RSS Feed for This Post

Germinal / Émile Zola

emile-zola-germinal-62

Dört kazmacı yukarı doğru yükselen damar boyunca üst üste uzanmışlardı. Çıkardıkları kömür üzerinde biriktirdikleri ve duvara kancalarla tutturulmuş kalaslarla birbirlerinden ayrılmışlardı; her biri damarın yaklaşık dörder metrelik bölümünde çalışmaktaydı. Son derece ince olan damarın kalınlığı bu noktada ancak elli santim olduğundan, tavanla duvar arasına sıkışmış halde, dizlerinin ve dirseklerinin üzerinde sürünüyor, dönmeye çalıştıklarında omuzlarını sağa sola çarpıyorlardı. Kömürü söküp çıkarmak için yan yatıp boyunlarını kırmaları, kollarını kaldırıp saplı kazmayı yanlamasına sallamaları gerekiyordu.
En altta Zacharie, onun üstünde Levaque ve Chaval, en üstte ise Maheu vardı. Her biri kazma darbeleriyle şist yatağını oyuyor, sonra kömür tabakasında iki dikey yarık açıyor ve iki başlı kazmanın sivri tarafını yarığın üst kısmına daldırarak kömür kütlesini yerinden söküyordu. Yağlı olduğundan kütle halindeki kömür dağılıyor, parçalar halinde karınlarına ve baldırlarına dökülüyordu. Bu parçalar altlarındaki kalaslarda biriktiğinde kazmacılar da o daracık yarıkta gözden kayboluyorlardı.
En fazla zorlanan Maheu’ydü. Yukarıda ısı otuz beş dereceye kadar yükseliyor, hava akımı olmadığından sıcaklık bir süre sonra boğucu bir hal alıyordu. Net görebilmek için lambasını başının hemen yanındaki bir çiviye asması gerekmişti; lambanın verdiği sıcaklıkla beyni kavruluyor, kanı damarlarında fokurduyordu. Ama sıkıntısı özellikle rutubet yüzünden çekilmez bir hal alıyordu. Yüzünün birkaç santim üzerindeki kayadan sızan iri damlalar, kısa ve sabit aralıklarla hep aynı noktaya düşüyorlardı. Boynunu kırması, başını geriye çekmesi boşunaydı: Su durmadan şapırtıyla suratına damlıyordu. On beş dakika içinde sırılsıklam olmuş, aynı zamanda da ter içinde kalmıştı, ıslak çamaşır gibi sıcak bir buğu yayıyordu. O sabah inatla gözüne düşen su damlaları onu çileden çıkarmıştı. Kazmaya ara vermek istemiyor, iki kaya arasında, şiddetle sarsılmasına yol açan hamlelerle kazmasını sallamayı sürdürüyordu; bir kitabın iki yaprağı arasına sıkışıp kalmış ve yamyassı olma tehlikesi altındaki bir yaprakbitini andırıyordu.
Kimse tek laf etmiyordu. Hepsi kazma sallıyor, uzaktan gelir gibi boğuk ve düzensiz kazma seslerinden başka bir şey duyulmuyordu. Durgun havada hiç yankı yapmayan bu sesler hafif bir çınlama gibi işitilmekteydi. Uçuşan kömür tozlarıyla yoğunlaşmış, gözlerini yakan gazlarla ağırlaşmış, meçhul bir karanlıkla sarmalanmışlardı sanki. Metal muhafazalarının altındaki lamba fitilleri kırmızımtırak birer nokta gibi görünüyordu yalnızca. Göz gözü görmüyor, ocak, on kış mevsimi boyunca biriken kurum yüzünden simsiyah kesilen yassı, eğik ve geniş bir baca misali yükseliyordu. Hayaletimsi şekiller oynaşıp duruyor, ölgün ışıklar altında bir kalça yuvarlaklığı, boğumlu bir kol, cinayet işleyecekmiş gibi karalara bürünmüş öfkeli bir surat görünür gibi oluyordu. Bazen, aniden kopan kömür kütleleri, yüzeyler ve sivri köşeler bir kristal parıltısıyla aydınlanıyordu. Ardından her şey yeniden karanlığa gömülüyor, kazmalar boğuk gürültülerle inip kalkıyor, ağır havanın ve sızan suların altında göğüslerden çıkan soluma seslerinden, rahatsızlık ve yorgunluk homurtularından başka bir şey duyulmaz oluyordu.
Bir gün önceki düğünde yorulup kollarında derman kalmayan Zacharie, payanda vurmak gerektiğini bahane ederek işi çabucak bıraktı, karanlıkta dalgın gözlerle hafif bir ıslık tutturdu. Kazmacıların arkasında, damarın yaklaşık üç metrelik bölümü payandalanmamıştı; tehlikeye aldırmayan ve vakit kaybetmek istemeyen kazmacılar kayalara payanda vurmayı ihmal etmişlerdi.
“Hey! Asilzade!” diye haykırdı delikanlı Étienne’e, “oradan birkaç kütük versene.”
Catherine’den küreğini nasıl kullanacağını öğrenmeye çalışan Étienne yukarı kütük taşımak zorunda kaldı. Bir gün öncesinden kalma bir miktar kütük vardı. Genellikle her sabah kayanın ölçüsüne uygun olarak kesilmiş kütükler aşağı indirilirdi.
“Miskin, biraz acele et!” dedi Zacharie, yeni vagon sürücünün kömür yığını arasından kollarında güçlükle taşıdığı dört meşe kütüğüyle beceriksizce yukarı çıkmaya çalıştığını görünce.
Kazmasıyla önce tavanda, ardından duvarda birer yarık açan Zacharie, bu boşluklara kütüğün iki ucunu yerleştiriyor, böylece kayayı payandalıyordu. Öğleden sonra, toprak tesviyecileri galeride kazmacılardan artakalan toprak kalıntılarını kaldırıyor, kazılan damardaki çukurları toprakla dolduruyor, vagonların gidip gelmesi için üst ve alt galerilerdeki hatları temizliyorlardı.
Maheu yakınmayı bıraktı. Sonunda kömür kütlesini yerinden çıkarmayı başarmıştı. Su içinde kalmış olan yüzünü koluyla silerken, Zacharie’nin arkasında neler yaptığını merak etti.
“Bırak şimdi o işi. Yemekten sonra hallederiz… Payımıza düşen vagonları doldurmak istiyorsak kömür çıkarsak daha iyi ederiz.”
“Ama tavan esneyip duruyor,” diye yanıtladı Zacharie. “Bak, şurada bir çatlak var. Çökmesinden korkuyorum.”
Ama babası omuz silkti. Ha şu mesele! Tavanın göçmesi! İlk defa başlarına gelecek bir iş değildi ki, bir şekilde üstesinden gelirlerdi. Sinirlenip, oğlunu damarın baş tarafına yolladı.
Aslında hepsi işi tavsatmıştı. Sırtüstü uzanmış olan Levaque, düşen bir kumtaşı parçasının kanattığı sol başparmağına bakarak sövüp sayıyordu. Chaval biraz serinlemek için öfkeyle gömleğini çıkarmış, gövdesinin üst kısmı çıplak kalmıştı. Şimdiden simsiyah olmuş yüzlerindeki ince kömür tozu terleriyle karışıp alınlarından aşağı doğru sel gibi akıyordu. İşe ilk koyulan Maheu oldu, bu kez daha aşağıyı kazıyor, başı neredeyse kayaya değiyordu. Su damlası alnına öyle bir inatla damlıyordu ki, kafatasında bir delik açacakmış hissine kapılıyordu.
“Bunları ciddiye almamak lazım,” diyordu Catherine, Étienne’e. “Hep böyle bağırıp çağırırlar.”
Kibarca ders vermeye devam etti.
Ocakta yüklenen her vagon, kayıt görevlisi hangi şantiyeden çıktığını anlasın diye özel bir markayla işaretlenip, öylece yukarı yollanıyordu. Bu yüzden vagonları tam anlamıyla doldurmak ve sadece temiz kömürle doldurmak gerekiyordu; yoksa kayıt görevlisi o vagonları geri çevirirdi.
Gözleri karanlığa alışan genç adam genç kızın henüz kömürden kararmamış, kansız ve soluk yüzüne bakıyordu; yaşını kestiremiyor, ama çelimsizliğini göz önüne alarak ancak on ikisinde gösterdiğini düşünüyordu. Yine de onu biraz rahatsız eden safça yırtıklığı, erkeksi serbestliği nedeniyle daha büyük olduğunu hissediyordu: Kızı beğenmemişti, kafasını sıkı sıkı saran başlığı ve bir soytarıyı andıran soluk yüzüyle onu çok çocuksu buluyordu. Ama onu asıl şaşırtan, bu çocuğun büyük bir beceriklilikle birleştirdiği gücüydü. Düzenli ve hızlı kürek darbeleriyle vagonunu genç adamdan daha çabuk dolduruyor; sonra, alçak kayaların altından geçerken hiç zorlanmadan, ağır ama tek seferde rampaya kadar sürüyordu. Étienne ise bu işi yaparken perişan oluyordu, vagonu ikide birde raydan çıkıyor, genç adam çaresizlik içinde öylece kalakalıyordu.
Aslında bu yolu kat etmek hiç de kolay değildi. ocaktan rampanın başına kadar altmış metreyi buluyordu. Tesviyecilerin henüz genişletmedikleri bu hat, tam bir sıçan yoluydu, tavanı kâh alçalıp kâh yükseliyor, zeminde sürekli tümseklere rast geliniyordu. Bazı noktalarda, yük dolu vagon ancak kıl payı geçebiliyor, sürücü kafasını çarpmamak için iki büklüm olmak, dizlerinin üzerine çökmek zorunda kalıyordu. Zaten payandalar çoktan bel verip kırılmaya başlamışlardı. Tıpkı incecik koltuk değnekleri gibi, ortalarında uzun yarıklar görülüyordu. İnsanın bu çatlaklara takılıp bir yerini yırtmaması için dikkatli olması gerekiyordu; baldır kalınlığındaki meşe kütüklerini çatlatan bu sinsi çöküntünün altından yüzükoyun geçen vagon sürücüleri tavanın her an büyük bir çatırtıyla üstlerine çökmesinden korkuyorlardı.
“Yine mi?” dedi Catherine gülerek.
Étienne’in vagonu en zor geçitte raydan çıkmıştı. Islak zeminde durmadan sorun çıkaran rayların üzerinde vagonunu düzgünce süremiyordu; sövüp sayıyor, öfkeleniyor, büyük gayretlere rağmen, hiddetle boğuştuğu tekerlekleri bir türlü raylara oturtamıyordu.
“Biraz sabırlı ol,” diye ekledi genç kız. “Öfkelenirsen bu işin altından kalkamazsın.”
Catherine ustalıkla geri geri kayarak vagonun altına girmiş, sırtıyla yukarı kaldırıp yerli yerine oturtmuştu. Vagonun ağırlığı yedi yüz kiloydu. Şaşırıp utanan Étienne kekeleyerek özür diliyordu.
Catherine’in ona, sağlam destek noktaları bulabilmesi için bacaklarını nasıl açacağını, ayaklarını galerinin iki yanındaki kütüklere nasıl dayayacağını göstermesi gerekti. Omuzlardan ve kalçadan destek alarak tüm kaslarla vagonu itebilmek için vücudu öne doğru eğerek kolları germek gerekiyordu. Bir seferinde kızın arkasından gitti, onun iyice öne eğilip kalçasını çıkararak ilerleyişine baktı, Catherine’in elleri o kadar aşağıdaydı ki sirklerdeki o cüce hayvanlar gibi adeta dört ayak üzerinde yürüyordu. Terliyor, soluk soluğa kalıyor, eklemleri çatırdıyor, ama alışkanlığın verdiği kayıtsızlıkla, böyle iki büklüm yaşamak herkesin ortak sefaletiymiş gibi hiç yakınmıyordu. Pabuçları yüzünden rahat hareket edemeyen, bu şekilde başı aşağıda yürürken takati kesilen Étienne bir türlü onun gibi yapmayı başaramıyordu. Birkaç dakika içinde bu duruş biçimi bir işkenceye dönüşüyor, yaşadığı tedirginlik öylesine katlanılmaz bir hale geliyordu ki, bir an dizlerinin üzerine çöküyor, soluklanıp tekrar doğruluyordu.
Sonra rampanın başında yeni bir eziyet başlıyordu. Catherine ona vagonunu hızla nasıl aşağı göndereceğini gösterdi. Katlardaki tüm damarlarla bağlantısı olan bu rampanın aşağısında vagonları karşılayan, yukarısında ise frene basan iki madenci çırağı vardı. Yaşları on iki ila on beş arasında değişen bu haytalar birbirlerine ağza alınmayacak sözcüklerle sesleniyorlardı, haberleşirken onların sesini bastırmak için daha şiddetli haykırmak gerekiyordu. Vagonlardan biri boşaltılıp yukarı yollanacağı zaman karşılayıcı işaret veriyor, vagon sürücü vagonunu yerleştirdiğinde frenci freni gevşetiyor ve dolu vagonun ağırlığı boş vagonun yukarı çıkmasını sağlıyordu. Aşağıda, en dipteki galeride, atların kuyuya çektiği katarlar oluşuyordu.
“Hey! Lanet olası hergeleler!” diye bağırdı Catherine, baştan sona payandalarla pekiştirilmiş aşağı yukarı yüz metre uzunluğundaki bu rampada sesi devasa bir megafondan çıkar gibi yankılanıyordu.
Cevap vermediklerine göre çıraklar dinleniyor olmalıydılar. Katların hiçbirinde vagonlar gidip gelmiyordu. Sonunda ince bir genç kız sesi duyuldu:
“Biri mutlaka Mouquette’in üstündedir.”
Herkes kahkahadan kırılıyor, tüm vagon sürücü kızlar kasıklarını tuta tuta gülüyorlardı.
“Bu da kim?” diye sordu Étienne, Catherine’e.
Catherine, bu sesin, bebek gibi incecik kollarına rağmen vagonları güçlü bir kadın gibi itebilen bilmiş Lydie’ ye ait olduğunu söyledi. Mouquette’e gelince, iki oğlanla birden iş pişiriyor olabilirdi.

 

Sanat üzerine e-kitaplar

Soyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır

yitik Ücretsiz kitap indirin74 kitap indirin Rönesans sanatın ölümüdürAfganistan’daki bir medreseyi, Bosna’daki bir camiyi, Hindistan’daki Taj Mahal’i görsel olarak islâmî yapan nedir hiç düşündünüz mü? Anadolu kilimlerini, İran halılarını, Fas’taki gümüş takıları, Endülüs’teki sarayları birleştiren ortak unsur nedir? Müslüman olmayan bir insan bile kolaylıkla“bunlar İslâm sanatıdır” diyebilir. Sanat tarihi konusunda hiç bir bilgisi olmayanlar için de şüpheye yer yoktur. Şüpheye yer yoktur da… bu ne acayip bir bilmecedir! Endonezya’dan Fas’a, Kazakistan’dan Nijerya’ya uzanan milyonlarca kilometrekarelik alanda yaşayan, belki 30 belki 40 farklı lisan konuşan Müslüman sanatkârlar nasıl olmuş da böylesi muazzam bir görsel bütünlüğe sadık kalabilmiştir?

Bakan gözleri pasifleştiren tasvirci sanatın aksine İslâm sanatı okunan bir sanattır. Yani görünmeyeni anlatmak için çizer görüneni. Doğayı taklid etmek değildir maksat. İnsanların aklını uyandırması, kalplerine hitab etmesi sebebiyle İslâm sanatının soyut bir sanat olduğu da aşikârdır. Ama Avrupa kökenli soyut sanattan ayrıdır İslâm sanatı. Meselâ Picasso, Kandinsky, Klee, Rothko gibi ressamlar gibi sembolizme itibar edilmemiştir. 284 sayfalık kitabımıza çok sayıda İslâm sanatı örneği ekledik. Bakmak için değil elbette, görünen sayesinde görünmeyeni akledebilmek, yani İslâm sanatını “okumak” içinBuradan indirebilirsiniz.


İslâm’da Mimar ve Şehir

Cumhuriyet’in ilânından beri yaşadığımız şehirler hızla tektipleşiyor. Betondan yapılmış kareler ve dikdörtgenler kapladı ufkumuzu. Trabzon, Aydın, Malatya… Anadolu’nun her yeri birbirine benzedi. Fakat Türkiye’ye has bir sorun değil bu. Batının “alternatifsiz” Ücretsiz kitap indirin74 kitap indirin Rönesans sanatın ölümüdürdemokrasisi ve serbest piyasası mimarları da tektipleştirdi. Farklı düşünemeyen, yerel özellikleri eserlerine yansıtmayan mimarlar kutu gibi binalar dikiyor. Moskova, Tokyo, Paris, Hong Kong da tektipleşiyor ve çirkinleşiyor.

Çare? Binalara değil de mimara, yani insana odaklanmak olabilir; yani eşyayı ve sureti değil İnsan’ı ve sîreti merkeze almak. Zira bu bir norm ya da ekol meselesi değil: İslâmiyet’in ilk asırlarında bir şehir övüleceği vakit binalar değil yetiştirdiği kıymetli insanlar anılırmış. Biz de güzel binalarda ve güzel şehirlerde hayat sürmek için önce güzel mimarlar yetiştirerek başlayabiliriz işe. İnsan gibi yaşamak için mimarî çirkinliklerden ve bunaltıcı tektipleşmeden kurtulabiliriz. Bu ancak Güzel Ahlâk ile Güzel Mimarî arasındaki bağı yeniden tesis etmekle olabilir. Çare Mimar Sinan gibi cami yapmak değil Mimar Sinan gibi insan yetiştirmek. Kitabımızın maksadı ise teşhis ve tedaviye hizmet etmekten ibaret. Buradan indirebilirsiniz.


tezyin_kapak-150 Ücretsiz kitap indirin74 kitap indirin Rönesans sanatın ölümüdürGözle dinlenen müzik: Tezyin

Batı sanatı her hangi bir konuyu “güzel” anlatır. Bir kadın, batan güneş, tabakta duran meyvalar… İslâm sanatının ise konusu Güzellik’tir. Bunun için tezyin, hat, ebru… hatta İslâm mimarîsi dahi soyuttur, mücerred sanattır.

Derrida, Burckhardt, Florenski ve Panofski’nin isabetle söylediği gibi Batılı sanatçı doğayı taklid ettiği için, merkezi perspektif ve anatomi kurallarının hakim olduğu figüratif eserler ihdas eder. Bu taklitçi eserler ise seyircinin ruhunu değil benliğini, nefsini uyandırır. Zira kâmil sanat tabiatı taklid etmez. Sanat fırça tutan elin, tasavvur eden aklın, resme bakan gözün secdesidir. Tekâmül eden sanatçı (haşa) boyacı değil bir imamdır artık. Her fırça darbesi tekbir gibidir. Zahirde basit motiflerin tekrarıyla oluşan görsel musiki ile seyircilerin ruhu öylesine agâh olur ki kalpler kanatlanıverir. Müslüman sanatçı bu yüzden tezyin, hat, ebru gibi mücerred sanatı tercih eder. Güzel eşyaları değil Güzel’i anlatmak derdindedir. Çünkü ne sanatçının enaniyet iddiası ne de seyircinin BEN’liği makbul değildir. Görünene bakıp Görünmez’i okumaktır murad; O’nun güzelliği ile coşan kalp göğüs kafesinden kurtulup sonsuzluğa kanat açar.

Tezyinî nağmeleri gözlerimizle işitmek için yazıldı bu e-kitap. John locke gibi bir “tabula rasa” yapmak için değil Hz. İbrahim (as) gibi “la ilahe” diyebilmek için. Buradan indirebilirsiniz.

Edward Hopper’ı okumak

hopper-kapak Ücretsiz kitap indirin74 kitap indirin Rönesans sanatın ölümüdürAmerikalı ressam Edward Hopper sadece Amerika’nın değil bütün Batı kültürünün en önemli ressamlarından biri. Hopper ile Batı resmi asırlardan beri ilk defa kısır ekol savaşlarını, soyut resim / figüratif resim gibi ölü doğmuş dikotomileri aşma fırsatı yakaladı.

Bu bağlamda, perspektif, ışık, gölge vb tercihleri aşan Hopper’ın yeni bir şey yaptığını savunuyoruz: Hopper Rönesans’tan beri can çekişen figüratif resme yeni bir soluk verdi. Tezimiz budur. Bu lisan-ı sûreti tahlil etmek için sadece Hopper’dan etkilenen diCorcia gibi fotoğrafçıları değil ondan beslenen Hitchcock, Jarmusch, Lynch gibi sinema yönetmenlerini, romancıları da kitabımıza dahil ettik. Diğer yandan Hopper’ın tutkuyla okuduğu filozoflardan yani Henry David Thoreau ve Ralph Waldo Emerson’dan da istifade ettik. Elinizdeki bu kitap Hopper tablolarına aceleyle örtülen melankoli ve yalnızlık örtüsünü kaldırmak için yazıldı. Hopper’a bakmak değil Hopper’ı okumak için. Buradan indirebilirsiniz.

Senin tanrın çok mu yüksekte?

senin-tanrin-cok-mu-yuksekte Ücretsiz kitap indirin74 kitap indirin Rönesans sanatın ölümüdür

Güzel olan ne varsa İnsan’ı maddî varoluşun, bilimsel determinizmin ötesine geçirecek bir vasıta. Sevgilinin bir anlık gülüşü, ay ışığının sudaki yansıması, bir bülbülün ötüşü ya da ağaçları kaplayan bahar çiçekleri… Dinî inancımız ne olursa olsun hiç birimiz güzelliklere kayıtsız kalamıyoruz. Etrafımızı saran güzelliklerde bizi bizden alan, yeme – içme – barınma gibi nefsanî dertlerden kurtarıp daha “üstlere, yukarılara” çıkaran bir şey var. Baş harfi büyük yazılmak üzere Güzel’lik sadece İnsan’a hitab ediyor ve bize aşkın/ müteâl/ transandan olan bir mesaj veriyor: “Sen insansın, homo-economicus değilsin”.

İşte bu yüzden “kutsal” dediğimiz sanat bu anlayışın ve hissedişin giriş kapısı olmuş binlerce yıldır. Tapınaklar, ikonalar, heykeller insanları inanmaya çağırmış. Ancak inancı ne olursa olsun bütün “kutsal sanatların” iki zıt yola ayrıldığını, hatta fikren çatıştığını da görüyoruz:

  • Tanrı’ya benzetme yoluyla yaklaşmak: Teşbihî/ natüralist/ taklitçi sanat,
  • Tanrı’yı eşyadan soyutlama yoluyla yaklaşmak: Tenzihî/ mücerred sanat.

Kim haklı? Hangi sanat daha güzel? Hangi sanatçının gerçekleri Hakikat’e daha yakın? Bu çetrefilli yolda kendimize muhteşem bir rehber bulduk: Titus Burckhardt hem sanat tarihi hem de Yahudilik, Hristiyanlık, İslâm, Budizm, Taoizm üzerine yıllar süren çalışmalar yapmış son derecede kıymetli bir zât. Asrımızın kaygılarıyla Burckhardt okyanusuna daldık ve keşfettiğimiz incileri sizinle paylaştık. Buradan indirebilirsiniz.

Sanat Yoluyla Hakikat Bulunur mu?

Ücretsiz kitap indirin74 kitap indirin Rönesans sanatın ölümüdürİnanmak belki zor ama … eğer sınırsız görme kabiliyetine sahip olsaydık hiç bir şey göremezdik! güneşe dürbünle bakan biri gibi kör olurduk.Gözlerimizin sınırlı oluşu sayesinde görüyoruz dünyayı. Immanuel Kant’ın meşhur bir güvercini vardır, havayı iterek uçar ama havanın direncinden yakınır durur. “Hava olmasaydı daha hızlı uçabilirdim” der. Hakikat’i görmekte zorluk çekmemizin sebebi O’nun gizli olması değil tersine aşikar olmasıdır. Aksi takdirde Hakikat’i içeren, kapsayan ve perdeleyen daha hakikî bir Hakikat olması gerekirdi. İşte bu sebeple Hakikat’i görmek için Bilim’e değil Sanat’a ihtiyacımız var, bilmek için değil bulmak söz konusu olduğu için. Derin Düşünce yazarları Sanat-Hakikat ilişkisi üzerine yazdılar. Buradan indirebilirsiniz.

Öteki Sinemanın Çocukları

oteki-sinemanin-cocuklari Ücretsiz kitap indirin74 kitap indirin Rönesans sanatın ölümüdürYakında sinemanın bir endüstri değil sanat olduğuna kimseyi inandıramayacağız. Zira “Sinema Endüstrisi” silindir gibi her şeyi ezip geçiyor. Sinema ürünleşiyor. Reklâm bütçesi, türev ürünlerin satışı derken insanlar otomobil üretir gibi film ÜRETMEYE başladılar. Belki en acısı da “sinema tekniği” öne çıkarken sinema sanatının unutulması. Fakat hâlâ “iyi bir film” ile çok satan bir sabun veya gazozun farkını bilenler de var. Çok şükür hâlâ ustalar kârlı projeler yerine güzel filmler yapmaya çalışıyorlar. Derin Düşünce yazarları da “İnsan’sız Sinema Olur mu?” kitabından sonra yeni bir sinema kitabını daha okurlarımıza sunuyorlar. “Öteki Sinemanın Çocukları” adlı bu kitap 15 yönetmenle buluşmanın en kolay yolu: Marziyeh Meshkini, Ingmar Bergman, Jodaeiye Nader Az Simen, Frank Capra, Dong Hyeuk Hwang, Andrey Rublyov, Sanjay Leela Bhansali, Erden Kıral… Buradan indirebilirsiniz.

Roman nedir? Nasıl Yazılır?

Ücretsiz kitap indirin74 kitap indirin Rönesans sanatın ölümüdürRoman nedir? Tarif dahi edilmesi zor bir kavram. Sanatçının İnsan’a bakışını, toplumla kurduğu ilişkiyi yansıtır sanat eserleri. Bu sebeple sanat her çağda yeniden icad edilir. Ünlü yazar Heinrich Mann’ın dediği gibi: “Bütün romanların ve hikâyelerin amacı kim olduğumuzu bilmektir, Edebiyatın önemli bir konuma sahip olmasının nedeni, sadece doğanın ve insanlar âleminin ayrıntılarını tek tek açıklaması değil, insanları hep yeni baştan keşfetmesidir.” Değerli yazarımız Suzan Nur Başarslan Roman’ın derinliklerine giden bir seyahate davet ediyor sizi. Zaman’ın kullanımı, olay örgüsü, mekân, dil, üslup ve daha bir çok temel kavram edebiyatın dev isimlerinden örneklerle irdeleniyor. Buradan indirebilirsiniz.

Derin Göz

(Son güncelleme: İkinci sürüm, 6 Nisan 2014)

Ücretsiz kitap indirin74 kitap indirin Rönesans sanatın ölümüdürİnsan gözü daha verimli kullanılabilir mi? Aş, eş ve düşmanı gören Et-Göz’ün yanı sıra Hakikat’i görebilecek bir Derin-Göz açılabilir mi? Sanatçı olmayan insanlar için kestirme bir yol belki de Sanat. Çukurların dibinden dağların zirvesine, Yeryüzü’nden Gökyüzü’ne…Sanat’a bakmak için çeşitli yapıtlardan, ressamlardan istifade ettik: Cézanne, Degas, Morisot, Monet, Pissarro, Sisley, Renoir, Guillaumin, Manet, Caillebotte, Edward Hopper, William Turner,Francisco Goya, Paul Delaroche, Rogier van der Weyden, Andrea Mantegna , Cornelis Escher , William Degouve de Nuncques.

Peki ya baktığımızı görmek, gördüğümüzü anlamak? Güzel’i sorgulamak için çağ ve coğrafya ayırmadık, aklımızı uyaracak hikmetli sözlere açtık kapımızı: Mevlânâ Hazretleri, Gazalî Hazretleri, Lao-Tzû, Albert Camus, Guy de Maupassant, Seneca, Kant, Hegel, Eflatun, Plotinus, Bergson, Maslow, … Buradan indirebilirsiniz.

Ücretsiz kitap indirin74 kitap indirin Rönesans sanatın ölümüdürİnsan’sız Sinema Olur mu?

Elinizdeki bu kitabı Sinema’nın programlanmış ölümüne karşı bir direniş olarak görebilirsiniz. İnsan’dan vaz geçmeye yeltenen, Güzel’i, Sanat’ı,İnsan’ı kâr-zarar tablolarına sıkıştırmaya çalışan endüstriye “Hayır!” demenin nazik bir yolu. Sinema bütün “teknik” karmaşıklığına rağmen insansız olmaz. Sinema insanlar tarafından yine insanlar için yapılan bir sanattır.

Derin Düşünce yazarları izledikleri 28 filmi anlattılar. İnsanca bir perspektiften, günlük hayatlarındaki, iç dünyalarındaki yansımalara yer vererek… İran’dan Arjantin’e, Fransa’dan Afganistan’a, Rusya’dan Türkiye’ye uzanan bir yolculukta, İnsan’dan İnsan’a… Umulur ki bu kitap Andrei Tarkovsky, Semih Kaplanoğlu, Mecid Mecidi, Nuri Bilge Ceylan ile buluşmanın farklı bir yolu olsun… Buradan indirebilirsiniz.

Sanat karanlıkta çakılmış bir kibrittir…

Ücretsiz kitap indirin74 kitap indirin Rönesans sanatın ölümüdür “…Neden bir natürmorta iştahla bakmıyoruz? Tersine ressam “yiyecek-gıda” elmayı silmiş, elmanın elmalığı ortaya çıkmış. Gerçek bir elmaya bakarken göremeyeceğimiz bir şeyi gösteriyor bize sanatçı. İlk harfi büyük yazılmak üzere Elma’yı keşfediyoruz bütün orjinalliği, tekilliği ile…”

Bu kitapta Derin Düşünce yazarları sanatı ve sanat eserlerini sorguluyor. Toplumdaki yeri, siyasî, etik ve felsefî yönüyle… Denemelerin yanı sıra son dönemde öne çıkan, ekranları, kitap raflarını dolduran eserlere (veya ürünlere?) dair eleştiriler de bulacaksınız. Buradan indirin.

 

 

Baudolino (Umberto Eco) Suzan Başarslan

Ücretsiz kitap indirin74 kitap indirin Rönesans sanatın ölümüdürYazınsal bir yapıt, “basit bir obje değil, çok yönlü anlam ve ilişkilerle tabakalaşmış bir niteliğin çok yönlü organizasyonudur.”* Bu organizasyonun incelemesi de kendisi kadar zor bir organizasyonu gerektirir ki, bu yüzden bir yapıtın incelemesi adına günümüze değin, birçok kuram ve inceleme yöntemi geliştirilmiştir. Bu makalede Umberto Eco’nun yazdığı Baudolino adlı romanın incelemesi Gerard Genette’nin “Yapısal Metin İnceleme” yöntemine göre yapılacak ve yapıt, üç düzlemde incelenecektir. Bakış açısı, anlatıcı türü, ana düşünce, eserin yazılış tekniği, dil… gibi sorunlara da değinilecektir. İncelemede Şemsa Gezgin tarafından İtalyancadan Türkçeye 2003′te çevrilen Baudolino esas alınacak, tespit ve yorumlar çeviri yapıttan yola çıkılarak belirlenecek ve ifade sedilecektir. İncelemeyi kitap halinde indirmek için buraya tıklayın


Derin Medeniyet

derin-medeniyet Ücretsiz kitap indirin74 kitap indirin Rönesans sanatın ölümüdürNedir medeniyet? Opera? Demokrasi? Parklar ve bahçelerle süslü şehirler? Metro? Asansör? Modern çağın karanlık dehlizlerinde kaybolan bizler için medeniyet, teknoloji ve kültür mefhumlarını birbirinden ayırdetmek zor ama şurası kesin: Hiroşima, Gazze ve Halep’te şehirleri (medineleri) haritadan silen Batı’ya “medenî” diyenler büyük bir suç işliyorlar. Zira katil bir insanı bir kere öldürür ama katile “katil” demeyenler içlerindeki insanlığı, vicdanı öldürmüş olurlar. (Vicdan / Conscious / Conscience / ضمير)

Evet… Kimileri adaletle hükmedilmiş mülkler bıraktılar geriye; kimileriyse kan ve göz yaşıyla, kul hakkıyla çimentosu karılmış duvarlar, piramitler, kuleler. Elinizdeki bu kitap şu veya bu medeniyeti anlatma değil medeniyet mefhumunun derinlerine inme derdinde. İnsanlar arasındaki münasebetleri yani muhabbet, merhamet, adalet, ticaret ve şiddeti yönetebilme gücü açısından medeniyet mefhumuna yeni bir bakış açısı teklif ediyor. Miras olarak köprü bırakanlarla duvar bırakanları tefrik etmeye yarayacak bir bakış açısı. Buradan indirebilirsiniz.

Derin Lügat 4.0

derin_lugat-4 kapak Ücretsiz kitap indirin74 kitap indirin Rönesans sanatın ölümüdürYeni sürümlere dair not: Eski sürümleri indirip okumuş olanların işini kolaylaştırmak için kelimelerin sırasını değiştirmiyoruz. Yani her yeni sürümde okumaya kaldığınız yerden devam edebilirsiniz.

4cü sürümle eklenen yeni terimler: Paraklitos, Hudud, Ehliyet, Zâhir ve Batın, Barış, Unutmak.

3cü sürümle eklenen yeni terimler: Eksen Kayması, Bilgi toplumu, Zamanda Yolculuk, Ateist , Yokluk , Çağdaş, Gurbet, Kader.

İnsanlık neredeyse 4 asırdır “ilerleme” adını verdiği müthiş bir gerileme içinde. Tarihteki en kanlı savaşlar, sömürüler, soykırımlar, toplama kampları, atom bombaları, kimyasal ve biyolojik silahlar hep Batı’nın “ilerlemesiyle” yayıldı dünyaya. En korkunç barbarlıkları yapanlar hep “uygar” ülkeler.  Her şeyin fiyatını bilen ama hiçbir şeyin değerini bilmeyen bu insanlar nereden çıktı? Yoksa kelimelerimizi mi kaybettik?

Aydınlanma ile büyük bir karanlığa gömüldü Avrupa. Vatikan’ın yobazlığından kaçarken pozitivist dogmaların bataklığında kayboldu. “Yeniden doğuş” (Rönesans) hareketi sanatın ölüm fermanı oldu: Zira optik, matematik, anatomi kuralları dayatıldı sanat dünyasına. Sanat bilimselleşti, objektif ve totaliter bir kisveye büründü.

Kimse parçalamadı dünyayı “Birleşmiş” Milletler kadar. Güvenliğimiz için en büyük tehdit her barış projesine veto koyan BM “Güvenlik” Konseyi değil mi? Daimi üyesi olan 5 ülke dünyadaki silahların neredeyse tamamını üretip satıyor. “Evrensel” insan hakları bildirisi değil güneş sisteminde, sadece ABD’deki zencilerin haklarını bile korumaktan aciz. Bu kavram karmaşası içinde Aşk kelimesi cinsel münasebetle eş anlamlı oldu: ing. To make love, fr. Faire l’amour… Önce Batı, sonra bütün insanlık akıl (reason) ile zekânın (intelligence) da aynı şey olduğunu sanmışlar. Oysa akıl iyi-kötü veya güzel-çirkin gibi ayrımı yaparken zekâ problem çözer; bir faydayı elde etmek ya da bir tehditten kurtulmak için kullanılır. Bir saniyede 100.000 insanı ve sayısız ağacı, böceği, kediyi, köpeği oldürecek olan atom bombasını yapmak zekâ ister ama onu Hiroşima üzerine atmamak için akıl gerekir.

İster Batı’yı suçlayalım, ister kendimizi, kelimelerle ilgili bir sorunumuz var: İşaret etmeleri gereken mânâların tam tersini gösterdikleri müddetçe sağlıklı düşünmeye engel oluyorlar. Çözüm ürettiğimizi sandığımız yerlerde yeni sorunlara sebep oluyoruz. Dünyayı düzeltmeye başlamak için en uygun yer lisanımız değil mi? Kayıp kelimelerin izini sürmek için yazdığımız Derin Lügat’ı ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin