RSS Feed for This Post

Dokuz yüz katlı insan / Mustafa Merter

cocuk“… S. Freud, bastırma (repression) diye tanımlanan süreci, tedavisi altına aldığı hastalarında, rüyalarda ve günlük hayatın akışının dikkatlice izlenmesinde (dil sürçmeleri, hatalar, “tesadüfî” düşünceler ve icraatlar) bulur ve ispat eder. Çok çarpıcı bir örneği kendi tedavi tecrübelerimden vereyim. Ağır bir nöroz yaşayan ve kendini ifade etmekte çok zorlanan bir hanım hastam, evden ayrılma sürecini anlatırken, dil sürçmesi olarak “Evden ayrıldım (ana/baba ocağı) ve tekrardan evlendim” cümlesini kurdu. “Şu son cümleyi tekrarlar mısınız?” dediğimde, yüzü kızardı, gözyaşlarına boğuldu ve terapide, çocukken (defalarca baba tarafından) uğradığı tacize nihayet temas edebildi. İşte kendisinin bu olayı seneler boyu bastırmış olmasına rağmen, sanki ikinci bir sistem devreye girmiş ve bu acıyı ikimizin de duyması için ifade etmişti  […]

S. Freud’a Göre İnsanın Özü Nedir ve İnsan “Neyi” Bastırır? Bu soru sorulduğunda, “Biz aslında neyiz?” denildiğinde, Batı dünyasının insanı anlama mevzuundaki felsefi gidişatının son derece ilginç süreci ile karşılaşırız. Eflatun’a baktığımızda insanın temel arzusu, sevgisi (Eros) için tatmin eden bir muhatap bulmaktır.[…]

İnsan denen “bilgisayar”, Freud’a göre haz almak üzere programlanmıştır, hayatın başka bir amacı yoktur. Ama maalesef bu hazperest insan, dış dünyanın gerçekliği ile temas ettiğinde büyük bir şok yaşar. Sonsuz arzu ve isteklerinin dış dünya tarafından kabul edilmediğini gördüğünde kalan tek çare, acısını bastırmaktır (yani alt bilinçdışı deposu dolmaya başlar). Eğer aslımız sonsuz derecede hazperest ise, varlığımızın ağırlık noktası (sıklet noktası) alt bilinçdışımız olmalıdır. Bilinç ve ego ise arızi(ikincil)dir. Yani Freud’a göre, tımarhanedeki şehvet, hırs, gurur ve zevk düşkünü deliler aslında haklıdırlar ve sokağa salınmaları gerekir. Hiçbir şey bu nörotik yapımızı değiştiremez. Tüm çabalar, mesela ileride göreceğimiz letâfet kazandırma/ süblimasyon, aslında kendini kandırmaktan başka bir şey değildir. İşte bilinçli benlik (ego/ben), bu çatışmanın ortasında meydana çıkmaya başlar. Ego ve ben gerçek hayata daha yakın olduğu için daha ziyade gerçeklik prensibinin hükmü altındadır ve ömür boyu alt bilinçdışı kaynaklı arzu ve istekleri denetleyip kontrol altında tutmaya çalışır. İnsan denen varlığın diğer “hayvanlara” göre üstünlüğü nörotik olmasında yatar; yani insan, sistematik bir ısrarla “hayvani”, içgüdüsel yönlerini bastırır ve bu nedenle, Friedrich W. Nietzsche’nin de tanımladığı gibi temelden hastadır. Evet, gördüğümüz gibi, S. Freud’a göre insanın aslı, şehvani arzu ve isteklerdir ama insan toplumla bağdaşmadığı için bu yönünü yok sayarak bilinçdışını inşa eder.
…”

 

… Bu konuda okumak için…

freud-kapakGurbetçi Freud ve “Das Unheimliche”

Modern insanın kalabalıkta duyduğu yalnızlığı sorgulamak için iyi bir fırsat… Sigmund Freud gurbette olma duygusunu, yabancılık, terk edilmişlik hissini anlatan “Das Unheimliche” adlı denemesini 1919’da yayınlamış. İsminden itibaren tefekküre vesile olabilecek bir çalışma. Zira “Unheimliche” alışılmışın dışında, endişe verici bir yabancılık hissini anlatıyor.

Bu hal sadece İnsan’a mahsus: Kaynağında tehdit algısı olmayan, hayvanların bilmediği bir his. Belki huşu / haşyet ile akrabalığı olan bir varoluş endişesi? Gurbete benzer bir yabancılık hissi, sanki davet edilmediğim bir evdeyim, kaçak bir yolcuyum bu dünyada. Freud’un İd (Alt bilinç), Benlik (Ego), Üst Benlik (Süperego) kavramları iç dünyamızdaki çatışmalara ışık tutabilir mi? Dünyada yaşarken İnsan’ın kendisini asla “evinde” hissetmeyişi acaba modern bir hastalık mıdır? Teknolojinin gelişmesiyle baş gösteren bir gerginlik midir? Yoksa bu korku ve tatminsizlik hali insanın doğasına özgü vasıfların habercisi,  buz dağının görünen ucu mudur? Hem Sigmund Freud’u tanıyanların hem de yeni keşfedecek olanların keyifle okuyacağını ümid ediyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

 

Derin İnsan

“Düşümde bir kelebektim. Artık bilmiyorum ne olduğumu. Kelebek düşü görmüş olan bir insan mıyım yoksa insan olduğunu düşleyen bir kelebek mi?” (Zhuangzi, M.Ö. 4.yy)

“Ben” kimdir? İnsan nedir? Hakikat’in ne tarafındayız? Hiç bir şüpheye yer bırakmayacak bir şekilde nasıl bilebiliriz bunu? Zekâ, mantık ve bilim… Bunlar Hakikat ile aramıza bir duvar örmüş olabilir mi? Freud, Camus, Heidegger, Kierkegaard, Pascal, Bergson, Kant, Nietzsche, Sartre ve Russel’ın yanında Mesnevî’den, Mişkat-ül Envar’dan, Makasıt-ül Felasife’den, Füsus’tan ilham alındı. Hiç bir öğretiye sırt çevrilmedi. Aşık Veysel, Alfred Hitchcock, Maupassant, Hesse, Shyamalan, Arendth, Hume, Dastour, Cyrulnik, Sibony, Zarifian ve daha niceleri parmak izlerini bıraktılar kitabımıza. Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin