RSS Feed for This Post

Germinal / Émile Zola

emile-zola-germinalYıldızsız gecenin zifirî karanlığına gömülmüş dümdüz ovada bir adam, pancar tarlalarının arasından geçerek dosdoğru Marchiennes’den Montsou’ya uzanan on kilometrelik anayolda tek başına yürüyordu. Bastığı siyah toprağı bile görmüyor; uçsuz bucaksız ufkun varlığını ise, fersahlarca uzayıp giden bataklıkları ve çorak toprakları yalayıp geçerken buz kesen mart rüzgârının, engin denizlerdekine benzer bir fırtınanın sayesinde hissedebiliyordu ancak. Gökyüzüne tek bir ağaç karaltısı bile vurmuyor; yol, karanlıkta göz alan yağmur serpintileri arasında bir dalgakıran gibi dümdüz uzanıyordu.
Adam Marchiennes’den saat iki civarında yola çıkmıştı. Geniş adımlarla yürürken, havı dökülmüş pamuklu ceketiyle kadife pantolonunun içinde tir tir titriyordu. Kareli bir mendille yaptığı küçük çıkın ona ağırlık veriyor; kırbaç gibi döven doğu rüzgârının kanattığı, soğuktan uyuşmuş ellerinin ikisini birden ceplerine sokabilmek için, çıkını kâh sağ kolunun, kâh sol kolunun altına alıyordu. İşsiz ve yersiz yurtsuz olan bu emekçinin bomboş zihnindeki tek düşünce, güneşin doğuşuyla birlikte ayazın kırılması umuduydu. Bir saattir bu şekilde taban tepiyordu ki, solda, Montsou’ya iki kilometre kala, kızıl ateşler gördü; açık havada, sanki boşluğa asılıymış gibi duran üç mangal. Önce kaygıyla duraksadı; sonra, sızılar içindeki ellerini biraz olsun ısıtma ihtiyacına karşı koyamadı.
Yol giderek çukurlaşıyordu. Her şey gözden kayboldu. Adamın sağında, demiryolunu gizleyen bir kazık duvarı, kaba saba bir tahta perde vardı; solunda ise otlarla kaplı bir bayır yükseliyor, bayırın üzerinde belli belirsiz beşik çatılar, bir örnek ve basık damlı evleriyle bir köy seçiliyordu. Adam iki yüz adım kadar ilerledi. Yolun bir dönemecine geldiğinde, ateşler yanı başında tekrar beliriverdi; adam, bu mangalların bu ölgün gökyüzünde, hem de bu kadar yüksekte, nasıl olup da tüten aylar gibi yanabildiğini hâlâ anlamış değildi. Ama yol üzerindeki başka bir manzara bir süreliğine durmasına neden oldu. Bu, arasından bir fabrika bacası karaltısının yükseldiği hantal bir kütle, bir basık binalar yığınıydı; kirli pencerelerden tek tük ölgün ışıklar sızmaktaydı, dışarıda, tahtaları kararmış devasa çatmalara, iç karartıcı bir ışık veren beş altı fener asılmıştı. Karanlığa ve dumana boğulmuş bu düşsel görüntünün içinden tek bir ses, gözle görülmeyen bir buhar bacasının uzun ve kuvvetli soluğu yükseliyordu.
Adam o zaman, burasının bir maden ocağı olduğunu anladı. Tekrar utanca kapıldı: Maden ocağı olsa ne olurdu? Nasıl olsa iş bulamayacaktı. Nihayet, binalara yönelmek yerine, işçileri aydınlatmak ve ısıtmak için üzerinde dökme kazanlarda üç kömür ateşinin yakıldığı moloz tepeciğine tırmanmaya karar verdi. Tesviyecilerin işi geç saatlere kadar sürmüş olmalıydı, hâlâ toprak döküntüsü çıkarmakla uğraşıyorlardı. Şimdi adam, işçilerin kızaklar üzerinde vagonları ittiklerini duyuyor, her ateşin yanında vagonları boşaltan hareketli gölgeleri seçebiliyordu.
“Merhaba,” dedi kazanlardan birine yaklaşarak.
Sırtını ateşe dönmüş olan yaşlı arabacı öylece ayakta dikiliyordu; üzerinde mor bir yün kazak, başında tavşan derisinden bir kasket vardı; iriyarı sarı beygiri ise, çektiği altı vagonun boşaltılmasını taş gibi kımıldamadan bekliyordu. Vagonları boşaltmakla görevli kızıl saçlı, sıska delikanlı hiç acele etmiyor, devirme koluna uyuşukça abanıyordu. Ve yukarıda, dondurucu bir rüzgâr şiddetini gittikçe artırıyor, düzenli ve güçlü soluğuyla ortalığı kasıp kavuruyordu.
“Merhaba,” diye karşılık verdi ihtiyar.
Bir an sessizlik oldu. Kendisine kuşkulu gözlerle bakıldığını fark eden yabancı hemen ismini söyledi.
“Adım Étienne Lantier, makinistim, burada bana göre iş var mı?”
Alevlerin ışığı yüzüne vuruyordu; yirmi bir yaşında olmalıydı, karayağız ve yakışıklı bir delikanlıydı, incecik kol ve bacaklarına rağmen güçlü görünüyordu.
İçi rahatlayan arabacı başını salladı.
“Hayır hayır, bir makiniste göre iş yok… Daha dün iki makinist iş bulamadan geri döndüler.”
Sert bir rüzgâr konuşmalarını yarıda kesti. Étienne moloz tepeciğinin dibindeki kasvetli yapıları göstererek sordu:
“Burası bir maden ocağı, öyle değil mi?”
İhtiyar bu kez cevap veremedi. Şiddetli bir öksürük nöbetiyle soluğu kesilmişti. Sonunda tükürdü, tükürüğü kızıl renkli toprağın üzerinde siyah bir leke bıraktı.
“Evet, Voreux maden ocağı… Bakın! Madenci mahallesi de hemen şurada.”
Bu kez de yaşlı adam kolunu uzatmış, genç adamın çatılarını şöyle böyle seçmiş olduğu karanlık köyü gösteriyordu. Ama altı vagon boşalmıştı; yaşlı adam kamçısını şaklatmadan, romatizma yüzünden kaskatı kesilmiş bacaklarıyla arabaların peşine takıldı; iriyarı sarı beygir ise almış başını gidiyor, tüylerini diken diken eden şiddetli rüzgâr altında, arabaları raylarda ağır ağır çekiyordu.
Voreux artık, düşler âleminden sıyrılmaktaydı. Perişan haldeki kanayan ellerini ocağın önünde ısıtırken dalıp giden Étienne, katranlanmış ayıklama hangarını, kuyunun üzerindeki kuleyi, kömür çıkarma makinesinin yer aldığı geniş bölmeyi, tahliye pompasının kare şeklindeki küçük kulesini, kısacası madenin her köşesini gözden geçiriyordu. Bir çukurun içine gömülmüş olan bu maden ocağı, tuğladan alçak yapıları ve ürkütücü bir boynuz şeklinde yükselen bacasıyla, dünyayı yalayıp yutmak üzere oraya çöreklenmiş, doymak bilmez bir canavarı andırıyordu. Çevresini incelerken, bir yandan da kendisini, sekiz gündür iş aramakla geçen başıboş yaşantısını düşünüyor; çalıştığı demiryolu atölyesi, ustasını tokatlayışı, Lille’den, her yerden kovuluşu yeniden gözünün önüne geliyordu. Cumartesi günü, demir fabrikasında işçiye ihtiyaç olduğu söylenen Marchiennes’e gelmişti, ama ne demir fabrikasında ne de Sonneville’de iş bulabilmişti. Pazar gününü bir araba imalathanesinde keresteler arasında geçirmiş, gecenin ikisinde bekçi gelip onu oradan kovmuştu. Ne cebinde tek bir kuruş, ne de çıkınında bir dilim kuru ekmek vardı. Sert rüzgârdan korunmak için sığınabileceği bir yeri ve bir hedefi olmadan bu yollarda ne yapacaktı? Evet, burası bir maden ocağıydı, sağda solda birkaç fener kömürlerin yığıldığı alanı aydınlatıyordu, aniden açılan bir kapıdan, parlak bir ışıkla aydınlanan jeneratör bölmesini az çok görebilmişti. Canavarın boğuk soluğunu andıran bu dur durak bilmeyen, uzun ve derin uğultuya, tahliye pompasından çıkan bu sese varıncaya kadar her şeyi ayırt edebiliyordu.
Sırtını kamburlaştırarak vagonları boşaltan işçi Étienne’e bakmamıştı bile, Étienne yere düşürdüğü çıkınını almak üzereyken, bir öksürük nöbeti arabacının geri döndüğünü haber verdi. İhtiyarın karanlığın içinden ağır ağır çıktığı görüldü; sarı beygiri, yeniden yüklenmiş altı arabayı çekerek peşi sıra geliyordu.
“Montsou’da fabrika var mı?” diye sordu genç adam.
Siyah bir balgam tüküren ihtiyar, rüzgâra karışan bir sesle yanıt verdi:
“Ah! İstemediğiniz kadar! Orayı, üç dört yıl önce görmeliydiniz! Her yana fabrikaların uğultusu yayılıyordu, işçi bulmak zordu, o zamanki kadar hiç kazanamadık… Ve şimdi yeniden kemerleri sıkmak gerekiyor. Ülke acınacak halde, herkesi işten çıkarıyorlar, fabrikalar peş peşe kapanıyor… Bu belki de imparatorun suçu değil; ama insanlar yetmezmiş gibi hayvanlar bile koleradan ölürken neden Amerika’yla savaşa tutuşur ki?
Bunun üzerine, solukları kesilerek, kısa cümlelerle yakınmaya devam ettiler. Étienne, bir haftadır iş bulmak için nasıl boşuna koşturup durduğunu anlatıyordu; açlıktan ölmesi mi gerekiyordu? Yakında yollar dilenciden geçilmeyecekti. Evet, diye karşılık veriyordu ihtiyar, bu işin sonu kötüye varacaktı, çünkü Tanrı onca Hıristiyan’ın sokaklara düşmesini reva görmezdi.
“Artık kimse et yiyemiyor.”
“Ekmek varsa şükretsinler!”
“Doğru, insanlar kuru ekmeğe bile razı!”
Sesleri dağılıp gidiyor, fırtına, sözcüklerini kasvetli bir uğultuyla kapıp götürüyordu.
“Bakın!” diye devam etti güneye doğru dönen arabacı avaz avaz bağırarak, “Montsou şurada…”
Ve yeniden uzattığı eliyle karanlıkta seçilemeyen bazı noktaları işaret edip, isimlerini sıralıyordu. Orada, Motsou’da Fauvelle şeker fabrikası hâlâ faaliyetteydi, ama Hoton şeker fabrikası işçi sayısını azaltmıştı, yalnızca Dutilleul un fabrikasıyla, maden ocakları için halat imal eden Bleuze fabrikası ayakta kalmayı başarmıştı. Sonra kuzeye doğru eliyle geniş bir yay çizerek, o yöndeki ufkun yarısını işaret etti: Sonneville’deki inşaat atölyeleri her zamanki siparişlerinin üçte ikisini bile alamamışlardı; Marchiennes’deki demir fabrikasının üç fırınından yalnızca ikisi yanıyordu; nihayet Gagebois cam fabrikasında her an greve gidilebilirdi, çünkü ücretlerin düşürüleceği söylentisi dolaşmaktaydı.
“Biliyorum, biliyorum, oradan geliyorum zaten,” diye tekrarlıyordu genç adam, ihtiyarın her açıklamasından sonra.
“Bizler, şimdiye kadar idare ettik,” diye ekledi arabacı. “Yine de ocaklardan eskisi kadar verim alınamıyor. Bakın işte, karşıdaki Victoire’da yalnızca iki kok fırını yanıyor.”
Yere tükürdü, sonra uyuklayan beygiri boş vagonlara koşarak, hayvanın peşine takılıp gitti.
Şimdi Étienne tüm bölgeyi görebiliyordu. Ortalık hâlâ zifirî karanlık olsa da, ihtiyarın eli bu koyu karanlığı öyle bir sefaletle doldurmuştu ki, genç adam bu saatte bile, farkında olmadan, etrafındaki uçsuz bucaksız enginlikte bu sefaleti hissedebiliyordu. Mart rüzgârının bu çırılçıplak kırlarda önüne katıp sürüklediği şey, bir açlık çığlığı değil miydi? Kasırga gemi azıya almıştı, pek çok insanı kırıp geçirecek bir işsizliği, bir kıtlığı beraberinde getiriyordu adeta. Étienne gözlerini çevresinde gezdirerek karanlıkları delmeye çalışıyor, ama görme isteği ve korkusu arasında bocalayıp duruyordu.
Her şey gece karanlığının bilinemezliğinde silinip giderken, o ta uzakta yalnızca yüksek fırınları ve kok fırınlarını seçebiliyordu. Bu fırınların eğik duran yüzlerce bacasından sıra sıra kızıl alevler yükseliyor; daha soldaki iki kuleden ise, devasa meşaleler misali, masmavi alevler uzanıyordu gökyüzüne. Hüzün verici bir yangın görüntüsüydü bu; tehditkâr ufukta, taşkömürü ve demir diyarlarına özgü bu gece ateşleri dışında parlayan tek bir yıldız bile yoktu.
“Sanırım Belçikalısınız?” diye sordu geri dönen arabacı Étienne’in arkasından.
Bu kez yalnızca üç vagon getirmişti. Onları boşaltmak için yeterince zaman vardı: Asansör arızalanmış, bir cıvata kırılmıştı; bu yüzden işler on beş dakika kadar aksayacaktı. Moloz tepeciğinin dibinde bir sessizlik oluşmuştu, kömür vagonları uzayıp giden takırtılarla rayları sarsmıyordu artık. Maden ocağından yalnızca, sacı döven bir çekicin uzaktan yankılanan sesi geliyordu.
“Hayır, güneyliyim,” diye karşılık verdi genç adam.

 

 

Edebiyat, Sinema, Siyaset, Sanat, Mimarî, Ateizm, Tarih, Kemalizm, İslâm, Kadın hakları, Feminizm, Felsefe… Bugün 73 kitap var. Yakında yenileri eklenecek, bu sayfayı takip edin… 


Fikir Kırıntıları – 2

fikir-kirintilari-2 71 kitap indirin73 kitap indirin Dünya kamuoyu karşılıksız para gibidir Ütopya / Thomas More Kral Yu / Hermann Hesse Körleşme / Elias CanettiBir kez daha sosyal medyada paylaştığımız mesajları kitaplaştırdık. Yayına girdiği günden beri Fikir Kırıntıları-1o kadar çok ilgi gördü ki biz de yeni e-kitabı ilginize sunmak için elimizden geleni yaptık… Ve her zamanki gibi konuları derinleştirmek isteyenler için ise makaleler ve kitaplar da tavsiye ettik. Fikir Kırıntıları-2’nin konuları şöyle:

Taktik ve Strateji, Enerji, Vatikanizm, Gündem Zehirlenmesi, İslâm Sanatı, Kanlı Fotoğraf Yayma, 1 Mayıs, Amigo-Tarihçi, Futbol, mafya, uyuşturucu, fuhuş ve terör, Namaz illâ namaz, Müslümanlarda içe kapanma ve dışa açılma, Neden okuyalım? Ne okuyalım? Nasıl okuyalım?, Ekonomistler neden ekonomiden anlamaz?, Münâfıkûn ve Siyaset-i Nebevî, Sosyal Medya, Gurbet, Çirkin Şehir, Devrim, Yeni PKK ve “Private Security”, Şifalı ottan zehir yapma, Kadına Karşı Şiddet, Liberalizm, Gerçeği görme, Çalışan kadın, Suriye, Tasavvuf, Hollywood-Pentagon, Beyin yıkama ve psikolojik harp. Buradan indirebilirsiniz.

Fikir Kırıntıları – 1

fikir-kirintilari 71 kitap indirin73 kitap indirin Dünya kamuoyu karşılıksız para gibidir Ütopya / Thomas More Kral Yu / Hermann Hesse Körleşme / Elias Canetti140 karakterle derdini anlatabilenlerden misiniz? Kısa mesajlar, FaceBook’taki özlü sözler, Twitter’da kısaltıldıkça sloganlaşan fikirler… Tabi insanlar sözü uzatmanın yeni yollarını buldular: Video, caps, … Ancak kısa söz her zaman derinlikten mahrum olmakla eş anlamlı değil. Az sözle çok ama çok derin mânâlar da aktarılabilir. Kısa sözün hikmeti dışarıdan aktarılan, alimden cahile verilen yeni bir şey değil. Meselê ârifin irfanıyla agâh olunması; dinleyende bilkuvve (potansiyel) olarak  bulunan güzelliklerin uyandırılması, bilfiil (aktif) hale geçirilmesi. Bunun için “dinleyen anlatandan “ârif olsa gerek” buyurmuş büyükler. Biz de Twitter’da paylaştığımız kısa mesajları konularına göre tasnif edip kitaplaştırdık, ilginize sunduk. Eğitimden Türk soluna, ekonomik krizlerden petrol savaşlarına, ölüm korkusundan küresel ısınmaya kadar çok farklı konularda aforizmalar… Konuları derinleştirmek isteyenler için ise makaleler ve kitaplar da tavsiye ettik. Buradan indirebilirsiniz.

Kitap tanıtan kitap 7

kitap-tanitan-kitap-7 - kucuk 71 kitap indirin73 kitap indirin Dünya kamuoyu karşılıksız para gibidir Ütopya / Thomas More Kral Yu / Hermann Hesse Körleşme / Elias CanettiKitap tanıtan kitapların 7cisine damgasını vuran düşünür Susan Sontag oldu. 1977’de yayınladığı“Fotoğraf Üzerine” isimli cesur kitaptan bahseden 4 makale ile başlıyoruz. Mehmet Özbey’in kaleminden eskimeyen bir kitabı ziyaret edeceğiz sonra: Yüzyıllık Yalnızlık (Gabriel Garcia Marquez) Değerli yazarlarımızdan Mehmet Salih Demir ve Mustafacan Özdemir tek bir kitaba ve tek bir yazara odaklı kitap sohbetlerinden farklı makaleler hazırladılar. Bunlar kavram ve/veya olaylara odaklı, birden fazla kitaptan ve müelliften istifade eden çalışmalar: Terör, vicdan, modernleşme, bilim felsefesi (Kuhn, Heidegger, Derrida, Gadamer, Dilthey, Mach, Baudrillard, Toulmin) … Suzan Nur Başarslan’ın yazdığı Türk romanının tarihçesiveSeksenli Yıllarda Türk Romanı Ve Post Modern Eğilimlerde bu kategoriye dahil edilebilir. Bunların  yanısıra yazar kadar hatta bazen daha fazla ünlenmiş kitaplara adanmış makaleleri de yine bu sayıda bulacaksınız: Zeytindağı (Falih Rıfkı Atay), Hayy Bin Yakzan (İbn-i Tufeyl), Körleşme (Elias Canetti), Taşrada Düğün Hazırlıkları (Franz Kafka). Kitap tanıtan Kitap 7’nin daha önceki sayılardan bir diğer farkı da Georg Simmel’e adanmış iki makale içermesi. Karl Marx ve Max Weber arasındaki kayıp halka olarak nitelenen Simmel’in “Büyük şehir ve zihinsel yaşam” (Die Großstädte und das Geistesleben, 1903) isimli özgün çalışmasından bahsettiğimiz makaleler kitabın sonunda. Buradan indirebilirsiniz.

Önceki kitap sohbetleri:

Derin Lügat 4.0

derin_lugat-4 kapak 71 kitap indirin73 kitap indirin Dünya kamuoyu karşılıksız para gibidir Ütopya / Thomas More Kral Yu / Hermann Hesse Körleşme / Elias CanettiYeni sürümlere dair not: Eski sürümleri indirip okumuş olanların işini kolaylaştırmak için kelimelerin sırasını değiştirmiyoruz. Yani her yeni sürümde okumaya kaldığınız yerden devam edebilirsiniz.

4cü sürümle eklenen yeni terimler:Paraklitos, Hudud, Ehliyet, Zâhir ve Batın, Barış, Unutmak.

3cü sürümle eklenen yeni terimler: Eksen Kayması, Bilgi toplumu, Zamanda Yolculuk, Ateist , Yokluk , Çağdaş, Gurbet, Kader.

İnsanlık neredeyse 4 asırdır “ilerleme” adını verdiği müthiş bir gerileme içinde. Tarihteki en kanlı savaşlar, sömürüler, soykırımlar, toplama kampları, atom bombaları, kimyasal ve biyolojik silahlar hep Batı’nın “ilerlemesiyle” yayıldı dünyaya. En korkunç barbarlıkları yapanlar hep “uygar” ülkeler.  Her şeyin fiyatını bilen ama hiçbir şeyin değerini bilmeyen bu insanlar nereden çıktı? Yoksa kelimelerimizi mi kaybettik?

Aydınlanma ile büyük bir karanlığa gömüldü Avrupa. Vatikan’ın yobazlığından kaçarken pozitivist dogmaların bataklığında kayboldu. “Yeniden doğuş” (Rönesans) hareketi sanatın ölüm fermanı oldu: Zira optik, matematik, anatomi kuralları dayatıldı sanat dünyasına. Sanat bilimselleşti, objektif ve totaliter bir kisveye büründü.

Kimse parçalamadı dünyayı “Birleşmiş” Milletler kadar. Güvenliğimiz için en büyük tehdit her barış projesine veto koyan BM “Güvenlik” Konseyi değil mi? Daimi üyesi olan 5 ülke dünyadaki silahların neredeyse tamamını üretip satıyor. “Evrensel” insan hakları bildirisi değil güneş sisteminde, sadece ABD’deki zencilerin haklarını bile korumaktan aciz. Bu kavram karmaşası içinde Aşk kelimesi cinsel münasebetle eş anlamlı oldu: ing. To make love, fr. Faire l’amour… Önce Batı, sonra bütün insanlıkakıl (reason) ile zekânın (intelligence) da aynı şey olduğunu sanmışlar. Oysa akıl iyi-kötü veya güzel-çirkin gibi ayrımı yaparken zekâ problem çözer; bir faydayı elde etmek ya da bir tehditten kurtulmak için kullanılır. Bir saniyede 100.000 insanı ve sayısız ağacı, böceği, kediyi, köpeği oldürecek olan atom bombasını yapmak zekâ ister ama onu Hiroşima üzerine atmamak için akıl gerekir.

İster Batı’yı suçlayalım, ister kendimizi, kelimelerle ilgili bir sorunumuz var: İşaret etmeleri gereken mânâların tam tersini gösterdikleri müddetçe sağlıklı düşünmeye engel oluyorlar. Çözüm ürettiğimizi sandığımız yerlerde yeni sorunlara sebep oluyoruz. Dünyayı düzeltmeye başlamak için en uygun yer lisanımız değil mi? Kayıp kelimelerin izini sürmek için yazdığımız Derin Lügat’ı ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

 

Edward Hopper’ı okumak

hopper-kapak 71 kitap indirin73 kitap indirin Dünya kamuoyu karşılıksız para gibidir Ütopya / Thomas More Kral Yu / Hermann Hesse Körleşme / Elias CanettiAmerikalı ressam Edward Hopper sadece Amerika’nın değil bütün Batı kültürünün en önemli ressamlarından biri. Hopper ile Batı resmi asırlardan beri ilk defa kısır ekol savaşlarını, soyut resim / figüratif resim gibi ölü doğmuş dikotomileri aşma fırsatı yakaladı.

Bu bağlamda, perspektif, ışık, gölge vb tercihleri aşan Hopper’ın yeni bir şey yaptığını savunuyoruz: Hopper Rönesans’tan beri can çekişen figüratif resme yeni bir soluk verdi. Tezimiz budur. Bu lisan-ı sûreti tahlil etmek için sadece Hopper’dan etkilenen diCorcia gibi fotoğrafçıları değil ondan beslenen Hitchcock, Jarmusch, Lynch gibi sinema yönetmenlerini, romancıları da kitabımıza dahil ettik. Diğer yandan Hopper’ın tutkuyla okuduğu filozoflardan yani Henry David Thoreau ve Ralph Waldo Emerson’dan da istifade ettik. Elinizdeki bu kitap Hopper tablolarına aceleyle örtülen melankoli ve yalnızlık örtüsünü kaldırmak için yazıldı. Hopper’a bakmak değil Hopper’ı okumak için. Buradan indirebilirsiniz.

Senin tanrın çok mu yüksekte?

senin-tanrin-cok-mu-yuksekte 71 kitap indirin73 kitap indirin Dünya kamuoyu karşılıksız para gibidir Ütopya / Thomas More Kral Yu / Hermann Hesse Körleşme / Elias Canetti

Güzel olan ne varsa İnsan’ı maddî varoluşun, bilimsel determinizmin ötesine geçirecek bir vasıta. Sevgilinin bir anlık gülüşü, ay ışığının sudaki yansıması, bir bülbülün ötüşü ya da ağaçları kaplayan bahar çiçekleri… Dinî inancımız ne olursa olsun hiç birimiz güzelliklere kayıtsız kalamıyoruz. Etrafımızı saran güzelliklerde bizi bizden alan, yeme – içme – barınma gibi nefsanî dertlerden kurtarıp daha “üstlere, yukarılara” çıkaran bir şey var. Baş harfi büyük yazılmak üzere Güzel’lik sadece İnsan’a hitab ediyor ve bize aşkın/ müteâl/ transandan olan bir mesaj veriyor: “Sen insansın, homo-economicus değilsin”.

İşte bu yüzden “kutsal” dediğimiz sanat bu anlayışın ve hissedişin giriş kapısı olmuş binlerce yıldır. Tapınaklar, ikonalar, heykeller insanları inanmaya çağırmış. Ancak inancı ne olursa olsun bütün “kutsal sanatların” iki zıt yola ayrıldığını, hatta fikren çatıştığını da görüyoruz:

  • Tanrı’ya benzetme yoluyla yaklaşmak: Teşbihî/ natüralist/ taklitçi sanat,
  • Tanrı’yı eşyadan soyutlama yoluyla yaklaşmak: Tenzihî/ mücerred sanat.

Kim haklı? Hangi sanat daha güzel? Hangi sanatçının gerçekleri Hakikat’e daha yakın? Bu çetrefilli yolda kendimize muhteşem bir rehber bulduk: Titus Burckhardt hem sanat tarihi hem de Yahudilik, Hristiyanlık, İslâm, Budizm, Taoizm üzerine yıllar süren çalışmalar yapmış son derecede kıymetli bir zât. Asrımızın kaygılarıyla Burckhardt okyanusuna daldık ve keşfettiğimiz incileri sizinle paylaştık.Buradan indirebilirsiniz.

Öteki Sinemanın Çocukları

oteki-sinemanin-cocuklari 71 kitap indirin73 kitap indirin Dünya kamuoyu karşılıksız para gibidir Ütopya / Thomas More Kral Yu / Hermann Hesse Körleşme / Elias CanettiYakında sinemanın bir endüstri değil sanat olduğuna kimseyi inandıramayacağız. Zira “SinemaEndüstrisi” silindir gibi her şeyi ezip geçiyor. Sinema ürünleşiyor. Reklâm bütçesi, türev ürünlerin satışı derken insanlar otomobil üretir gibi film ÜRETMEYE başladılar. Belki en acısı da “sinema tekniği” öne çıkarken sinema sanatının unutulması. Fakat hâlâ “iyi bir film” ile çok satan bir sabun veya gazozun farkını bilenler de var. Çok şükür hâlâ ustalar kârlı projeler yerine güzel filmleryapmaya çalışıyorlar. Derin Düşünce yazarları da “İnsan’sız Sinema Olur mu?” kitabından sonra yeni bir sinema kitabını daha okurlarımıza sunuyorlar. “Öteki Sinemanın Çocukları” adlı bu kitap 15 yönetmenle buluşmanın en kolay yolu: Marziyeh Meshkini, Ingmar Bergman, Jodaeiye Nader Az Simen, Frank Capra, Dong Hyeuk Hwang, Andrey Rublyov, Sanjay Leela Bhansali, Erden Kıral… Buradan indirebilirsiniz.

kitap-tanitan-kitap-6 71 kitap indirin73 kitap indirin Dünya kamuoyu karşılıksız para gibidir Ütopya / Thomas More Kral Yu / Hermann Hesse Körleşme / Elias CanettiKitap Tanıtan Kitap 6

Bir varmış, bir yokmuş. Mehtaplı bir eylül gecesinde Ay’a bir merdiven dayamışlar. Alimler, yazarlar, şairler ve filozoflar bir bir yukarı çıkıp oturmuşlar. Hem Doğu’dan hem de Batı’dan büyük isimler gelmiş: Lev Nikolayeviç Tolstoy, René Guénon, Turgut Cansever, El Muhasibi, Şeyh-i Ekber, Cemil Meriç, Arthur Schopenauer, Ahmet Hamdi Tanpınar, Mahmud Sâmi Ramazanoğlu, Mahmut Erol Kılıç… Sadece bir kaç yer boş kalmış. Konuklar demişler ki “ başka yazar çağırmayalım, bu son sandalyeler bizim kitabımızı okuyacacak insanlara ayrılsın”. Evet… Kitap sohbetlerinden oluşan derlemelerimizin altıncısıyla karşınızdayız. Buradan indirebilirsiniz.

Önceki kitap sohbetleri:

sen-insansin 71 kitap indirin73 kitap indirin Dünya kamuoyu karşılıksız para gibidir Ütopya / Thomas More Kral Yu / Hermann Hesse Körleşme / Elias CanettiSen insansın, homo-economicus değilsin!

Avusturyalı romancı Robert Musil’in başyapıtı Niteliksiz AdamJames Joyce‘un Ulysses ve Marcel Proust‘un Geçmiş Zaman Peşinde adlı eserleriyle birlikte 20ci asır Batı edebiyatının temel taşlarından biri. Bu devasa romanın bitmemiş olması ise son derecede manidar. Zira romanın konusunu teşkil eden meseleler bugün de güncelliğini koruyor.  Biz “modernler” teknolojiyle şekillenen modern dünyada giderek kayboluyoruz. İnsan’a has nitelikleri makinelere, bürokrasiye ve piyasaya aktardıkça geriye niteliksiz bir Ben’lik kalıyor. İstatistiksel bir yaratık derekesine düşen İnsan artık sadece kendine verilen rolleri oynayabildiği kadar saygı görüyor: Vatandaş, müşteri, işçi, asker…

Makinelerin dişli çarkları arasında kaybettiğimiz İnsan’ı Niteliksiz Adam’ın sayfalarında arıyoruz; dünya edebiyatının en önemli eserlerinden birinde. Çünkü bilimsel ya da ekonomik düşünce kalıplarına sığmayan, müteâl / aşkın bir İnsan tasavvuruna ihtiyacımız var. Homo-economicus ya da homo-scientificus değil. Aradığımız, sorumluluk şuuruyla yaşayan hür İnsan.Buradan indirebilirsiniz.


tezyin_kapak-150 71 kitap indirin73 kitap indirin Dünya kamuoyu karşılıksız para gibidir Ütopya / Thomas More Kral Yu / Hermann Hesse Körleşme / Elias CanettiGözle dinlenen müzik: Tezyin

Batı sanatı her hangi bir konuyu “güzel” anlatır. Bir kadın, batan güneş, tabakta duran meyvalar… İslâm sanatının ise konusu Güzellik’tir. Bunun için tezyin, hat, ebru… hatta İslâm mimarîsi dahi soyuttur, mücerred sanattır.

Derrida, Burckhardt, Florenski ve Panofski’nin isabetle söylediği gibi Batılı sanatçı doğayı taklid ettiği için, merkezi perspektif ve anatomi kurallarının hakim olduğu figüratif eserler ihdas eder. Bu taklitçi eserler ise seyircinin ruhunu değil benliğini, nefsini uyandırır. Zira kâmil sanat tabiatı taklid etmez. Sanat fırça tutan elin, tasavvur eden aklın, resme bakan gözün secdesidir. Tekâmül eden sanatçı (haşa) boyacı değil bir imamdır artık. Her fırça darbesi tekbir gibidir. Zahirde basit motiflerin tekrarıyla oluşan görsel musiki ile seyircilerin ruhu öylesine agâh olur ki kalpler kanatlanıverir. Müslüman sanatçı bu yüzden tezyin, hat, ebru gibi mücerred sanatı tercih eder. Güzel eşyaları değil Güzel’i anlatmak derdindedir. Çünkü ne sanatçının enaniyet iddiası ne de seyircinin BEN’liği makbul değildir. Görünene bakıp Görünmez’i okumaktır murad; O’nun güzelliği ile coşan kalp göğüs kafesinden kurtulup sonsuzluğa kanat açar.

Tezyinî nağmeleri gözlerimizle işitmek için yazıldı bu e-kitap. John locke gibi bir “tabula rasa” yapmak için değil Hz. İbrahim (as) gibi “la ilahe” diyebilmek için. Buradan indirebilirsiniz.

Kaybedenler Klübü: Anti-demokratik bir muhalefetin kısa tarihi

71 kitap indirin73 kitap indirin Dünya kamuoyu karşılıksız para gibidir Ütopya / Thomas More Kral Yu / Hermann Hesse Körleşme / Elias CanettiT.C. kurulurken Hitler, Mussolini ve Stalin başrolleri paylaşıyordu. İki dünya savaşının ortalığı kasıp kavurduğu o korkunç yıllarda “bizim” Cumhuriyet gazetesi’nin faşizme ve faşistlere övgüler yağdırması bir rastlantı mıdır? Kemalistlerin ilâhı olan Atatürk’ün emriyle 80.000 Alevî Kürd’ün Dersim’de katledilmesi, Kur’an’ın, ezanın yasaklanması, imamların, alimlerin idam edilmesi, Kürtleri, Hristiyanları ve Yahudileri hedef alan zulümler de yine Atatürk ve onu ilahlaştıranlar tarafından yapılmadı mı?

Bu ağır mirasa sahip bir CHP ve Türk solu şimdilerde “İslâmî” olduğu iddia edilen bir cemaat ile, Fethullah Gülen’in ekibiyle ittifak içinde. Yobaz laiklerin, yasakların kurbanı olduklarını, baskı gördüklerini iddia ediyor bu insanlar. Ama bir yandan da alenen İslâm düşmanlığı yapan her türlü harekete hatta İsrail’e bile destek vermekten çekinmiyorlar. Tuttukları yol İslâm’dan daha çok bir ideolojiye benziyor: Gülenizm. Millî istihbarattan dershanelere, dış politikadan bankalara kadar her konuda dertleri var. Ama Filistin’de, Doğu Türkistan’da, Irak’ta, Suriye’de, Arakan’da zulüm gören Müslümanları dert etmiyorlar. Acayip…

Türk solu, CHP ve Fethullah Bey… Nereden geldiler? Nereye gidiyorlar? Elinizdeki bu kitap meseleyi tarihsel bir perspektifte ele almayı amaçlıyor.Buradan indirebilirsiniz.


freud-kapak 71 kitap indirin73 kitap indirin Dünya kamuoyu karşılıksız para gibidir Ütopya / Thomas More Kral Yu / Hermann Hesse Körleşme / Elias CanettiGurbetçi Freud ve “Das Unheimliche”

Modern insanın kalabalıkta duyduğu yalnızlığı sorgulamak için iyi bir fırsat… Sigmund Freud gurbette olma duygusunu, yabancılık, terk edilmişlik hissini anlatan “Das Unheimliche” adlı denemesini 1919’da yayınlamış. İsminden itibaren tefekküre vesile olabilecek bir çalışma. Zira “Unheimliche” alışılmışın dışında, endişe verici bir yabancılık hissini anlatıyor.

Bu hal sadece İnsan’a mahsus: Kaynağında tehdit algısı olmayan, hayvanların bilmediği bir his. Belki huşu / haşyet ile akrabalığı olan bir varoluş endişesi? Gurbete benzer bir yabancılık hissi, sanki davet edilmediğim bir evdeyim, kaçak bir yolcuyum bu dünyada. Freud’un İd (Alt bilinç), Benlik (Ego), Üst Benlik (Süperego) kavramları iç dünyamızdaki çatışmalara ışık tutabilir mi? Dünyada yaşarken İnsan’ın kendisini asla “evinde” hissetmeyişi acaba modern bir hastalık mıdır? Teknolojinin gelişmesiyle baş gösteren bir gerginlik midir? Yoksa bu korku ve tatminsizlik hali insanın doğasına özgü vasıfların habercisi,  buz dağının görünen ucu mudur? Hem Sigmund Freud’u tanıyanların hem de yeni keşfedecek olanların keyifle okuyacağını ümid ediyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

fethullah-gulen-kapak 71 kitap indirin73 kitap indirin Dünya kamuoyu karşılıksız para gibidir Ütopya / Thomas More Kral Yu / Hermann Hesse Körleşme / Elias Canetti

Fethullah Gülen’i iyi bilirdik

(Son güncelleme: Üçüncü sürüm, 28 Ocak 2014)

Türkçe Olimpiyatlarını ve Türk okullarını sevmiştik. Gözü yaşlı vaizin Amerika’da yaşamasına alışmıştık. 1980 öncesinde komünizme karşı CIA ile işbirliği yapmasına “taktik” demiştik. Fethullah Gülen aleyhine açılan davalardan birinin iddianamesinde“pozitivist felsefeye karşı olmak” ile suçlanıyordu. Biz de karşıydık pozitivizme. “Aferin” dedik, “bizdensin”.

Bugün gerçek şu ki Fethullah Bey’in ekibi manşetle, kasetle hükümet devirmeye çalışan, yalan haberle Türkiye’yi ve Müslümanları sürekli zora sokan çirkin insanların tahakkümü altında. Bizim sevdiğimiz, güvendiğimiz “küçük eller” ise koyun sürüsü gibi suskun. Medyada, devlet kurumlarında, emniyet ve adaletin içinde çeteleşme, ergenekonlaşma var. Gülen cemaati dünya ile uğraşmaktan ahirete vakit ayıramıyor. Gülen cemaati bir cemaatten başka herşeye benziyor.

Kitabın ilk yarısında Fethullah Bey’i ve ekibini öven, yapılan iyi işleri savunan, destekleyen makaleler bulacaksınız. Bugün yaşadıklarımızla birlikte değerlendirince can acıtan bir soru kendini dayatıyor bize: Fethullah Gülen ve kurmayları bizi baştan beri kandırdı mı? Yoksa “küçük eller” dediğimiz masum insanların  güzel teşkilâtı sonradan mı kokuştu? Kitabı buradan indirebilirsiniz.

Soyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır

yitik 71 kitap indirin73 kitap indirin Dünya kamuoyu karşılıksız para gibidir Ütopya / Thomas More Kral Yu / Hermann Hesse Körleşme / Elias CanettiAfganistan’daki bir medreseyi, Bosna’daki bir camiyi, Hindistan’daki Taj Mahal’i görsel olarak islâmî yapan nedir hiç düşündünüz mü? Anadolu kilimlerini, İran halılarını, Fas’taki gümüş takıları, Endülüs’teki sarayları birleştiren ortak unsur nedir? Müslüman olmayan bir insan bile kolaylıkla“bunlar İslâm sanatıdır” diyebilir. Sanat tarihi konusunda hiç bir bilgisi olmayanlar için de şüpheye yer yoktur. Şüpheye yer yoktur da… bu ne acayip bir bilmecedir! Endonezya’dan Fas’a, Kazakistan’dan Nijerya’ya uzanan milyonlarca kilometrekarelik alanda yaşayan, belki 30 belki 40 farklı lisan konuşan Müslüman sanatkârlar nasıl olmuş da böylesi muazzam bir görsel bütünlüğe sadık kalabilmiştir?

Bakan gözleri pasifleştiren tasvirci sanatın aksine İslâm sanatı okunan bir sanattır. Yani görünmeyeni anlatmak için çizer görüneni. Doğayı taklid etmek değildir maksat. İnsanların aklını uyandırması, kalplerine hitab etmesi sebebiyle İslâm sanatının soyut bir sanat olduğu da aşikârdır. Ama Avrupa kökenli soyut sanattan ayrıdır İslâm sanatı. Meselâ Picasso, Kandinsky, Klee, Rothko gibi ressamlar gibi sembolizme itibar edilmemiştir. 284 sayfalık kitabımıza çok sayıda İslâm sanatı örneği ekledik. Bakmak için değil elbette, görünen sayesinde görünmeyeni akledebilmek, yani İslâm sanatını “okumak” içinBuradan indirebilirsiniz.


İslâm’da Mimar ve Şehir

Cumhuriyet’in ilânından beri yaşadığımız şehirler hızla tektipleşiyor. Betondan yapılmış kareler ve dikdörtgenler kapladı ufkumuzu. Trabzon, Aydın, Malatya… Anadolu’nun her yeri birbirine benzedi. Fakat Türkiye’ye has bir sorun değil bu. Batının “alternatifsiz” 71 kitap indirin73 kitap indirin Dünya kamuoyu karşılıksız para gibidir Ütopya / Thomas More Kral Yu / Hermann Hesse Körleşme / Elias Canettidemokrasisi ve serbest piyasası mimarları da tektipleştirdi. Farklı düşünemeyen, yerel özellikleri eserlerine yansıtmayan mimarlar kutu gibi binalar dikiyor. Moskova, Tokyo, Paris, Hong Kong da tektipleşiyor ve çirkinleşiyor.

Çare? Binalara değil de mimara, yani insana odaklanmakolabilir; yani eşyayı ve sureti değil İnsan’ı ve sîreti merkeze almak. Zira bu bir norm ya da ekol meselesi değil: İslâmiyet’in ilk asırlarında bir şehir övüleceği vakit binalar değil yetiştirdiği kıymetli insanlar anılırmış. Biz de güzel binalarda ve güzel şehirlerde hayat sürmek için önce güzel mimarlar yetiştirerek başlayabiliriz işe. İnsan gibi yaşamak için mimarî çirkinliklerden ve bunaltıcı tektipleşmeden kurtulabiliriz. Bu ancak Güzel Ahlâk ile Güzel Mimarî arasındaki bağı yeniden tesis etmekle olabilir. Çare Mimar Sinan gibi cami yapmak değil Mimar Sinan gibi insan yetiştirmek. Kitabımızın maksadı ise teşhis ve tedaviye hizmet etmekten ibaret. Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin