RSS Feed for This Post

Kuş / Hermann Hesse

herman-hesse-kus-4Örneğin, ağır hasta yaşlı bir köylü, yatakta yatarken pencereden bir ara bakmış ve kuşu görmüştü; bir an için görmüştü yalnız; ama hemen düzelip sağlığına kavuşmuştu. Herkes kendi kendine, kendi içindeki yüzlere dalarak mırıldanıyor, kısmen köy halkına dönüp, karşısındakilerin gönlünü kazanmaya çalışarak ya da karşısındakilere suçlamalar yönelterek, karşısındakilere hak vererek ya da onlarla alay ederek konuşup duruyordu; birlik ve beraberlikte olduğu gibi kavgada da bir aradalıklarının gücüne, yaşlarına ve öteden beri varoluşlarına ilişkin rahatlatıcı bir duygu yaşıyordu içlerinde. Kendilerine yaşlı ve zeki, genç ve akıllı gözüyle bakıyor, birbirlerine takılıyor, kendilerini yerden göğe haklı görerek babalarının güzel gelenek ve göreneklerini içtenlikle savunuyor, yine içtenlikle ve kendilerini yerden göğe haklı görerek babalarının güzel gelenek ve göreneklerini kuşkuyla karşılıyorlar, atalarına güven duyuyor, atalarına gülüp geçiyor, kendi yaşlılık ve deneyimlerinden bahsediyor, kendi gençlik ve taşkınlıklarından övgüyle söz açıyorlar, az kalsın dövüşecek oluyor, kükrüyor, gülüyor, toplu halde bulunmalarının tadını çıkarıyorlar, haklı olduklarına ve karşısındakilere bunu gereği gibi söylediklerine bütün kalpleriyle inanarak oracıkta bekleşiyorlardı.

Ne var ki, bu konuşma egzersizlerinin ve kamplaşmaların ortasında, doksan yaşındaki Nina’nın diller dökerek atalarını düşünüp din ve imanla bağdaşmayan acımasız, üstelik tehlikeli kuş avına çıkanlara katılmamaları için sarışın torununu kandırmaya çalıştığı, gençlerin yaşlı Nina’nın huzurunda saygısızca davranarak ava ilişkin bir sözsüz oyun sergilediği, yanaklarına dayadıkları hayalî tüfeklerle gözlerini kısarak nişan alıp sonra da çat pat sesler çıkardığı bir sıra, öylesine beklenmedik bir şey oldu ki, genç ihtiyar herkesin lafı ağzında kaldı, herkes sustu birden, taş kesilmiş gibi oracıkta dikilmeye başladı. Yaşlı Balmelli’nin bağırması üzerine gözler onun kolu ve parmağının uzandığı yöne çevrildi, ansızın baş gösteren derin sessizlik ortasında, üzerinde harıl harıl konuşulan kuş belediye binasının çatısından süzülüp indi aşağı, ilan tahtasının bir köşesine gelip kondu, yuvarlak ve küçük başını kanatlarına sürtüp gagasını biledi, cıvıl cıvıl küçük bir ezgiyi söylemeye koyuldu, o tez canlı kuyrukçuğunu aşağı yukarı oynatarak şakıdı, sorgucunu havaya kaldırdı dimdik, köy sakinlerinden bazısının kulaktan işittiği gibi epey bir zaman herkesin gözü önünde süslenip püslenerek arzı endam etti, sonra ilan tahtasındaki duyuruyu okuyup başına kaç duka konduğunu öğrenmek istercesine kafasını merakla yere eğdi. Belki topu topu birkaç saniye kalmıştı ilan tahtasında; ama oradakilerin hepsi bunu görkemli bir ziyaret ve bir meydan okuyuş olarak değerlendirdi, kimse artık çat pat gibi sesler çıkarmadı; herkes büyülenmişçesine oracıkta dikilip hayran hayran bu pervasız konuğa bakakalmıştı; uçup yanlarına gelen bu beklenmedik ziyaretçinin söz konusu yeri ve söz konusu anı seçmesinin nedeni belki kendileriyle alay etmekti. Hayretle, neye uğradıklarını şaşırarak, faltaşı gibi açılıp yuvalarından fırlamış gözlerle, kendilerine bu sürpriz ziyareti yapan kuşa bakıyorlardı; gözlerim dikmiş, mutluluk ve sevecenlikle, o ufak tefek, yakışıklı delikanlıya bakıyorlar, üzerinde harıl harıl söyleştikleri, yörelerini üne kavuşturmuş, bir zaman Habil’in ölümüne tanık olan, daha önce Hohenstaufe ya da bir prens ya da bir büyücü yaşamını sürdürüp Yılan Tepesi’ndeki kırmızı bir evde, hâlâ pek çok yılanın barındığı o yerde yaşamış ona bakıyor, yabancı ülkelerdeki bilginlerin ve büyük devletlerin merakını ve açgözlülüğünü uyandırmış ona, kendisini yakalayıp getirene bin dukalık ödül verilecek ona bakıyorlardı. Hepsi de ona hayranlık duyuyor, onu canı gibi seviyordu; bir saniye sonra kızıp köpürerek sövüp sayacak, av tüfeklerinin yanlarında olmadığına hayıflanarak ayaklarıyla yeri dövecekler bile başka türlü davranmıyordu; onu seviyor, onunla gurur duyuyorlardı; kendilerine aitti o, kendilerinin şan ve şöhreti, kendilerinin onuruydu; kuyruğunu sallayarak, sorgucunu havaya dikmiş, başlarının üstünde, ilan tahtasının bir köşesinde prensleri ya da köylerinin arması gibi dikiliyordu. Ancak birden gözden kaybolup herkesin baktığı yerin boş kalması üzerinedir ki, oradakiler kapıldıkları büyüden yavaş yavaş sıyrılıp çıktılar, birbirlerine bakıp güldüler, bravo diye yükselttiler seslerini, kuşu öve öve göklere çıkardılar, sağa sola bağırıp tüfek istediler, kuşun hangi yönde uçup gittiğini sordular birbirlerine, onun hasta köylünün bir zaman iyileşip ayağa kalkmasını sağlayan, doksan yaşındaki Nina’nın dedesinin bile tanıdığı kuş olduğunu anımsadılar; tuhaf bir duygu uyandı içlerinde, mutluluk gibi, gülme arzusu gibi bir duyguydu bu, beri yandan bir sır gibi, bir büyü, tüylerin diken diken oluşu gibi bir duyguydu. Ve ansızın dağıldı kalabalık, köyün tüm ruhsal güçlerinin galeyana geldiği ve besbelli kuşun bir kral gibi hazır bulunduğu halk meclisi tatil edildi, herkes kahvaltı çorbalarını içmek üzere evine koştu. Belediye binasının önü sessizleşti, kısa bir süre sonra, öğle vaktini bildiren çan sesleri duyuldu, belediye binasının önündeki meydanda in cin top oynamaya başladı, ilan tahtasındaki duyurunun güneş vurmuş beyaz kâğıdı yavaş yavaş karardı, ilan tahtasının az önce kuşun gelip konduğu çerçevesinin gölgesi düştü üzerine.

Bu sırada Schalaster, düşüncelere dalmış, evinin arkasındaki bahçede dolanıp duruyor, tırmıkların, orakların, tavşan kulübesinin ve keçi ağılının önünden bir gidip bir geliyordu. Adımları giderek sakinleşip düzgün bir hal aldı, kafasındaki dinsel ve ahlaksal düşünceler yavaş yavaş bir denge durumuna kavuşup sesi çıkmaz oldu. Öğle vaktini haber veren çan sesi dalgınlığından uyandırmıştı kendisini, hafifçe irkilip ayılarak içinde yaşadığı ana döndü, çan seslerinin anlamını kavradı, karısının çok geçmeden kendisini yemeğe çağıracağını biliyordu, zihninden geçirdiği acayip düşüncelerden ötürü utanır gibi oldu biraz, çizmeleriyle yere daha bir sert basarak yürümeye koyuldu. Köydeki çanı doğrulamak ister gibi tam karısının sesi duyulmuştu ki, ansızın gözleri pır pır etmeye başladı. Vız diye bir ses hemen yanı başından ıslık çalarak geçip gitti, ardından kısa süreli bir hava akımı oldu: Kuş, kiraz ağacına gidip konmuştu. Dalda bir çiçek gibi hafifçecik tünüyor, sorgucunu oyun oynar gibi indirip kaldırıyor, küçük başcağızını sağa sola döndürüp usulcacık öterek Schalaster’in gözlerinin içine bakıyordu. Bir kuşun nasıl baktığını çocukluk yıllarından beri biliyordu Schalaster. Schalaster kalbinin atışının hızlanmasını doğru dürüst hissetmeye kalmadan kuş yine havalanmış, dalların arasından uçup giderek gözden kaybolmuştu.

Pazar günü bu öğle saatinde Schalaster’in kiraz ağacına gelip konmasından sonra kuşu sadece bir tek kişi gördü, bu kişi de yine belediye başkanının kuzeni Schalaster idi. Schalaster, kuşu ele geçirip altın dukaları cebe indirmeyi kafasına koymuştu. Kuşu iyi tanıdığı için biliyordu ki, onu yakalamak üstesinden gelinecek gibi değildi; dolayısıyla, eski bir av tüfeğini onarıp hazırlamış, bir yerden de serçe saçması denen çok küçük taneli bir yığın saçma bulmuştu. Düşüncesine göre, bu saçmayla ateş etti mi, belki kuş ölmeyecek, parça parça olup yere düşmeyecekti; minik saçmalardan biri hayvanı hafifçe yaralayıp uğradığı korkuyla sersemleyecek, böylece kuşu canlı olarak ele geçirebilecekti. Temkinli davranan Schalaster niyetini gerçekleştirmesine yarayacak her şeyi hazırlamış, kuşu yakaladığında içerisine koymak üzere bir de küçük kafes sağlamış, bundan böyle her zaman dolu bulundurduğu tüfekten asla pek uzaklaşmamak için akla gelen her türlü çabayı göstermeye başlamıştı. Gittiği yere götürebilirse tüfeği de yanına alıyordu, örneğin kiliseye giderken olduğu gibi tüfeği yanına alamadığı zamanlar bundan üzüntü duyuyordu.

Ama yine de kuşla yeniden karşılaştığında —o yılın güz mevsimindeydi— yanında değildi tüfeği. Schalaster evinin pek yakınında bulunuyordu, kuş her zamanki gibi sessizce ortaya çıkıvermiş, ancak ağaca konduktan sonra Schalaster’i o aşina şakıyışıyla selamlamıştı. Schalaster’in her zaman dallar kesip meyve ağaçlarının bağlanmasında kullandığı yaşlı söğüt ağacının budaklı bir dalında keyifli keyifli ötüyordu. On adım bile uzakta sayılmazdı; dalda tünüyor, cıvıldıyor, boşboğazlık ediyordu. Düşmanı Schalaster’in yüreğinde mutluluk duygusu bir kez daha boy göstermişti (Schalaster kendini hem mutlu hissediyor, hem acı duyuyordu, adeta yaşama gücüne sahip olmadığı bir yaşam anımsatılıp duruyordu kendisine); beri yandan bir an önce nasıl edip de tüfeği alıp gelebilirim endişesi ve tasasıyla ensesinden aşağı terler akmaya başlamıştı; kuşun ağaçta uzun süre kalmayacağını biliyordu. Seğirtip evden içeri girdi, tüfeği alıp döndü. Kuş hâlâ ağaçta tünüyordu; sessiz adımlarla usulcacık yaklaştı, kuşun hiçbir kötülük sezdiği yoktu, Schalaster’in, bir noktaya dikilmiş gözleriyle, sinmiş devinimleriyle ve tedirgin vicdanıyla bu heyecan içindeki adamın, saf bir kişi rolünü oynamak için besbelli hayli zahmet çeken bu insanın ne tüfeği, ne de acayip davranışı kendisini endişelendirmekteydi. Schalaster’in yanına yaklaşmasına ses çıkarmadı; aşina gözlerle onu süzüp duruyor, tüfeğinin namlusunu nasıl yukarı kaldırdığını, nasıl bir gözünü yumup uzun uzun nişan aldığını muzip biri gibi izliyordu. Sonunda patladı tüfek; duman bulutçuğu daha namludan çıkıp yola koyulmadan, Schalaster söğüdün altında çoktan diz çöküp yerde kuşu aramaya başlamıştı; söğütten bahçe çitine kadar, söğütten arı kovanlarına, söğütten fasulye tarhına kadar otları araya ara ya gidip döndü; her karış yeri iki, üç kez, bir saat, iki saat boyunca aradı durdu, ertesi sabah yeniden koyuldu aramaya. Ne var ki, kuşu bulamadı, tek bir tüyünü bile ele geçiremedi. Kuş kaçıp gitmişti, fazla kaba saba bulmuştu burasını, pat küt sesleriyle fazla gürültülü bulmuştu. Kuş özgürlüğü seviyordu, ormanları seviyor, sessizliği seviyordu, buralardan soğumuştu artık. Çekip gitmiş, Schalaster bu kez de onun hangi yönde uçup gittiğini görememişti. Kim bilir, belki de Yılanlı Tepe’deki eve dönmüştü; belki mavi—yeşil kertenkeleler kapıda kendisini karşılamış, saygıyla önünde eğilmişlerdi. Belki de kuş geçmişin çok daha gerilerindeki uzam ve zamanlara kaçıp sığınmıştı, Hohenstaufe’lerin, Habil ve Kabil’in yanına, cennete belki de.

O gün bu gün kuşu gören çıkmadı. Ama daha pek çok zaman söz edildi kendisinden, olayın üzerinden geçen pek çok yıldan sonra bugün bile konuşmalar sona ermiş değildi. Bu arada Doğugotlar’ın bir üniversite kentinde de kuş üzerine bir kitap yayınlanmış bulunuyor. Eskiden hakkında türlü söylenceler anlatılıp durmuş, ortadan kaybolduktan sonra ise kendisi bir söylenceye dönüşmüştü; çok geçmeden hiç kimse kalmayacaktır ki, kuşun bir zaman gerçekten yaşadığını, yaşadığı yerin koruyucu meleği olduğunu, bir zaman başına yüksek ödüller konup üzerine ateş edildiğini yeminle doğrulayabilsin. İleride yine bir bilgin çıkıp söylenceyi incelediğinde, bütün bunların belki de halkın hayal gücünün bir ürünü sayılacağını kanıtlayacak, mit oluşumunun yasalarına dayanarak bütün bunları bir bir açıklayacaktır. Çünkü yadsınacak gibi değildir kuşkusuz: Her yerde, her zaman öyle kimseler vardır ki, başkaları kendilerine özel, şirin ve albenili insanlar gözüyle bakar; bazıları tarafından da, yaşanandan daha güzel, daha özgür ve daha şen bir hayatı anımsattıklarından koruyucu melekler olarak kendilerine saygı gösterilir ve her yerde de benzer olayla karşılaşılır: Torunlar dedelerinin koruyucu meleklerini alaya alır, o şirin ve albenili yaratıklar günün birinde kovulur, canlarından edilir, başlarına ya da postlarına ödüller konur, kısa süre sonra da yaşamları bir söylence olup çıkar ve söylence kuş kanatlarında uzaklara taşınır.

Günün birinde kuşa ilişkin söylencelerin daha hangi kılıklara bürüneceğini şimdiden kimse kestiremez. Schalaster’in bu yakında korkunç bir kazaya uğradığını, çok büyük bir olasılıkla canına kıydığını da, her ne kadar bu masala açıklamalar eklemekten kaçınmak istesek de, düzenin bozulmaması için burada belirtmeden duramayacağız.

 

Edebiyat, Sinema, Siyaset, Sanat, Mimarî, Ateizm, Tarih, Kemalizm, İslâm, Kadın hakları, Feminizm, Felsefe… Bugün 73 kitap var. Yakında yenileri eklenecek, bu sayfayı takip edin… 


Fikir Kırıntıları – 2

fikir-kirintilari-2 71 kitap indirin73 kitap indirin Dünya kamuoyu karşılıksız para gibidir Ütopya / Thomas More Kral Yu /  Hermann HesseBir kez daha sosyal medyada paylaştığımız mesajları kitaplaştırdık. Yayına girdiği günden beri Fikir Kırıntıları-1o kadar çok ilgi gördü ki biz de yeni e-kitabı ilginize sunmak için elimizden geleni yaptık… Ve her zamanki gibi konuları derinleştirmek isteyenler için ise makaleler ve kitaplar da tavsiye ettik. Fikir Kırıntıları-2’nin konuları şöyle:

Taktik ve Strateji, Enerji, Vatikanizm, Gündem Zehirlenmesi, İslâm Sanatı, Kanlı Fotoğraf Yayma, 1 Mayıs, Amigo-Tarihçi, Futbol, mafya, uyuşturucu, fuhuş ve terör, Namaz illâ namaz, Müslümanlarda içe kapanma ve dışa açılma, Neden okuyalım? Ne okuyalım? Nasıl okuyalım?, Ekonomistler neden ekonomiden anlamaz?, Münâfıkûn ve Siyaset-i Nebevî, Sosyal Medya, Gurbet, Çirkin Şehir, Devrim, Yeni PKK ve “Private Security”, Şifalı ottan zehir yapma, Kadına Karşı Şiddet, Liberalizm, Gerçeği görme, Çalışan kadın, Suriye, Tasavvuf, Hollywood-Pentagon, Beyin yıkama ve psikolojik harp. Buradan indirebilirsiniz.

Fikir Kırıntıları – 1

fikir-kirintilari 71 kitap indirin73 kitap indirin Dünya kamuoyu karşılıksız para gibidir Ütopya / Thomas More Kral Yu /  Hermann Hesse140 karakterle derdini anlatabilenlerden misiniz? Kısa mesajlar, FaceBook’taki özlü sözler, Twitter’da kısaltıldıkça sloganlaşan fikirler… Tabi insanlar sözü uzatmanın yeni yollarını buldular: Video, caps, … Ancak kısa söz her zaman derinlikten mahrum olmakla eş anlamlı değil. Az sözle çok ama çok derin mânâlar da aktarılabilir. Kısa sözün hikmeti dışarıdan aktarılan, alimden cahile verilen yeni bir şey değil. Meselê ârifin irfanıyla agâh olunması; dinleyende bilkuvve (potansiyel) olarak  bulunan güzelliklerin uyandırılması, bilfiil (aktif) hale geçirilmesi. Bunun için “dinleyen anlatandan “ârif olsa gerek” buyurmuş büyükler. Biz de Twitter’da paylaştığımız kısa mesajları konularına göre tasnif edip kitaplaştırdık, ilginize sunduk. Eğitimden Türk soluna, ekonomik krizlerden petrol savaşlarına, ölüm korkusundan küresel ısınmaya kadar çok farklı konularda aforizmalar… Konuları derinleştirmek isteyenler için ise makaleler ve kitaplar da tavsiye ettik. Buradan indirebilirsiniz.

Kitap tanıtan kitap 7

kitap-tanitan-kitap-7 - kucuk 71 kitap indirin73 kitap indirin Dünya kamuoyu karşılıksız para gibidir Ütopya / Thomas More Kral Yu /  Hermann HesseKitap tanıtan kitapların 7cisine damgasını vuran düşünür Susan Sontag oldu. 1977’de yayınladığı“Fotoğraf Üzerine” isimli cesur kitaptan bahseden 4 makale ile başlıyoruz. Mehmet Özbey’in kaleminden eskimeyen bir kitabı ziyaret edeceğiz sonra: Yüzyıllık Yalnızlık (Gabriel Garcia Marquez) Değerli yazarlarımızdan Mehmet Salih Demir ve Mustafacan Özdemir tek bir kitaba ve tek bir yazara odaklı kitap sohbetlerinden farklı makaleler hazırladılar. Bunlar kavram ve/veya olaylara odaklı, birden fazla kitaptan ve müelliften istifade eden çalışmalar: Terör, vicdan, modernleşme, bilim felsefesi (Kuhn, Heidegger, Derrida, Gadamer, Dilthey, Mach, Baudrillard, Toulmin) … Suzan Nur Başarslan’ın yazdığı Türk romanının tarihçesiveSeksenli Yıllarda Türk Romanı Ve Post Modern Eğilimlerde bu kategoriye dahil edilebilir. Bunların  yanısıra yazar kadar hatta bazen daha fazla ünlenmiş kitaplara adanmış makaleleri de yine bu sayıda bulacaksınız: Zeytindağı (Falih Rıfkı Atay), Hayy Bin Yakzan (İbn-i Tufeyl), Körleşme (Elias Canetti), Taşrada Düğün Hazırlıkları (Franz Kafka). Kitap tanıtan Kitap 7’nin daha önceki sayılardan bir diğer farkı da Georg Simmel’e adanmış iki makale içermesi. Karl Marx ve Max Weber arasındaki kayıp halka olarak nitelenen Simmel’in “Büyük şehir ve zihinsel yaşam” (Die Großstädte und das Geistesleben, 1903) isimli özgün çalışmasından bahsettiğimiz makaleler kitabın sonunda. Buradan indirebilirsiniz.

Önceki kitap sohbetleri:

Derin Lügat 4.0

derin_lugat-4 kapak 71 kitap indirin73 kitap indirin Dünya kamuoyu karşılıksız para gibidir Ütopya / Thomas More Kral Yu /  Hermann HesseYeni sürümlere dair not: Eski sürümleri indirip okumuş olanların işini kolaylaştırmak için kelimelerin sırasını değiştirmiyoruz. Yani her yeni sürümde okumaya kaldığınız yerden devam edebilirsiniz.

4cü sürümle eklenen yeni terimler:Paraklitos, Hudud, Ehliyet, Zâhir ve Batın, Barış, Unutmak.

3cü sürümle eklenen yeni terimler: Eksen Kayması, Bilgi toplumu, Zamanda Yolculuk, Ateist , Yokluk , Çağdaş, Gurbet, Kader.

İnsanlık neredeyse 4 asırdır “ilerleme” adını verdiği müthiş bir gerileme içinde. Tarihteki en kanlı savaşlar, sömürüler, soykırımlar, toplama kampları, atom bombaları, kimyasal ve biyolojik silahlar hep Batı’nın “ilerlemesiyle” yayıldı dünyaya. En korkunç barbarlıkları yapanlar hep “uygar” ülkeler.  Her şeyin fiyatını bilen ama hiçbir şeyin değerini bilmeyen bu insanlar nereden çıktı? Yoksa kelimelerimizi mi kaybettik?

Aydınlanma ile büyük bir karanlığa gömüldü Avrupa. Vatikan’ın yobazlığından kaçarken pozitivist dogmaların bataklığında kayboldu. “Yeniden doğuş” (Rönesans) hareketi sanatın ölüm fermanı oldu: Zira optik, matematik, anatomi kuralları dayatıldı sanat dünyasına. Sanat bilimselleşti, objektif ve totaliter bir kisveye büründü.

Kimse parçalamadı dünyayı “Birleşmiş” Milletler kadar. Güvenliğimiz için en büyük tehdit her barış projesine veto koyan BM “Güvenlik” Konseyi değil mi? Daimi üyesi olan 5 ülke dünyadaki silahların neredeyse tamamını üretip satıyor. “Evrensel” insan hakları bildirisi değil güneş sisteminde, sadece ABD’deki zencilerin haklarını bile korumaktan aciz. Bu kavram karmaşası içinde Aşk kelimesi cinsel münasebetle eş anlamlı oldu: ing. To make love, fr. Faire l’amour… Önce Batı, sonra bütün insanlıkakıl (reason) ile zekânın (intelligence) da aynı şey olduğunu sanmışlar. Oysa akıl iyi-kötü veya güzel-çirkin gibi ayrımı yaparken zekâ problem çözer; bir faydayı elde etmek ya da bir tehditten kurtulmak için kullanılır. Bir saniyede 100.000 insanı ve sayısız ağacı, böceği, kediyi, köpeği oldürecek olan atom bombasını yapmak zekâ ister ama onu Hiroşima üzerine atmamak için akıl gerekir.

İster Batı’yı suçlayalım, ister kendimizi, kelimelerle ilgili bir sorunumuz var: İşaret etmeleri gereken mânâların tam tersini gösterdikleri müddetçe sağlıklı düşünmeye engel oluyorlar. Çözüm ürettiğimizi sandığımız yerlerde yeni sorunlara sebep oluyoruz. Dünyayı düzeltmeye başlamak için en uygun yer lisanımız değil mi? Kayıp kelimelerin izini sürmek için yazdığımız Derin Lügat’ı ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

 

Edward Hopper’ı okumak

hopper-kapak 71 kitap indirin73 kitap indirin Dünya kamuoyu karşılıksız para gibidir Ütopya / Thomas More Kral Yu /  Hermann HesseAmerikalı ressam Edward Hopper sadece Amerika’nın değil bütün Batı kültürünün en önemli ressamlarından biri. Hopper ile Batı resmi asırlardan beri ilk defa kısır ekol savaşlarını, soyut resim / figüratif resim gibi ölü doğmuş dikotomileri aşma fırsatı yakaladı.

Bu bağlamda, perspektif, ışık, gölge vb tercihleri aşan Hopper’ın yeni bir şey yaptığını savunuyoruz: Hopper Rönesans’tan beri can çekişen figüratif resme yeni bir soluk verdi. Tezimiz budur. Bu lisan-ı sûreti tahlil etmek için sadece Hopper’dan etkilenen diCorcia gibi fotoğrafçıları değil ondan beslenen Hitchcock, Jarmusch, Lynch gibi sinema yönetmenlerini, romancıları da kitabımıza dahil ettik. Diğer yandan Hopper’ın tutkuyla okuduğu filozoflardan yani Henry David Thoreau ve Ralph Waldo Emerson’dan da istifade ettik. Elinizdeki bu kitap Hopper tablolarına aceleyle örtülen melankoli ve yalnızlık örtüsünü kaldırmak için yazıldı. Hopper’a bakmak değil Hopper’ı okumak için. Buradan indirebilirsiniz.

Senin tanrın çok mu yüksekte?

senin-tanrin-cok-mu-yuksekte 71 kitap indirin73 kitap indirin Dünya kamuoyu karşılıksız para gibidir Ütopya / Thomas More Kral Yu /  Hermann Hesse

Güzel olan ne varsa İnsan’ı maddî varoluşun, bilimsel determinizmin ötesine geçirecek bir vasıta. Sevgilinin bir anlık gülüşü, ay ışığının sudaki yansıması, bir bülbülün ötüşü ya da ağaçları kaplayan bahar çiçekleri… Dinî inancımız ne olursa olsun hiç birimiz güzelliklere kayıtsız kalamıyoruz. Etrafımızı saran güzelliklerde bizi bizden alan, yeme – içme – barınma gibi nefsanî dertlerden kurtarıp daha “üstlere, yukarılara” çıkaran bir şey var. Baş harfi büyük yazılmak üzere Güzel’lik sadece İnsan’a hitab ediyor ve bize aşkın/ müteâl/ transandan olan bir mesaj veriyor: “Sen insansın, homo-economicus değilsin”.

İşte bu yüzden “kutsal” dediğimiz sanat bu anlayışın ve hissedişin giriş kapısı olmuş binlerce yıldır. Tapınaklar, ikonalar, heykeller insanları inanmaya çağırmış. Ancak inancı ne olursa olsun bütün “kutsal sanatların” iki zıt yola ayrıldığını, hatta fikren çatıştığını da görüyoruz:

  • Tanrı’ya benzetme yoluyla yaklaşmak: Teşbihî/ natüralist/ taklitçi sanat,
  • Tanrı’yı eşyadan soyutlama yoluyla yaklaşmak: Tenzihî/ mücerred sanat.

Kim haklı? Hangi sanat daha güzel? Hangi sanatçının gerçekleri Hakikat’e daha yakın? Bu çetrefilli yolda kendimize muhteşem bir rehber bulduk: Titus Burckhardt hem sanat tarihi hem de Yahudilik, Hristiyanlık, İslâm, Budizm, Taoizm üzerine yıllar süren çalışmalar yapmış son derecede kıymetli bir zât. Asrımızın kaygılarıyla Burckhardt okyanusuna daldık ve keşfettiğimiz incileri sizinle paylaştık.Buradan indirebilirsiniz.

Öteki Sinemanın Çocukları

oteki-sinemanin-cocuklari 71 kitap indirin73 kitap indirin Dünya kamuoyu karşılıksız para gibidir Ütopya / Thomas More Kral Yu /  Hermann HesseYakında sinemanın bir endüstri değil sanat olduğuna kimseyi inandıramayacağız. Zira “SinemaEndüstrisi” silindir gibi her şeyi ezip geçiyor. Sinema ürünleşiyor. Reklâm bütçesi, türev ürünlerin satışı derken insanlar otomobil üretir gibi film ÜRETMEYE başladılar. Belki en acısı da “sinema tekniği” öne çıkarken sinema sanatının unutulması. Fakat hâlâ “iyi bir film” ile çok satan bir sabun veya gazozun farkını bilenler de var. Çok şükür hâlâ ustalar kârlı projeler yerine güzel filmleryapmaya çalışıyorlar. Derin Düşünce yazarları da “İnsan’sız Sinema Olur mu?” kitabından sonra yeni bir sinema kitabını daha okurlarımıza sunuyorlar. “Öteki Sinemanın Çocukları” adlı bu kitap 15 yönetmenle buluşmanın en kolay yolu: Marziyeh Meshkini, Ingmar Bergman, Jodaeiye Nader Az Simen, Frank Capra, Dong Hyeuk Hwang, Andrey Rublyov, Sanjay Leela Bhansali, Erden Kıral… Buradan indirebilirsiniz.

kitap-tanitan-kitap-6 71 kitap indirin73 kitap indirin Dünya kamuoyu karşılıksız para gibidir Ütopya / Thomas More Kral Yu /  Hermann HesseKitap Tanıtan Kitap 6

Bir varmış, bir yokmuş. Mehtaplı bir eylül gecesinde Ay’a bir merdiven dayamışlar. Alimler, yazarlar, şairler ve filozoflar bir bir yukarı çıkıp oturmuşlar. Hem Doğu’dan hem de Batı’dan büyük isimler gelmiş: Lev Nikolayeviç Tolstoy, René Guénon, Turgut Cansever, El Muhasibi, Şeyh-i Ekber, Cemil Meriç, Arthur Schopenauer, Ahmet Hamdi Tanpınar, Mahmud Sâmi Ramazanoğlu, Mahmut Erol Kılıç… Sadece bir kaç yer boş kalmış. Konuklar demişler ki “ başka yazar çağırmayalım, bu son sandalyeler bizim kitabımızı okuyacacak insanlara ayrılsın”. Evet… Kitap sohbetlerinden oluşan derlemelerimizin altıncısıyla karşınızdayız. Buradan indirebilirsiniz.

Önceki kitap sohbetleri:

sen-insansin 71 kitap indirin73 kitap indirin Dünya kamuoyu karşılıksız para gibidir Ütopya / Thomas More Kral Yu /  Hermann HesseSen insansın, homo-economicus değilsin!

Avusturyalı romancı Robert Musil’in başyapıtı Niteliksiz AdamJames Joyce‘un Ulysses ve Marcel Proust‘un Geçmiş Zaman Peşinde adlı eserleriyle birlikte 20ci asır Batı edebiyatının temel taşlarından biri. Bu devasa romanın bitmemiş olması ise son derecede manidar. Zira romanın konusunu teşkil eden meseleler bugün de güncelliğini koruyor.  Biz “modernler” teknolojiyle şekillenen modern dünyada giderek kayboluyoruz. İnsan’a has nitelikleri makinelere, bürokrasiye ve piyasaya aktardıkça geriye niteliksiz bir Ben’lik kalıyor. İstatistiksel bir yaratık derekesine düşen İnsan artık sadece kendine verilen rolleri oynayabildiği kadar saygı görüyor: Vatandaş, müşteri, işçi, asker…

Makinelerin dişli çarkları arasında kaybettiğimiz İnsan’ı Niteliksiz Adam’ın sayfalarında arıyoruz; dünya edebiyatının en önemli eserlerinden birinde. Çünkü bilimsel ya da ekonomik düşünce kalıplarına sığmayan, müteâl / aşkın bir İnsan tasavvuruna ihtiyacımız var. Homo-economicus ya da homo-scientificus değil. Aradığımız, sorumluluk şuuruyla yaşayan hür İnsan.Buradan indirebilirsiniz.


tezyin_kapak-150 71 kitap indirin73 kitap indirin Dünya kamuoyu karşılıksız para gibidir Ütopya / Thomas More Kral Yu /  Hermann HesseGözle dinlenen müzik: Tezyin

Batı sanatı her hangi bir konuyu “güzel” anlatır. Bir kadın, batan güneş, tabakta duran meyvalar… İslâm sanatının ise konusu Güzellik’tir. Bunun için tezyin, hat, ebru… hatta İslâm mimarîsi dahi soyuttur, mücerred sanattır.

Derrida, Burckhardt, Florenski ve Panofski’nin isabetle söylediği gibi Batılı sanatçı doğayı taklid ettiği için, merkezi perspektif ve anatomi kurallarının hakim olduğu figüratif eserler ihdas eder. Bu taklitçi eserler ise seyircinin ruhunu değil benliğini, nefsini uyandırır. Zira kâmil sanat tabiatı taklid etmez. Sanat fırça tutan elin, tasavvur eden aklın, resme bakan gözün secdesidir. Tekâmül eden sanatçı (haşa) boyacı değil bir imamdır artık. Her fırça darbesi tekbir gibidir. Zahirde basit motiflerin tekrarıyla oluşan görsel musiki ile seyircilerin ruhu öylesine agâh olur ki kalpler kanatlanıverir. Müslüman sanatçı bu yüzden tezyin, hat, ebru gibi mücerred sanatı tercih eder. Güzel eşyaları değil Güzel’i anlatmak derdindedir. Çünkü ne sanatçının enaniyet iddiası ne de seyircinin BEN’liği makbul değildir. Görünene bakıp Görünmez’i okumaktır murad; O’nun güzelliği ile coşan kalp göğüs kafesinden kurtulup sonsuzluğa kanat açar.

Tezyinî nağmeleri gözlerimizle işitmek için yazıldı bu e-kitap. John locke gibi bir “tabula rasa” yapmak için değil Hz. İbrahim (as) gibi “la ilahe” diyebilmek için. Buradan indirebilirsiniz.

Kaybedenler Klübü: Anti-demokratik bir muhalefetin kısa tarihi

71 kitap indirin73 kitap indirin Dünya kamuoyu karşılıksız para gibidir Ütopya / Thomas More Kral Yu /  Hermann HesseT.C. kurulurken Hitler, Mussolini ve Stalin başrolleri paylaşıyordu. İki dünya savaşının ortalığı kasıp kavurduğu o korkunç yıllarda “bizim” Cumhuriyet gazetesi’nin faşizme ve faşistlere övgüler yağdırması bir rastlantı mıdır? Kemalistlerin ilâhı olan Atatürk’ün emriyle 80.000 Alevî Kürd’ün Dersim’de katledilmesi, Kur’an’ın, ezanın yasaklanması, imamların, alimlerin idam edilmesi, Kürtleri, Hristiyanları ve Yahudileri hedef alan zulümler de yine Atatürk ve onu ilahlaştıranlar tarafından yapılmadı mı?

Bu ağır mirasa sahip bir CHP ve Türk solu şimdilerde “İslâmî” olduğu iddia edilen bir cemaat ile, Fethullah Gülen’in ekibiyle ittifak içinde. Yobaz laiklerin, yasakların kurbanı olduklarını, baskı gördüklerini iddia ediyor bu insanlar. Ama bir yandan da alenen İslâm düşmanlığı yapan her türlü harekete hatta İsrail’e bile destek vermekten çekinmiyorlar. Tuttukları yol İslâm’dan daha çok bir ideolojiye benziyor: Gülenizm. Millî istihbarattan dershanelere, dış politikadan bankalara kadar her konuda dertleri var. Ama Filistin’de, Doğu Türkistan’da, Irak’ta, Suriye’de, Arakan’da zulüm gören Müslümanları dert etmiyorlar. Acayip…

Türk solu, CHP ve Fethullah Bey… Nereden geldiler? Nereye gidiyorlar? Elinizdeki bu kitap meseleyi tarihsel bir perspektifte ele almayı amaçlıyor.Buradan indirebilirsiniz.


freud-kapak 71 kitap indirin73 kitap indirin Dünya kamuoyu karşılıksız para gibidir Ütopya / Thomas More Kral Yu /  Hermann HesseGurbetçi Freud ve “Das Unheimliche”

Modern insanın kalabalıkta duyduğu yalnızlığı sorgulamak için iyi bir fırsat… Sigmund Freud gurbette olma duygusunu, yabancılık, terk edilmişlik hissini anlatan “Das Unheimliche” adlı denemesini 1919’da yayınlamış. İsminden itibaren tefekküre vesile olabilecek bir çalışma. Zira “Unheimliche” alışılmışın dışında, endişe verici bir yabancılık hissini anlatıyor.

Bu hal sadece İnsan’a mahsus: Kaynağında tehdit algısı olmayan, hayvanların bilmediği bir his. Belki huşu / haşyet ile akrabalığı olan bir varoluş endişesi? Gurbete benzer bir yabancılık hissi, sanki davet edilmediğim bir evdeyim, kaçak bir yolcuyum bu dünyada. Freud’un İd (Alt bilinç), Benlik (Ego), Üst Benlik (Süperego) kavramları iç dünyamızdaki çatışmalara ışık tutabilir mi? Dünyada yaşarken İnsan’ın kendisini asla “evinde” hissetmeyişi acaba modern bir hastalık mıdır? Teknolojinin gelişmesiyle baş gösteren bir gerginlik midir? Yoksa bu korku ve tatminsizlik hali insanın doğasına özgü vasıfların habercisi,  buz dağının görünen ucu mudur? Hem Sigmund Freud’u tanıyanların hem de yeni keşfedecek olanların keyifle okuyacağını ümid ediyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

fethullah-gulen-kapak 71 kitap indirin73 kitap indirin Dünya kamuoyu karşılıksız para gibidir Ütopya / Thomas More Kral Yu /  Hermann Hesse

Fethullah Gülen’i iyi bilirdik

(Son güncelleme: Üçüncü sürüm, 28 Ocak 2014)

Türkçe Olimpiyatlarını ve Türk okullarını sevmiştik. Gözü yaşlı vaizin Amerika’da yaşamasına alışmıştık. 1980 öncesinde komünizme karşı CIA ile işbirliği yapmasına “taktik” demiştik. Fethullah Gülen aleyhine açılan davalardan birinin iddianamesinde“pozitivist felsefeye karşı olmak” ile suçlanıyordu. Biz de karşıydık pozitivizme. “Aferin” dedik, “bizdensin”.

Bugün gerçek şu ki Fethullah Bey’in ekibi manşetle, kasetle hükümet devirmeye çalışan, yalan haberle Türkiye’yi ve Müslümanları sürekli zora sokan çirkin insanların tahakkümü altında. Bizim sevdiğimiz, güvendiğimiz “küçük eller” ise koyun sürüsü gibi suskun. Medyada, devlet kurumlarında, emniyet ve adaletin içinde çeteleşme, ergenekonlaşma var. Gülen cemaati dünya ile uğraşmaktan ahirete vakit ayıramıyor. Gülen cemaati bir cemaatten başka herşeye benziyor.

Kitabın ilk yarısında Fethullah Bey’i ve ekibini öven, yapılan iyi işleri savunan, destekleyen makaleler bulacaksınız. Bugün yaşadıklarımızla birlikte değerlendirince can acıtan bir soru kendini dayatıyor bize: Fethullah Gülen ve kurmayları bizi baştan beri kandırdı mı? Yoksa “küçük eller” dediğimiz masum insanların  güzel teşkilâtı sonradan mı kokuştu? Kitabı buradan indirebilirsiniz.

Soyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır

yitik 71 kitap indirin73 kitap indirin Dünya kamuoyu karşılıksız para gibidir Ütopya / Thomas More Kral Yu /  Hermann HesseAfganistan’daki bir medreseyi, Bosna’daki bir camiyi, Hindistan’daki Taj Mahal’i görsel olarak islâmî yapan nedir hiç düşündünüz mü? Anadolu kilimlerini, İran halılarını, Fas’taki gümüş takıları, Endülüs’teki sarayları birleştiren ortak unsur nedir? Müslüman olmayan bir insan bile kolaylıkla“bunlar İslâm sanatıdır” diyebilir. Sanat tarihi konusunda hiç bir bilgisi olmayanlar için de şüpheye yer yoktur. Şüpheye yer yoktur da… bu ne acayip bir bilmecedir! Endonezya’dan Fas’a, Kazakistan’dan Nijerya’ya uzanan milyonlarca kilometrekarelik alanda yaşayan, belki 30 belki 40 farklı lisan konuşan Müslüman sanatkârlar nasıl olmuş da böylesi muazzam bir görsel bütünlüğe sadık kalabilmiştir?

Bakan gözleri pasifleştiren tasvirci sanatın aksine İslâm sanatı okunan bir sanattır. Yani görünmeyeni anlatmak için çizer görüneni. Doğayı taklid etmek değildir maksat. İnsanların aklını uyandırması, kalplerine hitab etmesi sebebiyle İslâm sanatının soyut bir sanat olduğu da aşikârdır. Ama Avrupa kökenli soyut sanattan ayrıdır İslâm sanatı. Meselâ Picasso, Kandinsky, Klee, Rothko gibi ressamlar gibi sembolizme itibar edilmemiştir. 284 sayfalık kitabımıza çok sayıda İslâm sanatı örneği ekledik. Bakmak için değil elbette, görünen sayesinde görünmeyeni akledebilmek, yani İslâm sanatını “okumak” içinBuradan indirebilirsiniz.


İslâm’da Mimar ve Şehir

Cumhuriyet’in ilânından beri yaşadığımız şehirler hızla tektipleşiyor. Betondan yapılmış kareler ve dikdörtgenler kapladı ufkumuzu. Trabzon, Aydın, Malatya… Anadolu’nun her yeri birbirine benzedi. Fakat Türkiye’ye has bir sorun değil bu. Batının “alternatifsiz” 71 kitap indirin73 kitap indirin Dünya kamuoyu karşılıksız para gibidir Ütopya / Thomas More Kral Yu /  Hermann Hessedemokrasisi ve serbest piyasası mimarları da tektipleştirdi. Farklı düşünemeyen, yerel özellikleri eserlerine yansıtmayan mimarlar kutu gibi binalar dikiyor. Moskova, Tokyo, Paris, Hong Kong da tektipleşiyor ve çirkinleşiyor.

Çare? Binalara değil de mimara, yani insana odaklanmakolabilir; yani eşyayı ve sureti değil İnsan’ı ve sîreti merkeze almak. Zira bu bir norm ya da ekol meselesi değil: İslâmiyet’in ilk asırlarında bir şehir övüleceği vakit binalar değil yetiştirdiği kıymetli insanlar anılırmış. Biz de güzel binalarda ve güzel şehirlerde hayat sürmek için önce güzel mimarlar yetiştirerek başlayabiliriz işe. İnsan gibi yaşamak için mimarî çirkinliklerden ve bunaltıcı tektipleşmeden kurtulabiliriz. Bu ancak Güzel Ahlâk ile Güzel Mimarî arasındaki bağı yeniden tesis etmekle olabilir. Çare Mimar Sinan gibi cami yapmak değil Mimar Sinan gibi insan yetiştirmek. Kitabımızın maksadı ise teşhis ve tedaviye hizmet etmekten ibaret. Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin