RSS Feed for This Post

Tefekkür Yahut Düşünmek

dusunmek-tefekkur

Öztürk Ali Bayram’dan Bayram Ali Öztürk’ün kıymetli mirasına…

Bir nevi eğlence çağından geçiyoruz. Başımızı ne tarafa çevirsek hoşluk, güzellik, ‘sterilelik’, tanımlanmış estetik kıstaslarıyla kundaklanmış ayartıcılar içerisinde kırmızı halıda gibi yürüyoruz. Neredeyse ‘her yer kırmızı halı hepimiz de o yılın en iyi aktörü’-yüz gibi. Neden bu klişe metaphoru kullandım? Sebebini izah edeyim. Sinema sektörü seyretmek fiilini yaygın hale getirmiştir. Sorgulayanı var mı içimizde bilmiyorum. Ben de doğrusu bu yazıya kadar ciddi anlamda soruşturmaya tutmamıştım bahsi geçen fiili. Küçük bir sözlük taramasından sonra vardığım sonuçları paylaşayım:

 

SEYİR TEMÂŞÂ
Yok Tasavvufi ıstılâhı var.
Yürüme, yürüyüş, gidiş, gezip dolaşma gibi anlamları var. Bakıp seyretme, zevkle hayranlıkla seyretme gibi manalara geliyor.
Teferrüç ile anlamdaş olarak gösteriliyor. Teferrüç eğlenmek için yapılan gezinti demek. Böyle bir manaya gelmiyor.
Seyirde ise ürün özne olan izleyiciyi hayattan kopartmak ve bir çeşit trans hali yaşatmak, mutluluk hormonlarını harekete geçirmek, başaramazsa mutsuzluğunu unutturmak maksadını güdüyor. Temâşâ da nesne olan seyirci özne olan yapıtla ünsiyet kuruyor. Onu anlamlandırmaya, anlamaya,  âgâh olmaya çabalıyor.

 

Nâçizâne vardığım sonuçlar bu şekilde ve şüphesiz daha salim şekilde fazlasıyla derinleştirilebilir. Hayat bir seyirlik olmuş durumda. Seyredip geçiyoruz. O kadar hızlı akıyor ki henüz hikâyeyi anlayamadan veda ediyoruz. Hız sadece kendiyle yarışacak durumda. Bizim tek yaptığımızsa ‘yeniliklere’ uyum sağlamaya çabalama ve baş dönmesi.

Başlığa dönersek eğer –ki bu kısa giriş önemli- neden tefekkür edemiyoruz sorusunun en önemli etkenlerinden birinin giriş kısmında özetlediğimiz vaziyet olduğu kanaatindeyim. Mutluluk bizi tefekküre zorlamaz. Hüzün, dert, tasa ise mutsuzluk demek değildir. Efkâr: hakikate dönebilmek için hüzün zaruridir. Maalesef bugün %99’u Müslüman olan bu ülkede kurduğumuz cümlenin manasına kaç kişi nüfuz edebilir? Hüznün kelime anlamı gönülde hissedilen gariplik ve burukluktur. İlk aklımıza gelen Hz. Peygamber aleyhissalatü vesselam’ın sîretidir. Bildiğimiz kadarıyla Hz. Peygamber aleyhissalatü vesselam çok gülmezdi. Tebessüm ederdi. Daha ziyade kendisine hâkim olan hal hüzündü. Bazı alıntılar yapacağım. Alıntı yapacağım kitap Kâdi ‘İyaz Hazretlerinin Şifâ-i Şerif adlı muhteşem eseri. Hazret, anlatıldığına göre bu eseri bitirdiğinde rüyasında Hazreti Peygamber aleyhissalatü vesselam’ı  görüyor ve takdirine nail oluyor. Kitaptan yapacağım alıntıların büyük kısmı sahih hadis kitapları olarak geçen kitaplarda bulunan hadislerin nakillerinden olacak.

Benim bildiğimi eğer siz bilseydiniz, az güler, çok ağlardınız. [1]

Şüphesiz sizin görmediklerinizi ben görüyorum. Duymadıklarınızı da duyuyorum. Gök çatırdadı. Nasıl çatırdamasın ki, dört parmaklık boş yer yok! Melekler alınlarını koymuş secde etmektedirler. Vallahi eğer benim bildiğimi bilseydiniz, az güler, çok ağlardınız! Yataklarda kadınlarla zevk yapmazdınız! Yollara düşüğ avazınız çıktığı kadar yüksek sesle Allah’a yalvarırdınız. Kesilen bir ağaç olmayı isterdim.[2]

Allah’ın Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem devamlı hüzünlü ve düşünceli idi. Onun rahatı yoktu![3]

İlginç bir veriye bakalım. Türkiye’de en çok izlenmiş 10 filmin 7’si komedi filmi.[4] Sadece geçen hafta bir komedi filmi 700.000’in üzerinde seyirciye ulaşmış durumda.[5] Bu veriler bize sanki bir şeyler fısıldıyor. Hayatlarımız düşünmek için fazla hızlı. En iyi ihtimalle ortalama 8 saat çalışıyoruz. Yine genele vurursak en iyi ihtimalle 2- 2.5 saatimizi işimize gitmek ve evimize dönmek için yollarda geçiriyoruz. Ortalama 4.5 saat televizyon izliyoruz.[6]  7.2 saatlik uyku süremizi de bu hesaplamaya katalım.[7]Karşımıza çıkan topla 22 saat civarı. Bırakın tefekkürü yemek yeme, doğal ihtiyaçları gidermeye bile neredeyse zamanımız yok. Çocuk yetiştirme, bir sanat yahut zanaatla ilgilenme vaktini saymıyoruz bile. Nerede kalacak düşünme için sağlıklı bir atmosfer yaratma çalışması. Bu istatistiki veriler ışığında bazı soruları sormamız gerekecek diye düşünüyorum. Evet, kitleler suçlu, kitleler tefekkür edemiyor, kitleler seyrediyor- ki tarih boyunca hep böyle olmuştur doğrusu- filan. Yalnız insanlar neden en rutin ve sık yaptıkları eğlence metodu olarak televizyonu belirlemiş durumdalar?

 

Televizyon insanı zihnen yormayan bir araç. Çok hızlı, zahmetsizce malumat toplayabileceğiniz, haberdar olabileceğiniz, yorumlar devşirebileceğiniz ve yerinize düşünenler aracılığıyla da kolaylıkla düşünebileceğiniz tek aygıt diyebiliriz. Evet internet var, Google var filan vs. Fakat bu aygıtlar görece son dönemlerde yaygınlaşmaya başlasalar da- özellikle akıllı telefonların yaygınlaşması ile facebook ve twitter kullanımının artması- belirli yaş üstü insanlara hala hitap etmiyorlar. Ayrıca mutat şekilde işe gidip yorgun argın eve zor düşen insanların her gün kavga etmeden konuşabilecekleri çok fazla farklı yaşanmışlıkları da olmuyor. Bu sebeple toplu halde bir ekrana bakıyorlar ve türlü türlü eğlencelerle, hokkabazlıklarla eğleniyorlar, anlatılan hikâyeler üzerinden birbirleriyle münasebet kurmaya çabalıyorlar. Yakın zamanlarda aslında bazı olumlu katkıları da vardı bu araçların. Misal, mahallelerde tek televizyon olduğu vakitler belirli dizileri izlemek için o günlerde mahalleli televizyon olan eve doluşur ve öncesinde, sonrasında paylaşım doğardı. Araçlar çoğaldıkça ve geliştikçe bireye hitap eder noktaya doğru evirildiler. Tabi şunu da hatırlatmak isterim, bahsettiğim iyilik görece iyiliktir. Çünkü televizyonların yavaş yavaş evlere girmesinden önce de insanlar bir araya geliyorlardı. Ne yapıyorlardı? Şiir mütalaa ediyorlardı. Divan okuyorlardı. Kıssalar anlatıp beraberce hisselenmeye çabalıyorlardı. Bu söylediklerim doğrusu çok eski zamanlara ait, ütopya gibi bakacağımız mevzular değil. Mahir İz’in Yılların İzi adıyla neşredilmiş hatıralarını okursanız bahsettiklerimi kolaylıkla görebileceksiniz.

Doğrusu akl etmek, tefekküre çabalamak, bunlar için uygun bir zemin hazırlamak gerçekten sıkıcı ve zorlayıcı süreçlerdir. İnsan fıtraten güneşli bir günde boğaz havasını almak ister. Nefse çekici gelen kolay, zevkli, mutluluk verici şeylerdir. Herkes eşiyle, çocuklarıyla bolca vakit geçirmek ister. Zengin olmak, rahat yaşamak, dünyanın zevklerine ermek ister. İlginçtir Kur’an-ı Kerim’de de bizim imtihanlarımız arasında saydıklarımız vardır. Tefekkür etme konusunda da çok kereler emredilmiştir. 1 saatlik tefekkürün birçok nafile ibadetten yeğ tutulduğunu biliyoruz. Demek ki tefekkür etmek de bir ibadet çeşididir ve bütün ibadetler gibi zordur. İşin bir ilginç yönü daha vardır. Büyük düşünürlerin önemli bir kısmı seçkin ailelerden gelmektedirler. İyi eğitimlerden geçerler. Bu geleneği devam ettirmeleri beklenir şüphesiz. Fakat işte ilginç olan kısım da burasıdır. Önemli bir bölümü hayatını çok zor şartlar altında geçirir ve bitirir. Yani yine dikensiz gül bahçesine varılamıyor. Yani yine neresinden tutulursa tutulsun, hakikate yahut hakikatin gölgesine ya da karikatürüne bile bedel ödemeden ulaşılamıyor. Eğlence çağı demiştik. Age of entertainment. Bu çağda hastaneler yaygınlaştı, ilaçlar yaygınlaştı, özel hekimler yaygınlaştı,; sağlık, sıhhat, güzellik, estetik çığırından çıktı, muhtevalarını yitirdiler. İşte bu sebeple en az bu çağda dikenlere tahammül edenler. O yüzden gülleri derenler gül bahçelerinde uçsuz bucaksız yalnızlıklardalar. Belki de bu yüzden gül yetiştiren adamlar çıkmıyorlar meydane. Belki de o yüzden büyük Yunus: aşkın pazarında canlar satılır/satarım canımı alan bulunmaz diyordu.

FİKİR, FAKİR, HAKİR

Buraya kadar yazılanlar bundan sonra yazılacaklar için pratik hayattan manzaralarla temel oluşturma çabasıydı. Şimdi asıl meselelere geldik. Elimde İsmail Kara’nın Şeyhefendinin Rüyasındaki Türkiye kitabı bulunuyor. İsmail Hoca Türkiye’de İslamcılık mevzuubahis olunca ilk akla gelen isimlerden. Kitapta Şeyh Selim diye birinden bahsediliyor. Sezai Karakoç’un hatıralarından nakledilen olayda Necip Fazıl şöyle söylüyor:

 Şeyh Selim Hakkârili idi. Nakşibendi tarikatındandı. Arvasilerden Şeyh Taha koluna bağlıydı. Halk Partisi, tek parti döneminde (1946-1950) bir nevi elinde rehin tutar gibi getirip mebus yapmıştı. Şeyh Selim Hakkâri milletvekili olarak belki yirmi yıl(doğrusu 8 yıl İ.K.) Ankara’da kalmıştı. Meclis’e hemen hemen hiç uğramamıştı. Üstadın dediğine göre, parayı da bilmezmiş. Maaşını da çocuklar gidip alırmış. Kendisi gece gündüz orda, o loş odada inzivada, zikir ve murakabe halinde imiş. Üstad dedi ki: ‘Ben kendisine Meclis’e gidiyor musunuz? Dedim. Millet Meclisi’ni kasdettim. O başka meclislerden ima etti. ‘Evet geliyorlar, çok meclisler oluyor’ dedi. Yani mânevi âlemdeki toplantıları kasdetti. Çünkü kendisi hep o alemde yaşıyor.

 

Fikir, fakir, hakir derken buraya işaret etmek istedim. Bugün ülkede meclis deyince hepimizin aklına ne geliyor ilkin Allah aşkına? Yazarının da, okuyanının da, mühendisinin de, şairinin de aklına gelen meclisler; 50 yıl öncesine kadar nasıl olursa olsun ‘mecliste’ bulunun bir milletvekilinin aklına gelmiyordu. Oysa bugün ülkede az biraz mürekkep yutmuş kendini ilk olarak Şeyh Selim Hazretleri’nin adını bile hatırlamadığı meclise atmaya çalışıyor. Fikir peşinde koşan, tefekkür eden, fakrı kendine şiar edinmeli evvela. Kendinden geçmeli ki önce kendini geçsin sonra kandilinden ümmeti faydalandırsın. Öyle geçsin ki kendinden hakir görüldükçe zikir etmişçesine sevaba nail olsun. Böyle insanlar tanıdı bu topraklar, çıkarttı, etrafından kümelendi. Aynı kitaptan bir başka ilginç alıntı yapalım. Nurettin Topçu’nun da müridi olduğu Şeyh Abdülaziz Bekkine Hazretleri şöyle diyor:

Biyoloji ve tıpla uğraşanlar tabiat kanunlarına mahkum olurlar. Hukukçular insan elinden çıkma kanunların zebunu. Hesapla(matematikle) meşgul olanlar hayalcilikten kurtulamaz. Onun için bizim bunlarla fazla ilgilenmemiz uygun değil. Hendese ile uğraşanlarda hayalcilik olmaz, hendese insanı muhafazakâr yapar. Onun için mühendislerle özellikle meşgul olalım.

             Bu alıntıyı çocuklarını iyi para kazanması uğruna test kafa haline getiren analar, babalar anlamayacaktır. Emelleri uğruna yarış atına çevirdikleri çocukları, ‘hizmeti’ boşluklarını doldurmak için yönlendirdikleri saçma sapan bölümlerde çarçur eden köpeklerde anlamayacaklardır. Çünkü insan mesleği şekillendirdiği ölçüde ve belki de daha fazla meslek insanı şekillendirir. Bu sebeple, davası uğruna, davası adına, davasına sadık bir nesil yetiştirmek için bir Şeyh Efendi bu tespitleri yapıyor. Hafta içi okul denen zulmü, hafta sonu dershane denen tımarhaneyi sadece daha iyi standartlarda yaşamak için mesken belleyen ve bu tornadan hudayinabitliğe kaçamadan çıkanlar da bu yaklaşımı anlayamayacaklardır. ‘Düzene uygun kafalar’ yetiştirmekle görevli kurumlardan fazlası değildir bunlar. ‘Tek boyutlu insandan’, çölden başka bir şey çıkartmaz ortaya. Oysa mürekkep yalamış ortalama tanzimat dönemi Osmanlı evinde, yabancı dilde bilinir, enstrümanda çalınır, şiir de okunur-söylenir, besteler de yapılırdı. Süheyl Ünver şöyle söylermiş : ‘Herkesin bir mesleği olmalı bir de meşgalesi. O meşgale bütün kültürümüzdür.’

Kabaca 3. Selim’den itibaren kendimizi merkeze alarak söz söyleme, eyleme geçme yetimizi kaybettik diyebiliriz. 3. Selim’in birazcık ötesine götürülebilirse de bu süreç en azından burada net olarak başlıyor dersek hata etmiş olmayız sanırım. Oysa İsmail Kara ile hemfikirim. Şöyle diyor: ‘Türkiye kendini merkeze almadıkça hiçbir şey üretemeyecek bir toprağın adıdır.’[8]  Kendini merkeze almadığı sürece hiçbir şey üretemeyecek bu topraklarda son dönemlerde özellikle ciddi bilinirliliğe ulaşmış bir feylesof var. Slavoj Zizek. Kendisini ülkemizde benimseyen, takipçisi olanlar şu Chesterton’dan alıntıladığı sözlerinden haberdarlar mı acaba:

Özgürlük ve insanlık uğruna Kilise’yle savaşmaya koyulan insanlar sonuçta, yalnızca Kilise’yle savaşabilmek adına özgürlük ve insanlıktan uzaklaşmıştır. Sekülerler, tanrısal şeylere zarar veremediler; Sekülerler, seküler şeylere zarar verdiler; bununla rahatladılarsa ne âlâ.[9]

             Alıntı ve girişinde söylediklerimi Zizekçiler düşüne dursunlar, ben bizimkilere bir şeyler söyleyeyim. Sekülerler özgürlük ve insanlık uğruna yaptıkları savaşla sekülerliğe ne kadar zarar verdiyse, Müslümanlar da benzeri zararı kendi inançlarına veriyor, üstelik benzer sebeplerle. Tam olarak o sebeple yem konumuna gelmiş vaziyetteyiz. Aynı Zizek şöyle bir dayanışma öneriyor, ne diyoruz ihvan-ı din :

İşgal altındaki Batı Şeria’da birkaç ay önce küçük bir mucize gerçekleşti: Duvar’a karşı gösteri yapan Filistinli kadınlara İsrail’den bir grup lezbiyen Yahudi kadın katıldı. İlkin yaşanan karşılıklı güvensizlik, Duvar’ı koruyan İsrail askerleri karşısında omuz omuza durduklarında ortadan kalktı ve aralarında yüce bir dayanışma duygusu doğdu; geleneksel kıyafetleriyle Filistinli kadınlar, dikenli saçlarını mora boyamış Yahudi lezbiyenlerle kucaklaştılar – mücadelemizin ne olması gerektiğine dair canlı bir sembol.

Özgürlük ve insani yaşam adına ‘özgün’ düşünceler serdetmeye başlayan Müslümanlar ortaya untraditional bir ekol çıkarttılar. Yüzlerce yılda yazılmış eserleri çöp gördüler ve modern bilim, modern yasa, modern siyasa ışığında piyasaya fragmanlar sürdüler. Bu sebeple 30 yıl önce görmeyi tahayyül edemeyeceğimiz kırılmaları bugün yaşıyoruz. Bilimsel kırılma geleneksel ilmi metotları ifsat ediyor, tefsir, hadis gibi ilimleri çarpık bakış açılarıyla sıfırlamaya azmediyor. Modern yasa, şeriatı ifsat ediyor, sünneti yok ediyor. Modern siyasa ise İslâm’ı her türlü ideolojinin dolgu malzemesi haline getirmiş durumda. Mızrağı ele geçiren ucuna takacak ayet aramak için Kur’an-ı Kerim’e bakar vaziyette.

Ülkemizde Müslümanların başörtüsü yasaklarıyla kadın erkek, genç yaşlı mücadelesi sonuç verdi. Bugün başörtülü hâkimelerimiz, kaymakamlarımız, avukatlarımız filan da var üstelik. Oysa bütün gazetelerde, televizyonlarda çarşaf çarşaf gösterilen fotoğrafa sahip kaymakam genç bir hanım. Temel iki problemimiz var. Birincisi imamet makamına bildiğim kadarıyla kadın geçemez. Kaymakamlık da mülki idare amirliği olduğuna göre kelime manasıyla bir imamlıktır. İkincisi, İslâmi gelenekte kadın namahreme işi gücü, zaruri bir vaziyeti yoksa görünmez. Minimum iletişim öğütlenmiştir. Oysa bu hanım tam tersi bir vazifeyle tamamen zıt bir işlevle görevlendirilmiş vaziyette. Eğer başörtüsü eylemlerini düşünerek(kelime kökü düş) değil tefekkür ederek, enine boyuna tartarak değerlendirseydik bu açmazları görebilirdik. Hatırladığım kadarıyla o dönemlerde de az sayıda olan Müslüman düşünür eylemleri eleştiriyordu. Maalesef ifrat-tefrit arasında savrularak günleri geçiriyoruz. O dönemler (ki şimdi de aynı fikriyattadırlar) ülkenin en önemli ve en geniş cemaatlerinden birinin başında bulunan Efendi, çocuklarınızı okullara değil medreselere gönderin diyordu, özellikle de kızları. Bugün, o eylemler sonucunda özgürlüklere kavuşmuş başörtülü kızların parti gençlik kollarında çok işlevsel bir şekilde yer aldıklarını görür olduk. Sokaklar başörtüsünden geçilmiyor: çok pahalı, çok alımlı, çok renkli, çok şık… korkuyorum ki yakında çok seksi(!) başörtüsü( haşa) piyasaya sunulacak.

Müslümanlar önce hakir görülmekten usandı, sonra fakirlikten sıkıldı, bunaldı, en sonunda fikirden koptu. Ortaya posa halinde bir topluluk çıktı.(özellikle cemaat demedim) Konuyla ilgili değerli düşünür Abdurrahman Arslan Hoca’mın önemli kitabı Modern Dünyada Müslümanlar’dan birkaç alıntı yapacağım.

Sekülerliğin ana yurdu- ki bu ‘Allah’a ait bir mülktür’- ya da başlangıç merkezinin kalp olduğunu kabul ettiğimizden dolayı, bu süreci din-dışı (irreligious) olmaktan çok, dinden yoksunlaşma (unreligious) olarak tanımlamak mümkündür.[10]

İslami radyoların mesaj/bilgi ulaştırmak üzere kurulmaya çalışıldığı dönem aynı zamanda Müslümanlar’ın tüketici bir ‘kitle’ haline gelmeye başladığı zamanlara denk düşer.[11]

Bundan dolayı amaçlanan ideallerini üç noktada toplamak mümkün: Değişim, yoksulluk ve itaat. Modern dönem değişimi sekülarize (evrim/ilerleme) ederek alırken, yoksulluk ve itaati reddetti. Denebilir ki, modern dönem bir yönüyle yoksulluk ve itaate isyanın tarihidir de.[12]

İngilizcede fikir kelimesini thought ile karşılarken düşün’ü opinion ile karşılıyoruz. İlginçtir opinion’ın kurmak anlamı da varken thought’un bir başka anlamı da endişe. Blues kelimesi ise hem hüzün hem de efkar anlamına geliyor. Türkçemizde de efkâr kelimesi Arapça asıl anlamı fikirler, düşünceler olmasına rağmen, hüzün, keder gibi anlamlar kazanmıştır.(2. Anlamını Türkçe’de kazamış.)

Art arda dizilen bu kadar kelimeden sonra ne söylemek istedim? Demem odur ki çok düşündük birazcık da tefekkür edelim. Belki o zaman tekrar fikrin, fakrın, hakirin manasını belleyebiliriz. Tâat için itâat şarttır. Onca zamandır özgürlük isteyip duruyoruz ya azıcık da itâat istesek olmaz mı?

[1] S.144

[2] S.145

[3] S.147

[4] http://www.cnnturk.com/fotogaleri/kultur-sanat/sinema/tum-zamanlarin-en-cok-gise-yapan-50-turk-filmi?page=37

[5] http://boxofficeturkiye.com/hafta/?yil=2016&hafta=11

[6] http://bayder.com.tr/ulkemizde-tv-bagimliligi/

[7] http://www.saglik.gov.tr/TR/dosya/1-97020/h/saglik-istatistik-yilligi-2013.pdf s.49

[8] Şeyhefendinin Rüyasındaki Türkiye, s.300

[9] Tehlikeli Rüyalar Görme Yılı kitabı

[10] S.156

[11] S.191

[12] S.147

 

dusunmek-tefekkur-4

 

Edebiyat, Sinema, Siyaset, Sanat, Mimarî, Ateizm, Tarih, Kemalizm, İslâm, Kadın hakları, Feminizm, Felsefe… Bugün 72 kitap var. Yakında yenileri eklenecek, bu sayfayı takip edin… 

 

Fikir Kırıntıları – 1

fikir-kirintilari 71 kitap indirin72 kitap indirin140 karakterle derdini anlatabilenlerden misiniz? Kısa mesajlar, FaceBook’taki özlü sözler, Twitter’da kısaltıldıkça sloganlaşan fikirler… Tabi insanlar sözü uzatmanın yeni yollarını buldular: Video, caps, … Ancak kısa söz her zaman derinlikten mahrum olmakla eş anlamlı değil. Az sözle çok ama çok derin mânâlar da aktarılabilir. Kısa sözün hikmeti dışarıdan aktarılan, alimden cahile verilen yeni bir şey değil. Meselê ârifin irfanıyla agâh olunması; dinleyende bilkuvve (potansiyel) olarak  bulunan güzelliklerin uyandırılması, bilfiil (aktif) hale geçirilmesi. Bunun için “dinleyen anlatandan “ârif olsa gerek” buyurmuş büyükler. Biz de Twitter’da paylaştığımız kısa mesajları konularına göre tasnif edip kitaplaştırdık, ilginize sunduk. Eğitimden Türk soluna, ekonomik krizlerden petrol savaşlarına, ölüm korkusundan küresel ısınmaya kadar çok farklı konularda aforizmalar… Konuları derinleştirmek isteyenler için ise makaleler ve kitaplar da tavsiye ettik. Buradan indirebilirsiniz.

Kitap tanıtan kitap 7

kitap-tanitan-kitap-7 - kucuk 71 kitap indirin72 kitap indirinKitap tanıtan kitapların 7cisine damgasını vuran düşünür Susan Sontag oldu. 1977’de yayınladığı “Fotoğraf Üzerine” isimli cesur kitaptan bahseden 4 makale ile başlıyoruz. Mehmet Özbey’in kaleminden eskimeyen bir kitabı ziyaret edeceğiz sonra: Yüzyıllık Yalnızlık (Gabriel Garcia Marquez) Değerli yazarlarımızdan Mehmet Salih Demir ve Mustafacan Özdemir tek bir kitaba ve tek bir yazara odaklı kitap sohbetlerinden farklı makaleler hazırladılar. Bunlar kavram ve/veya olaylara odaklı, birden fazla kitaptan ve müelliften istifade eden çalışmalar: Terör, vicdan, modernleşme, bilim felsefesi (Kuhn, Heidegger, Derrida, Gadamer, Dilthey, Mach, Baudrillard, Toulmin) … Suzan Nur Başarslan’ın yazdığı Türk romanının tarihçesi ve Seksenli Yıllarda Türk Romanı Ve Post Modern Eğilimler de bu kategoriye dahil edilebilir. Bunların  yanısıra yazar kadar hatta bazen daha fazla ünlenmiş kitaplara adanmış makaleleri de yine bu sayıda bulacaksınız: Zeytindağı (Falih Rıfkı Atay), Hayy Bin Yakzan (İbn-i Tufeyl), Körleşme (Elias Canetti), Taşrada Düğün Hazırlıkları (Franz Kafka). Kitap tanıtan Kitap 7’nin daha önceki sayılardan bir diğer farkı da Georg Simmel’e adanmış iki makale içermesi. Karl Marx ve Max Weber arasındaki kayıp halka olarak nitelenen Simmel’in “Büyük şehir ve zihinsel yaşam” (Die Großstädte und das Geistesleben, 1903) isimli özgün çalışmasından bahsettiğimiz makaleler kitabın sonunda. Buradan indirebilirsiniz.

Önceki kitap sohbetleri:



71 kitap indirin72 kitap indirinDerin Lügat 3.0

Yeni sürümlere dair not: Eski sürümleri indirip okumuş olanların işini kolaylaştırmak için kelimelerin sırasını değiştirmiyoruz. Yani her yeni sürümde okumaya kaldığınız yerden devam edebilirsiniz.

3cü sürümle eklenen yeni terimler: Eksen Kayması, Bilgi toplumu, Zamanda Yolculuk, Ateist , Yokluk , Çağdaş, Gurbet, Kader.

İnsanlık neredeyse 4 asırdır “ilerleme” adını verdiği müthiş bir gerileme içinde. Tarihteki en kanlı savaşlar, sömürüler, soykırımlar, toplama kampları, atom bombaları, kimyasal ve biyolojik silahlar hep Batı’nın “ilerlemesiyle” yayıldı dünyaya. En korkunç barbarlıkları yapanlar hep “uygar” ülkeler.  Her şeyin fiyatını bilen ama hiçbir şeyin değerini bilmeyen bu insanlar nereden çıktı? Yoksa kelimelerimizi mi kaybettik?

Aydınlanma ile büyük bir karanlığa gömüldü Avrupa. Vatikan’ın yobazlığından kaçarken pozitivist dogmaların bataklığında kayboldu. “Yeniden doğuş” (Rönesans) hareketi sanatın ölüm fermanı oldu: Zira optik, matematik, anatomi kuralları dayatıldı sanat dünyasına. Sanat bilimselleşti, objektif ve totaliter bir kisveye büründü.

Kimse parçalamadı dünyayı “Birleşmiş” Milletler kadar. Güvenliğimiz için en büyük tehdit her barış projesine veto koyan BM “Güvenlik” Konseyi değil mi? Daimi üyesi olan 5 ülke dünyadaki silahların neredeyse tamamını üretip satıyor. “Evrensel” insan hakları bildirisi değil güneş sisteminde, sadece ABD’deki zencilerin haklarını bile korumaktan aciz. Bu kavram karmaşası içinde Aşk kelimesi cinsel münasebetle eş anlamlı oldu: ing. To make love, fr. Faire l’amour… Önce Batı, sonra bütün insanlıkakıl (reason) ile zekânın (intelligence) da aynı şey olduğunu sanmışlar. Oysa akıl iyi-kötü veya güzel-çirkin gibi ayrımı yaparken zekâ problem çözer; bir faydayı elde etmek ya da bir tehditten kurtulmak için kullanılır. Bir saniyede 100.000 insanı ve sayısız ağacı, böceği, kediyi, köpeği oldürecek olan atom bombasını yapmak zekâ ister ama onu Hiroşima üzerine atmamak için akıl gerekir.

İster Batı’yı suçlayalım, ister kendimizi, kelimelerle ilgili bir sorunumuz var: İşaret etmeleri gereken mânâların tam tersini gösterdikleri müddetçe sağlıklı düşünmeye engel oluyorlar. Çözüm ürettiğimizi sandığımız yerlerde yeni sorunlara sebep oluyoruz. Dünyayı düzeltmeye başlamak için en uygun yer lisanımız değil mi? Kayıp kelimelerin izini sürmek için yazdığımız Derin Lügat’ı ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

 

Edward Hopper’ı okumak

hopper-kapak 71 kitap indirin72 kitap indirinAmerikalı ressam Edward Hopper sadece Amerika’nın değil bütün Batı kültürünün en önemli ressamlarından biri. Hopper ile Batı resmi asırlardan beri ilk defa kısır ekol savaşlarını, soyut resim / figüratif resim gibi ölü doğmuş dikotomileri aşma fırsatı yakaladı.

Bu bağlamda, perspektif, ışık, gölge vb tercihleri aşan Hopper’ın yeni bir şey yaptığını savunuyoruz: Hopper Rönesans’tan beri can çekişen figüratif resme yeni bir soluk verdi. Tezimiz budur. Bu lisan-ı sûreti tahlil etmek için sadece Hopper’dan etkilenen diCorcia gibi fotoğrafçıları değil ondan beslenen Hitchcock, Jarmusch, Lynch gibi sinema yönetmenlerini, romancıları da kitabımıza dahil ettik. Diğer yandan Hopper’ın tutkuyla okuduğu filozoflardan yani Henry David Thoreau ve Ralph Waldo Emerson’dan da istifade ettik. Elinizdeki bu kitap Hopper tablolarına aceleyle örtülen melankoli ve yalnızlık örtüsünü kaldırmak için yazıldı. Hopper’a bakmak değil Hopper’ı okumak için. Buradan indirebilirsiniz.

Senin tanrın çok mu yüksekte?

senin-tanrin-cok-mu-yuksekte 71 kitap indirin72 kitap indirin

Güzel olan ne varsa İnsan’ı maddî varoluşun, bilimsel determinizmin ötesine geçirecek bir vasıta. Sevgilinin bir anlık gülüşü, ay ışığının sudaki yansıması, bir bülbülün ötüşü ya da ağaçları kaplayan bahar çiçekleri… Dinî inancımız ne olursa olsun hiç birimiz güzelliklere kayıtsız kalamıyoruz. Etrafımızı saran güzelliklerde bizi bizden alan, yeme – içme – barınma gibi nefsanî dertlerden kurtarıp daha “üstlere, yukarılara” çıkaran bir şey var. Baş harfi büyük yazılmak üzere Güzel’lik sadece İnsan’a hitab ediyor ve bize aşkın/ müteâl/ transandan olan bir mesaj veriyor: “Sen insansın, homo-economicus değilsin”.

İşte bu yüzden “kutsal” dediğimiz sanat bu anlayışın ve hissedişin giriş kapısı olmuş binlerce yıldır. Tapınaklar, ikonalar, heykeller insanları inanmaya çağırmış. Ancak inancı ne olursa olsun bütün “kutsal sanatların” iki zıt yola ayrıldığını, hatta fikren çatıştığını da görüyoruz:

  • Tanrı’ya benzetme yoluyla yaklaşmak: Teşbihî/ natüralist/ taklitçi sanat,
  • Tanrı’yı eşyadan soyutlama yoluyla yaklaşmak: Tenzihî/ mücerred sanat.

Kim haklı? Hangi sanat daha güzel? Hangi sanatçının gerçekleri Hakikat’e daha yakın? Bu çetrefilli yolda kendimize muhteşem bir rehber bulduk: Titus Burckhardt hem sanat tarihi hem de Yahudilik, Hristiyanlık, İslâm, Budizm, Taoizm üzerine yıllar süren çalışmalar yapmış son derecede kıymetli bir zât. Asrımızın kaygılarıyla Burckhardt okyanusuna daldık ve keşfettiğimiz incileri sizinle paylaştık. Buradan indirebilirsiniz.

Öteki Sinemanın Çocukları

oteki-sinemanin-cocuklari 71 kitap indirin72 kitap indirinYakında sinemanın bir endüstri değil sanat olduğuna kimseyi inandıramayacağız. Zira “Sinema Endüstrisi” silindir gibi her şeyi ezip geçiyor. Sinema ürünleşiyor. Reklâm bütçesi, türev ürünlerin satışı derken insanlar otomobil üretir gibi film ÜRETMEYE başladılar. Belki en acısı da “sinema tekniği” öne çıkarken sinema sanatının unutulması. Fakat hâlâ “iyi bir film” ile çok satan bir sabun veya gazozun farkını bilenler de var. Çok şükür hâlâ ustalar kârlı projeler yerine güzel filmler yapmaya çalışıyorlar. Derin Düşünce yazarları da “İnsan’sız Sinema Olur mu?” kitabından sonra yeni bir sinema kitabını daha okurlarımıza sunuyorlar. “Öteki Sinemanın Çocukları” adlı bu kitap 15 yönetmenle buluşmanın en kolay yolu: Marziyeh Meshkini, Ingmar Bergman, Jodaeiye Nader Az Simen, Frank Capra, Dong Hyeuk Hwang, Andrey Rublyov, Sanjay Leela Bhansali, Erden Kıral… Buradan indirebilirsiniz.

kitap-tanitan-kitap-6 71 kitap indirin72 kitap indirinKitap Tanıtan Kitap 6

Bir varmış, bir yokmuş. Mehtaplı bir eylül gecesinde Ay’a bir merdiven dayamışlar. Alimler, yazarlar, şairler ve filozoflar bir bir yukarı çıkıp oturmuşlar. Hem Doğu’dan hem de Batı’dan büyük isimler gelmiş: Lev Nikolayeviç Tolstoy, René Guénon, Turgut Cansever, El Muhasibi, Şeyh-i Ekber, Cemil Meriç, Arthur Schopenauer, Ahmet Hamdi Tanpınar, Mahmud Sâmi Ramazanoğlu, Mahmut Erol Kılıç… Sadece bir kaç yer boş kalmış. Konuklar demişler ki “ başka yazar çağırmayalım, bu son sandalyeler bizim kitabımızı okuyacacak insanlara ayrılsın”. Evet… Kitap sohbetlerinden oluşan derlemelerimizin altıncısıyla karşınızdayız. Buradan indirebilirsiniz.

Önceki kitap sohbetleri:

sen-insansin 71 kitap indirin72 kitap indirinSen insansın, homo-economicus değilsin!

Avusturyalı romancı Robert Musil’in başyapıtı Niteliksiz AdamJames Joyce‘un Ulysses ve Marcel Proust‘un Geçmiş Zaman Peşinde adlı eserleriyle birlikte 20ci asır Batı edebiyatının temel taşlarından biri. Bu devasa romanın bitmemiş olması ise son derecede manidar. Zira romanın konusunu teşkil eden meseleler bugün de güncelliğini koruyor.  Biz “modernler” teknolojiyle şekillenen modern dünyada giderek kayboluyoruz. İnsan’a has nitelikleri makinelere, bürokrasiye ve piyasaya aktardıkça geriye niteliksiz bir Ben’lik kalıyor. İstatistiksel bir yaratık derekesine düşen İnsan artık sadece kendine verilen rolleri oynayabildiği kadar saygı görüyor: Vatandaş, müşteri, işçi, asker…

Makinelerin dişli çarkları arasında kaybettiğimiz İnsan’ı Niteliksiz Adam’ın sayfalarında arıyoruz; dünya edebiyatının en önemli eserlerinden birinde. Çünkü bilimsel ya da ekonomik düşünce kalıplarına sığmayan, müteâl / aşkın bir İnsan tasavvuruna ihtiyacımız var. Homo-economicus ya da homo-scientificus değil. Aradığımız, sorumluluk şuuruyla yaşayan hür İnsan.Buradan indirebilirsiniz.


tezyin_kapak-150 71 kitap indirin72 kitap indirinGözle dinlenen müzik: Tezyin

Batı sanatı her hangi bir konuyu “güzel” anlatır. Bir kadın, batan güneş, tabakta duran meyvalar… İslâm sanatının ise konusu Güzellik’tir. Bunun için tezyin, hat, ebru… hatta İslâm mimarîsi dahi soyuttur, mücerred sanattır.

Derrida, Burckhardt, Florenski ve Panofski’nin isabetle söylediği gibi Batılı sanatçı doğayı taklid ettiği için, merkezi perspektif ve anatomi kurallarının hakim olduğu figüratif eserler ihdas eder. Bu taklitçi eserler ise seyircinin ruhunu değil benliğini, nefsini uyandırır. Zira kâmil sanat tabiatı taklid etmez. Sanat fırça tutan elin, tasavvur eden aklın, resme bakan gözün secdesidir. Tekâmül eden sanatçı (haşa) boyacı değil bir imamdır artık. Her fırça darbesi tekbir gibidir. Zahirde basit motiflerin tekrarıyla oluşan görsel musiki ile seyircilerin ruhu öylesine agâh olur ki kalpler kanatlanıverir. Müslüman sanatçı bu yüzden tezyin, hat, ebru gibi mücerred sanatı tercih eder. Güzel eşyaları değil Güzel’i anlatmak derdindedir. Çünkü ne sanatçının enaniyet iddiası ne de seyircinin BEN’liği makbul değildir. Görünene bakıp Görünmez’i okumaktır murad; O’nun güzelliği ile coşan kalp göğüs kafesinden kurtulup sonsuzluğa kanat açar.

Tezyinî nağmeleri gözlerimizle işitmek için yazıldı bu e-kitap. John locke gibi bir “tabula rasa” yapmak için değil Hz. İbrahim (as) gibi “la ilahe” diyebilmek için. Buradan indirebilirsiniz.

Kaybedenler Klübü: Anti-demokratik bir muhalefetin kısa tarihi

71 kitap indirin72 kitap indirinT.C. kurulurken Hitler, Mussolini ve Stalin başrolleri paylaşıyordu. İki dünya savaşının ortalığı kasıp kavurduğu o korkunç yıllarda “bizim” Cumhuriyet gazetesi’nin faşizme ve faşistlere övgüler yağdırması bir rastlantı mıdır? Kemalistlerin ilâhı olan Atatürk’ün emriyle 80.000 Alevî Kürd’ün Dersim’de katledilmesi, Kur’an’ın, ezanın yasaklanması, imamların, alimlerin idam edilmesi, Kürtleri, Hristiyanları ve Yahudileri hedef alan zulümler de yine Atatürk ve onu ilahlaştıranlar tarafından yapılmadı mı?

Bu ağır mirasa sahip bir CHP ve Türk solu şimdilerde “İslâmî” olduğu iddia edilen bir cemaat ile, Fethullah Gülen’in ekibiyle ittifak içinde. Yobaz laiklerin, yasakların kurbanı olduklarını, baskı gördüklerini iddia ediyor bu insanlar. Ama bir yandan da alenen İslâm düşmanlığı yapan her türlü harekete hatta İsrail’e bile destek vermekten çekinmiyorlar. Tuttukları yol İslâm’dan daha çok bir ideolojiye benziyor: Gülenizm. Millî istihbarattan dershanelere, dış politikadan bankalara kadar her konuda dertleri var. Ama Filistin’de, Doğu Türkistan’da, Irak’ta, Suriye’de, Arakan’da zulüm gören Müslümanları dert etmiyorlar. Acayip…

Türk solu, CHP ve Fethullah Bey… Nereden geldiler? Nereye gidiyorlar? Elinizdeki bu kitap meseleyi tarihsel bir perspektifte ele almayı amaçlıyor.Buradan indirebilirsiniz.


freud-kapak 71 kitap indirin72 kitap indirinGurbetçi Freud ve “Das Unheimliche”

Modern insanın kalabalıkta duyduğu yalnızlığı sorgulamak için iyi bir fırsat… Sigmund Freud gurbette olma duygusunu, yabancılık, terk edilmişlik hissini anlatan “Das Unheimliche” adlı denemesini 1919’da yayınlamış. İsminden itibaren tefekküre vesile olabilecek bir çalışma. Zira “Unheimliche” alışılmışın dışında, endişe verici bir yabancılık hissini anlatıyor.

Bu hal sadece İnsan’a mahsus: Kaynağında tehdit algısı olmayan, hayvanların bilmediği bir his. Belki huşu / haşyet ile akrabalığı olan bir varoluş endişesi? Gurbete benzer bir yabancılık hissi, sanki davet edilmediğim bir evdeyim, kaçak bir yolcuyum bu dünyada. Freud’un İd (Alt bilinç), Benlik (Ego), Üst Benlik (Süperego) kavramları iç dünyamızdaki çatışmalara ışık tutabilir mi? Dünyada yaşarken İnsan’ın kendisini asla “evinde” hissetmeyişi acaba modern bir hastalık mıdır? Teknolojinin gelişmesiyle baş gösteren bir gerginlik midir? Yoksa bu korku ve tatminsizlik hali insanın doğasına özgü vasıfların habercisi,  buz dağının görünen ucu mudur? Hem Sigmund Freud’u tanıyanların hem de yeni keşfedecek olanların keyifle okuyacağını ümid ediyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

fethullah-gulen-kapak 71 kitap indirin72 kitap indirin

Fethullah Gülen’i iyi bilirdik

(Son güncelleme: Üçüncü sürüm, 28 Ocak 2014)

Türkçe Olimpiyatlarını ve Türk okullarını sevmiştik. Gözü yaşlı vaizin Amerika’da yaşamasına alışmıştık. 1980 öncesinde komünizme karşı CIA ile işbirliği yapmasına “taktik” demiştik. Fethullah Gülen aleyhine açılan davalardan birinin iddianamesinde“pozitivist felsefeye karşı olmak” ile suçlanıyordu. Biz de karşıydık pozitivizme. “Aferin” dedik, “bizdensin”.

Bugün gerçek şu ki Fethullah Bey’in ekibi manşetle, kasetle hükümet devirmeye çalışan, yalan haberle Türkiye’yi ve Müslümanları sürekli zora sokan çirkin insanların tahakkümü altında. Bizim sevdiğimiz, güvendiğimiz “küçük eller” ise koyun sürüsü gibi suskun. Medyada, devlet kurumlarında, emniyet ve adaletin içinde çeteleşme, ergenekonlaşma var. Gülen cemaati dünya ile uğraşmaktan ahirete vakit ayıramıyor. Gülen cemaati bir cemaatten başka herşeye benziyor.

Kitabın ilk yarısında Fethullah Bey’i ve ekibini öven, yapılan iyi işleri savunan, destekleyen makaleler bulacaksınız. Bugün yaşadıklarımızla birlikte değerlendirince can acıtan bir soru kendini dayatıyor bize: Fethullah Gülen ve kurmayları bizi baştan beri kandırdı mı? Yoksa “küçük eller” dediğimiz masum insanların  güzel teşkilâtı sonradan mı kokuştu? Kitabı buradan indirebilirsiniz.

Soyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır

yitik 71 kitap indirin72 kitap indirinAfganistan’daki bir medreseyi, Bosna’daki bir camiyi, Hindistan’daki Taj Mahal’i görsel olarak islâmî yapan nedir hiç düşündünüz mü? Anadolu kilimlerini, İran halılarını, Fas’taki gümüş takıları, Endülüs’teki sarayları birleştiren ortak unsur nedir? Müslüman olmayan bir insan bile kolaylıkla“bunlar İslâm sanatıdır” diyebilir. Sanat tarihi konusunda hiç bir bilgisi olmayanlar için de şüpheye yer yoktur. Şüpheye yer yoktur da… bu ne acayip bir bilmecedir! Endonezya’dan Fas’a, Kazakistan’dan Nijerya’ya uzanan milyonlarca kilometrekarelik alanda yaşayan, belki 30 belki 40 farklı lisan konuşan Müslüman sanatkârlar nasıl olmuş da böylesi muazzam bir görsel bütünlüğe sadık kalabilmiştir?

Bakan gözleri pasifleştiren tasvirci sanatın aksine İslâm sanatı okunan bir sanattır. Yani görünmeyeni anlatmak için çizer görüneni. Doğayı taklid etmek değildir maksat. İnsanların aklını uyandırması, kalplerine hitab etmesi sebebiyle İslâm sanatının soyut bir sanat olduğu da aşikârdır. Ama Avrupa kökenli soyut sanattan ayrıdır İslâm sanatı. Meselâ Picasso, Kandinsky, Klee, Rothko gibi ressamlar gibi sembolizme itibar edilmemiştir. 284 sayfalık kitabımıza çok sayıda İslâm sanatı örneği ekledik. Bakmak için değil elbette, görünen sayesinde görünmeyeni akledebilmek, yani İslâm sanatını “okumak” içinBuradan indirebilirsiniz.


İslâm’da Mimar ve Şehir

Cumhuriyet’in ilânından beri yaşadığımız şehirler hızla tektipleşiyor. Betondan yapılmış kareler ve dikdörtgenler kapladı ufkumuzu. Trabzon, Aydın, Malatya… Anadolu’nun her yeri birbirine benzedi. Fakat Türkiye’ye has bir sorun değil bu. Batının “alternatifsiz” 71 kitap indirin72 kitap indirindemokrasisi ve serbest piyasası mimarları da tektipleştirdi. Farklı düşünemeyen, yerel özellikleri eserlerine yansıtmayan mimarlar kutu gibi binalar dikiyor. Moskova, Tokyo, Paris, Hong Kong da tektipleşiyor ve çirkinleşiyor.

Çare? Binalara değil de mimara, yani insana odaklanmakolabilir; yani eşyayı ve sureti değil İnsan’ı ve sîreti merkeze almak. Zira bu bir norm ya da ekol meselesi değil: İslâmiyet’in ilk asırlarında bir şehir övüleceği vakit binalar değil yetiştirdiği kıymetli insanlar anılırmış. Biz de güzel binalarda ve güzel şehirlerde hayat sürmek için önce güzel mimarlar yetiştirerek başlayabiliriz işe. İnsan gibi yaşamak için mimarî çirkinliklerden ve bunaltıcı tektipleşmeden kurtulabiliriz. Bu ancak Güzel Ahlâk ile Güzel Mimarî arasındaki bağı yeniden tesis etmekle olabilir. Çare Mimar Sinan gibi cami yapmak değil Mimar Sinan gibi insan yetiştirmek. Kitabımızın maksadı ise teşhis ve tedaviye hizmet etmekten ibaret. Buradan indirebilirsiniz.

Kürtlerin Tarihi Üzerine

kapak_kurt-tarihi-uzerine 71 kitap indirin72 kitap indirin80 seneden beri Kürtlerin tarihi isyan ve terörle özdeşleşti. Son yıllarda ise ilk defa hemen her kesimden insanın desteklediği bir barış süreci başladı. Bu süreç kendi başına tarihi bir anlama sahip elbette. Yine de büyüyen umutların, atılan adımların sağlam olması ve geleceğe yöne vermesi için yaşananlar ile Kürtlerin tarihi arasında bir köprü kurulması gerek. Dahası Türkiye dışındaki etnik terör tecrübelerinden, sosyal barış projelerinden yararlanmak elzem. Bu sebeple, Kemal Burkay, Hasan Cemal, İsmail Beşikçi, Mustafa Akyol kadar Alain Touraine, Johan Galtung, Paddy Woodworth ve Gandhi’den de istifa ettik bu kitabı hazırlarken. Umuyoruz ki güncel tartışmaları ve gelişmeleri bir kenara koyarak geçmişe kısaca bir göz atmak bugünü daha anlamlı okumamızı sağlayacak. Buradan indirebilirsiniz.

Hükümeti devirmek isteyen birileri mi var?

Hükümeti_devirmek_kapak 71 kitap indirin72 kitap indirin4 Türk bankası çalışanlarını sömürmek, tüketiciyi kandırmak ve haksız rekabetten dolayı çok ağır cezalar yediler. Hemen ardından Türkiye tarihin en büyük anti-kapitalist ayaklanmasını yaşadık. Göstericiler “Sosyalist Türkiye” ve “yaşasın devrim” sloganları atarak orak-çekiçli pankartlar, Deniz Gezmiş posterleri taşıdılar. Tuhaf olan ise bazı bankaların ve holdinglerin bu ayaklanmaya destek olmasıydı. Anti-kapitalist göstericiler 20 gün boyunca İstanbul’un en lüks otellerinden birinde bedava kaldılar. Tuhaflıklar bununla da bitmedi. CNN, BBC, Reuters ve daha bir çok medya kuruluşu bir kaç sene önce, üstelik yabancı ülkelerde çekilmiş yaralı ve ölülerin  fotoğraflarını “Türkiye” diyerek servis etti. Tayyip Erdoğan’a destek için toplanan AKP’lilerin fotoğrafı CNN tarafından kazayla(?) “Ayaklanmış Protestocular” olarak yayınlandı.

Dünyada da tuhaf şeyler oldu:

  • Türkiye ile neredeyse aynı anda Brezilya’da bir halk(?) ayaklanması başladı.
  • Georges Soros’a ait ekonomi gazeteleri Çin ekonomisi hakkında aşırı kötümser haberler yaydılar.

“Kazalar” bu kadar çoğalınca insanlar ister istemez bazı şeyleri sorguluyor:

  • Türk bankaları neden sermaye düşmanı, anti-kapitalist bir ayaklanmaya destek oldu?
  • Acaba 2008 krizinden sonra kan kaybeden ABD ve Avrupa kaçan sermayeyi geri  çekmeye mi çalışıyor?
  • Brezilya, Çin ve Türkiye Avrupa ve ABD’deki yatırımları çekmenin cezasını mı ödüyor?

Elinizdeki kitap bu sorulara ve darbe iddialarına cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.

kapak_kitap_capulcular 71 kitap indirin72 kitap indirinÇapulcular” ne istiyor?

Genel seçimler yaklaşırken başladı Taksim Gezi Parkı olayları. İnsanlar öldü, yaralananlar, tutuklananlar oldu. Taksim’deki sanat galerileri bile yağmalandı. Maddî zarar büyük: Yakılan otobüsler, özel araçlar, iş yerleri. Ancak hâlâ isyancıların ne istediğini bilmiyoruz. Taksim Dayanışma Grubu’ndan çelişkili açıklamalar geliyor. Polisi ya da göstericileri suçlamadan önce şunu bilmek gerekiyor: “Çapulcular” ne istiyor? Daha fazla demokrasi? Sosyalizm? Devrim? Darbe? Elinizdeki e-kitap bu sorulara cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.

 Alevilik, Ortak Acılardan Bir Kimlik

71 kitap indirin72 kitap indirinAleviler ızdıraplarda, geçmişin acılarında buluşuyorlar. Dersim, Madımak… Bu isimler anıldığında kırmızı bir düğmeye basılmış gibi bütün farklı Alevilik-LER birleşiyor ve bir tepki geliyor. Hızlı, öngörülebilir ve manipülasyona açık bir tepki bu. Ortada geç-ME-miş bir geçmiş var. Kıymetli yazarımız Cemile Bayraktar’ın dediği gibi “yüzleşilmediği müddetçe de geçmeyecek bu geçmiş” , çıkarılmayı bekleyen bir diken gibi acı vermeye devam edecek.

Diğer yandan çok sayıda Alevi kendi atalarına, dedelerine, manevî önderlerine en büyük acıları reva görmüş olanlara büyük bir sadakat ile bağlılar. Yani Kemalistlere ve CHP’ye. Yakın tarihi sorgulamak şöyle dursun ibadethanelerini Atatürk resimleriyle donatıyorlar. Ortak acıların ve siyasî tercihlerin dışında Alevileri birleştirecek bir inanç, bir kültür yok mu? Acaba Aleviler Stockholm sendromundan kurtulabilecekler mi? Elinizdeki kitap bunları sorguluyor. Buradan indirebilirsiniz.

Tiryandafilya, Güneşe “ya doğ, ya da ben doğacağım” diyen güzel!

kapak_Tiryandafilya 71 kitap indirin72 kitap indirin“… Senden önceki hiçbir kadın tarafımdan böyle sigaya çekilmedi Tiryandafilya. Sen benim tüm aşklarımın  raporusun, tüm aşklarımın hülasası, ana fikrisin Tiryandafilya. Senden öncekiler ya masadan kaçtı ya da onları masadan ben kovdum. Şimdi benim tüm bu kaybolan yıllarımın hesabını vermek de sana kaldı. Sevdiğin başka bir erkek olmasına rağmen bu yola girmen için de seni zerre kadar zorlamadım, bunu da biliyorsun Tiryandafilya. Duvarımın arkasına dolanman için sana elimden gelen tüm kolaylığı gösterdim. Bu asla senin marifetin, el çabukluğun, kahredici, tahrik edici, tahkir ve de tezyif edici dişiliğinle olmadı. Senden önce gidip, tüm kapıların kilidini senin için açan irade bendim. Orada beni çırılçıplak gördüysen benim sayemdedir. Şimdi dürüstçe oynayalım o zaman. Ama unutma Tiryandafilya; ihanet ilgi çekse de hain sevilmez…”

Efraim K‘nın kitabını buradan indirebilirsiniz.

 

kitap tanitan kitap 5 71 kitap indirin72 kitap indirinKitap tanıtan kitap 5

İmkânsız bir buluşma düşleyin: Nietzsche, Montaigne, Chomsky ile Fârâbî ve Muhyiddin İbn Arabî Hazretleri bir arada. Ama yalnız değiller, hemen yanı başlarına John Berger, Cahit Zarifoğlu, André Gorz , Oğuz Atay, İsmet Özel, Amin Maalouf, Gilbert Achcar, Nevzat Tarhan, Randy Pausch ve daha bir çok aşina olduğumuz yazar, şair, düşünür gelip oturmuş. Bu imkânsız buluşmayı Derin Düşünce sitesinin yazarlarına borçluyuz. Sadık dostlarımız Alper Gürkan, Mustafacan Özdemir, Mehmet Alaca, Mehmet Salih Demir ve en az “eskiler” kadar çalışıp didinen genç yetenekler: Essenza, Esma Serra İlhan, Gülsüm Kavuncu Eryilmaz, Abdülkadir Hacıaraboğlu, Azat Özgür. Kitap tanıtan kitapların beşincisini ilginize sunuyoruz, kitapların dünyasına açılan 23 pencereden bakmak için. Buradan indirebilirsiniz.

hamza_yusuf 71 kitap indirin72 kitap indirin Hamza Yusuf ile İslâm’ı anlamak

Elinizdeki bu kitap Ekrem Senai tarafından yapılan iki tercümeyi içeriyor:

  • Zaytuna Institute’den Hamza Yusuf Hanson’ın 2010 yılı Mayıs’ında Oxford üniversitesinde yaptığı İslâm’da reform konulu konferans,
  • Yine  Hamza Yusuf Hanson’ın Dr.Murata ve Prof.Chittick’in İslam’ın vizyonu isimli eseri üzerine yaptığı konuşma (Bahsedilen kitap, Türkçe’ye de çevrilmiştir.)

Hamza Yusuf Hanson 1960 yılında Amerika’nın Washington Eyaletinde dünyaya geldi; Kuzey California’da büyüdü. 1977 yılında müslüman olduktan sonra on yıl boyunca İslâm coğrafyasında Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Kuzey ve Batı Afrika gibi bölgeleri gezdi. Farklı ülkelerde iyi büyük alimlerden icazet aldı. Hamza Yusuf bu seyahatten sonra ülkesine dönerek Dinler Tarihi ve Sağlık Hizmetleri alanlarında diploma aldı. Dünyanın dört bir tarafında İslâm hakkında konferanslar veren Zaytuna Enstitüsü’nü kurdu. Batıya İslâm’ı sunan, İslâmî ilimlerin ve geleneksel metodlarla eğitimin yeniden canlanmasını amaçlayan Enstitü, dünya çapında üne sahiptir. Shaykh Hamza Yusuf, Fas’ın en prestijli ve en eski Üniversitelerinden birisi olan Karaouine’de ders veren ilk Amerikalı öğretim görevlisi olmuştur. Bunların yanısıra, klasik haline gelmiş geleneksel bazı Arapça metinleri ve şiirleri modern ingilizceye tercüme etmiştir. Halen eşi ve beş çocuğuyla birlikte Kuzey California’da yaşamakta. Buradan indirebilirsiniz.

Organik dinimi geri istiyorum 

organik_dinimi_geri_istiyorum - kc 71 kitap indirin72 kitap indirinBilim ve teknoloji alanında buluşumuz pek yok ama gün geçmiyor ki din konusunda yeni bir icat çıkmasın. Televizyon karşısında merakla “acaba bugün neler caiz ilan edilecek, neler haram edilecek?” diye merakla bekliyoruz. Bektaşi’ye sormuşlar: “İslam’ın şartı kaçtır?” diye, “Birdir!” demiş. “Hac ve zekatı siz kaldırdınız, oruçla namazı biz kaldırdık, geriye kelime-i şahadet kaldı”. Ben kelime-i şahadetten de emin değilim, her an bir profesör çıkıp “böyle bir şey yoktur, imanın şehadeti mi olur?” diye ortaya çıkabilir. […] İlahiyat profesörlerinin bir büyük zararı da bu oldu. Din’in siyaset gibi, futbol gibi, tartışılacak, insanın bilgisinin olmasa da fikrinin olabileceği bir alan olduğu tevehhümü oluşturdular. Her şeyin kutsallığını bozdular. Artık bacak bacak üstüne atıp çiğ ağzımızla Allah, peygamber ne demek istemiş “muhakeme” yapıyoruz hiç ar duymadan, hepimiz birer küçük şeyhülislam, birer fetva emini… hangi hadis uydurma, hangisi sahih şıp diye gözünden anlayıp ayetleri engin din bilgimizle şerh ediyoruz. Şu muhakemelerin bolluğundan da dini yaşamaya bir türlü sıra gelmiyor. Halbuki bir güzel insanın dediği gibi: “Din öğrenmekle yaşanmaz, yaşandıkça öğrenilir”.

Elinizdeki bu kitap Ekrem Senai’nin kaleme aldığı yazılardan ve tercüme ettiği makalelerden oluşuyor: Hamza Yusuf, Noah Feldman, Charles Townes, Marc Levine ve Karen Armstrong ile İslâm, Hayat ve Bilim üzerine… Buradan indirebilirsiniz.

71 kitap indirin72 kitap indirin

Banka Ordudan Tehlikelidir!

(Son güncelleme: İkinci sürüm, 27 Ekim 2013)

Bankacılarına söz geçiremeyen batı ülkeleri tıpkı 1980′lerde ordusuna söz geçiremeyen Türkiye’nin durumuna düştüler. Zira bize yansıtılanın aksine, 2008’de Amerikan emlâk sektöründen başlayan kriz öngörülemez bir felaket değildi.Yapılan düpedüz bir piyasa darbesi idi aslında. Tasarlanmış, planlanmış, yürürlüğe konmuş bir operasyon. Bu operasyonu yöneten insanlar daha 1980’lerde Batı adaletinin üzerine çıkmışlardı. Krizi frenleyecek yasal engelleri bir bir kaldırdılar, krizin küreselleşmesini sağlayacak mekanizmaları yine onlar kurdular. Elinizdeki 60 sayfalık bu e-kitap Batı’da demokrasinin gerileme sürecini sorguluyor:Demokrasinin zayıf noktaları nelerdir? Bankalar nasıl oldu da halkın iradesini ayaklar altına alabildiler? “Hukuk devleti” diyerek örnek aldığımız demokratik ülkeler neden bu Piyasa Darbesi‘ne engel olamadılar? Askerî darbelerden yakasını kurtaran Türkiye’de hükümet Piyasa Darbesi ile devrilebilir mi?  Buradan indirebilirsiniz.

 

Sanat Yoluyla Hakikat Bulunur mu?

71 kitap indirin72 kitap indirinİnanmak belki zor ama … eğer sınırsız görme kabiliyetine sahip olsaydık hiç bir şey göremezdik!güneşe dürbünle bakan biri gibi kör olurduk.Gözlerimizin sınırlı oluşu sayesinde görüyoruz dünyayı. Immanuel Kant’ın meşhur bir güvercini vardır, havayı iterek uçar ama havanın direncinden yakınır durur. “Hava olmasaydı daha hızlı uçabilirdim” der. Hakikat’i görmekte zorluk çekmemizin sebebi O’nun gizli olması değil tersine aşikar olmasıdır. Aksi takdirde Hakikat’i içeren, kapsayan ve perdeleyen daha hakikî bir Hakikat olması gerekirdi. İşte bu sebeple Hakikat’i görmek için Bilim’e değil Sanat’a ihtiyacımız var, bilmek için değil bulmak söz konusu olduğu için. Derin Düşünce yazarları Sanat-Hakikat ilişkisi üzerine yazdılar.Buradan indirebilirsiniz.

Kitap tanıtan kitap 4

71 kitap indirin72 kitap indirinAlışılagelmiş kitap sunumlarından farklı bir çalışma bu. Neden? Öncelikle kitap tanıtan kitap serisinde tanıtımı yazanlar da tıpkı tanıtılan sanatçı ve filozoflar gibi birer yazar. Bir çoğu profesyonel ve yarı-profesyonel olarak yazı hayatlarını sürdürmekteler. Ek olarak… katkıda bulunan yazarlar eserin güzelliği kadar kendi iç güzelliklerini, kişisel tecrübelerini, eserle ve yazarla tanışma serüvenlerini de ortaya koyuyorlar. Bu bakımdan kitap tanıtan kitapAktaş, Kafka, Ramazanoğlu veya Kazancakis ile olduğu kadar Başarslan, Gürkan, Becer ve Özdemir ile de tanışmanın veya mevcut dostluğu ilerletmenin güzel bir yolu. Bu 4cü kitapta Yine « ağır » konuklarımız var : Franz Kafka, Cihan Aktaş, Michel Houellebecq, Yıldız Ramazanoğlu, Nikos Kazancakis, Ali Şeriati, Jacques Derrida, Selim İleri, André Gide. 20 farklı kitap, Rusya, Fransa, İran, Almanya ve Türkiye’den 20 yazar. 98 sayfalık bu kitabı, kitap tanıtan kitapların dördüncüsün ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

Sosyalizm İslam’a uyar mı? (Tartışma)

71 kitap indirin72 kitap indirinBir yanda zekât üzerinden eşitlikçi bir İslâm yorumu yapan anti-kapitalist Müslümanlar. Diğer tarafta bir türlü iktidar olamayan, sosyalizmi bilmeyen, kemalizmi demokrasi zanneden devletçi, hatta darbe yanlısı bir Türk solu.

Türk solu geçmişiyle yüzleşemekten korkuyor. Solcunun solcuyu katlettiği 1 Mayıs 1977 bir tabu. Deniz Gezmiş’in ulusalcı duruşunu da eleştiremiyorlar. Evet… Türk solcuları iktidara yürümek için bir koltuk değneğine muhtaçlar. Peki ya İslâm? Sosyalizm İslâm’a ne kazandırabilir? Sosyalist devletlerin Müslümanlara yaptığı onca eziyetten sonra Müslümanlar sosyalizm ile ittifak yapabilir mi?

Derin Düşünce okurları tartıştılar, biz de kitaplaştırdık. Buradan indirebilirsiniz.

Jean-Paul Sartre ile Kaliteli bir Ateizme Doğru

(Son güncelleme: İkinci sürüm, 8 mayıs 2013)

71 kitap indirin72 kitap indirinYokluk var mıdır? Evinizin içini dolduran boşluğu gördünüz mü hiç? Bir türlü gelmeyen şu trenin verdiği sıkıntı ya da sizi habersiz bırakan dostlarınızın sessizliği gerçek değil mi yoksa? Tutulmamış sözler, ödenmemiş borçlar… Yokluk da var aslında “var” dediğimiz şeyler kadar. Ama Yok’un varlığı sadece şuurlu insanlar için gerçektir; gelecekten, birisinden cevap bekleyenler için bir yokluktan, eksiklikten bahsedebiliriz… Artık olmayan gençlik yılları ya da henüz gelmemiş olan yaşlılık da bugünün gerçeği değil mi? Hatırlayan, ümid eden, düş kırıklığını ve gelecek korkusunu tatmış her insan için bir “yokluk” vardır, gerçektir ve bugüne dahildir.

Ateizmin ürettiği en kaliteli metinlerinden biri olan Varlık ve Hiç elinizdeki bu kitabın belkemiğini oluşturuyor. Filozof ve edebiyatçı olan Jean-Paul Sartre hiç şüphesiz Batı felsefesinin köşe taşlarından biridir. Varlık, İnsan, Özgürlük ve Ahlâk tasavvuru üzerine yazdığı eseri tanrısız bir ahlâk teorisi. “Geleneksel” dinler ile göbeğini kesmiş bir “iyi insan” arayışı içinde Sartre. Bu arayışın neticesi ateist emir ve yasaklar değil insan fıtratının önemli bir veçhesi, özgürlük şuuru:

“İnsan özgürdür ve bunun farkındadır; bu farkındalık ile, özgürlük ve sorumluluk şuuruyla yaşamaya mahkûmdur.”

Bu bağlamda Sartre gerçek bir ateist: Tanrı karşıtı değil Tanrı-SIZ. Vicdanın sesini duyma gayretinde. Görünmeyen tanrılar ile kavga etmek yerine “görünürde tanrı yok, biz insan olarak ne yapabiliriz?” diye soruyor. Buradan indirebilirsiniz.

Ey Kapitalizm! Kara Sevdam! / Charles Allen Scarboro

71 kitap indirin72 kitap indirinNe gariptir ki Türkiye’de hemen her kesimden insanı kolaylıkla birleştirebilen bir slogan var: “Kapitalizme Hayır!”. İslâmcı, komünist, ülkücü, Kemalist… Yürüyüşler yapıyorlar. Seminerler düzenliyorlar. “Küresel sermayeye geçit yok!” . İşçilerin sömürülmesinden Afrika’daki açlığa, ortadoğudaki petrol savaşlarından dünyanın kirlenmesine kadar her taşın altından çıkan bir düşman bu. İyi ile kötü arasında bir çizgi çekmek, kötüleri “öteki tarafta” bırakmak… O kadar kolay mı?

“Ah keşke her şey o kadar basit olsaydı. Bütün kötülükleri içi kararmış birileri yapsaydı ve bütün mesele onları bulup yok etmekten ibaret olsaydı. Ne var ki İyi ile Kötü arasındaki çizgi her insanın kalbinden geçiyor. Kim kendi kalbinin bir parçasını yok etmek ister?” (Soljenitsin)

Okuyacağınız bu kitap insanların para ile, tüketim ile kurdukları ilişkiye ışık tutuyor. Charles Allen Scarboro’nun Karl Marx ve Max Weber’in fikirlerinden de isitifade ederek hazırladığı özgün bir çalışma. Scarboro İstanbul’da yaşayan bir Amerikalı. Akademik birikiminin yanı sıra kapitalizmin anavatanından gelmesi, “içimizde yaşayan bir öteki” olması bu kitaba ayrı bir lezzet katıyor.Buradan indirebilirsiniz.

71 kitap indirin72 kitap indirinŞiirlerim, Öykülerim / Cemile Bayraktar

İnsan ya zevkten yazar ya dertten yazar. Ama insan bazen dertli olduğunu kendi bile bilmez, derdini ve zevkini kendi yazar ama farkında değildir, derdini de, şevkini de bazen kendi yazmamışçasına, yazdığından okur, insanın kendinde bilmediği yansımıştır yazıya, insan dertten yahut zevkten yazarken herkes kadar kendini okur. İnsan önce kendi için yazar. O vakit yazdığı aynası olur. Buradan indirebilirsiniz.

 

71 kitap indirin72 kitap indirinKitap tanıtan kitap 3

İnsanları birleştiren, engelleri ortadan kaldıran bir eylem yazmak… ve tabi okumak. Heinrich Böll, Sadık Yalsızuçanlar, Jean-Paul Sartre, Leyla İpekçi, Samuel Beckett, Peyami Safa, Immanuel Wallerstein, Marilyn Monroe veya Baudelaire… Farklı ülkelerde yaşamış, farklı kaygılarla yazmış olsalar da bütün yazarlar bir iz bırakmak, günü gelince başka insanlarca okunmak isterler. Evet… Yazmak vermektir. Kitap tanıtan kitaplarımızın üçüncüsünü ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin