RSS Feed for This Post

İnsan’ı sevmek ve eşyayı kullanmak gerekiyordu, yine tam tersini yaptılar

benlik-tuketim0Liberalizm de artık totaliter bir rejimdir

Tanımadıkları insanlara hava atmak için borç parayla ihtiyaçları olmayan şeyleri satın alıyorlar. “Uygarlık” dedikleri şey ilkellikten beter. “Aydınlanma” çağıyla başlamış bir zifiri karanlığın içinde geriye doğru gidiyorlar ve buna “ilerleme” diyorlar.

İndirimli satışlarda birbirini ezen insanlar; yeni çıkan bir elektronik alet için mağaza önünde sabahlayanlar… Batı’nın güneşi galiba gerçekten batıyor.

Kendi ihtiyaçları için değil moda, sağlıklı yaşam, güzellik gibi erişilmez soyut hedefleri satın almak için ömürlerini tüketen bu insanlar bir çok bakımdan 1930’lardaki faşist dedelerine benziyorlar. Bugün torunların tüketim ile doyurmak istediği kimlik ihtiyacını o gün dedeler şiddet ile, ırkçılık ile doyuruyorlardı. Faşizm ve komünizm gibi soyut idealler peşinde koşan bu insan sürüleri Cennet’i gökyüzünden yere indirmek isterken  yeryüzünü Cehennem’e çevirmişlerdi. Stefan Zweig 1944’te yayınlanan Dünkü Dünya’da (alm. Die Welt von Gestern) Avrupalı halkların topyekün savaşlara gidişini şu kelimelerle anlatmış:

“… İtiraf etmeliyim ki halk yığınlarının ayağa kalkışında muhteşem, sürükleyici hatta baştan çıkarıcı bir şey vardı. Savaştan nefret ediyordum ve şiddetten tiksiniyordum ama hayatımı bu ilk günlerin hatırasından mahrum bırakmak istemedim. Yüz binlerce insan barış zamanında asla olmadığı kadar iyi hissediyorlardı kendilerini: O derecede büyük bir dayanışma ruhu vardı. Her bir insan için kendi benliği yüceliyordu. Eski zamanın yalnız adamı değildi artık; bir yığının parçasıydı; Halktı o. O güne kadar kıymetsiz olan şahsiyeti bir anlam kazanmıştı …”

Totaliter rejimler kimliksiz insanların omuzları üzerinde yükselir

Stefan Zweig haklı. Hızla endüstrileşen Avrupa’da köylüler de hızla işçi haline geliyordu. Doğdukları topraklardan yüzlerce kilometre uzakta, aileden kopuk şekilde yaşamak zorunda kalan bu insanlar köylü halk iken şuursuz bir halk yığını haline geldiler. Kimliksiz ve izolasyon yüzünden Hannah Arendt’in tabiri ile “atomize” olmuşlardı. Savaşa koşmalarının sebebi maddî çıkarlar değildi. Tahammül edilmez olan günlük hayat kavgasına mânâ verecek bir maneviyat arıyorlardı:

“… Totaliter propaganda gerçek dünya ile rekabet edebilecek bir dünya kurabilmişti. Çünkü halk yığınları kendi tecrübelerine, gözle görünür, elle tutulur hiç bir şeye inanmıyorlardı. Güvendikleri şey hayal güçleri ve kendi içinde tutarlı, evrensel, soyut ideallerdi. Gerçek hayattan kaçmak bir saplantı haline gelmişti. Gerçek dünyanın karmaşık ve öngörülemez yönlerine tahammülleri yoktu. Basit, anlaşılabilir bir dünya yalanı karmaşık bir dünya gerçeğinden daha cazipti …” (Arendt, Totalitarizmin Kaynakları, 1951)

benlik-tuketim2Geçen bölümde bilim yobazlığından bahsederken pozitif bilimleri yegâne bilgi kaynağı kabul etmenin İnsan’a bakışımızı bozacağını, gözümüzde İnsan’ın değerinin düşeceğini söylemiştik. “… insanlar tabiat olaylarını düzenleyen objektif, standart kanunlar çerçevesinde hareket eden anonim yaratıklar olacaktır…” derken kasdettiğimiz buydu. Ancak bu bozulma sadece teorik ya da itikadî bir bozulma değil. Zira kimlik algısı/arayışı ile şiddet arasında önemli bir bağlantı var. Bilim yobazlığı ve ideolojilerin etkisiyle eşya derekesinde görülen insanlar cemiyet olmaktan çıkıp manipülasyona açık halk yığınları haline geliyorlar. Sıradan insanların şiddete meyilli topluluklar haline gelmesi konusunu inceleyen Sigmund Freud 1921’de şöyle demiş:

“… Aidiyet duygusu fazla güçlü olan insan toplulukları olağandışı derecede saf ve dış etkilere açıktır; hiç bir eleştirel yetenekleri yoktur. Böyle bir grubun duyguları her zaman çok basit ve çok abartılıdır. Eğer bir kuşku ifade edilirse ansızın karşı çıkılmaz bir kesinliğe dönüştürülür. Bir antipati belirtisi ise çılgın bir nefrete. Sürü haline gelen böyle bir topluluk üzerinde etki sağlamak isteyen birisinin mantıklı düşünmeye, ikna etmeye ihtiyacı yoktur. Sözlerini en çarpıcı renklere boyamalı, abartmalı ve aynı şeyi durmadan yinelemelidir. […] Bu güruh doğrular ve yanlışlar konusunda hiçbir kuşku taşımaz. […] Güce saygı duyar ve salt bir zayıflık biçimi saydığı nezaketten çok az etkilenir. Kahramanlarından beklentisi güçlülük ve hatta şiddettir. Efendileri tarafından baskı altında tutulmayı ve korkutulmayı isterler …” (Sosyal Psikanaliz ve Ego, alm. Massenpsychologie une Ich-Analyse)

Ben’siz kaldıkça, birbirimize benzedikçe yalnızlık ve saldırganlık artıyor

Evet… Halklar günlük hayatın gerçeklerinden, kendi çıkarlarından ve meşru politik hayattan koparılınca geriye izole insancıklar kalıyor. İzole… haliyle lidere, Führer, Il Duce, Ulu Önder ya da Millî Şef’e aşırı derecede sadık fedailer. Zaten totaliter rejimin en çok ihtiyaç duyduğu insan tipi bu. Meselâ Nazi Almanya’sında Reichsleiter rütbesine kadar yükselmiş, Polonya Kasabı lakaplı Hans Frank’ın şu sözlerine dikkat edin:

“… Öyle hareket edin ki her eyleminiz, eğer bilseydi, Führer’in onaylayacağı şekilde olsun … Sınırsız, şartsız, değişmez bir sadakat istiyorum … Sadakatim şerefimdir! …”

Peki böylesi kör bir sadakat kimden beklenebilir? Normal bir insan lider için ailesini, malını, mülkünü, ait olduğu laik ve dinî cemiyetleri feda edebilir mi? Sosyolog Norbert Elias bu soruya şöyle cevap veriyor:

“… Bu derecedeki bir sadakati ancak tamamen yalnızlaşmış insanlardan bekleyebilirsiniz. Aile, dost, iş arkadaşı hatta sıradan tanıdıklarından kopmuş insanlar bunlar. Partiye ya da derneğe ait olmak dışında hiç bir şey ona dünyaya ait olduğu hissini vermiyor …” (Uygarlık Süreci, alm. Über den Prozeß der Zivilisation, 1939)

 

benlik-tuketim3

… E-kitap okumak için…

kapak-kucuk-2Gözle dinlenen müzik: Tezyin

Batı sanatı her hangi bir konuyu “güzel” anlatır. Bir kadın, batan güneş, tabakta duran meyvalar… İslâm sanatının ise konusu Güzellik’tir. Bunun için tezyin, hat, ebru… hatta İslâm mimarîsi dahi soyuttur, mücerred sanattır.

Derrida, Burckhardt, Florenski ve Panofski’nin isabetle söylediği gibi Batılı sanatçı doğayı taklid ettiği için, merkezi perspektif ve anatomi kurallarının hakim olduğu figüratif eserler ihdas eder. Bu taklitçi eserler ise seyircinin ruhunu değil benliğini, nefsini uyandırır. Zira kâmil sanat tabiatı taklid etmez. Sanat fırça tutan elin, tasavvur eden aklın, resme bakan gözün secdesidir. Tekâmül eden sanatçı (haşa) boyacı değil bir imamdır artık. Her fırça darbesi tekbir gibidir. Zahirde basit motiflerin tekrarıyla oluşan görsel musiki ile seyircilerin ruhu öylesine agâh olur ki kalpler kanatlanıverir. Müslüman sanatçı bu yüzden tezyin, hat, ebru gibi mücerred sanatı tercih eder. Güzel eşyaları değil Güzel’i anlatmak derdindedir. Çünkü ne sanatçının enaniyet iddiası ne de seyircinin BEN’liği makbul değildir. Görünene bakıp Görünmez’i okumaktır murad; O’nun güzelliği ile coşan kalp göğüs kafesinden kurtulup sonsuzluğa kanat açar.

Tezyinî nağmeleri gözlerimizle işitmek için yazıldı bu e-kitap. John locke gibi bir “tabula rasa” yapmak için değil Hz. İbrahim (as) gibi “la ilahe” diyebilmek için. Buradan indirebilirsiniz.

Kaybedenler Klübü: Anti-demokratik bir muhalefetin kısa tarihi

T.C. kurulurken Hitler, Mussolini ve Stalin başrolleri paylaşıyordu. İki dünya savaşının ortalığı kasıp kavurduğu o korkunç yıllarda “bizim” Cumhuriyet gazetesi’nin faşizme ve faşistlere övgüler yağdırması bir rastlantı mıdır? Kemalistlerin ilâhı olan Atatürk’ün emriyle 80.000 Alevî Kürd’ün Dersim’de katledilmesi, Kur’an’ın, ezanın yasaklanması, imamların, alimlerin idam edilmesi, Kürtleri, Hristiyanları ve Yahudileri hedef alan zulümler de yine Atatürk ve onu ilahlaştıranlar tarafından yapılmadı mı?

Bu ağır mirasa sahip bir CHP ve Türk solu şimdilerde “İslâmî” olduğu iddia edilen bir cemaat ile, Fethullah Gülen’in ekibiyle ittifak içinde. Yobaz laiklerin, yasakların kurbanı olduklarını, baskı gördüklerini iddia ediyor bu insanlar. Ama bir yandan da alenen İslâm düşmanlığı yapan her türlü harekete hatta İsrail’e bile destek vermekten çekinmiyorlar. Tuttukları yol İslâm’dan daha çok bir ideolojiye benziyor: Gülenizm. Millî istihbarattan dershanelere, dış politikadan bankalara kadar her konuda dertleri var. Ama Filistin’de, Doğu Türkistan’da, Irak’ta, Suriye’de, Arakan’da zulüm gören Müslümanları dert etmiyorlar. Acayip…

Türk solu, CHP ve Fethullah Bey… Nereden geldiler? Nereye gidiyorlar? Elinizdeki bu kitap meseleyi tarihsel bir perspektifte ele almayı amaçlıyor.Buradan indirebilirsiniz.


freud-kapakGurbetçi Freud ve “Das Unheimliche”

Modern insanın kalabalıkta duyduğu yalnızlığı sorgulamak için iyi bir fırsat… Sigmund Freud gurbette olma duygusunu, yabancılık, terk edilmişlik hissini anlatan “Das Unheimliche” adlı denemesini 1919’da yayınlamış. İsminden itibaren tefekküre vesile olabilecek bir çalışma. Zira “Unheimliche” alışılmışın dışında, endişe verici bir yabancılık hissini anlatıyor.

Bu hal sadece İnsan’a mahsus: Kaynağında tehdit algısı olmayan, hayvanların bilmediği bir his. Belki huşu / haşyet ile akrabalığı olan bir varoluş endişesi? Gurbete benzer bir yabancılık hissi, sanki davet edilmediğim bir evdeyim, kaçak bir yolcuyum bu dünyada. Freud’un İd (Alt bilinç), Benlik (Ego), Üst Benlik (Süperego) kavramları iç dünyamızdaki çatışmalara ışık tutabilir mi? Dünyada yaşarken İnsan’ın kendisini asla “evinde” hissetmeyişi acaba modern bir hastalık mıdır? Teknolojinin gelişmesiyle baş gösteren bir gerginlik midir? Yoksa bu korku ve tatminsizlik hali insanın doğasına özgü vasıfların habercisi,  buz dağının görünen ucu mudur? Hem Sigmund Freud’u tanıyanların hem de yeni keşfedecek olanların keyifle okuyacağını ümid ediyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

fethullah-gulen-kapak

Fethullah Gülen’i yi bilirdik

(Son güncelleme: Üçüncü sürüm, 28 Ocak 2014)

Türkçe Olimpiyatlarını ve Türk okullarını sevmiştik. Gözü yaşlı vaizin Amerika’da yaşamasına alışmıştık. 1980 öncesinde komünizme karşı CIA ile işbirliği yapmasına “taktik” demiştik. Fethullah Gülen aleyhine açılan davalardan birinin iddianamesinde“pozitivist felsefeye karşı olmak” ile suçlanıyordu. Biz de karşıydık pozitivizme. “Aferin” dedik, “bizdensin”.

Bugün gerçek şu ki Fethullah Bey’in ekibi manşetle, kasetle hükümet devirmeye çalışan, yalan haberle Türkiye’yi ve Müslümanları sürekli zora sokan çirkin insanların tahakkümü altında. Bizim sevdiğimiz, güvendiğimiz “küçük eller” ise koyun sürüsü gibi suskun. Medyada, devlet kurumlarında, emniyet ve adaletin içinde çeteleşme, ergenekonlaşma var. Gülen cemaati dünya ile uğraşmaktan ahirete vakit ayıramıyor. Gülen cemaati bir cemaatten başka herşeye benziyor.

Kitabın ilk yarısında Fethullah Bey’i ve ekibini öven, yapılan iyi işleri savunan, destekleyen makaleler bulacaksınız. Bugün yaşadıklarımızla birlikte değerlendirince can acıtan bir soru kendini dayatıyor bize: Fethullah Gülen ve kurmayları bizi baştan beri kandırdı mı? Yoksa “küçük eller” dediğimiz masum insanların  güzel teşkilâtı sonradan mı kokuştu? Kitabı buradan indirebilirsiniz.

Soyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır

yitikAfganistan’daki bir medreseyi, Bosna’daki bir camiyi, Hindistan’daki Taj Mahal’i görsel olarak islâmî yapan nedir hiç düşündünüz mü? Anadolu kilimlerini, İran halılarını, Fas’taki gümüş takıları, Endülüs’teki sarayları birleştiren ortak unsur nedir? Müslüman olmayan bir insan bile kolaylıkla“bunlar İslâm sanatıdır” diyebilir. Sanat tarihi konusunda hiç bir bilgisi olmayanlar için de şüpheye yer yoktur. Şüpheye yer yoktur da… bu ne acayip bir bilmecedir! Endonezya’dan Fas’a, Kazakistan’dan Nijerya’ya uzanan milyonlarca kilometrekarelik alanda yaşayan, belki 30 belki 40 farklı lisan konuşan Müslüman sanatkârlar nasıl olmuş da böylesi muazzam bir görsel bütünlüğe sadık kalabilmiştir?

Bakan gözleri pasifleştiren tasvirci sanatın aksine İslâm sanatı okunan bir sanattır. Yani görünmeyeni anlatmak için çizer görüneni. Doğayı taklid etmek değildir maksat. İnsanların aklını uyandırması, kalplerine hitab etmesi sebebiyle İslâm sanatının soyut bir sanat olduğu da aşikârdır. Ama Avrupa kökenli soyut sanattan ayrıdır İslâm sanatı. Meselâ Picasso, Kandinsky, Klee, Rothko gibi ressamlar gibi sembolizme itibar edilmemiştir. 284 sayfalık kitabımıza çok sayıda İslâm sanatı örneği ekledik. Bakmak için değil elbette, görünen sayesinde görünmeyeni akledebilmek, yani İslâm sanatını “okumak” içinBuradan indirebilirsiniz.


İslâm’da Mimar ve Şehir

Cumhuriyet’in ilânından beri yaşadığımız şehirler hızla tektipleşiyor. Betondan yapılmış kareler ve dikdörtgenler kapladı ufkumuzu. Trabzon, Aydın, Malatya… Anadolu’nun her yeri birbirine benzedi. Fakat Türkiye’ye has bir sorun değil bu. Batının “alternatifsiz” demokrasisi ve serbest piyasası mimarları da tektipleştirdi. Farklı düşünemeyen, yerel özellikleri eserlerine yansıtmayan mimarlar kutu gibi binalar dikiyor. Moskova, Tokyo, Paris, Hong Kong da tektipleşiyor ve çirkinleşiyor.

Çare? Binalara değil de mimara, yani insana odaklanmak olabilir; yani eşyayı ve sureti değil İnsan’ı ve sîreti merkeze almak. Zira bu bir norm ya da ekol meselesi değil: İslâmiyet’in ilk asırlarında bir şehir övüleceği vakit binalar değil yetiştirdiği kıymetli insanlar anılırmış. Biz de güzel binalarda ve güzel şehirlerde hayat sürmek için önce güzel mimarlar yetiştirerek başlayabiliriz işe. İnsan gibi yaşamak için mimarî çirkinliklerden ve bunaltıcı tektipleşmeden kurtulabiliriz. Bu ancak Güzel Ahlâk ile Güzel Mimarî arasındaki bağı yeniden tesis etmekle olabilir. Çare Mimar Sinan gibi cami yapmak değil Mimar Sinan gibi insan yetiştirmek. Kitabımızın maksadı ise teşhis ve tedaviye hizmet etmekten ibaret. Buradan indirebilirsiniz.

Kürtlerin Tarihi Üzerine

kapak_kurt-tarihi-uzerine80 seneden beri Kürtlerin tarihi isyan ve terörle özdeşleşti. Son yıllarda ise ilk defa hemen her kesimden insanın desteklediği bir barış süreci başladı. Bu süreç kendi başına tarihi bir anlama sahip elbette. Yine de büyüyen umutların, atılan adımların sağlam olması ve geleceğe yöne vermesi için yaşananlar ile Kürtlerin tarihi arasında bir köprü kurulması gerek. Dahası Türkiye dışındaki etnik terör tecrübelerinden, sosyal barış projelerinden yararlanmak elzem. Bu sebeple, Kemal Burkay, Hasan Cemal, İsmail Beşikçi, Mustafa Akyol kadar Alain Touraine, Johan Galtung, Paddy Woodworth ve Gandhi’den de istifa ettik bu kitabı hazırlarken. Umuyoruz ki güncel tartışmaları ve gelişmeleri bir kenara koyarak geçmişe kısaca bir göz atmak bugünü daha anlamlı okumamızı sağlayacak. Buradan indirebilirsiniz.

Hükümeti devirmek isteyen birileri mi var?

Hükümeti_devirmek_kapak4 Türk bankası çalışanlarını sömürmek, tüketiciyi kandırmak ve haksız rekabetten dolayı çok ağır cezalar yediler. Hemen ardından Türkiye tarihin en büyük anti-kapitalist ayaklanmasını yaşadık. Göstericiler “Sosyalist Türkiye” ve “yaşasın devrim” sloganları atarak orak-çekiçli pankartlar, Deniz Gezmiş posterleri taşıdılar. Tuhaf olan ise bazı bankaların ve holdinglerin bu ayaklanmaya destek olmasıydı. Anti-kapitalist göstericiler 20 gün boyunca İstanbul’un en lüks otellerinden birinde bedava kaldılar. Tuhaflıklar bununla da bitmedi. CNN, BBC, Reuters ve daha bir çok medya kuruluşu bir kaç sene önce, üstelik yabancı ülkelerde çekilmiş yaralı ve ölülerin  fotoğraflarını “Türkiye” diyerek servis etti. Tayyip Erdoğan’a destek için toplanan AKP’lilerin fotoğrafı CNN tarafından kazayla(?) “Ayaklanmış Protestocular” olarak yayınlandı.

Dünyada da tuhaf şeyler oldu:

  • Türkiye ile neredeyse aynı anda Brezilya’da bir halk(?) ayaklanması başladı.
  • Georges Soros’a ait ekonomi gazeteleri Çin ekonomisi hakkında aşırı kötümser haberler yaydılar.

“Kazalar” bu kadar çoğalınca insanlar ister istemez bazı şeyleri sorguluyor:

  • Türk bankaları neden sermaye düşmanı, anti-kapitalist bir ayaklanmaya destek oldu?
  • Acaba 2008 krizinden sonra kan kaybeden ABD ve Avrupa kaçan sermayeyi geri  çekmeye mi çalışıyor?
  • Brezilya, Çin ve Türkiye Avrupa ve ABD’deki yatırımları çekmenin cezasını mı ödüyor?

Elinizdeki kitap bu sorulara ve darbe iddialarına cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.

kapak_kitap_capulcularÇapulcular” ne istiyor?

Genel seçimler yaklaşırken başladı Taksim Gezi Parkı olayları. İnsanlar öldü, yaralananlar, tutuklananlar oldu. Taksim’deki sanat galerileri bile yağmalandı. Maddî zarar büyük: Yakılan otobüsler, özel araçlar, iş yerleri. Ancak hâlâ isyancıların ne istediğini bilmiyoruz. Taksim Dayanışma Grubu’ndan çelişkili açıklamalar geliyor. Polisi ya da göstericileri suçlamadan önce şunu bilmek gerekiyor: “Çapulcular” ne istiyor? Daha fazla demokrasi? Sosyalizm? Devrim? Darbe? Elinizdeki e-kitap bu sorulara cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.

 Alevilik, Ortak Acılardan Bir Kimlik

Aleviler ızdıraplarda, geçmişin acılarında buluşuyorlar. Dersim, Madımak… Bu isimler anıldığında kırmızı bir düğmeye basılmış gibi bütün farklı Alevilik-LER birleşiyor ve bir tepki geliyor. Hızlı, öngörülebilir ve manipülasyona açık bir tepki bu. Ortada geç-ME-miş bir geçmiş var. Kıymetli yazarımız Cemile Bayraktar’ın dediği gibi “yüzleşilmediği müddetçe de geçmeyecek bu geçmiş” , çıkarılmayı bekleyen bir diken gibi acı vermeye devam edecek.

Diğer yandan çok sayıda Alevi kendi atalarına, dedelerine, manevî önderlerine en büyük acıları reva görmüş olanlara büyük bir sadakat ile bağlılar. Yani Kemalistlere ve CHP’ye. Yakın tarihi sorgulamak şöyle dursun ibadethanelerini Atatürk resimleriyle donatıyorlar. Ortak acıların ve siyasî tercihlerin dışında Alevileri birleştirecek bir inanç, bir kültür yok mu? Acaba Aleviler Stockholm sendromundan kurtulabilecekler mi? Elinizdeki kitap bunları sorguluyor. Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 2 Yorum

  2. Yazan:Olcay Tarih: Haz 3, 2014 | Reply

    Ülkemizde hakikatlerden yoksun o kadar çok insan varki cemeata saldırmak yerine onları hakikatlerle tanıştırmak,daha güzel bir hizmet olacağı kanısındayım…
    Bu kavgalar hakikatlerden uzak insanların imansızlığını pekiştiriyor,davalarını güçlendiriyor!!

  3. Yazan:Pausanias Tarih: Haz 30, 2014 | Reply

    “İçinde kainatın suretleri (eşya) yerleşmiş bir kalp, nasıl parlayıp ışık verir.”

    İbn Ataullah-ı İskenderi / Hikem

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin