RSS Feed for This Post

Yanlış hesap Floransa’dan döner

lifebuzz-068cbb2b736327fcf7ab2fa633f9dd6f-originalRönesans’ın kokmuş leşini kim kaldıracak?

“Yanlış hesap Bağdat’tan döner” demişler. Rönesans felâketini çıktığı deliğe geri sokma vakti gelecek muhakkak. Floransa, Roma, Paris, Amsterdam yeniden sorgulanacak: Torunlarımız bu temizlik harekâtına rö-Rönesans yahut dé-Rönesans gibi bir isim verirler mi bilinmez ama er ya da geç bu “U” dönüşü yapacağız. Çünkü Rönesans’ın çarpık sanat tasavvuru kokmuş bir leş gibi asırlardır yatıyor yerde. Önce Avrupa’yı ardından bütün dünyayı kirletti. Adına “yeniden doğuş” dedikleri bu kokuşmuş beden sadece sanatı çürütmekle kalmadı; türlü fikrî hastalıkları yayan haşerat da ifsad olmuş bu vücuttan dünyaya yayıldı: Hümanizm, pozitivizm, utilitarizm… Maksadımız elbette kısır bir Rönesans eleştirisi yapmak değil Rönesansçı mekân tasavvurundan kurtulmaya giden yolun ilk yapı taşlarını koymak.

Tanım

Rönesans bir zaman dilimi değildir. Rönesans bir devrim, bir tür Big Bang veya dönüm noktası da değildir. Zaten hiç bir sanat, felsefe akımı hatta siyasî olay dünyanın her noktasını aynı anda, aynı şiddette ve aynı yönde etkileyemez. Rönesans bir zihniyet, bir dünya tasavvurudur: “İnsan nedir? Kâinat nedir? Güzel nedir?” gibi temel sorulara verdiği cevaplarla bilimi, siyaseti, felsefeyi, ekonomiyi etkilemiştir. Bu etkinin taşıyıcı vektörü ise çoğu kez sanat eserleri ve sanat tasavvuru olmuştur.

Rönesansçı sanatın temel unsurları olan taklitçilik, anatomi ve optik ilkeleriyle determinist-bilimsel resimler, BEN’merkezcilik, mekân algısının homojenleşmesi / matematikselleşmesi gibi vasıflar Antik Yunan’da ve Roma’da görülmüştü. Bu bakımdan bu tür sanatı ilk kez Rönesans ile icad edilmiş bir görme biçimi olduğunu iddia etmek yanlış olur. Özetle Titus Burckhardt’ın söylediği gibi “Rönesansçı/Natüralist” zihniyet uykudaki bir virüs gibi Hristiyanlık öncesi Avrupa sanatında zaten vardı ve uygun şartları bulunca hastalık nüksetti. (Bkz. Kutsal Sanatın İlkeleri ve Yöntemleri, 1958)

Rönesans’ın “içi ve dışı”

Herhangi bir asırda, Rönesans’tan henüz etkilenmemiş bir coğrafya (Rusya, Çin, İskandinavya…) ile Rönesans öncesi Hristiyan sanatı büyük benzerlikler gösterir. Mekân tasavvuru için de böyledir bu. Daha önceki kitaplarımızda eserlerden örnekler verdiğimiz gibi Kelt, Güney Doğu Asya, Eski Mısır ve tabi İslâm sanatı tezyinî (ornamental) olması sebebiyle anti-Rönesansçıdır:

Bu sebeple “Rönesans öncesi/dışı” veya “anti-Rönesans” dediğimizde eski, yeni veya uzak değil fikren Rönesans’ın dışında kalabilmiş güzellik anlayışı ve varlık tasavvuru anlaşılmalıdır. Rönsans ile ortaya çıkan akademisyenciliğin dogmalarına tepki olarak ortaya çıkan soyut resim akımları ise (empresyonizm, kübizm, fovizm…) nazarımızda yine Rönesans’a mahkumdur çünkü ona tersinden endekslidir. Nasıl ki Amerikan nefreti de en az Amerikan hayranlığı kadar bu kültüre endeksliyle resim sanatı için de bu bağımlılık caridir. Biz “Rönesans öncesi” veya “anti-Rönesans” dediğimizde tasavvur itibariyle gerçekten özgür olan sanatçılardan ve eserlerinden bahsediyoruz. Yani sadece konusu değil lisan-ı sûreti itibariyle de kendisini hür biçimde ifade edebilenlerden…

Taklit yok, gerçeği kopyalamak yok, soyutma yoluyla harfleştirme var

Rönesans öncesi/dışı tasvirlere bir göz gezdirelim. Taoist manzaralarda, Ortodoks Rus ve Yunan ikonalarında, Osmanlı’dan kalma mekân tasvirlerinde bir kaç ortak nokta var:

  1. Güzel olan ile doğru olan arasında da net sınırlar konmamış.
  2. Gerçeğin kopyası/fotokopisi sayılabilecek bir resmetme kaygısı yok.
  3. Hayvan, bitki, dağ, insan gibi figürler olsa bile (meselâ Osmanlı minyatürü) bunlar gerçek suretlerinden tecrid edilmiş, soyutlanmış, adeta harfleştirilmiş. Bu veçhiyle pasif şekilde bakılan değil aktif şekilde okunan resimler çıkmış ortaya.
  4. Rönesans öncesi/dışı resimlerde mekân sabit ve figürleri ihtiva eden bir kutu değil. Tersine zaman gibi yaşanan, farklı açılardan görünebilen bir mekân var. Meselâ Matrakçı Nasuh’un tasvirlerinde binaların bir kaç duvarı birden görülüyor. Bu çoklu perspektif Rus ikonalarında da mevcut. Hatta sadece binalar değil ev eşyaları hatta insan başları dahi bir kaç açıdan birden resmediliyor. (Bkz. Pavel Florenski, Tersten Perspektif)
  5. İslâm, Hristiyan Ortodoksluk, Taoizm ve Budizm çok farklı inançlar da olsa anti-Rönesans sanat tasavvurunda birleşiyorlar. Hepsinde müteâl / aşkın / transandan bir arayış var. Görüneni, maddeyi aşıp (bir) mânâya ulaşma gayreti. Bu cihetten baktığımızda lisan-ı sûrete dair şu gözlemleri yapmak mümkün: Merkezî perspektif uygulanmadığı için figürler birbirlerine orantılı olarak çizilmiyor. Ne anatomi ne de ışık-gölge gibi optik kurallar dikkate alınmıyor. Haliyle resmedilen sûretler resmi taşıyan zemini süslüyor; onu saklamıyor. Oysa merkezî perspektif uygulayan Rönesansçı ressam zemini bize pencere gibi gösterir; yalan söyler.

Anti-Rönesansçı tasviri daha iyi anlamak için Gönül Eda Özgül’ün “Matrakçı Nasuh’un Topografik Tasvirleri” isimli makalesinden istifade edelim:

“… Tasvir, perspektifte olduğu gibi tek bir bakışısından resmedilmemiştir ve bakan göz metin içinde dolaşabilir. Aynı resmin içinde çoklu bakış ıları mevcuttur, bu gerçekliğin çok yönlü olarak kavrandığı bir görme biçiminin sonucudur. Resme bakan kişi resmin merkezine yerleştirilmez; daha ziyade ona metnin içinde dolaşma imkânı tanınır. Zaten tasvirde tekil bir merkezden söz  edilemeyeceğinden, bakanın, nakkaşın önceden belirlediği ayrıcalıklı, merkezî, biricik bir bakış ısına mahkum edilmesi teknik olarak mümkün değildir. Bu nedenledir ki resme bakan kişiye ne tanrısal bir bakış atfedilir ne de bakan kişi resim tarafından nesneleştirilir; tersine o, resmin içinde dolaşma deneyimini yaşar. Tasvir bakan kişide perspektifte olduğu gibi özne olduğu yanılsaması yaratmaz. Aynı tasvirin içinde kimi nesneler önden görülürken kimilerinin yan cepheleri ya da arkaları, kimilerinin dış cepheleri görülürken kimilerinin içleri gözükür. Perspektifte olduğu gibi derinlik oluşturma çabası yoktur. Nesneler yakınlık ya da uzaklıklarına göre konumlandırılmazlar, resimde yer alan figürlerin küçüklük ya da büyüklükleri bakan kişiye olan mesafelerine yani bakana göre  belirlenmemiştir. Ne sahici bir öznenin duyu organlarının algılama kapasitesine ne de değişkensiz bir geometrinin soğuk mekaniğine göre şekillendirilmiş, dolayısıyla da ne bakanın durduğu noktanın ne de başka bir zaviyenin mutlaklaştırıldığı bir yüzey sunar tasvir: onun sunduğu, bir değil birçok perspektifin kesiştiği bir yüzeydir …”

Tasvirde çoklu bakışılarının olması zaman ve mekâna da yansır

Rönsans’ın sadece bir sanat akımı olmadığını, seküler bir siyaset, bilim, hayat ve insan tasavvurunu da beraberinde getirdiğini daha önceki bölümlerde anlatmıştık. Bu bağlamda ilerleme kavramı Rönesans’ı takip eden dönemlerde dogmalaşmış temel bir unsurdur. Bu dogmaya göre “eski olan her şey kötü, yeni olan her şey daha iyidir. Bilimde ve teknolojide ilerleyen toplumlar muhakkak daha müreffeh ve barışçı olurlar.” İşte bu yanılgının tohumları Rönesansçı görme/gösterme biçimde mevcuttu.

Bu yanılgı Galileci/ Newtoncu/ Kantçı diyebileceğimiz, zamanı ve mekânı birbirinden ve hayattan koparan bir anlayıştı ve Rönesans resmine merkezî perspektif olarak yansıdı. Söz konusu bilgin ve filozofların elbette homojen zamanlar ve mekânlar ihdas etmeleri için geçerli sebepleri olabilir. Bizim karşı çıktığımız şey matematiksel veya felsefî tasarımların insanlara Zaman’ın ve Mekân’ın alternatifsiz hakikati gibi arz edilmesidir. Oysa anti-Rönesansçı tasvirlerde anlık bir fotoğraf gibi sunulmaz mekân. Zaman ve mekân hayatın gerçekliğinin yenilenmesine imkân veren kevnî unsurlardır. Meselâ Taocu bir ressam tablosunun bir yerinde sabah balığa giden balıkçıları resmederken bir başka köşinde aynı balıkçıları denizden dönerken çizebilir. Biz Gönül Eda Özgül’ün Matrakçı Nasuh tasvirleri için sarfettiği şu sözlerin Taocu resimlere ve bazı Ortodoks ikonalardaki mekân tasavvuruna da uygulanabileceğini düşünüyoruz:

“…Mekânların çok-boyutluluğu zamanın da çok-boyutlu olmasını sağlamıştır. Tasvir, belirli bir zamanda kent nasıl görülüyorsa o şekilde değil, kentin farklı zamanlarda farklı bakış ılarından görünüşlerinin bir toplamı olarak nakşedilmiştir. […] Zamanların çokluğu, bunun yanı sıra, zamanın kendisinin sorunsallaştırılmasına ve bu bağlamda da varoluşun sorunsallaştırılmasına imkân vermektedir. Tasvirlerde mekânlar da üst üste yığılmış gibidir, farklı etkinlikler ve bu etkinliklerin gerçekleştirildiği mekânlar aynı tasvir içinde yan yana yer almaktadır. Mekân kapalı değil açık bir alandır; önceden belirlenmiş, hesaplanabilir bir alan değil daha çok sonsuzluğa açılan bir alandır. İnsan doğanın dışında değil, onun bir parçasıdır dolayısıyla insan doğaya egemen olacak olan olarak kavramsallaştırılmaz. Tam tersine, insan doğanın içinde küçük bir nokta gibidir; modern görme biçiminde olduğu gibi evrenin merkezinde değildir. Boşluk, tasvirlerde en az figürler kadar önemli bir yer tutmaktadır. Nasuh’un tasvirlerinde kent sonsuz bir mekânın içinde oluşturulmuş bir alandır; boşluğun içine nakşedilmiştir. Bu da evrenin büyüklüğünü ve insan yapısı kentin bu sonsuzluk içinde küçük bir alanı kapsadığını göstermektedir. Bu, insanı evrenin merkezine yerleştirmeyen bir düşünme biçimidir.  İnsanın ürettiği kentler, esas nakışın küçük bir parçasını oluşturmaktadır. Mekân çok boyutludur; tek bir bakışısından oluşturulmamıştır. Örneğin, kentteki evler farklı bakışılarından resmedilmiştir. Kentler kuşbakışından çizilmesine karşın, kent içindeki nesneler sadece yukarıdan nasıl görülüyorlarsa o şekilde değil, zaman zaman yukarıdan, zaman zaman karşıdan, zaman zaman arkadan, önden ya da yandan resmedilmiştir. (MY: Ortodox resminde başların farklı açılardan resmedilmesi de sadece mekânın ve/veya şehirlerin değil insan başı gibi cisimlerin de zamansal biçimde tasvir edilebileceğini gösteriyor. ) Bu da kuşbakışı manzara resimlerinin aksine, mekânın tek bir perspektiften ele geçirilecek bir alan olmasını engellemiştir. Aksine bu tasvirlerde perspektiflerin çokluğundan üretilen ve bu haliyle bile eksik, sonlu ve kusurlu olarak sunulan görününüm, mümkün olan perspektiflerden herhangi birinin tekil sunumunun olsa olsa insanın acizliğini temsil edeceğini ima etmektedir …”

Netice

Gerek Matrakçı Nasuh’un eserleri gibi İslâm sanatı mekân örnekleri gerekse Taocu manzaralar ve Ortodoks ikonalar bize farklı mekân tasavvurları olabileceğini göstermekte. İnsanlık asırlardır hapsolduğu merkezî perspektiften kurtulabilir; kurtulmalıdır da. Bu kurtuluşun neticeleri ise sadece sanatla sınırlı kalmayacak, ahlâkî, siyasî, felsefî tekâmüllere kapı açacaktır.

 

ronesans-perspektif-tersten-perspektif

 

Sanat üzerine e-kitaplar

Soyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır

yitik Ücretsiz kitap indirin74 kitap indirin Rönesans sanatın ölümüdür Kılıçdaroğlu ve CHP’nin Zorunlu DönüşüAfganistan’daki bir medreseyi, Bosna’daki bir camiyi, Hindistan’daki Taj Mahal’i görsel olarak islâmî yapan nedir hiç düşündünüz mü? Anadolu kilimlerini, İran halılarını, Fas’taki gümüş takıları, Endülüs’teki sarayları birleştiren ortak unsur nedir? Müslüman olmayan bir insan bile kolaylıkla“bunlar İslâm sanatıdır” diyebilir. Sanat tarihi konusunda hiç bir bilgisi olmayanlar için de şüpheye yer yoktur. Şüpheye yer yoktur da… bu ne acayip bir bilmecedir! Endonezya’dan Fas’a, Kazakistan’dan Nijerya’ya uzanan milyonlarca kilometrekarelik alanda yaşayan, belki 30 belki 40 farklı lisan konuşan Müslüman sanatkârlar nasıl olmuş da böylesi muazzam bir görsel bütünlüğe sadık kalabilmiştir?

Bakan gözleri pasifleştiren tasvirci sanatın aksine İslâm sanatı okunan bir sanattır. Yani görünmeyeni anlatmak için çizer görüneni. Doğayı taklid etmek değildir maksat. İnsanların aklını uyandırması, kalplerine hitab etmesi sebebiyle İslâm sanatının soyut bir sanat olduğu da aşikârdır. Ama Avrupa kökenli soyut sanattan ayrıdır İslâm sanatı. Meselâ Picasso, Kandinsky, Klee, Rothko gibi ressamlar gibi sembolizme itibar edilmemiştir. 284 sayfalık kitabımıza çok sayıda İslâm sanatı örneği ekledik. Bakmak için değil elbette, görünen sayesinde görünmeyeni akledebilmek, yani İslâm sanatını “okumak” içinBuradan indirebilirsiniz.


İslâm’da Mimar ve Şehir

Cumhuriyet’in ilânından beri yaşadığımız şehirler hızla tektipleşiyor. Betondan yapılmış kareler ve dikdörtgenler kapladı ufkumuzu. Trabzon, Aydın, Malatya… Anadolu’nun her yeri birbirine benzedi. Fakat Türkiye’ye has bir sorun değil bu. Batının “alternatifsiz” Ücretsiz kitap indirin74 kitap indirin Rönesans sanatın ölümüdür Kılıçdaroğlu ve CHP’nin Zorunlu Dönüşüdemokrasisi ve serbest piyasası mimarları da tektipleştirdi. Farklı düşünemeyen, yerel özellikleri eserlerine yansıtmayan mimarlar kutu gibi binalar dikiyor. Moskova, Tokyo, Paris, Hong Kong da tektipleşiyor ve çirkinleşiyor.

Çare? Binalara değil de mimara, yani insana odaklanmak olabilir; yani eşyayı ve sureti değil İnsan’ı ve sîreti merkeze almak. Zira bu bir norm ya da ekol meselesi değil: İslâmiyet’in ilk asırlarında bir şehir övüleceği vakit binalar değil yetiştirdiği kıymetli insanlar anılırmış. Biz de güzel binalarda ve güzel şehirlerde hayat sürmek için önce güzel mimarlar yetiştirerek başlayabiliriz işe. İnsan gibi yaşamak için mimarî çirkinliklerden ve bunaltıcı tektipleşmeden kurtulabiliriz. Bu ancak Güzel Ahlâk ile Güzel Mimarî arasındaki bağı yeniden tesis etmekle olabilir. Çare Mimar Sinan gibi cami yapmak değil Mimar Sinan gibi insan yetiştirmek. Kitabımızın maksadı ise teşhis ve tedaviye hizmet etmekten ibaret. Buradan indirebilirsiniz.


tezyin_kapak-150 Ücretsiz kitap indirin74 kitap indirin Rönesans sanatın ölümüdür Kılıçdaroğlu ve CHP’nin Zorunlu DönüşüGözle dinlenen müzik: Tezyin

Batı sanatı her hangi bir konuyu “güzel” anlatır. Bir kadın, batan güneş, tabakta duran meyvalar… İslâm sanatının ise konusu Güzellik’tir. Bunun için tezyin, hat, ebru… hatta İslâm mimarîsi dahi soyuttur, mücerred sanattır.

Derrida, Burckhardt, Florenski ve Panofski’nin isabetle söylediği gibi Batılı sanatçı doğayı taklid ettiği için, merkezi perspektif ve anatomi kurallarının hakim olduğu figüratif eserler ihdas eder. Bu taklitçi eserler ise seyircinin ruhunu değil benliğini, nefsini uyandırır. Zira kâmil sanat tabiatı taklid etmez. Sanat fırça tutan elin, tasavvur eden aklın, resme bakan gözün secdesidir. Tekâmül eden sanatçı (haşa) boyacı değil bir imamdır artık. Her fırça darbesi tekbir gibidir. Zahirde basit motiflerin tekrarıyla oluşan görsel musiki ile seyircilerin ruhu öylesine agâh olur ki kalpler kanatlanıverir. Müslüman sanatçı bu yüzden tezyin, hat, ebru gibi mücerred sanatı tercih eder. Güzel eşyaları değil Güzel’i anlatmak derdindedir. Çünkü ne sanatçının enaniyet iddiası ne de seyircinin BEN’liği makbul değildir. Görünene bakıp Görünmez’i okumaktır murad; O’nun güzelliği ile coşan kalp göğüs kafesinden kurtulup sonsuzluğa kanat açar.

Tezyinî nağmeleri gözlerimizle işitmek için yazıldı bu e-kitap. John locke gibi bir “tabula rasa” yapmak için değil Hz. İbrahim (as) gibi “la ilahe” diyebilmek için. Buradan indirebilirsiniz.

Edward Hopper’ı okumak

hopper-kapak Ücretsiz kitap indirin74 kitap indirin Rönesans sanatın ölümüdür Kılıçdaroğlu ve CHP’nin Zorunlu DönüşüAmerikalı ressam Edward Hopper sadece Amerika’nın değil bütün Batı kültürünün en önemli ressamlarından biri. Hopper ile Batı resmi asırlardan beri ilk defa kısır ekol savaşlarını, soyut resim / figüratif resim gibi ölü doğmuş dikotomileri aşma fırsatı yakaladı.

Bu bağlamda, perspektif, ışık, gölge vb tercihleri aşan Hopper’ın yeni bir şey yaptığını savunuyoruz: Hopper Rönesans’tan beri can çekişen figüratif resme yeni bir soluk verdi. Tezimiz budur. Bu lisan-ı sûreti tahlil etmek için sadece Hopper’dan etkilenen diCorcia gibi fotoğrafçıları değil ondan beslenen Hitchcock, Jarmusch, Lynch gibi sinema yönetmenlerini, romancıları da kitabımıza dahil ettik. Diğer yandan Hopper’ın tutkuyla okuduğu filozoflardan yani Henry David Thoreau ve Ralph Waldo Emerson’dan da istifade ettik. Elinizdeki bu kitap Hopper tablolarına aceleyle örtülen melankoli ve yalnızlık örtüsünü kaldırmak için yazıldı. Hopper’a bakmak değil Hopper’ı okumak için. Buradan indirebilirsiniz.

Senin tanrın çok mu yüksekte?

senin-tanrin-cok-mu-yuksekte Ücretsiz kitap indirin74 kitap indirin Rönesans sanatın ölümüdür Kılıçdaroğlu ve CHP’nin Zorunlu Dönüşü

Güzel olan ne varsa İnsan’ı maddî varoluşun, bilimsel determinizmin ötesine geçirecek bir vasıta. Sevgilinin bir anlık gülüşü, ay ışığının sudaki yansıması, bir bülbülün ötüşü ya da ağaçları kaplayan bahar çiçekleri… Dinî inancımız ne olursa olsun hiç birimiz güzelliklere kayıtsız kalamıyoruz. Etrafımızı saran güzelliklerde bizi bizden alan, yeme – içme – barınma gibi nefsanî dertlerden kurtarıp daha “üstlere, yukarılara” çıkaran bir şey var. Baş harfi büyük yazılmak üzere Güzel’lik sadece İnsan’a hitab ediyor ve bize aşkın/ müteâl/ transandan olan bir mesaj veriyor: “Sen insansın, homo-economicus değilsin”.

İşte bu yüzden “kutsal” dediğimiz sanat bu anlayışın ve hissedişin giriş kapısı olmuş binlerce yıldır. Tapınaklar, ikonalar, heykeller insanları inanmaya çağırmış. Ancak inancı ne olursa olsun bütün “kutsal sanatların” iki zıt yola ayrıldığını, hatta fikren çatıştığını da görüyoruz:

  • Tanrı’ya benzetme yoluyla yaklaşmak: Teşbihî/ natüralist/ taklitçi sanat,
  • Tanrı’yı eşyadan soyutlama yoluyla yaklaşmak: Tenzihî/ mücerred sanat.

Kim haklı? Hangi sanat daha güzel? Hangi sanatçının gerçekleri Hakikat’e daha yakın? Bu çetrefilli yolda kendimize muhteşem bir rehber bulduk: Titus Burckhardt hem sanat tarihi hem de Yahudilik, Hristiyanlık, İslâm, Budizm, Taoizm üzerine yıllar süren çalışmalar yapmış son derecede kıymetli bir zât. Asrımızın kaygılarıyla Burckhardt okyanusuna daldık ve keşfettiğimiz incileri sizinle paylaştık. Buradan indirebilirsiniz.

Sanat Yoluyla Hakikat Bulunur mu?

Ücretsiz kitap indirin74 kitap indirin Rönesans sanatın ölümüdür Kılıçdaroğlu ve CHP’nin Zorunlu Dönüşüİnanmak belki zor ama … eğer sınırsız görme kabiliyetine sahip olsaydık hiç bir şey göremezdik! güneşe dürbünle bakan biri gibi kör olurduk.Gözlerimizin sınırlı oluşu sayesinde görüyoruz dünyayı. Immanuel Kant’ın meşhur bir güvercini vardır, havayı iterek uçar ama havanın direncinden yakınır durur. “Hava olmasaydı daha hızlı uçabilirdim” der. Hakikat’i görmekte zorluk çekmemizin sebebi O’nun gizli olması değil tersine aşikar olmasıdır. Aksi takdirde Hakikat’i içeren, kapsayan ve perdeleyen daha hakikî bir Hakikat olması gerekirdi. İşte bu sebeple Hakikat’i görmek için Bilim’e değil Sanat’a ihtiyacımız var, bilmek için değil bulmak söz konusu olduğu için. Derin Düşünce yazarları Sanat-Hakikat ilişkisi üzerine yazdılar. Buradan indirebilirsiniz.

Öteki Sinemanın Çocukları

oteki-sinemanin-cocuklari Ücretsiz kitap indirin74 kitap indirin Rönesans sanatın ölümüdür Kılıçdaroğlu ve CHP’nin Zorunlu DönüşüYakında sinemanın bir endüstri değil sanat olduğuna kimseyi inandıramayacağız. Zira “Sinema Endüstrisi” silindir gibi her şeyi ezip geçiyor. Sinema ürünleşiyor. Reklâm bütçesi, türev ürünlerin satışı derken insanlar otomobil üretir gibi film ÜRETMEYE başladılar. Belki en acısı da “sinema tekniği” öne çıkarken sinema sanatının unutulması. Fakat hâlâ “iyi bir film” ile çok satan bir sabun veya gazozun farkını bilenler de var. Çok şükür hâlâ ustalar kârlı projeler yerine güzel filmler yapmaya çalışıyorlar. Derin Düşünce yazarları da “İnsan’sız Sinema Olur mu?” kitabından sonra yeni bir sinema kitabını daha okurlarımıza sunuyorlar. “Öteki Sinemanın Çocukları” adlı bu kitap 15 yönetmenle buluşmanın en kolay yolu: Marziyeh Meshkini, Ingmar Bergman, Jodaeiye Nader Az Simen, Frank Capra, Dong Hyeuk Hwang, Andrey Rublyov, Sanjay Leela Bhansali, Erden Kıral… Buradan indirebilirsiniz.

Roman nedir? Nasıl Yazılır?

Ücretsiz kitap indirin74 kitap indirin Rönesans sanatın ölümüdür Kılıçdaroğlu ve CHP’nin Zorunlu DönüşüRoman nedir? Tarif dahi edilmesi zor bir kavram. Sanatçının İnsan’a bakışını, toplumla kurduğu ilişkiyi yansıtır sanat eserleri. Bu sebeple sanat her çağda yeniden icad edilir. Ünlü yazar Heinrich Mann’ın dediği gibi: “Bütün romanların ve hikâyelerin amacı kim olduğumuzu bilmektir, Edebiyatın önemli bir konuma sahip olmasının nedeni, sadece doğanın ve insanlar âleminin ayrıntılarını tek tek açıklaması değil, insanları hep yeni baştan keşfetmesidir.” Değerli yazarımız Suzan Nur Başarslan Roman’ın derinliklerine giden bir seyahate davet ediyor sizi. Zaman’ın kullanımı, olay örgüsü, mekân, dil, üslup ve daha bir çok temel kavram edebiyatın dev isimlerinden örneklerle irdeleniyor. Buradan indirebilirsiniz.

Derin Göz

(Son güncelleme: İkinci sürüm, 6 Nisan 2014)

Ücretsiz kitap indirin74 kitap indirin Rönesans sanatın ölümüdür Kılıçdaroğlu ve CHP’nin Zorunlu Dönüşüİnsan gözü daha verimli kullanılabilir mi? Aş, eş ve düşmanı gören Et-Göz’ün yanı sıra Hakikat’i görebilecek bir Derin-Göz açılabilir mi? Sanatçı olmayan insanlar için kestirme bir yol belki de Sanat. Çukurların dibinden dağların zirvesine, Yeryüzü’nden Gökyüzü’ne…Sanat’a bakmak için çeşitli yapıtlardan, ressamlardan istifade ettik: Cézanne, Degas, Morisot, Monet, Pissarro, Sisley, Renoir, Guillaumin, Manet, Caillebotte, Edward Hopper, William Turner,Francisco Goya, Paul Delaroche, Rogier van der Weyden, Andrea Mantegna , Cornelis Escher , William Degouve de Nuncques.

Peki ya baktığımızı görmek, gördüğümüzü anlamak? Güzel’i sorgulamak için çağ ve coğrafya ayırmadık, aklımızı uyaracak hikmetli sözlere açtık kapımızı: Mevlânâ Hazretleri, Gazalî Hazretleri, Lao-Tzû, Albert Camus, Guy de Maupassant, Seneca, Kant, Hegel, Eflatun, Plotinus, Bergson, Maslow, … Buradan indirebilirsiniz.

Ücretsiz kitap indirin74 kitap indirin Rönesans sanatın ölümüdür Kılıçdaroğlu ve CHP’nin Zorunlu Dönüşüİnsan’sız Sinema Olur mu?

Elinizdeki bu kitabı Sinema’nın programlanmış ölümüne karşı bir direniş olarak görebilirsiniz. İnsan’dan vaz geçmeye yeltenen, Güzel’i, Sanat’ı,İnsan’ı kâr-zarar tablolarına sıkıştırmaya çalışan endüstriye “Hayır!” demenin nazik bir yolu. Sinema bütün “teknik” karmaşıklığına rağmen insansız olmaz. Sinema insanlar tarafından yine insanlar için yapılan bir sanattır.

Derin Düşünce yazarları izledikleri 28 filmi anlattılar. İnsanca bir perspektiften, günlük hayatlarındaki, iç dünyalarındaki yansımalara yer vererek… İran’dan Arjantin’e, Fransa’dan Afganistan’a, Rusya’dan Türkiye’ye uzanan bir yolculukta, İnsan’dan İnsan’a… Umulur ki bu kitap Andrei Tarkovsky, Semih Kaplanoğlu, Mecid Mecidi, Nuri Bilge Ceylan ile buluşmanın farklı bir yolu olsun… Buradan indirebilirsiniz.

Sanat karanlıkta çakılmış bir kibrittir…

Ücretsiz kitap indirin74 kitap indirin Rönesans sanatın ölümüdür Kılıçdaroğlu ve CHP’nin Zorunlu Dönüşü “…Neden bir natürmorta iştahla bakmıyoruz? Tersine ressam “yiyecek-gıda” elmayı silmiş, elmanın elmalığı ortaya çıkmış. Gerçek bir elmaya bakarken göremeyeceğimiz bir şeyi gösteriyor bize sanatçı. İlk harfi büyük yazılmak üzere Elma’yı keşfediyoruz bütün orjinalliği, tekilliği ile…”

Bu kitapta Derin Düşünce yazarları sanatı ve sanat eserlerini sorguluyor. Toplumdaki yeri, siyasî, etik ve felsefî yönüyle… Denemelerin yanı sıra son dönemde öne çıkan, ekranları, kitap raflarını dolduran eserlere (veya ürünlere?) dair eleştiriler de bulacaksınız. Buradan indirin.

 

 

Baudolino (Umberto Eco) Suzan Başarslan

Ücretsiz kitap indirin74 kitap indirin Rönesans sanatın ölümüdür Kılıçdaroğlu ve CHP’nin Zorunlu DönüşüYazınsal bir yapıt, “basit bir obje değil, çok yönlü anlam ve ilişkilerle tabakalaşmış bir niteliğin çok yönlü organizasyonudur.”* Bu organizasyonun incelemesi de kendisi kadar zor bir organizasyonu gerektirir ki, bu yüzden bir yapıtın incelemesi adına günümüze değin, birçok kuram ve inceleme yöntemi geliştirilmiştir. Bu makalede Umberto Eco’nun yazdığı Baudolino adlı romanın incelemesi Gerard Genette’nin “Yapısal Metin İnceleme” yöntemine göre yapılacak ve yapıt, üç düzlemde incelenecektir. Bakış açısı, anlatıcı türü, ana düşünce, eserin yazılış tekniği, dil… gibi sorunlara da değinilecektir. İncelemede Şemsa Gezgin tarafından İtalyancadan Türkçeye 2003′te çevrilen Baudolino esas alınacak, tespit ve yorumlar çeviri yapıttan yola çıkılarak belirlenecek ve ifade sedilecektir. İncelemeyi kitap halinde indirmek için buraya tıklayın


Derin Medeniyet

derin-medeniyet Ücretsiz kitap indirin74 kitap indirin Rönesans sanatın ölümüdür Kılıçdaroğlu ve CHP’nin Zorunlu DönüşüNedir medeniyet? Opera? Demokrasi? Parklar ve bahçelerle süslü şehirler? Metro? Asansör? Modern çağın karanlık dehlizlerinde kaybolan bizler için medeniyet, teknoloji ve kültür mefhumlarını birbirinden ayırdetmek zor ama şurası kesin: Hiroşima, Gazze ve Halep’te şehirleri (medineleri) haritadan silen Batı’ya “medenî” diyenler büyük bir suç işliyorlar. Zira katil bir insanı bir kere öldürür ama katile “katil” demeyenler içlerindeki insanlığı, vicdanı öldürmüş olurlar. (Vicdan / Conscious / Conscience / ضمير)

Evet… Kimileri adaletle hükmedilmiş mülkler bıraktılar geriye; kimileriyse kan ve göz yaşıyla, kul hakkıyla çimentosu karılmış duvarlar, piramitler, kuleler. Elinizdeki bu kitap şu veya bu medeniyeti anlatma değil medeniyet mefhumunun derinlerine inme derdinde. İnsanlar arasındaki münasebetleri yani muhabbet, merhamet, adalet, ticaret ve şiddeti yönetebilme gücü açısından medeniyet mefhumuna yeni bir bakış açısı teklif ediyor. Miras olarak köprü bırakanlarla duvar bırakanları tefrik etmeye yarayacak bir bakış açısı. Buradan indirebilirsiniz.

Derin Lügat 4.0

derin_lugat-4 kapak Ücretsiz kitap indirin74 kitap indirin Rönesans sanatın ölümüdür Kılıçdaroğlu ve CHP’nin Zorunlu DönüşüYeni sürümlere dair not: Eski sürümleri indirip okumuş olanların işini kolaylaştırmak için kelimelerin sırasını değiştirmiyoruz. Yani her yeni sürümde okumaya kaldığınız yerden devam edebilirsiniz.

4cü sürümle eklenen yeni terimler: Paraklitos, Hudud, Ehliyet, Zâhir ve Batın, Barış, Unutmak.

3cü sürümle eklenen yeni terimler: Eksen Kayması, Bilgi toplumu, Zamanda Yolculuk, Ateist , Yokluk , Çağdaş, Gurbet, Kader.

İnsanlık neredeyse 4 asırdır “ilerleme” adını verdiği müthiş bir gerileme içinde. Tarihteki en kanlı savaşlar, sömürüler, soykırımlar, toplama kampları, atom bombaları, kimyasal ve biyolojik silahlar hep Batı’nın “ilerlemesiyle” yayıldı dünyaya. En korkunç barbarlıkları yapanlar hep “uygar” ülkeler.  Her şeyin fiyatını bilen ama hiçbir şeyin değerini bilmeyen bu insanlar nereden çıktı? Yoksa kelimelerimizi mi kaybettik?

Aydınlanma ile büyük bir karanlığa gömüldü Avrupa. Vatikan’ın yobazlığından kaçarken pozitivist dogmaların bataklığında kayboldu. “Yeniden doğuş” (Rönesans) hareketi sanatın ölüm fermanı oldu: Zira optik, matematik, anatomi kuralları dayatıldı sanat dünyasına. Sanat bilimselleşti, objektif ve totaliter bir kisveye büründü.

Kimse parçalamadı dünyayı “Birleşmiş” Milletler kadar. Güvenliğimiz için en büyük tehdit her barış projesine veto koyan BM “Güvenlik” Konseyi değil mi? Daimi üyesi olan 5 ülke dünyadaki silahların neredeyse tamamını üretip satıyor. “Evrensel” insan hakları bildirisi değil güneş sisteminde, sadece ABD’deki zencilerin haklarını bile korumaktan aciz. Bu kavram karmaşası içinde Aşk kelimesi cinsel münasebetle eş anlamlı oldu: ing. To make love, fr. Faire l’amour… Önce Batı, sonra bütün insanlık akıl (reason) ile zekânın (intelligence) da aynı şey olduğunu sanmışlar. Oysa akıl iyi-kötü veya güzel-çirkin gibi ayrımı yaparken zekâ problem çözer; bir faydayı elde etmek ya da bir tehditten kurtulmak için kullanılır. Bir saniyede 100.000 insanı ve sayısız ağacı, böceği, kediyi, köpeği oldürecek olan atom bombasını yapmak zekâ ister ama onu Hiroşima üzerine atmamak için akıl gerekir.

İster Batı’yı suçlayalım, ister kendimizi, kelimelerle ilgili bir sorunumuz var: İşaret etmeleri gereken mânâların tam tersini gösterdikleri müddetçe sağlıklı düşünmeye engel oluyorlar. Çözüm ürettiğimizi sandığımız yerlerde yeni sorunlara sebep oluyoruz. Dünyayı düzeltmeye başlamak için en uygun yer lisanımız değil mi? Kayıp kelimelerin izini sürmek için yazdığımız Derin Lügat’ı ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin