RSS Feed for This Post

İslamî Bankacılık için yeni bir yasa gerekli mi?

Islami-bankacilik (3)

Türkiye’de “Katılım Bankacılığı” olarak bilinen bankacılık türü tüm dünyada “Faizsiz Bankacılık” (Interest-free Banking) veya “İslami Bankacılık” (İslamic Banking) olarak isimlendirilmekte. Bu bankalar Türkiye’de 1980’li yıllarda ilk kurulduğunda “Özel Finans Kurumları” adını almış ve daha sonraki süreçte çeşitli yasal düzenlemelerle 2006 yılından itibaren “Katılım Bankacılığı” ismiyle anılmaya başlanmışlardır. Bu açıdan “Faizsiz Bankacılık”, “İslami Bankacılık” ve “Katılım Bankacılığı” genellikle birbirlerinin yerine kullanılabilen kavramlardır.

Özel Finans Kurumları, kuruluşlarından itibaren derli toplu, kendilerine ait güçlü bir yasal zemine sahip olamadılar. Bunun en önde gelen sebebi Türkiye’deki hâkim devlet ve siyaset geleneğinin faizsiz bankacılık konusuna mesafeli islami-bankacilik-5yaklaşımıydı. Bu yüzden Özel Finans Kurumları uzunca bir süre ilgili kamu otoritelerinin çıkardıkları kararname, genelge ve tebliğlerle faaliyetlerini yürütmeye çalıştılar. Kuruluşlarından sonra yaklaşık 20 yıllık süre zarfında yapılan çeşitli yasal düzenlemelerden sonra en son 2005 yılında 5411 sayılı Bankacılık Kanuna dâhil edilerek bankacılık sektöründeki üç bankacılık türünden biri olmuşlardır. Bu tarihten itibaren Türkiye’de finans sistemi içindeki geleneksel bankalar ile aynı Kanun içerisinde düzenlenmiş olmaları, hem belli bir güven sağlanmış hem de mevduat bankaları ile aynı rekabet ortamının bir parçası olarak eşit şartlarda faaliyet göstermelerine imkân tanımıştır.

5411 sayılı Kanunda açık bir biçimde kendilerine yer bulmaları ve yeni isimleri ile Katılım Bankaları güven ve tanınırlık sorunlarını önemli ölçüde çözmüş oldular. Aynı dönemden itibaren, daha önceki yılarda söz konusu olan siyasi atmosferin negatif etkisinden de kurtulan Katılım Bankaları hızlı bir atağa kalkarak son on yılda her açıdan geleneksel bankalardan daha iyi bir büyüme performansına sahip oldular. Ancak bununla beraber Katılım Bankalarının Türkiye’de mevcut çalışma pratikleri ile doğal sınırlarına çok yaklaştığını tahmin ediyoruz. Şu anda Katılım Bankalarının sektör içindeki payı %5-6 dolaylarında. Bankacılık sektörü içindeki toplam hacmini arttırarak bir sıçrama yapmak, yeni bir açılım sağlamak ve geleneksel bankacılık sistemine, esasında bir bütün olarak faize dayalı ekonomik sisteme gerçekten göz dolduracak bir alternatif olabilmeleri için Katılım Bankalarının çalışma biçiminde önemli bir değişikliğe gitmeleri artık kaçınılmaz bir noktaya gelmiş durumda. Fakat bunun gerçekleşmesi için de atılması gereken öncelikli adım, katılım bankacılığının ayrıntılı hazırlanmış müstakil bir yasal altyapıya kavuşturulmasıdır. Ancak böyle bir yasal zemin üzerinde katılım bankacılığının yaygınlık kazanarak derinleşeceğini ve kökleşebileceğini söyleyebiliriz. Şimdiki hallerinde faizsiz bankacılığa ilişkin yapılan bölük pörçük yasal düzenlemelerin, sanki temel ve esas kabul edilen faize dayalı finansal sistemin boşluklarının doldurmaya yönelik olduğu izlenimini vermekte.

***

islamic-banking1Katılım bankalarının bankacılık sektörü içerisindeki payı yüksek düzeylere ulaşmamış olsa da son yıllarda bu bankalara yönelik ilginin arttığı açıktır. Bugün dünyada sadece İslam ülkelerinde değil, özellikle dünya finans piyasalarında yaşanan bütünleşme sonucunda İngiltere ve ABD gibi gelişmiş finans piyasalarına sahip ülkelerde de faizsiz bankacılık sistemi ilerlemiştir. Dünyanın sayılı bankaları, bünyelerinde faizsiz bankacılık bölümleri açarak Ortadoğu’da atıl durumda bulunan petro-dolarları bünyelerine katmaya çalışmaktalar. Türkiye’de de, faaliyet gösteren dört özel katılım bankası dışında devlet tarafından da katılım bankacılığı ilkelerine göre çalışan kamu bankaları kurulmasına yönelik çalışmalar olduğu bilinmekte. Bu gelişmeler Türkiye’de kamunun da, dünyadakine paralel olarak bu bankacılık türü ile daha yoğun bir biçimde ilgileneceğine işaret ediyor.

Gerekli yasal düzenlemeler yapılmadan devletin katılım bankacılığı sektörüne yapacağı niceliksel katkının sınırlı, niteliksel katkının ise neredeyse hiç olmayacağını öngörebiliriz. Hali hazırda faaliyet gösteren Katılım Bankalarından alınacak payın toplama katkısı olmayacağı açıktır. Devletin katılım bankacılığı yapmaya başladığı düşüncesiyle bankacılık sektöründen tamamen uzak, atıl tutulan fonların katılım bankacılığı sistemine akmaya başlayacağına inanmamız için de bir sebep bulunmuyor. Mümkün olabilecek en fazla katkı, kamu bankalarında atıl duran resmi ve özel fonlardan bir kısmının katılım bankacılığı sistemine aktarılmasıyla sınırlı kalacaktır. Fakat bununla beraber, gerekli yasal düzenlemelerden sonra doğru adımlar atıldığında Katılım Bankalarının ortaya koyacağı projelerin hedef kitlesinin sadece faiz hassasiyeti olanlar değil, kârlılığını karşılaştırarak karar verecek olan tüm rasyonel fon sahipleri olacağını söylemek mümkün.

islami-bankacilikBankalardaki kredi kullandırma yöntemine en çok benzeyen murabahanın ( kurumsal/bireysel finansman desteği) katılım bankalarında %90’dan fazla yer tutması hep tartışılagelmiştir. Teorisi yapılırken faizsiz bankacılığın esasında emek-sermaye ortaklığına dayandığı, kâr-zarara katılmanın esas olduğu özellikle vurgulanır. Gerçek anlamda kâr-zarar ortaklığını sağlayacak, bunun yanında emek ile sermayeyi bir araya getirecek olan mudarebe ve müşareke gibi yönetmelere uygulamada neredeyse hiç rastlanmaz. Sektörde faaliyet gösteren katılım bankalarının hepsi özel sermayeli olduğundan, kısa vadeli kârlara odaklanmaları, uzun vadeli risk almak konusunda iştahlı olmamaları ve operasyonel kolaylığı sebebiyle murabaha yöntemine ağırlık vermeleri anlaşılır bir durum. Buna karşılık kamu sermayeli bir katılım bankasının kısa vadede önceliğinin kâr olması zorunluluğu bulunmayabilir; bu açıdan bakıldığında sektörde katılım bankacılığının büyümesi, yaygınlaşması ve derinleşmesi için öncü rol olma ve özel sermayeli katılım bankalarını da peşinden sürükleme, hatta yenilerinin piyasa girmesini sağlama imkânına sahiptir.

Mevcut çalışma pratiği dâhilinde devletin kurduğu Katılım Bankaları yöneticileri ve ilgili diğer kamu görevlilerinin üzerinde kısa vadeli başarı hikâyeleri oluşturmak baskısı, yasal çalışmaların ötelenmesi hatta hiç gündeme gelmemesine sebep olabilir. Bu konuda zaafa düşmemek için, siyasi iradenin ve ilgili bürokratların güçlü ve istikralı bir katılım bankacılığının yerleşebilmesi için daha uzun vadeli hedeflere odaklanmasının gerekliliği gözden kaçırılmamalı.

***

Katılım bankalarının diğer bankalarla aynı yasaya tabi olarak faaliyetlerini sürdürmelerinin eşit rekabet şartlarının oluşmasını ve piyasada güvenin temin edilmesini sağladığı tartışmasızdır. Fakat bu durumun faydaları ve gerekliliği kabul edilmekle birlikte Katılım Bankalarının kendi farklılıklarını ortaya koyabilecek yeterli bir yasal zemine sahip olmadıkları da bir gerçektir. Maalesef son on yılda da bu hususa gereken önemin verildiğini söyleyemeyiz. Örneğin, faizsiz bankacılığın Türkiye uygulaması olan katılım bankacılığının fon kullandırma yöntemleri, “Bankaların Kredi İşlemlerine İlişkin Yönetmelik” in son bölümünde “Çeşitli ve Son Hükümler” başlığı altında birkaç cümle ile tanımlanmakla yetinilmiştir. Bankacılık sektörü içinde yeri, önemi, ekonomik ve toplumsal faydası diğer mevduat bankalarından farklı olmayan (İslam fıkhı açısından değil) “Kurumsal Finansman Desteği” ve “Bireysel Finansman Desteği” dışındaki yöntemlerin uygulamada pek bir karşılığı bulunmuyor. Esasında bir şirketleşme modeli olan ve kendi esas özgünlüğünü ortaya koyabileceği diğer yöntemlerin, daha ayrıntılı ve özel bir yasayla düzenlenmesinin kesinlikle çok faydalı olacağını düşünüyoruz. Bu düzenlemelerle yüzü reel ekonomiye dönük olan Katılım Bankaları, yeni finansman modelleri ile ekonomiye katkı sağlayacak bir çeşitlilik oluşturdukları gibi buna bağlı olarak üretilebilecek menkul kıymetler ile kendi aktif kalitesini yükseltmek ve likiditesini güçlendirmek imkânına da kavuşabileceklerdir. Ayrıca mevduat bankalarından farklı olduklarına ilişkin tartışmalarda, çalışma yöntemlerini topluma anlatmalarının ve daha geniş kitlelere ulaşmalarının kolaylaşacağı da açıktır. Çünkü kabul etmek gerekir ki, mevcut mevzuat Katılım Bankalarının İslam hukukuna tam tamına uygun olarak çalışmasına imkân tanımadığı ve ihtiyaçlarını karşılamadığı gibi, gelişmesi ve yaygınlaşmasına da yardımcı olamıyor.

Katılım bankacılığının potansiyelinden tam olarak yararlanabilmek için belirgin bir yasal çerçeve oluşturmasının zamanının geldiğini söyleyebiliriz. Türkiye’de bu alanda uzman sayılabilecek isimlerin başında gelen Prof. Hayrettin Karaman da yeri geldiğinde faizsiz bankacılık konusunda yasal düzenlemelerin gerekliliğine değinmektedir. Yakın zamanda katılım bankacılığı yapacağı anlaşılan devletin bu alanda öncü olabilecek uygulamaların gelişebilmesi için öncelikle yasal düzenlemeler yapması çok doğru bir yaklaşım olacaktır.

Katılım Bankalarına mahsus bir yasa çalışmasının tam vakti olduğunu düşünüyoruz.

 

islami-bankacilik (2)

 

… Bazı  gerçekler ve liberal yalanlar üzerine okumak için…

Liberalizm Demokrasiyi Susturunca

Halkın iradesi liberalizm ile çatışırsa ne olur? 2008′de başlayan ekonomik kriz sürmekte. Eğitim, sağlık ve güvenlik hizmetlerine ayrılan bütçeler kırpılırken batan bankaları kurtarmak için yüz milyarlarca dolar harcanıyor. Alın terinin finans kurumlarına peşkeş çekilmesini istemeyenler protesto ediyor. Ama batılı devletler polis copuyla finans sektörünü savunmaktalar. Ne oldu? Bütün nüfusun binde birini bile temsil etmeyen bankacıların çıkarları geri kalan %99.99′un önüne nasıl geçti? Alıp satma, üretip tüketme özgürlüğü nasıl oldu da halkı finans sektörünün kölesi yaptı? Mal, hizmet ve sermayenin serbest dolaşımı uğruna halkın iradesi çiğnenebilir mi? Okuyacağınız kitap demokrasi ile liberalizmin savaşı üzerinedir. Buradan indirebilirsiniz.

Banka Ordudan Tehlikelidir!

Atina’da, Roma’da, Madrid’de ve Washington’da artık halkın değil bankaların dediği oluyor. Batı’da demokrasi geriliyor, yeni bir düzen kuruluyor. Alıp satma özgürlüğü nasıl oldu da halkı bankaların kölesi yaptı?

İnsanî değerlerin değil maddî değerlerin hakim olduğu her toplum kendi arsızlığı altında ezilmeye mahkûm aslında. Thomas Jefferson, George Washington, Max Weber, Hannah Arendt, Karl Marx ve Alexis de Tocqueville’in eserlerinde ısrarla üzerinde durulan bir mesele bu. Zenginleşmeye ve para ile daha çok haz almaya odaklanan insanlar bencilleşiyorlar. Siyasetten, cemiyetin dertlerinden uzak, oy kullanmaya bile üşenen bir güruh çıkıyor meydana.

 Tam da bu yüzden Batı’da demokrasinin en büyük düşmanı batılı insan modeli oldu. Kendini özel hayatına hapseden, lüks tüketime, tatile, konfora odaklanan batılı insanlar politikadan uzaklaştılar. Bu refah toplumunun bireyleri diğer insanların dertlerine duyarsızlaştı. Para bu süreçte kutsallaştı. Yine bu yüzden bankalar ve bankacılar ilahlaşarak hukukun üstüne çıkabildiler.

İşte bu fikrî zemindir sermayeyi aşırı büyüten, savcıları, hakimleri bile etkisiz hale getiren. Bankacılarına söz geçiremeyen batı toplumları tıpkı 1980′lerde ordusuna söz geçiremeyen Türkiye’nin durumuna düştüler… Peki 2008 ekonomik kriz süreci nasıl gelişti? Krizi tetikleyen ve büyüten ne oldu?

Bize yansıtılanın aksine, 2008’de Amerikan emlâk sektöründen başlayan kriz öngörülemez bir felaket değildi. Yapılan düpedüz bir piyasa darbesi idi aslında. Tasarlanmış, planlanmış, yürürlüğe konmuş bir operasyon. Bu operasyonu yöneten insanlar daha 1980’lerde Batı adaletinin üzerine çıkmışlardı. Krizi frenleyecek yasal engelleri bir bir kaldırdılar, krizin küreselleşmesini sağlayacak mekanizmaları yine onlar kurdular. Yaklaşık 40-50 kişilik bir ekip. Kriz sürecinden zenginleşerek ve güçlenerek çıktılar. Banka kurtarma operasyonlarıyla halen zenginleşmekteler.

Elinizdeki 60 sayfalık bu e-kitap Batı’da demokrasinin gerileme sürecini sorguluyor:

  1. Demokrasinin zayıf noktaları nelerdir? Bankalar nasıl oldu da halkın iradesini ayaklar altına alabildiler?
  1. “Hukuk devleti” diyerek örnek aldığımız demokratik ülkeler neden bu Piyasa Darbesi‘ne engel olamadılar?
  2. Askerî darbelerden yakasını kurtaran Türkiye’de hükümet Piyasa Darbesi ile devrilebilir mi?

 Buradan indirebilirsiniz.

 

… Bu konuda okumak için…

Müslüman’ın Zaman’la imtihanı

Sunuş: Müslümanlar dünyanın toplam nüfusunun %20’sini teşkil ediyorlar ama gerçek anlamda bir birlik yok. Askerî tehditler karşısında birleşmek şöyle dursun birbiriyle savaş halinde olan Müslüman ülkeler var. Dünya ekonomisinin sadece %2-%3′lük bir kısmını üretebilen İslâm ülkeleri Avrupa Birliği gibi tek bir devlet olsalardı Gayrı Safi Millî Hasıla bakımından SADECE Almanya kadar bir ekonomik güç oluşturacaklardı. Bu bölünmüşlüğü ve en sonda, en altta kalmayı tevekkülle(!) kabul etmenin bedeli çok ağır: Bosna’da, Filistin’de, Çeçenistan’da, Doğu Türkistan’da ve daha bir çok yerde zulüm kol geziyor. Müslümanlar ağır bir imtihan geçiyorlar. Yaşamlarını şekillendiren şeylerle ilişkilerini gözden geçirmekle başlıyor bu imtihan. Teknolojiyle, lüks tüketimle, savaşla, kapitalizmle, demokrasiyle , “ötekiler” ile ve İslâm ile olan ilişkilerini daha sağlıklı bir zemine oturtabilecekler mi? Müslüman’ın Zaman’la imtihanı adındaki 204 sayfalık bu kitap işte bütün bu konuları sorgulayan ve çözümler öneren makalelerden oluşuyor.

İslâmcılık, Devrim ile Demokrasi Kavşağında

“[…] Hakikatin muhatabı insanlardır, devletler değil. Hakikat bir iktidar söylemi olamaz ve bir iktidara uyruklaştırılamaz. Nitekim şu anda İran rejimi devrimci niteliğini yitirdiği gibi, uyguladığı abartılı ve akıl dışı baskılarla da, insanları giderek İslam dışı arayışlara itmekte. Aynı şeyleri Osmanlı’da ve tersinden  Türkiye’de de yaşamadık mı?”

Böyle diyordu Ümit Aktaş kendisiyle yaptığımız röportajda. Müslümanlar “modern” bir dünyada Müslümanca yaşamanın yollarını arıyorlar Türkiye’de, iran’da, Mısır’da ve Avrupa’da, Amerika’da… Kâh demokratik yöntemler kâh devrimler, isyanlarla. Bu arayış bir çok faktörü hesaba katmayı gerektiriyor çünkü çok şey değişti 1400 yıldır: Teknoloji, ekonomi, toplumsal hayat.

Müslümanca yaşamak için devletin de “Müslüman” olması mı gerekiyor? Bu o kadar net değil. Çünkü İslâm’ın gereği olan “kısıtlamaları” insan en başta kendi nefsine uygulamalı. Adı “İslâmî devlet” konsa bile dinî mecburiyet ve yasakların kanun gücüyle uygulanması vatandaşı çocuklaştırıyor ister istemez. Dahası iyi-kötü ayrımı yapmak, iyiden yana tercih kullanacak cesareti bulmak gibi insanî güzellikler devletin elinde bürokratik malzeme haline geliyor.

21ci asırda Müslümanca yaşamak için İslâm’ın özüne dair olanı, değişmezleri koruyup son kullanma tarihi geçmiş geleneklerden kurtulmak kolay olmayacak. AKP’yi iktidara taşıyan fikrî yapıyı, Demokrasi – İslâm ilişkisini, İran’ı ve Milli Görüş’ü  sorguladığımız bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin