırılmadan sıranın kendisine gelmesini beklerdi. Bir gün kendisine Marchiennesli bir nalburla görüldüğü söylendiğinde öfkeden çılgına dönmüş, bas bas bağırarak kendine saygısının olduğunu, onun bir madenciden başkasıyla ilişkiye girdiğini kanıtlayan çıkarsa bir kolunu keseceğini söylemişti.
“Demek uzun Chaval’den ayrıldın öyle mi?” diyordu bir madenci bıyık altından gülerek. “Şimdi o cüceyle mi birliktesin? Ama ona bir merdiven gerekecek!.. Sizi Réquillart’ın çıkışında gördüm. Adam yol kenarındaki bir taşın üzerine çıkmıştı.”
“Ne olmuş?” diye karşılık verdi Mouquette neşe içinde. “Seni ne ilgilendirir ki? Belinden tutup yukarı kaldırman için seni yardıma mı çağırdım?”
İşçiler safça yapılmış bu kaba şaka karşısında, sobadan neredeyse kavrulmuş omuzları sarsıla sarsıla gülüyor; kız da onlarla birlikte kahkahadan kırılıyor, sağdan soldan fırlayan etleriyle kusurlu gibi duran bedenine geçirdiği uygunsuz giysisiyle gülünç ve kışkırtıcı biçimde ortalarda dolaşıyordu.
Ama bir anda herkesin neşesi kaçtı, Mouquette Maheu’ye koca Fleurance’ın artık işe gelmeyeceğini söylüyordu: Bir gün önce yatağında ölü bulmuşlardı onu, kimilerine göre kalp krizinden, kimilerine göre de bir litre ardıç likörünü bir dikişte içtiği için ölmüştü. Maheu umutsuzluğa kapıldı: Bir talihsizlik daha yaşanıyordu, vagon sürücülerinden birini kaybetmişti ve yerine hemen bir başkasını bulması da imkânsızdı. Götürü usulü çalışıyordu; aynı damarda birlikte iş gören dört kazmacıydılar; kendisi, Zacharie, Levaque ve Chaval. Vagonları yalnızca Catherine sürerse, işleri aksayacaktı. Aniden haykırdı:
“Dur yahu! İş arayan şu adam yok mu!”

 

Sanat üzerine e-kitaplar

Soyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır

yitik Ücretsiz kitap indirin74 kitap indirin Rönesans sanatın ölümüdür Kılıçdaroğlu ve CHP’nin Zorunlu DönüşüAfganistan’daki bir medreseyi, Bosna’daki bir camiyi, Hindistan’daki Taj Mahal’i görsel olarak islâmî yapan nedir hiç düşündünüz mü? Anadolu kilimlerini, İran halılarını, Fas’taki gümüş takıları, Endülüs’teki sarayları birleştiren ortak unsur nedir? Müslüman olmayan bir insan bile kolaylıkla“bunlar İslâm sanatıdır” diyebilir. Sanat tarihi konusunda hiç bir bilgisi olmayanlar için de şüpheye yer yoktur. Şüpheye yer yoktur da… bu ne acayip bir bilmecedir! Endonezya’dan Fas’a, Kazakistan’dan Nijerya’ya uzanan milyonlarca kilometrekarelik alanda yaşayan, belki 30 belki 40 farklı lisan konuşan Müslüman sanatkârlar nasıl olmuş da böylesi muazzam bir görsel bütünlüğe sadık kalabilmiştir?

Bakan gözleri pasifleştiren tasvirci sanatın aksine İslâm sanatı okunan bir sanattır. Yani görünmeyeni anlatmak için çizer görüneni. Doğayı taklid etmek değildir maksat. İnsanların aklını uyandırması, kalplerine hitab etmesi sebebiyle İslâm sanatının soyut bir sanat olduğu da aşikârdır. Ama Avrupa kökenli soyut sanattan ayrıdır İslâm sanatı. Meselâ Picasso, Kandinsky, Klee, Rothko gibi ressamlar gibi sembolizme itibar edilmemiştir. 284 sayfalık kitabımıza çok sayıda İslâm sanatı örneği ekledik. Bakmak için değil elbette, görünen sayesinde görünmeyeni akledebilmek, yani İslâm sanatını “okumak” içinBuradan indirebilirsiniz.


İslâm’da Mimar ve Şehir

Cumhuriyet’in ilânından beri yaşadığımız şehirler hızla tektipleşiyor. Betondan yapılmış kareler ve dikdörtgenler kapladı ufkumuzu. Trabzon, Aydın, Malatya… Anadolu’nun her yeri birbirine benzedi. Fakat Türkiye’ye has bir sorun değil bu. Batının “alternatifsiz” Ücretsiz kitap indirin74 kitap indirin Rönesans sanatın ölümüdür Kılıçdaroğlu ve CHP’nin Zorunlu Dönüşüdemokrasisi ve serbest piyasası mimarları da tektipleştirdi. Farklı düşünemeyen, yerel özellikleri eserlerine yansıtmayan mimarlar kutu gibi binalar dikiyor. Moskova, Tokyo, Paris, Hong Kong da tektipleşiyor ve çirkinleşiyor.

Çare? Binalara değil de mimara, yani insana odaklanmak olabilir; yani eşyayı ve sureti değil İnsan’ı ve sîreti merkeze almak. Zira bu bir norm ya da ekol meselesi değil: İslâmiyet’in ilk asırlarında bir şehir övüleceği vakit binalar değil yetiştirdiği kıymetli insanlar anılırmış. Biz de güzel binalarda ve güzel şehirlerde hayat sürmek için önce güzel mimarlar yetiştirerek başlayabiliriz işe. İnsan gibi yaşamak için mimarî çirkinliklerden ve bunaltıcı tektipleşmeden kurtulabiliriz. Bu ancak Güzel Ahlâk ile Güzel Mimarî arasındaki bağı yeniden tesis etmekle olabilir. Çare Mimar Sinan gibi cami yapmak değil Mimar Sinan gibi insan yetiştirmek. Kitabımızın maksadı ise teşhis ve tedaviye hizmet etmekten ibaret. Buradan indirebilirsiniz.


tezyin_kapak-150 Ücretsiz kitap indirin74 kitap indirin Rönesans sanatın ölümüdür Kılıçdaroğlu ve CHP’nin Zorunlu DönüşüGözle dinlenen müzik: Tezyin

Batı sanatı her hangi bir konuyu “güzel” anlatır. Bir kadın, batan güneş, tabakta duran meyvalar… İslâm sanatının ise konusu Güzellik’tir. Bunun için tezyin, hat, ebru… hatta İslâm mimarîsi dahi soyuttur, mücerred sanattır.

Derrida, Burckhardt, Florenski ve Panofski’nin isabetle söylediği gibi Batılı sanatçı doğayı taklid ettiği için, merkezi perspektif ve anatomi kurallarının hakim olduğu figüratif eserler ihdas eder. Bu taklitçi eserler ise seyircinin ruhunu değil benliğini, nefsini uyandırır. Zira kâmil sanat tabiatı taklid etmez. Sanat fırça tutan elin, tasavvur eden aklın, resme bakan gözün secdesidir. Tekâmül eden sanatçı (haşa) boyacı değil bir imamdır artık. Her fırça darbesi tekbir gibidir. Zahirde basit motiflerin tekrarıyla oluşan görsel musiki ile seyircilerin ruhu öylesine agâh olur ki kalpler kanatlanıverir. Müslüman sanatçı bu yüzden tezyin, hat, ebru gibi mücerred sanatı tercih eder. Güzel eşyaları değil Güzel’i anlatmak derdindedir. Çünkü ne sanatçının enaniyet iddiası ne de seyircinin BEN’liği makbul değildir. Görünene bakıp Görünmez’i okumaktır murad; O’nun güzelliği ile coşan kalp göğüs kafesinden kurtulup sonsuzluğa kanat açar.

Tezyinî nağmeleri gözlerimizle işitmek için yazıldı bu e-kitap. John locke gibi bir “tabula rasa” yapmak için değil Hz. İbrahim (as) gibi “la ilahe” diyebilmek için. Buradan indirebilirsiniz.

Edward Hopper’ı okumak

hopper-kapak Ücretsiz kitap indirin74 kitap indirin Rönesans sanatın ölümüdür Kılıçdaroğlu ve CHP’nin Zorunlu DönüşüAmerikalı ressam Edward Hopper sadece Amerika’nın değil bütün Batı kültürünün en önemli ressamlarından biri. Hopper ile Batı resmi asırlardan beri ilk defa kısır ekol savaşlarını, soyut resim / figüratif resim gibi ölü doğmuş dikotomileri aşma fırsatı yakaladı.

Bu bağlamda, perspektif, ışık, gölge vb tercihleri aşan Hopper’ın yeni bir şey yaptığını savunuyoruz: Hopper Rönesans’tan beri can çekişen figüratif resme yeni bir soluk verdi. Tezimiz budur. Bu lisan-ı sûreti tahlil etmek için sadece Hopper’dan etkilenen diCorcia gibi fotoğrafçıları değil ondan beslenen Hitchcock, Jarmusch, Lynch gibi sinema yönetmenlerini, romancıları da kitabımıza dahil ettik. Diğer yandan Hopper’ın tutkuyla okuduğu filozoflardan yani Henry David Thoreau ve Ralph Waldo Emerson’dan da istifade ettik. Elinizdeki bu kitap Hopper tablolarına aceleyle örtülen melankoli ve yalnızlık örtüsünü kaldırmak için yazıldı. Hopper’a bakmak değil Hopper’ı okumak için. Buradan indirebilirsiniz.

Senin tanrın çok mu yüksekte?

senin-tanrin-cok-mu-yuksekte Ücretsiz kitap indirin74 kitap indirin Rönesans sanatın ölümüdür Kılıçdaroğlu ve CHP’nin Zorunlu Dönüşü

Güzel olan ne varsa İnsan’ı maddî varoluşun, bilimsel determinizmin ötesine geçirecek bir vasıta. Sevgilinin bir anlık gülüşü, ay ışığının sudaki yansıması, bir bülbülün ötüşü ya da ağaçları kaplayan bahar çiçekleri… Dinî inancımız ne olursa olsun hiç birimiz güzelliklere kayıtsız kalamıyoruz. Etrafımızı saran güzelliklerde bizi bizden alan, yeme – içme – barınma gibi nefsanî dertlerden kurtarıp daha “üstlere, yukarılara” çıkaran bir şey var. Baş harfi büyük yazılmak üzere Güzel’lik sadece İnsan’a hitab ediyor ve bize aşkın/ müteâl/ transandan olan bir mesaj veriyor: “Sen insansın, homo-economicus değilsin”.

İşte bu yüzden “kutsal” dediğimiz sanat bu anlayışın ve hissedişin giriş kapısı olmuş binlerce yıldır. Tapınaklar, ikonalar, heykeller insanları inanmaya çağırmış. Ancak inancı ne olursa olsun bütün “kutsal sanatların” iki zıt yola ayrıldığını, hatta fikren çatıştığını da görüyoruz:

  • Tanrı’ya benzetme yoluyla yaklaşmak: Teşbihî/ natüralist/ taklitçi sanat,
  • Tanrı’yı eşyadan soyutlama yoluyla yaklaşmak: Tenzihî/ mücerred sanat.

Kim haklı? Hangi sanat daha güzel? Hangi sanatçının gerçekleri Hakikat’e daha yakın? Bu çetrefilli yolda kendimize muhteşem bir rehber bulduk: Titus Burckhardt hem sanat tarihi hem de Yahudilik, Hristiyanlık, İslâm, Budizm, Taoizm üzerine yıllar süren çalışmalar yapmış son derecede kıymetli bir zât. Asrımızın kaygılarıyla Burckhardt okyanusuna daldık ve keşfettiğimiz incileri sizinle paylaştık. Buradan indirebilirsiniz.

Sanat Yoluyla Hakikat Bulunur mu?

Ücretsiz kitap indirin74 kitap indirin Rönesans sanatın ölümüdür Kılıçdaroğlu ve CHP’nin Zorunlu Dönüşüİnanmak belki zor ama … eğer sınırsız görme kabiliyetine sahip olsaydık hiç bir şey göremezdik! güneşe dürbünle bakan biri gibi kör olurduk.Gözlerimizin sınırlı oluşu sayesinde görüyoruz dünyayı. Immanuel Kant’ın meşhur bir güvercini vardır, havayı iterek uçar ama havanın direncinden yakınır durur. “Hava olmasaydı daha hızlı uçabilirdim” der. Hakikat’i görmekte zorluk çekmemizin sebebi O’nun gizli olması değil tersine aşikar olmasıdır. Aksi takdirde Hakikat’i içeren, kapsayan ve perdeleyen daha hakikî bir Hakikat olması gerekirdi. İşte bu sebeple Hakikat’i görmek için Bilim’e değil Sanat’a ihtiyacımız var, bilmek için değil bulmak söz konusu olduğu için. Derin Düşünce yazarları Sanat-Hakikat ilişkisi üzerine yazdılar. Buradan indirebilirsiniz.

Öteki Sinemanın Çocukları

oteki-sinemanin-cocuklari Ücretsiz kitap indirin74 kitap indirin Rönesans sanatın ölümüdür Kılıçdaroğlu ve CHP’nin Zorunlu DönüşüYakında sinemanın bir endüstri değil sanat olduğuna kimseyi inandıramayacağız. Zira “Sinema Endüstrisi” silindir gibi her şeyi ezip geçiyor. Sinema ürünleşiyor. Reklâm bütçesi, türev ürünlerin satışı derken insanlar otomobil üretir gibi film ÜRETMEYE başladılar. Belki en acısı da “sinema tekniği” öne çıkarken sinema sanatının unutulması. Fakat hâlâ “iyi bir film” ile çok satan bir sabun veya gazozun farkını bilenler de var. Çok şükür hâlâ ustalar kârlı projeler yerine güzel filmler yapmaya çalışıyorlar. Derin Düşünce yazarları da “İnsan’sız Sinema Olur mu?” kitabından sonra yeni bir sinema kitabını daha okurlarımıza sunuyorlar. “Öteki Sinemanın Çocukları” adlı bu kitap 15 yönetmenle buluşmanın en kolay yolu: Marziyeh Meshkini, Ingmar Bergman, Jodaeiye Nader Az Simen, Frank Capra, Dong Hyeuk Hwang, Andrey Rublyov, Sanjay Leela Bhansali, Erden Kıral… Buradan indirebilirsiniz.

Roman nedir? Nasıl Yazılır?

Ücretsiz kitap indirin74 kitap indirin Rönesans sanatın ölümüdür Kılıçdaroğlu ve CHP’nin Zorunlu DönüşüRoman nedir? Tarif dahi edilmesi zor bir kavram. Sanatçının İnsan’a bakışını, toplumla kurduğu ilişkiyi yansıtır sanat eserleri. Bu sebeple sanat her çağda yeniden icad edilir. Ünlü yazar Heinrich Mann’ın dediği gibi: “Bütün romanların ve hikâyelerin amacı kim olduğumuzu bilmektir, Edebiyatın önemli bir konuma sahip olmasının nedeni, sadece doğanın ve insanlar âleminin ayrıntılarını tek tek açıklaması değil, insanları hep yeni baştan keşfetmesidir.” Değerli yazarımız Suzan Nur Başarslan Roman’ın derinliklerine giden bir seyahate davet ediyor sizi. Zaman’ın kullanımı, olay örgüsü, mekân, dil, üslup ve daha bir çok temel kavram edebiyatın dev isimlerinden örneklerle irdeleniyor. Buradan indirebilirsiniz.

Derin Göz

(Son güncelleme: İkinci sürüm, 6 Nisan 2014)

Ücretsiz kitap indirin74 kitap indirin Rönesans sanatın ölümüdür Kılıçdaroğlu ve CHP’nin Zorunlu Dönüşüİnsan gözü daha verimli kullanılabilir mi? Aş, eş ve düşmanı gören Et-Göz’ün yanı sıra Hakikat’i görebilecek bir Derin-Göz açılabilir mi? Sanatçı olmayan insanlar için kestirme bir yol belki de Sanat. Çukurların dibinden dağların zirvesine, Yeryüzü’nden Gökyüzü’ne…Sanat’a bakmak için çeşitli yapıtlardan, ressamlardan istifade ettik: Cézanne, Degas, Morisot, Monet, Pissarro, Sisley, Renoir, Guillaumin, Manet, Caillebotte, Edward Hopper, William Turner,Francisco Goya, Paul Delaroche, Rogier van der Weyden, Andrea Mantegna , Cornelis Escher , William Degouve de Nuncques.

Peki ya baktığımızı görmek, gördüğümüzü anlamak? Güzel’i sorgulamak için çağ ve coğrafya ayırmadık, aklımızı uyaracak hikmetli sözlere açtık kapımızı: Mevlânâ Hazretleri, Gazalî Hazretleri, Lao-Tzû, Albert Camus, Guy de Maupassant, Seneca, Kant, Hegel, Eflatun, Plotinus, Bergson, Maslow, … Buradan indirebilirsiniz.

Ücretsiz kitap indirin74 kitap indirin Rönesans sanatın ölümüdür Kılıçdaroğlu ve CHP’nin Zorunlu Dönüşüİnsan’sız Sinema Olur mu?

Elinizdeki bu kitabı Sinema’nın programlanmış ölümüne karşı bir direniş olarak görebilirsiniz. İnsan’dan vaz geçmeye yeltenen, Güzel’i, Sanat’ı,İnsan’ı kâr-zarar tablolarına sıkıştırmaya çalışan endüstriye “Hayır!” demenin nazik bir yolu. Sinema bütün “teknik” karmaşıklığına rağmen insansız olmaz. Sinema insanlar tarafından yine insanlar için yapılan bir sanattır.

Derin Düşünce yazarları izledikleri 28 filmi anlattılar. İnsanca bir perspektiften, günlük hayatlarındaki, iç dünyalarındaki yansımalara yer vererek… İran’dan Arjantin’e, Fransa’dan Afganistan’a, Rusya’dan Türkiye’ye uzanan bir yolculukta, İnsan’dan İnsan’a… Umulur ki bu kitap Andrei Tarkovsky, Semih Kaplanoğlu, Mecid Mecidi, Nuri Bilge Ceylan ile buluşmanın farklı bir yolu olsun… Buradan indirebilirsiniz.

Sanat karanlıkta çakılmış bir kibrittir…

Ücretsiz kitap indirin74 kitap indirin Rönesans sanatın ölümüdür Kılıçdaroğlu ve CHP’nin Zorunlu Dönüşü “…Neden bir natürmorta iştahla bakmıyoruz? Tersine ressam “yiyecek-gıda” elmayı silmiş, elmanın elmalığı ortaya çıkmış. Gerçek bir elmaya bakarken göremeyeceğimiz bir şeyi gösteriyor bize sanatçı. İlk harfi büyük yazılmak üzere Elma’yı keşfediyoruz bütün orjinalliği, tekilliği ile…”

Bu kitapta Derin Düşünce yazarları sanatı ve sanat eserlerini sorguluyor. Toplumdaki yeri, siyasî, etik ve felsefî yönüyle… Denemelerin yanı sıra son dönemde öne çıkan, ekranları, kitap raflarını dolduran eserlere (veya ürünlere?) dair eleştiriler de bulacaksınız. Buradan indirin.

 

 

Baudolino (Umberto Eco) Suzan Başarslan

Ücretsiz kitap indirin74 kitap indirin Rönesans sanatın ölümüdür Kılıçdaroğlu ve CHP’nin Zorunlu DönüşüYazınsal bir yapıt, “basit bir obje değil, çok yönlü anlam ve ilişkilerle tabakalaşmış bir niteliğin çok yönlü organizasyonudur.”* Bu organizasyonun incelemesi de kendisi kadar zor bir organizasyonu gerektirir ki, bu yüzden bir yapıtın incelemesi adına günümüze değin, birçok kuram ve inceleme yöntemi geliştirilmiştir. Bu makalede Umberto Eco’nun yazdığı Baudolino adlı romanın incelemesi Gerard Genette’nin “Yapısal Metin İnceleme” yöntemine göre yapılacak ve yapıt, üç düzlemde incelenecektir. Bakış açısı, anlatıcı türü, ana düşünce, eserin yazılış tekniği, dil… gibi sorunlara da değinilecektir. İncelemede Şemsa Gezgin tarafından İtalyancadan Türkçeye 2003′te çevrilen Baudolino esas alınacak, tespit ve yorumlar çeviri yapıttan yola çıkılarak belirlenecek ve ifade sedilecektir. İncelemeyi kitap halinde indirmek için buraya tıklayın


Derin Medeniyet

derin-medeniyet Ücretsiz kitap indirin74 kitap indirin Rönesans sanatın ölümüdür Kılıçdaroğlu ve CHP’nin Zorunlu DönüşüNedir medeniyet? Opera? Demokrasi? Parklar ve bahçelerle süslü şehirler? Metro? Asansör? Modern çağın karanlık dehlizlerinde kaybolan bizler için medeniyet, teknoloji ve kültür mefhumlarını birbirinden ayırdetmek zor ama şurası kesin: Hiroşima, Gazze ve Halep’te şehirleri (medineleri) haritadan silen Batı’ya “medenî” diyenler büyük bir suç işliyorlar. Zira katil bir insanı bir kere öldürür ama katile “katil” demeyenler içlerindeki insanlığı, vicdanı öldürmüş olurlar. (Vicdan / Conscious / Conscience / ضمير)

Evet… Kimileri adaletle hükmedilmiş mülkler bıraktılar geriye; kimileriyse kan ve göz yaşıyla, kul hakkıyla çimentosu karılmış duvarlar, piramitler, kuleler. Elinizdeki bu kitap şu veya bu medeniyeti anlatma değil medeniyet mefhumunun derinlerine inme derdinde. İnsanlar arasındaki münasebetleri yani muhabbet, merhamet, adalet, ticaret ve şiddeti yönetebilme gücü açısından medeniyet mefhumuna yeni bir bakış açısı teklif ediyor. Miras olarak köprü bırakanlarla duvar bırakanları tefrik etmeye yarayacak bir bakış açısı. Buradan indirebilirsiniz.

Derin Lügat 4.0

derin_lugat-4 kapak Ücretsiz kitap indirin74 kitap indirin Rönesans sanatın ölümüdür Kılıçdaroğlu ve CHP’nin Zorunlu DönüşüYeni sürümlere dair not: Eski sürümleri indirip okumuş olanların işini kolaylaştırmak için kelimelerin sırasını değiştirmiyoruz. Yani her yeni sürümde okumaya kaldığınız yerden devam edebilirsiniz.

4cü sürümle eklenen yeni terimler: Paraklitos, Hudud, Ehliyet, Zâhir ve Batın, Barış, Unutmak.

3cü sürümle eklenen yeni terimler: Eksen Kayması, Bilgi toplumu, Zamanda Yolculuk, Ateist , Yokluk , Çağdaş, Gurbet, Kader.

İnsanlık neredeyse 4 asırdır “ilerleme” adını verdiği müthiş bir gerileme içinde. Tarihteki en kanlı savaşlar, sömürüler, soykırımlar, toplama kampları, atom bombaları, kimyasal ve biyolojik silahlar hep Batı’nın “ilerlemesiyle” yayıldı dünyaya. En korkunç barbarlıkları yapanlar hep “uygar” ülkeler.  Her şeyin fiyatını bilen ama hiçbir şeyin değerini bilmeyen bu insanlar nereden çıktı? Yoksa kelimelerimizi mi kaybettik?

Aydınlanma ile büyük bir karanlığa gömüldü Avrupa. Vatikan’ın yobazlığından kaçarken pozitivist dogmaların bataklığında kayboldu. “Yeniden doğuş” (Rönesans) hareketi sanatın ölüm fermanı oldu: Zira optik, matematik, anatomi kuralları dayatıldı sanat dünyasına. Sanat bilimselleşti, objektif ve totaliter bir kisveye büründü.

Kimse parçalamadı dünyayı “Birleşmiş” Milletler kadar. Güvenliğimiz için en büyük tehdit her barış projesine veto koyan BM “Güvenlik” Konseyi değil mi? Daimi üyesi olan 5 ülke dünyadaki silahların neredeyse tamamını üretip satıyor. “Evrensel” insan hakları bildirisi değil güneş sisteminde, sadece ABD’deki zencilerin haklarını bile korumaktan aciz. Bu kavram karmaşası içinde Aşk kelimesi cinsel münasebetle eş anlamlı oldu: ing. To make love, fr. Faire l’amour… Önce Batı, sonra bütün insanlık akıl (reason) ile zekânın (intelligence) da aynı şey olduğunu sanmışlar. Oysa akıl iyi-kötü veya güzel-çirkin gibi ayrımı yaparken zekâ problem çözer; bir faydayı elde etmek ya da bir tehditten kurtulmak için kullanılır. Bir saniyede 100.000 insanı ve sayısız ağacı, böceği, kediyi, köpeği oldürecek olan atom bombasını yapmak zekâ ister ama onu Hiroşima üzerine atmamak için akıl gerekir.

İster Batı’yı suçlayalım, ister kendimizi, kelimelerle ilgili bir sorunumuz var: İşaret etmeleri gereken mânâların tam tersini gösterdikleri müddetçe sağlıklı düşünmeye engel oluyorlar. Çözüm ürettiğimizi sandığımız yerlerde yeni sorunlara sebep oluyoruz. Dünyayı düzeltmeye başlamak için en uygun yer lisanımız değil mi? Kayıp kelimelerin izini sürmek için yazdığımız Derin Lügat’ı ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin