RSS Feed for This Post

Tarihe düşülen notlar ışığında 17 Aralık’a bakış-2.bölüm

chp-zulum33 

 Cumhuriyet Döneminde Din

Din Allahın dini, tabiî ki bu millettin kalbinden sökülüp alınamazdı. Bu uğurda gönül erleri her şeye rağmen yılmadı ve dini faaliyetlerine devam ettiler. Nakşiler, Kadiriler, Halvetiler, Mevleviler, Nurcular, Süleymancılar, Menzil cemaati gibi gruplar ve sonradan daha bir çok İslami vakıf ve cemaat dine hizmet için faaliyet gösteriyordu. Said Nursi risalelerini bu dönemde büyük zorlukla, hapis ve sürgün şartlarında yazmış, kibrit kutularında dışarı çıkarmış, pek çok talebe yetiştirmişti. Risaleler bu talebeler vasıtası ile gizli gizli elle çoğaltılarak topluma ulaştırılmıştı. Bu dönemde nur hareketi basın medya ve hükümet tarafından binbir iftira ile karalanmış ve medya gücüyle benim gibi, saf olan halk da buna inandırılmıştı. Nur toplantıları basılmış ve risaleler yasaklanmış, talebeler hapse atılmıştı. Bu dönemde Efendi dedem de dua ve himmetleriyle gayret edenlerdendi. Ne Said Nursi, ne diğer ulema, ne de Efendi dedem siyasete bulaşmamış; Allah’ın dinine hizmeti ön plana almışlardı. Bu arada Efendi dedemden biraz bahsetmeden geçemeyeceğim. Hem rahmete vesile olur, hem de onun İslami duruşu, günümüz Müslümanları için de ibret olabilir. Efendi sessiz, mütevazi, gösteriş ve zevahirden uzak bir hayat sürmüş bir sufi, tasavvuf ehli bir hoca ve bir zahiddi ama bunların hepsinden öte mükemmel bir insandı. Çok zeki, akıllı ve kültürlü olduğu kadar ruh ve his cephesi zengin bir zattı. Tüm insanlığa ve tüm mahlukata karşı büyük bir sevgisi vardı. Taassuptan daima kaçmış; ileri fikirli, anlayışlı bir insandı. Bütün ömrünü 2000 ciltlik zengin kitap koleksiyonunu okuyarak ve ibadet ederek geçirmişti. Sorunlara nüktedan örneklerle cevap veren, devletine bağlı bir insandı. Keramet ehliydi ama halini hep gizlemeye çalışırdı. Dedikoduya şiddetle karşı çıkar, daima sabrı ve tevekkülü tavsiye ederdi. Allah şefaatine nail eylesin.

Çok Partili Döneme Geçiş

CHP 1946’da çok partili döneme geçmek zorunda kalmış ancak seçimde açık oy gizli tasnif uygulaması yapılmıştı. Yani sandık başında sandık görevlisine hangi partiye oy verdiğini gösteriyordun, onlar da oyları sayarken gizlice sayıp işine gelmeyenleri imha ediyordu. Sandık başında devletin bürokratları vardı. Böyle göstermelik bir seçimdi. Buna rağmen DP hatırı sayılır bir oy almıştı. Bu dönemde de Atatürk’ün yakın arkadaşı olan akrabamız Erzurum milletvekili olduğundan biz ailecek CHP’li idik. 1950’ye kadar devleti İsmet İnönü başkanlığındaki CHP yönetti. İnönü milli şef ilan edildi. Paraların üzerindeki Atatürk resimleri kaldırılıp yerine İnönü resimleri konuldu. Varlık vergisi çıkarıldı. İşadamları Erzurum Aşkale’ye gönderilerek taş ocaklarında çalıştırıldı. Bir toplu iğne bile üretemiyorduk. Hiç unutmam evin hemen yakınında ‘her şey on para dükkanı’ vardı, annem beni gönderir oradan Fransız malı toplu iğne alırdım.

1950’de Demokrat Parti ‘yeter söz milletin!’ sloganı ile oyların çoğunluğunu alarak iktidar oldu. DP iktidarında dindarlar biraz nefes aldı. Ezan orijinal haline dönüştürüldü. İmam hatip okullarının sayıları arttırılarak din eğitiminin önü açıldı. Kalkınma hızlandı. Pek çok fabrika, yol ve okul yapıldı. Ancak DP, HP den ayrılan Adnan Menderes, Celal Bayar gibi milletvekilleri tarafından kurulduğundan resmi ideolojiye tam bir cephe alamadılar. Özellikle ordunun, batının, sermayenin, basının ve üniversitenin baskısı ile dindarlara tam bir serbestlik getirilemedi. O dönemde her nedense her iki parti de Atatürkçü oldu. ‘Sen Atatürk ilkelerini ihlal ettin…’, ‘sen Atatürk’ü sevmiyorsun…’ kavgaları başladı ve bugünkü Atatürkçülüğün temelleri atıldı. Atatürk için koruma kanunu çıkarıldı ve kimse Atatürk aleyhine hiçbir eleştiride bulunamaz oldu. Açıkça sansür uygulandı. Atatürk resimleri bütün resmi dairelere konmuş, Atatürk büstleri bütün okul bahçelerine yerleştirilmiş, bütün kongrelerde, bütün resmi kitaplarda Atatürk resimleri konulması zorunluluğu getirilmişti. Bu uygulama halen devam etmektedir. Bir zararı yoktur belki ama demokratik ülkelerde böyle bir zorunluluk olamayacağı da muhakkaktır. Herkes sevdiği kişinin resmini koyup koymamakta serbest olmalıdır.

1958’de VATAN CEPHESİ kuruldu. Her gün radyolardan vatan cephesine katılanların isimleri yayınlanmaya başladı. Bence bu bir hata idi çünkü halkta bir ayrışma meydana geldi ve toplum gerildi. CHP’lilerle DP’liler birbirine girmeye başladı. Bu durum, 60 ihtilaline zemin hazırladı. Sonraları İnönü bu durumu hazmedemedi ve mecliste çok sert muhalefet yapmaya başladı. Bu halkı iyice gerdi. 1 mayıs 1959’da İnönünün Uşak mitinginde taş ve sopalarla İnönü’ye saldırıldı. Bu bence bardağı taşıran son damla oldu. 60 ihtilalinin sebeplerinden biri de bu gösterildi. Kanaatimce bu saldırı da önceden planlanmış bir provokasyondu. 1955’de yine derin devlet tarafından 6-7 eylül olayları başlatıldı. Güya Atatürk’ün Selanik’teki evi yıkılmıştı ve İstanbul’daki Rum azınlık Kıbrıs’taki enosise yardım topluyordu. Rum ekalliyetin malları yağma edildi ve Rumların çoğunluğu Yunanistan’a göç etmek zorunda kaldı. Sonraları dönemin MGK genel sekreteri olayların Özel Harp Dairesi tarafından düzenlendiğini itiraf etti. BİR KEZ DAHA KANDIRILMIŞTIK…

2. Dünya harbinden sonra Dünya üç bloğa ayrıldı. Amerika önderliğinde Demokratik ülkeler, Rusya önderliğinde Komünist ülkeler ve bunların ikisine de bağlı olmayan bağımsız ülkeler… Türkiye Rusya’nın yanıbaşında olduğundan ve Rusya ile yıllarca harp ettiğinden Rusya’yı bir tehdit olarak görüp Amerika bloğunda yer aldı. 1950’de Türk askeri Nato’nun istekleri doğrultusunda Kore’ye gönderildi. Kore’de Türk askeri büyük başarılar gösterdi ancak pek çok ta şehit verdi. 1952’de Türkiye Nato’ya girdi. Nato, bütün Nato ülkelerinde kendisine tehdit oluşturacak toplumsal hareketleri önlemek için gizli bir örgüt kurdu. Sonraları bu örgüt pek çok ülkede CIA desteği ile ihtilal yaptırdı veya buna zemin hazırlayacak cinayetler işledi. Türkiye’deki ihtilallerin hemen hepsinin arkasında bu örgüt vardır. Sonraları demir perde yıkılınca Nato ülkelerinden gladyo kaldırılmış ancak Türkiye’de ERGENEKON adıyla derin yapı faaliyetlerine devam etmiştir. Bu gün bu örgütün yapısı büyük ölçüde çökertilmiş olmasına rağmen uzantıları halen faaliyetlerine devam etmektedir. Türkiye Nato’ya girdikten sonra Marshall yardımları yapıldı, silah fabrikaları gazocağı fabrikasına dönüştürüldü. Kötü, bozuk margarinler halka dağıtıldı. Halkın kullanamayacağı bozuk dokuma tezgahları gönderildi. Unutmuyorum, köylü bu tezgahları söküp bazı parçalarını örgü şişi olarak kullanıyorlardı. Bundan anlaşılıyor ki Marshall yardımının asıl gayesi silah fabrikalarını kapattırıp Türkiye’yi silah satacağı bir pazar haline getirmekmiş.

DP iktidarında hızlı bir kalkınma trendine girilmiş, halkın özgürlükleri arttırılmış, dindarlar dini pratiklerini daha rahat yaşamaya başlamış ve bürokraside yavaş  yavaş DP’liler yer almaya başlamıştır. Amerika ile olan ilişkilerde de bazı nedenlerden dolayı ilişkiler bozulmuştur. Bu durum Amerika’yı, askeri kliği ve iş adamlarını çok rahatsız etmiş ve ihtilal için kollar sıvanmıştır. Derin devletin, Amerika’nın, CHP’nin, özellikle İnönü’nün, iş adamlarının ve bürokrasinin desteği ile pek çok provokasyon hazırlanmış, Üniversite gençliği ayaklandırılmış ve basın yolu ile yalan haberler yapılarak toplum provoke edilmişti. O dönemlerde ben 17 yaşlarında aklı havada, spordan ve kızlardan başka bir şey düşünmeyen havai bir gençtim. Gazetelerde Beyazıt meydanında üniversiteli 40 öğrencinin yakalanarak öldürülüp, fırınlara atılıp sabun yapıldığını okuyunca büyük bir infiale kapılıp isyan duygusuna kapılmıştım. Biraz benim saflığımdan, biraz bütün ailemin CHP’li olmasından ve bu yüzden DP karşıtı olduğumdan, yani duymak istediğim bu olduğundan anlatılan her şeye inanıyordum. Sonra anlaşıldı ki bu tamamen halkı ihtilale hazırlamak için uydurulmuş bir yalanmış. Onun için artık nefsime hoş gelen propagandaları iyice ölçüp biçmeden, doğruluğunu kesin öğrenmeden asla inanmıyorum. BU İKİNCİ BÜYÜK ALDANMAMDI.

1960 ihtilali

1960’ta 27 mayıs sabahı uyandığımızda Alpaslan Türkeş’in gür sesi ile ihtilalin yapıldığını öğrendik. Büyük bir sevinçle sokaklara koştuk. O zaman Erzurum 3. Ordu komutanı Ragıp Gümüşpala paşayı omuzlarımıza alıp büyük sevinç gösterileri yaptık. Ragıp Gümüşpala İhtilali yapanların kendisinden daha kıdemsiz biri tarafından gerçekleştirilmiş olması halinde 3. Ordu ile Ankara’ya yürüyeceğini bildirmiş, bunun üzerine darbenin başına Cemal Gürsel getirilmişti. Darbe 37 genç subay tarafından başlatılmıştı. İhtilalin başkanı Erzurumlu Cemal Gürseldi. (Cemal aga) devlet başkanı olmuştu. Sevincimiz iki kat arttı. Sonradan anlıyoruz ki o da bizim gibi aldatılmışlardanmış. Kısa sürede ekarte edildi. İhtilali yapanlar zamanla birbirine düştü. Hatta mecliste silahlar konuştu ve duyduğumuza göre Cemal Gürsel vurularak yatalak oldu. 1963’de hastalanarak vefat etti.

Demokrat Parti milletvekillerinin tümü tutuklanıp Yassıadaya gönderildiler. İhtilalde DP’li milletvekillerinin yurtdışına 10 uçak dolusu para ile kaçarken yakandığı yalanı uyduruldu. Yassıada duruşmaları tam bir komedi idi. Menderesi itibarsızlaştırmak için uydurma, ahlaksız iftiralar atıldı. Bebek davası, cımbız davası, köpek davası gibi komik isnatlarla davalar açıldı. Bu isnatlar karşısında sayın Menderes efendiliğini hiç bozmamış, vakarı ile bütün isnatlara cevap vermişti. Tüm demokrat partililer hüküm giymiş, yıllarca hapis yatmış, Menderes, Koraltan, Zorlu ve Bayar idamla cezalandırılmış ancak Bayar yaş haddi dolayısı ile idam edilmemiş; Menderes, Zorlu ve Polatkan asılarak şehit edilmişlerdi. Zaten Yassıada mahkemeleri Mahkeme başkanı Salim Başolun deyimi ile “sizi buraya gönderen kuvvet böyle istiyor” diyerek mahkemenin hukuksuzluğunu ortaya koymuştu. Bu zulümde CHP‘nin parmağı olduğundan oyumu hiçbir zaman bu partiye vermeyeceğim. ÜÇÜNCÜ KEZ ALDATILMIŞTIM. 27 Mayıs bayram ilan edilmiş, ülke yıllarca bu bayramı kutlamıştı.

Akif’in deyişi ile

Zulmü Alkışlayamam zalimi asla sevemem  Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.

Zalimin zulmü varsa mazlumun Allah’ı vardır.
.

… E-kitap okumak için…


freud-kapakGurbetçi Freud ve “Das Unheimliche”

Modern insanın kalabalıkta duyduğu yalnızlığı sorgulamak için iyi bir fırsat… Sigmund Freud gurbette olma duygusunu, yabancılık, terk edilmiş hissini anlatan “Das Unheimliche” adlı denemesini 1919’da yayınlamış. İsminden itibaren tefekküre vesile olabilecek bir çalışma. Zira “Unheimliche” alışılmışın dışında, endişe verici bir yabancılık hissini anlatıyor.

Bu hal sadece İnsan’a mahsus: Kaynağında tehdit algısı olmayan, hayvanların bilmediği bir his. Belki huşu / haşyet ile akrabalığı olan bir varoluş endişesi? Gurbete benzer bir yabancılık hissi, sanki davet edilmediğim bir evdeyim, kaçak bir yolcuyum bu dünyada. Freud’un İd (Alt bilinç), Benlik (Ego), Üst Benlik (Süperego) kavramları iç dünyamızdaki çatışmalara ışık tutabilir mi? Dünyada yaşarken İnsan’ın kendisini asla “evinde” hissetmeyişi acaba modern bir hastalık mıdır? Teknolojinin gelişmesiyle baş gösteren bir gerginlik midir? Yoksa bu korku ve tatminsizlik hali insanın doğasına özgü vasıfların habercisi,  buz dağının görünen ucu mudur? Hem Sigmund Freud’u tanıyanların hem de yeni keşfedecek olanların keyifle okuyacağını ümid ediyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

Soyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır

yitikAfganistan’daki bir medreseyi, Bosna’daki bir camiyi, Hindistan’daki Taj Mahal’i görsel olarak islâmî yapan nedir hiç düşündünüz mü? Anadolu kilimlerini, İran halılarını, Fas’taki gümüş takıları, Endülüs’teki sarayları birleştiren ortak unsur nedir? Müslüman olmayan bir insan bile kolaylıkla“bunlar İslâm sanatıdır” diyebilir. Sanat tarihi konusunda hiç bir bilgisi olmayanlar için de şüpheye yer yoktur. Şüpheye yer yoktur da… bu ne acayip bir bilmecedir! Endonezya’dan Fas’a, Kazakistan’dan Nijerya’ya uzanan milyonlarca kilometrekarelik alanda yaşayan, belki 30 belki 40 farklı lisan konuşan Müslüman sanatkârlar nasıl olmuş da böylesi muazzam bir görsel bütünlüğe sadık kalabilmiştir?

Bakan gözleri pasifleştiren tasvirci sanatın aksine İslâm sanatı okunan bir sanattır. Yani görünmeyeni anlatmak için çizer görüneni. Doğayı taklid etmek değildir maksat. İnsanların aklını uyandırması, kalplerine hitab etmesi sebebiyle İslâm sanatının soyut bir sanat olduğu da aşikârdır. Ama Avrupa kökenli soyut sanattan ayrıdır İslâm sanatı. Meselâ Picasso, Kandinsky, Klee, Rothko gibi ressamlar gibi sembolizme itibar edilmemiştir. 284 sayfalık kitabımıza çok sayıda İslâm sanatı örneği ekledik. Bakmak için değil elbette, görünen sayesinde görünmeyeni akledebilmek, yani İslâm sanatını “okumak” içinBuradan indirebilirsiniz.


İslâm’da Mimar ve Şehir

Cumhuriyet’in ilânından beri yaşadığımız şehirler hızla tektipleşiyor. Betondan yapılmış kareler ve dikdörtgenler kapladı ufkumuzu. Trabzon, Aydın, Malatya… Anadolu’nun her yeri birbirine benzedi. Fakat Türkiye’ye has bir sorun değil bu. Batının “alternatifsiz” demokrasisi ve serbest piyasası mimarları da tektipleştirdi. Farklı düşünemeyen, yerel özellikleri eserlerine yansıtmayan mimarlar kutu gibi binalar dikiyor. Moskova, Tokyo, Paris, Hong Kong da tektipleşiyor ve çirkinleşiyor.

Çare? Binalara değil de mimara, yani insana odaklanmak olabilir; yani eşyayı ve sureti değil İnsan’ı ve sîreti merkeze almak. Zira bu bir norm ya da ekol meselesi değil: İslâmiyet’in ilk asırlarında bir şehir övüleceği vakit binalar değil yetiştirdiği kıymetli insanlar anılırmış. Biz de güzel binalarda ve güzel şehirlerde hayat sürmek için önce güzel mimarlar yetiştirerek başlayabiliriz işe. İnsan gibi yaşamak için mimarî çirkinliklerden ve bunaltıcı tektipleşmeden kurtulabiliriz. Bu ancak Güzel Ahlâk ile Güzel Mimarî arasındaki bağı yeniden tesis etmekle olabilir. Çare Mimar Sinan gibi cami yapmak değil Mimar Sinan gibi insan yetiştirmek. Kitabımızın maksadı ise teşhis ve tedaviye hizmet etmekten ibaret. Buradan indirebilirsiniz.

Hükümeti devirmek isteyen birileri mi var?

Hükümeti_devirmek_kapak4 Türk bankası çalışanlarını sömürmek, tüketiciyi kandırmak ve haksız rekabetten dolayı çok ağır cezalar yediler. Hemen ardından Türkiye tarihin en büyük anti-kapitalist ayaklanmasını yaşadık. Göstericiler “Sosyalist Türkiye” ve “yaşasın devrim” sloganları atarak orak-çekiçli pankartlar, Deniz Gezmiş posterleri taşıdılar. Tuhaf olan ise bazı bankaların ve holdinglerin bu ayaklanmaya destek olmasıydı. Anti-kapitalist göstericiler 20 gün boyunca İstanbul’un en lüks otellerinden birinde bedava kaldılar. Tuhaflıklar bununla da bitmedi. CNN, BBC, Reuters ve daha bir çok medya kuruluşu bir kaç sene önce, üstelik yabancı ülkelerde çekilmiş yaralı ve ölülerin  fotoğraflarını “Türkiye” diyerek servis etti. Tayyip Erdoğan’a destek için toplanan AKP’lilerin fotoğrafı CNN tarafından kazayla(?) “Ayaklanmış Protestocular” olarak yayınlandı.

Dünyada da tuhaf şeyler oldu:

  • Türkiye ile neredeyse aynı anda Brezilya’da bir halk(?) ayaklanması başladı.
  • Georges Soros’a ait ekonomi gazeteleri Çin ekonomisi hakkında aşırı kötümser haberler yaydılar.

“Kazalar” bu kadar çoğalınca insanlar ister istemez bazı şeyleri sorguluyor:

  • Türk bankaları neden sermaye düşmanı, anti-kapitalist bir ayaklanmaya destek oldu?
  • Acaba 2008 krizinden sonra kan kaybeden ABD ve Avrupa kaçan sermayeyi geri  çekmeye mi çalışıyor?
  • Brezilya, Çin ve Türkiye Avrupa ve ABD’deki yatırımları çekmenin cezasını mı ödüyor?

Elinizdeki kitap bu sorulara ve darbe iddialarına cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.

kapak_kitap_capulcularÇapulcular” ne istiyor?

Genel seçimler yaklaşırken başladı Taksim Gezi Parkı olayları. İnsanlar öldü, yaralananlar, tutuklananlar oldu. Taksim’deki sanat galerileri bile yağmalandı. Maddî zarar büyük: Yakılan otobüsler, özel araçlar, iş yerleri. Ancak hâlâ isyancıların ne istediğini bilmiyoruz. Taksim Dayanışma Grubu’ndan çelişkili açıklamalar geliyor. Polisi ya da göstericileri suçlamadan önce şunu bilmek gerekiyor: “Çapulcular” ne istiyor? Daha fazla demokrasi? Sosyalizm? Devrim? Darbe? Elinizdeki e-kitap bu sorulara cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.

 

 Alevilik, Ortak Acılardan Bir Kimlik

Aleviler ızdıraplarda, geçmişin acılarında buluşuyorlar. Dersim, Madımak… Bu isimler anıldığında kırmızı bir düğmeye basılmış gibi bütün farklı Alevilik-LER birleşiyor ve bir tepki geliyor. Hızlı, öngörülebilir ve manipülasyona açık bir tepki bu. Ortada geç-ME-miş bir geçmiş var. Kıymetli yazarımız Cemile Bayraktar’ın dediği gibi “yüzleşilmediği müddetçe de geçmeyecek bu geçmiş” , çıkarılmayı bekleyen bir diken gibi acı vermeye devam edecek.

Diğer yandan çok sayıda Alevi kendi atalarına, dedelerine, manevî önderlerine en büyük acıları reva görmüş olanlara büyük bir sadakat ile bağlılar. Yani Kemalistlere ve CHP’ye. Yakın tarihi sorgulamak şöyle dursun ibadethanelerini Atatürk resimleriyle donatıyorlar. Ortak acıların ve siyasî tercihlerin dışında Alevileri birleştirecek bir inanç, bir kültür yok mu? Acaba Aleviler Stockholm sendromundan kurtulabilecekler mi? Elinizdeki kitap bunları sorguluyor. Buradan indirebilirsiniz.

Tiryandafilya, Güneşe “ya doğ, ya da ben doğacağım” diyen güzel!

kapak_Tiryandafilya“… Senden önceki hiçbir kadın tarafımdan böyle sigaya çekilmedi Tiryandafilya. Sen benim tüm aşklarımın  raporusun, tüm aşklarımın hülasası, ana fikrisin Tiryandafilya. Senden öncekiler ya masadan kaçtı ya da onları masadan ben kovdum. Şimdi benim tüm bu kaybolan yıllarımın hesabını vermek de sana kaldı. Sevdiğin başka bir erkek olmasına rağmen bu yola girmen için de seni zerre kadar zorlamadım, bunu da biliyorsun Tiryandafilya. Duvarımın arkasına dolanman için sana elimden gelen tüm kolaylığı gösterdim. Bu asla senin marifetin, el çabukluğun, kahredici, tahrik edici, tahkir ve de tezyif edici dişiliğinle olmadı. Senden önce gidip, tüm kapıların kilidini senin için açan irade bendim. Orada beni çırılçıplak gördüysen benim sayemdedir. Şimdi dürüstçe oynayalım o zaman. Ama unutma Tiryandafilya; ihanet ilgi çekse de hain sevilmez…”

Efraim K‘nın kitabını buradan indirebilirsiniz.

 

kitap tanitan kitap 5Kitap tanıtan kitap 5

İmkânsız bir buluşma düşleyin: Nietzsche, Montaigne, Chomsky ile Fârâbî ve Muhyiddin İbn Arabî Hazretleri bir arada. Ama yalnız değiller, hemen yanı başlarına John Berger, Cahit Zarifoğlu, André Gorz , Oğuz Atay, İsmet Özel, Amin Maalouf, Gilbert Achcar, Nevzat Tarhan, Randy Pausch ve daha bir çok aşina olduğumuz yazar, şair, düşünür gelip oturmuş. Bu imkânsız buluşmayı Derin Düşünce sitesinin yazarlarına borçluyuz. Sadık dostlarımız Alper Gürkan, Mustafacan Özdemir, Mehmet Alaca, Mehmet Salih Demir ve en az “eskiler” kadar çalışıp didinen genç yetenekler: Essenza, Esma Serra İlhan, Gülsüm Kavuncu Eryilmaz, Abdülkadir Hacıaraboğlu, Azat Özgür. Kitap tanıtan kitapların beşincisini ilginize sunuyoruz, kitapların dünyasına açılan 23 pencereden bakmak için. Buradan indirebilirsiniz.

hamza_yusuf Hamza Yusuf ile İslâm’ı anlamak

Elinizdeki bu kitap Ekrem Senai tarafından yapılan iki tercümeyi içeriyor:

  • Zaytuna Institute’den Hamza Yusuf Hanson’ın 2010 yılı Mayıs’ında Oxford üniversitesinde yaptığı İslâm’da reformkonulu konferans,
  • Yine  Hamza Yusuf Hanson’ın Dr.Murata ve Prof.Chittick’in İslam’ın vizyonu isimli eseri üzerine yaptığı konuşma (Bahsedilen kitap, Türkçe’ye de çevrilmiştir.)

Hamza Yusuf Hanson 1960 yılında Amerika’nın Washington Eyaletinde dünyaya geldi; Kuzey California’da büyüdü. 1977 yılında müslüman olduktan sonra on yıl boyunca İslâm coğrafyasında Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Kuzey ve Batı Afrika gibi bölgeleri gezdi. Farklı ülkelerde iyi büyük alimlerden icazet aldı. Hamza Yusuf bu seyahatten sonra ülkesine dönerek Dinler Tarihi ve Sağlık Hizmetleri alanlarında diploma aldı. Dünyanın dört bir tarafında İslâm hakkında konferanslar veren Zaytuna Enstitüsü’nü kurdu. Batıya İslâm’ı sunan, İslâmî ilimlerin ve geleneksel metodlarla eğitimin yeniden canlanmasını amaçlayan Enstitü, dünya çapında üne sahiptir. Shaykh Hamza Yusuf, Fas’ın en prestijli ve en eski Üniversitelerinden birisi olan Karaouine’de ders veren ilk Amerikalı öğretim görevlisi olmuştur. Bunların yanısıra, klasik haline gelmiş geleneksel bazı Arapça metinleri ve şiirleri modern ingilizceye tercüme etmiştir. Halen eşi ve beş çocuğuyla birlikte Kuzey California’da yaşamakta. Buradan indirebilirsiniz.

Organik dinimi geri istiyorum 

organik_dinimi_geri_istiyorum - kcBilim ve teknoloji alanında buluşumuz pek yok ama gün geçmiyor ki din konusunda yeni bir icat çıkmasın. Televizyon karşısında merakla “acaba bugün neler caiz ilan edilecek, neler haram edilecek?” diye merakla bekliyoruz. Bektaşi’ye sormuşlar: “İslam’ın şartı kaçtır?” diye, “Birdir!” demiş. “Hac ve zekatı siz kaldırdınız, oruçla namazı biz kaldırdık, geriye kelime-i şahadet kaldı”. Ben kelime-i şahadetten de emin değilim, her an bir profesör çıkıp “böyle bir şey yoktur, imanın şehadeti mi olur?” diye ortaya çıkabilir. […] İlahiyat profesörlerinin bir büyük zararı da bu oldu. Din’in siyaset gibi, futbol gibi, tartışılacak, insanın bilgisinin olmasa da fikrinin olabileceği bir alan olduğu tevehhümü oluşturdular. Her şeyin kutsallığını bozdular. Artık bacak bacak üstüne atıp çiğ ağzımızla Allah, peygamber ne demek istemiş “muhakeme” yapıyoruz hiç ar duymadan, hepimiz birer küçük şeyhülislam, birer fetva emini… hangi hadis uydurma, hangisi sahih şıp diye gözünden anlayıp ayetleri engin din bilgimizle şerh ediyoruz. Şu muhakemelerin bolluğundan da dini yaşamaya bir türlü sıra gelmiyor. Halbuki bir güzel insanın dediği gibi: “Din öğrenmekle yaşanmaz, yaşandıkça öğrenilir”.

Elinizdeki bu kitap Ekrem Senai’nin kaleme aldığı yazılardan ve tercüme ettiği makalelerden oluşuyor: Hamza Yusuf, Noah Feldman, Charles Townes, Marc Levine ve Karen Armstrong ile İslâm, Hayat ve Bilim üzerine… Buradan indirebilirsiniz.

Banka Ordudan Tehlikelidir!

(Son güncelleme: İkinci sürüm, 27 Ekim 2013)

Bankacılarına söz geçiremeyen batı ülkeleri tıpkı 1980′lerde ordusuna söz geçiremeyen Türkiye’nin durumuna düştüler. Zira bize yansıtılanın aksine, 2008’de Amerikan emlâk sektöründen başlayan kriz öngörülemez bir felaket değildi. Yapılan düpedüz bir piyasa darbesi idi aslında. Tasarlanmış, planlanmış, yürürlüğe konmuş bir operasyon. Bu operasyonu yöneten insanlar daha 1980’lerde Batı adaletinin üzerine çıkmışlardı. Krizi frenleyecek yasal engelleri bir bir kaldırdılar, krizin küreselleşmesini sağlayacak mekanizmaları yine onlar kurdular. Elinizdeki 60 sayfalık bu e-kitap Batı’da demokrasinin gerileme sürecini sorguluyor: Demokrasinin zayıf noktaları nelerdir? Bankalar nasıl oldu da halkın iradesini ayaklar altına alabildiler? “Hukuk devleti” diyerek örnek aldığımız demokratik ülkeler neden bu Piyasa Darbesi‘ne engel olamadılar? Askerî darbelerden yakasını kurtaran Türkiye’de hükümet Piyasa Darbesi ile devrilebilir mi?  Buradan indirebilirsiniz.

 

Sanat Yoluyla Hakikat Bulunur mu?

İnanmak belki zor ama … eğer sınırsız görme kabiliyetine sahip olsaydık hiç bir şey göremezdik! güneşe dürbünle bakan biri gibi kör olurduk.Gözlerimizin sınırlı oluşu sayesinde görüyoruz dünyayı. Immanuel Kant’ın meşhur bir güvercini vardır, havayı iterek uçar ama havanın direncinden yakınır durur. “Hava olmasaydı daha hızlı uçabilirdim” der. Hakikat’i görmekte zorluk çekmemizin sebebi O’nun gizli olması değil tersine aşikar olmasıdır. Aksi takdirde Hakikat’i içeren, kapsayan ve perdeleyen daha hakikî bir Hakikat olması gerekirdi. İşte bu sebeple Hakikat’i görmek için Bilim’e değil Sanat’a ihtiyacımız var, bilmek için değil bulmak söz konusu olduğu için. Derin Düşünce yazarları Sanat-Hakikat ilişkisi üzerine yazdılar. Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin