RSS Feed for This Post

Mezarların Çığlığı / Halil Cibran

Mezarların Çığlığı  Halil Cibran 2Onun toprağın derinliklerinden güneşle birlikte geldiğini kim görmüş? Hangi insan Tanrı’nın kalbini görmüş ve onun isteğini ya da amacını bulmuştur? Hangi yüzyılda melekler insanların arasında yürümüş ve onlara vaaz verirken şöyle demiştir, “Güçsüzün hayattan zevk almasını yasaklayın, suçluları kılıcın keskin tarafıyla öldürün ve günahkârların üzerine demir ayaklarınızla basın.”

Aklım bu şekilde acı çekerken yakınlarda çimlerin üzerinde hışırdayan ayak sesleri duydum. Kulak verince ağaçların arkasından gelen genç bir kadın gördüm; oradaki üç leşe yaklaşmadan önce her yöne dikkatlice baktı. Göz attığında gencin kesik başını gördü. Korkuyla ağladı, eğildi ve titreyen kollarıyla onu sarmaladı; sonra gözyaşlarını dökerek ve gencin kanla kaplı kıvırcık saçlarına yumuşak parmaklarıyla dokunarak, paramparça kalbinin kalıntılarından gelen bir sesle ağlayarak ilerledi. Manzaraya daha fazla dayanamadı. Cesedi bir çukura taşıdı, başını omuzlarının arasına yerleştirdi, üzerini toprakla örttü ve mezarının üzerine genç adamın başını kesen kılıcı dikti.

O oradan ayrılırken ben ona doğru yürüdüm, beni görünce titredi, gözleri yaşlarla ağırlaşmıştı. İç çekerek dedi ki, “İstersen beni Emir’e söyle. Benim için ölmek ve hayatımı utancın sımsıkı tutuşundan kurtaran birinin peşinden gitmek onun cesedini yırtıcı hayvanlara yem olarak bırakmaktan daha iyidir.” Ben yanıtladım, “Benden korkma, zavallı kız, ben bu genç adamın senden önce yasını tuttum. Ama söyle bana o seni nasıl hayatın utancından kurtardı?” Boğuk ve baygın bir sesle dedi ki, “Emir’in subaylarından biri çiftliğimize vergi toplamak için gelmişti; beni görünce bana bir kurdun kuzuya baktığı gibi baktı. Babama zengin bir adamın bile ödeyemeyeceği kadar ağır bir vergi koydu. Beni babamın veremediği altına karşın fidye olarak Emir’e götürmek üzere tutukladı. Canımı bağışlaması için ona yalvardım ama kulak asmadı çünkü merhameti yoktu. Sonra bağırarak yardım istedim ve şimdi ölü olan bu genç adam geldi ve beni ölümden kurtardı. Subay onu öldürmeye yeltendi ama o evimizin duvarında asılı olan eski bir kılıcı alıp subayı bıçakladı. Bir suçlu gibi kaçmadı, ölmüş subayın yanında kanun gelip onu gözaltına alana kadar durdu.” Her insanın kalbini hüzünle kanatacak bu sözleri söyledikten sonra dönüp gitti.

Bir kaç dakika sonra yüzünü pelerinle saklayarak gelen bir genç gördüm. Zina işleyen kadının cesedine yaklaşınca giysisini çıkarıp onun çıplak bedenine örttü. Sonra pelerinin altından bir kama çıkardı ve bir çukur kazdı, içine ölü kadını özenle ve şefkatle yerleştirdi, toprakla örttü ve üzerine gözyaşlarını boşalttı. İşini bitirince biraz çiçek topladı ve onları saygıyla mezarın üzerine yerleştirdi. Giderken onu durdurup dedim ki, “Bu zina işleyen kadına yakınlığın nedir? Buraya gelerek onun çıplak bedenini yırtıcı hayvanlardan korumak için hayatını tehlikeye atmana sebep nedir?”

Bana bakınca hüzünlü gözleri onun kederini söyledi ve dedi ki, “Ben onun aşkı uğruna taşlandığı talihsizim; ben onu sevdim o da beni çocukluğundan beri sevdi; birlikte büyüdük; hizmet edip saygı duyduğumuz Aşk kalplerimizin hâkimiydi. Aşk ikimizi birleştirdi ve ruhlarımızı okşadı. Bir gün şehirde yoktum ve geri döndüğümde babasının onu sevmediği biriyle zorla evlendirdiğini öğrendim. Hayatım sürekli bir boğuşmaya ve tüm günlerim uzun ve karanlık bir geceye dönüştü. Yüreğimle barış içinde yaşamaya çalıştım ama yüreğim bir türlü sakinleşmedi. Sonunda onu gizlice görmeye gittim, tek amacım onun o güzel gözlerine şöyle bir bakmak ve o berrak sesinin tınısını duymaktı. Evine gittiğimde onu yalnız başına talihsiz benliğine hayıflanırken buldum. Yanına oturdum; sessizlik bizim önemli konuşmamız ve erdem de eşlikçimizdi. Kocası geldiğinde bir saatlik sessiz anlayış süresi geçmişti. Kendini tutması için onu uyardım ama o onu elleriyle sokağa sürükleyip bağırdı, ’Gelin, gelin de zina işleyen kadın ile sevgilisini görün’ dedi. Tüm komşular dışarıya fırladı ve sonra da kanun gelip onu Emir’e götürdü, ama askerler bana dokunmadı. Bilgisiz hukuk ve anlamsız töreler kadını babasının hatası yüzünden cezalandırıp adamı affetti.”

Böyle konuştuktan sonra adam şehre doğru döndü bense hırsızın o yüksek ağaçta asılı duran ve rüzgârın esip dalları her sallayışında hareket eden cesedine dalarak orada kaldım, onu ağaçtan indirip toprağın bağrına Onur Savunucu ve Aşk Şehidi’nin yanına uzatmasını bekledim. Bir saat sonra narin ve perişan bir kadın göründü, ağlayarak. Asılı adamın önünde durup, saygıyla dua etti. Sonra çabalayarak ağaca tırmandı ve dişleriyle kopana kadar keten ipi çiğnedi ve ceset yere büyük, ıslak bir bez gibi düştü; sonra ağaçtan indi, bir mezar kazdı ve hırsızı diğer iki kurbanın yanına gömdü. Üstünü toprakla örttükten sonra iki tahta parçası aldı ve onlarla bir haç yapıp mezarın başına dikti. Yüzünü şehre dönüp giderken ben onu durdurup sordum, “Gelip bu hırsızı gömmen için seni tahrik eden nedir?” Bana dertli dertli bakıp dedi ki, “O benim sadık kocam ve merhametli eşim; çocuklarımın babası-açlıktan ölmeye yüz tutmuş beş küçük çocuk; en büyüğü sekiz yaşında en küçük hâlâ memede. Kocam hırsız değildi, o bir manastırın topraklarında çalışan bir çiftçiydi, geçimini papazların ve rahiplerin verdiği azıcık yemekle sağlar ve akşamları eve dönerdi. Gençliğinden beri onların çiftçiliğini yapardı, güçsüz düşünce onu azat ettiler ve ona eve çekilmesini, büyür büyümez yerine çocuklarını göndermesini öğütlediler. Onlara İsa adına ve melekler adına kalmak için yalvardı ama onun yalvarmasına kulak asmadılar. Ne ona ne de çaresizce yemek için ağlayan, açlıktan ölen çocuklarına acımadılar. O da iş aramaya şehre gitti ama boşuna zenginler güçlü ve sağlıklı olmayanlara iş vermiyordu. Sonra açlıktan ve aşağılanmaktan acı çekerek, tozlu sokaklarda oturdu ve elini gelen geçene uzatıp dilendi ve yenilgisinin hüzünlü ezgisini tekrarlayıp durdu ama insanlar tembellerin sadakayı hak etmediklerini söyleyerek ona yardım etmediler. Geceleri açlık çocuklarımızı acı acı kemiriyordu özellikle de kuru göğsümden umutsuzca beslenmeye çalışan en küçüğünü. Kocamın ifadesi değişti ve evden gecenin koruması altında çıktı. Manastırın deposuna girdi ve oradan bir kile buğday aldı. O ortaya çıktığında rahipler uykularından uyandılar ve onu acımasızca dövdükten sonra tutukladılar. Şafak vakti onu Emir’e getirdiler ve ona kocamın sunağın altın vazolarını çalmak için manastıra geldiğinden yakındılar. Hapse koydular ve ertesi gün onu astılar. O kendi emeğiyle yetiştirdiği buğdayla küçük ve aç çocuklarının midelerini doldurmaya çalışıyordu ama Emir onu öldürdü ve etini de kuşların ve yırtıcı hayvanların midelerini dolduracak yemek olarak kullandı.” Bu tavırla konuştuktan sonra beni hüzünlü bir halde bırakıp gitti. Ben orada mezarların önünde bir methiyeyi ezberden okumaya çalışırken sözcüksüzlük çeken bir konuşmacı gibi durdum. Nutkum tutulmuştu ama akan gözyaşlarım sözcüklerin yerini almıştı ve ruhum adına konuşuyordu. Bir süre düşünmeye yeltendiğimde ruhum karşı koydu, çünkü ruh karanlık çöktüğünde yapraklarını kapatan bir çiçek gibidir, gecenin hayali görüntüsüne güzel kokularını solumazlar. Sanki baskının kurbanlarını saklayan toprak o ıssız yerde kulaklarımı acı çeken ruhların hüzünlü ezgisiyle dolduruyor gibi ve beni konuşmaya teşvik ediyor gibi hissettim. Sessizliğin yolunda gittim ama eğer insanlar sessizliğin onlara ne dediğini anlasalar vadilerin çiçekleri gibi Tanrı’ya yakın olurlardı. Benim iç çeken ruhumun alevleri ağaçlara dokunsaydı, yerlerinden hareket edip güçlü bir ordunun askerleri gibi yürüyüp dallarıyla Emir’e karşı dövüşürlerdi ve manastırı o rahiplerin ve papazların başlarına yıkarlardı. Orada seyrederek durdum ve merhametin o tatlı duygusunun ve hüznün acısının kalbimden o yeni kazılmış mezarlara aktığını hissettim -onurunu ve yaşamını zalim bir insanın pençeleri ve dişleri arasında kurtardığı güçsüz bir havanı savunmak için hayatını feda etmiş genç bir adamın mezarı; başı cesurluğuna ödül diye kesilen bir genç; kılıcı mezarının başına kurtardığı bu kişi tarafından aptallık ve bozulmuşlukla dolu imparatorluğun üzerinde parlayan güneşin yüzüne karşı kahramanlık sembolü olarak dikilmişti.

… Yeni kitaplar keşfetmek için …

Kitap tanıtan kitap 7

kitap-tanitan-kitap-7 - kucuk Ücretsiz kitap indirin74 kitap indirin Dost Kazanma ve İnsanları Etkileme Sanatı / Dale CarnegieKitap tanıtan kitapların 7cisine damgasını vuran düşünür Susan Sontag oldu. 1977’de yayınladığı“Fotoğraf Üzerine” isimli cesur kitaptan bahseden 4 makale ile başlıyoruz. Mehmet Özbey’in kaleminden eskimeyen bir kitabı ziyaret edeceğiz sonra: Yüzyıllık Yalnızlık (Gabriel Garcia Marquez) Değerli yazarlarımızdan Mehmet Salih Demir ve Mustafacan Özdemir tek bir kitaba ve tek bir yazara odaklı kitap sohbetlerinden farklı makaleler hazırladılar. Bunlar kavram ve/veya olaylara odaklı, birden fazla kitaptan ve müelliften istifade eden çalışmalar: Terör, vicdan, modernleşme, bilim felsefesi (Kuhn, Heidegger, Derrida, Gadamer, Dilthey, Mach, Baudrillard, Toulmin) … Suzan Nur Başarslan’ın yazdığı Türk romanının tarihçesi veSeksenli Yıllarda Türk Romanı Ve Post Modern Eğilimlerde bu kategoriye dahil edilebilir. Bunların  yanısıra yazar kadar hatta bazen daha fazla ünlenmiş kitaplara adanmış makaleleri de yine bu sayıda bulacaksınız: Zeytindağı (Falih Rıfkı Atay), Hayy Bin Yakzan (İbn-i Tufeyl), Körleşme (Elias Canetti), Taşrada Düğün Hazırlıkları (Franz Kafka). Kitap tanıtan Kitap 7’nin daha önceki sayılardan bir diğer farkı da Georg Simmel’e adanmış iki makale içermesi. Karl Marx ve Max Weber arasındaki kayıp halka olarak nitelenen Simmel’in “Büyük şehir ve zihinsel yaşam” (Die Großstädte und das Geistesleben, 1903) isimli özgün çalışmasından bahsettiğimiz makaleler kitabın sonunda. Buradan indirebilirsiniz.

Önceki kitap sohbetleri:

Trackback URL

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin