RSS Feed for This Post

Tarihe düşülen notlar ışığında 17 Aralık’a bakış-1.bölüm

birinci-harb

Giriş

70 yaşında tek parti dönemi dahil bütün ihtilalleri yaşamış , ailesinin siyasetle iç içe olması nedeni ile bunları çok iyi  irdelediğini düşünen biri olarak bu metni içtenlikle yazıyorum. Bu yazdıklarım, bizimle aynı kaderi paylaşan; cihan harbinde bitme noktasına gelen Japonya ve Almanya sıfırdan başlayıp kalkınarak dünya devi haline gelirken Türkiye’nin neden onların kalkınma trendini yakalayamadığı sorusuna da bir cevap arayışı şeklinde de okunmalıdır.

Ailemden halk partisinde milletvekilliği ve bakanlık yapmış olanlar olduğu gibi adalet partisinden milletvekili olan da olmuştur. Hala aile içinde sağ ve sol görüşte olanlar ve Gülen cemaati mensubu olanlar bulunmaktadır. 17 aralıktan sonra ailedeki siyasal yapıda bir kırılma olmuş ve sağ görüşlü sayın Gülen cemaati mensupları duruşlarını değiştirmiş ve kanımca sola kaymışlardır. Aslında birçok sosyoloğun tespit ettiği gibi marjinal gruplar hariç Türkiye’de sağ görüşlü kabul ettiğimiz seçmen kitlesinin sosyal adaletçi yani solcu, sol görüşlü seçmen kitlesinin ise genelde burjuvayı desteklediği gözlenmektedir. Marjinal grupların ise 70 yıldır gerçekte neyin peşinde olduklarını, onları kimin kullanıp kullanmadığını ise henüz tam çözebilmiş değilim.

Tek Parti Dönemi

Doğduğumda herkes Cumhuriyet halk partiliydi. Çünkü tek partili dönemdi başka alternatif yoktu. Tüm ailem 1946’ya kadar halk partisinin destekçisi oldu. Babam, amcam ve dayılarım Atatürk döneminin öğretmenleri olduğundan bir bakıma CHP’li olmak zorunda idiler galiba. Çok partili döneme geçince ailede siyasi bölünme oldu. Ailenin bir bölümü CHP’li, bir kısmı ise Demokrat Partili oldu. Zamanla bu siyasi ayrışma aile arasında gerginliğe hatta küskünlüğe kadar gitti. Aynı köyde sadece bu yüzden uzun süre görüşmedik. Bizim ve dayılarımızın evleri köyün girişinde Demokrat partili akrabalarımızın evleri ise köyün üst tarafında idi. Her seçim döneminde babam ve dayılarım evimizin önündeki yalak taşına oturur, köylüyü çağırır ve propaganda yaparlardı. Tabii hısımlarımız da kendi marabasına DP propagandası yaparlardı. Köylü çok fakirdi. Beylere mahkumdu. Ancak onların sayesinde boğaz tokluğuna yıl boyunca çalışıp geçiniyorlardı. Bizim taraf köylüye ‘hangi partiye oy vereceksin?’ diye sorduğunda ‘bey, sizin ekmeğinizi yiyoruz tabii CHP ye vereceğiz!’ derler; ancak sandıklar  açıldığında oylar hep DP’ye giderdi. Şimdi o fakir, cahil bırakılmış halkın ne kadar sağ duyulu olduğunu anlıyorum. Cumhuriyeti kurmuş, halkla istiklal mücadelesi vermiş bir parti niçin halkın gözünden düşmüştü? Çünkü CHP ittihat ve terakki zihniyetinin devamı olan, batı hayranı, İslamiyetin ülkenin kalkınmasında engel olduğuna inanan bir ideolojiye sahipti. Halk, dini açıdan da cahil bırakılmış; medreseler kapatıldığından din eğitimi doğru dürüst yapılamamış, din adına halkın hurafelere inanmasının kapısı açılmıştı. Bunu fırsat bilen CHP 1935’de İnönü’nün Milli şef olduğu dönemde dini toplumdan koparacak politikalara gitmiş, ezanı Türkçeleştirip camilerin bir kısmını samanlık ve depo yapmış; mahalle aralarında dini eğitim almak isteyen çocuklara yasaklar getirmişti. Bunları bizzat ben kendim yaşadım. Evimizin hemen yakınındaki Esatpaşa yokuşunun alt kısmında olan ve şimdi adını hatırlamadığım cami samanlık olarak kullanılıyordu. Ben, abim ve mahallenin diğer çocukları burayı oyun sahası olarak kullanıyorduk. Tek tük açık olan camilerden Esatpaşa camisine de kardeşim ve ben suparalarımızı ceketimizin altına saklayarak din eğitimi almaya giderdik. Zaman zaman camiye baskın yapılır ve saklanırdık. Rahmetli babam da bazı mahalle çocuklarına gizlice Kur’an öğretirdi.

athos26-kapadokya-mubadele

Cumhuriyetin ilk kuruluş yıllarında devlet savaştan çıkmış, hazinede para yok ve Çanakkale savaşında yetişmiş kültürlü gençlerin birçoğu şehit olduğundan ülke yetişmiş kadrolardan yoksundu. Halk cahil ve yoksuldu. Halkı bu durumdan kurtarmak için devlet, toplum mühendisliği yapmaya karar verdi. Toplumu batılılara benzetmek için devrimler yapıldı. Şapka devrimi, harf inkılabı, kadınlara medeni haklarının verilmesi ve hukuk devrimi gibi devrimler acil olarak çok sert önlemlerle uygulamaya konuldu. Özellikle şapka devrimine İslami cemaatler hrıstiyan kıyafetine bürünemeyiz gerekçesi ile karşı çıktılar ve şapka isyanları başladı. 78 kişi  bu yüzden idam edildi. Sadece Erzurumda bu gerekçeyle asılan 13 kişi vardı. Hatta Erzurum’da bu gerekçeyle asılanlardan biri de Şalcı bacı denilen ev ev dolaşıp şal satan bir kadındı. Yüzlerce kişi tutuklanarak zindanlara atıldı. Akrabamız olan Erzurum milletvekili’nin dedesi annemin anlattığına göre bu yüzden öldürülmüştü. Hatta ömrü boyunca Halk Partili olan rahmetli dayım da şapka isyanına katılmış fakat büyük dedemin ikazı ile Ilıca’dan Erzurum’a doğru yürürken geri çevrilmişti. Dedem büyük bir olgunlukla şapka kanununu sadece kasketini yan takarak protesto etmişti. Arap alfabesi ile eğitim 1928 yılında sıkı bir şekilde yasaklandı. Bir gün ilkokul 2. Sınıfta bir çocuk yazı tahtasına Arap harflerinden birkaç harf yazdı diye dayakla cezalandırılmıştı. Dedemin binlerce kitabından hiç birini okuma şansım olmadı. Bu zihniyetin bugün bile çok fazla değiştiğini düşünmüyorum. Halen Osmanlıcayı öğrenemedim. Gençliğim sporla, resim yapmakla, folklorla haay huyla geçti, yaşlılığımda aklım başıma geldi ama bu sefer de  hafızam yetmez oldu.

Geldi geçti benim ömrüm, kadrini bilmedim.

Bir kuş gibi uçtu gitti, kadrini bilmedim. 

Limanda Bekleyiş

Cumhuriyet Devrimleri

Devrimlerin tasvip edilecek tarafları vardı ancak çok acele edilmiş ve uygulamada despotluğa gidilmişti. Oysa devrimler halka anlatılarak, zamana yayılarak halkla birlikte mutabakat sağlanarak yapılabilirdi. Japonlar kendi kültürlerini bozmadan bu işi gayet iyi başardılar. Tarih değiştirildi, resmi tarih oluşturuldu, Osmanlı hanedanın malına mülküne el konulup yurt dışına sürüldü. Osmanlı, binbir yalanla tarih kitaplarında gençlere karalandı. Oysa ancak resmi tarihin sis perdesi aralandığında anladık ki istiklal harbinde padişahın önemli bir rolü varmış. Bize doğru diye belletilen bir çok bilgi yalan ve yanlıştan ibaretmiş.

O dönemde tüm İslam alemine fetva veren halifelik kurumu kaldırılmış, İslami cemaatler başsız kalmıştı. İslami cemaatler ve tarikatlar illegal hale gelmiş ve yer altına inmişlerdi. Osmanlıca, içerisinde Türkçe Arapça ve Farsçayı barındıran bir Osmanlı medeniyetinin dili idi. Avrupalılaşan Türkiye Cumhuriyeti ise ulusal devlet modelini benimsemiş, toplumu ve dilini Türkçeleştirmeye karar vermiş, bazı Türkçe karşılığı olmayan kelimeler ise ya batıdan alınmış ya da uydurulmuştu. 1932’de Türk dil kurumu kurulmuş ve bu düzenlemeler resmi hale getirilmişti. Oysa İstiklal harbi Türkü, Kürdü, Çerkezi, Abazası, Lazı ile topyekün yapılmış ve başarılmış bir savaştı. Bu dönemde halk potansiyel tehlike olarak görülmüştü. Özellikle Devlet için dindarlar, Kürtler ve Aleviler mercek altına alınan gruplardı. Atatürk dönemi baskıcı devlet anlayışının hakim olduğu bir dönemdi. İstiklal mahkemeleri başlangıçta milli mücadeleye karşı olanlarla mücadele için kurulmuş, Cumhuriyetin kuruluşundan sonra ise bu mahkemeler devlet ideolojisine ve Atatürk’e karşı olanların yargılandığı ve idama mahkum edildiği kurumlar halini almıştı. Bu mahkemeler tarafından idam edilenlerin kesin sayısı belli değildir. Resmi belgelere göre bile bu sayı binlercedir. Hatta İstiklal harbinde doğuda büyük başarılar göstermiş Kazım Karabekir paşa bile bu mahkemelerde yargılanmış, ancak askeri öğrencilerin mahkeme salonunda toplanması sonucu cezalandırılmaya cesaret edilmemiştir.

cumhuriyet_balosu

Cumhuriyet Burjuvasisinin Oluşturulması

Atatürk’ün vefatından sonra devlet ceberut bir devlet olmuş ve halkı sindirerek politikalarını yürütmek istemişlerdir. Halk özellikle doğu ve güneydoğuda jandarma korkusu ile yaşamış, bazı yerlerde küçük çaplı isyanlar olmuş ve bunlar Dersim’de olduğu gibi katliamla durdurulmuştur. Doğu ve güney doğuya yatırım yapılmamış, eğitim götürülmemiş, sanki buralar ileride zaten elden çıkacak gibi davranılmıştır. Sadece Kürt bölgelerine değil Anadolu’da Türklerin yoğun yaşadığı birçok yere de üvey evlat muamelesi yapılmıştır. Batıda yatırımlara hız verilmiş, sanayiyi geliştirmek için Devlet desteği  ile bir takım iş adamları grubu yaratılmıştır. Koç’lar o donemde palazlanmış ve günümüze kadar devletle yakın temas içinde olmuştur. Sonraları daha pek çok Devlet destekli sanayici oluşturulmuştur. Devlet bu sanayicilerden desteğini çektiğinde de bu gruplar ihtilalleri destekleyerek veya ekonomik manipülasyonlarla bir şekilde malı götürmüşlerdir. Devlet bu destekleri verirken seçici olmuş, kendi ideolojisini taşıyan kurumları kalkındırmış, Anadolu halkına ise destek olmamıştır. Koç’un ürettiği kartondan araba Anadol, Gümrük vergileri yordamıyla Mercedes fiyatına halka satılmıştır. Sonraları özellikle inşaat sektöründe devlet ihalelerinde bir kısım kuruluşlar desteklenmiş yeni yeni zenginler türetilmiştir. Komünizm yasaklanmış, sanatçıların, yazarların her hareketi mercek altına alınmış, öküzün altında buzağı aranmış, en ufak komünizmi hatırlatacak simgeler dahi suç sayılmıştır. Hiç unutmuyorum bir kibrit kutusu üzerindeki resim orak-çekice benziyor diye ve yine bir şair şiirinde sarı inek ifadesi kullandı diye ciddi bir şekilde suçlanmıştır. Bu dönemde Nazım Hikmet gibi önemli bir şair komünist olduğu için suçlanmış, hapiste yatmış ve çareyi yurt dışına kaçmakta bulmuştur.
.

… E-kitap okumak için…


freud-kapakGurbetçi Freud ve “Das Unheimliche”

Modern insanın kalabalıkta duyduğu yalnızlığı sorgulamak için iyi bir fırsat… Sigmund Freud gurbette olma duygusunu, yabancılık, terk edilmiş hissini anlatan “Das Unheimliche” adlı denemesini 1919’da yayınlamış. İsminden itibaren tefekküre vesile olabilecek bir çalışma. Zira “Unheimliche” alışılmışın dışında, endişe verici bir yabancılık hissini anlatıyor.

Bu hal sadece İnsan’a mahsus: Kaynağında tehdit algısı olmayan, hayvanların bilmediği bir his. Belki huşu / haşyet ile akrabalığı olan bir varoluş endişesi? Gurbete benzer bir yabancılık hissi, sanki davet edilmediğim bir evdeyim, kaçak bir yolcuyum bu dünyada. Freud’un İd (Alt bilinç), Benlik (Ego), Üst Benlik (Süperego) kavramları iç dünyamızdaki çatışmalara ışık tutabilir mi? Dünyada yaşarken İnsan’ın kendisini asla “evinde” hissetmeyişi acaba modern bir hastalık mıdır? Teknolojinin gelişmesiyle baş gösteren bir gerginlik midir? Yoksa bu korku ve tatminsizlik hali insanın doğasına özgü vasıfların habercisi,  buz dağının görünen ucu mudur? Hem Sigmund Freud’u tanıyanların hem de yeni keşfedecek olanların keyifle okuyacağını ümid ediyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

Soyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır

yitikAfganistan’daki bir medreseyi, Bosna’daki bir camiyi, Hindistan’daki Taj Mahal’i görsel olarak islâmî yapan nedir hiç düşündünüz mü? Anadolu kilimlerini, İran halılarını, Fas’taki gümüş takıları, Endülüs’teki sarayları birleştiren ortak unsur nedir? Müslüman olmayan bir insan bile kolaylıkla“bunlar İslâm sanatıdır” diyebilir. Sanat tarihi konusunda hiç bir bilgisi olmayanlar için de şüpheye yer yoktur. Şüpheye yer yoktur da… bu ne acayip bir bilmecedir! Endonezya’dan Fas’a, Kazakistan’dan Nijerya’ya uzanan milyonlarca kilometrekarelik alanda yaşayan, belki 30 belki 40 farklı lisan konuşan Müslüman sanatkârlar nasıl olmuş da böylesi muazzam bir görsel bütünlüğe sadık kalabilmiştir?

Bakan gözleri pasifleştiren tasvirci sanatın aksine İslâm sanatı okunan bir sanattır. Yani görünmeyeni anlatmak için çizer görüneni. Doğayı taklid etmek değildir maksat. İnsanların aklını uyandırması, kalplerine hitab etmesi sebebiyle İslâm sanatının soyut bir sanat olduğu da aşikârdır. Ama Avrupa kökenli soyut sanattan ayrıdır İslâm sanatı. Meselâ Picasso, Kandinsky, Klee, Rothko gibi ressamlar gibi sembolizme itibar edilmemiştir. 284 sayfalık kitabımıza çok sayıda İslâm sanatı örneği ekledik. Bakmak için değil elbette, görünen sayesinde görünmeyeni akledebilmek, yani İslâm sanatını “okumak” içinBuradan indirebilirsiniz.


İslâm’da Mimar ve Şehir

Cumhuriyet’in ilânından beri yaşadığımız şehirler hızla tektipleşiyor. Betondan yapılmış kareler ve dikdörtgenler kapladı ufkumuzu. Trabzon, Aydın, Malatya… Anadolu’nun her yeri birbirine benzedi. Fakat Türkiye’ye has bir sorun değil bu. Batının “alternatifsiz” demokrasisi ve serbest piyasası mimarları da tektipleştirdi. Farklı düşünemeyen, yerel özellikleri eserlerine yansıtmayan mimarlar kutu gibi binalar dikiyor. Moskova, Tokyo, Paris, Hong Kong da tektipleşiyor ve çirkinleşiyor.

Çare? Binalara değil de mimara, yani insana odaklanmak olabilir; yani eşyayı ve sureti değil İnsan’ı ve sîreti merkeze almak. Zira bu bir norm ya da ekol meselesi değil: İslâmiyet’in ilk asırlarında bir şehir övüleceği vakit binalar değil yetiştirdiği kıymetli insanlar anılırmış. Biz de güzel binalarda ve güzel şehirlerde hayat sürmek için önce güzel mimarlar yetiştirerek başlayabiliriz işe. İnsan gibi yaşamak için mimarî çirkinliklerden ve bunaltıcı tektipleşmeden kurtulabiliriz. Bu ancak Güzel Ahlâk ile Güzel Mimarî arasındaki bağı yeniden tesis etmekle olabilir. Çare Mimar Sinan gibi cami yapmak değil Mimar Sinan gibi insan yetiştirmek. Kitabımızın maksadı ise teşhis ve tedaviye hizmet etmekten ibaret. Buradan indirebilirsiniz.

Hükümeti devirmek isteyen birileri mi var?

Hükümeti_devirmek_kapak4 Türk bankası çalışanlarını sömürmek, tüketiciyi kandırmak ve haksız rekabetten dolayı çok ağır cezalar yediler. Hemen ardından Türkiye tarihin en büyük anti-kapitalist ayaklanmasını yaşadık. Göstericiler “Sosyalist Türkiye” ve “yaşasın devrim” sloganları atarak orak-çekiçli pankartlar, Deniz Gezmiş posterleri taşıdılar. Tuhaf olan ise bazı bankaların ve holdinglerin bu ayaklanmaya destek olmasıydı. Anti-kapitalist göstericiler 20 gün boyunca İstanbul’un en lüks otellerinden birinde bedava kaldılar. Tuhaflıklar bununla da bitmedi. CNN, BBC, Reuters ve daha bir çok medya kuruluşu bir kaç sene önce, üstelik yabancı ülkelerde çekilmiş yaralı ve ölülerin  fotoğraflarını “Türkiye” diyerek servis etti. Tayyip Erdoğan’a destek için toplanan AKP’lilerin fotoğrafı CNN tarafından kazayla(?) “Ayaklanmış Protestocular” olarak yayınlandı.

Dünyada da tuhaf şeyler oldu:

  • Türkiye ile neredeyse aynı anda Brezilya’da bir halk(?) ayaklanması başladı.
  • Georges Soros’a ait ekonomi gazeteleri Çin ekonomisi hakkında aşırı kötümser haberler yaydılar.

“Kazalar” bu kadar çoğalınca insanlar ister istemez bazı şeyleri sorguluyor:

  • Türk bankaları neden sermaye düşmanı, anti-kapitalist bir ayaklanmaya destek oldu?
  • Acaba 2008 krizinden sonra kan kaybeden ABD ve Avrupa kaçan sermayeyi geri  çekmeye mi çalışıyor?
  • Brezilya, Çin ve Türkiye Avrupa ve ABD’deki yatırımları çekmenin cezasını mı ödüyor?

Elinizdeki kitap bu sorulara ve darbe iddialarına cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.

kapak_kitap_capulcularÇapulcular” ne istiyor?

Genel seçimler yaklaşırken başladı Taksim Gezi Parkı olayları. İnsanlar öldü, yaralananlar, tutuklananlar oldu. Taksim’deki sanat galerileri bile yağmalandı. Maddî zarar büyük: Yakılan otobüsler, özel araçlar, iş yerleri. Ancak hâlâ isyancıların ne istediğini bilmiyoruz. Taksim Dayanışma Grubu’ndan çelişkili açıklamalar geliyor. Polisi ya da göstericileri suçlamadan önce şunu bilmek gerekiyor: “Çapulcular” ne istiyor? Daha fazla demokrasi? Sosyalizm? Devrim? Darbe? Elinizdeki e-kitap bu sorulara cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.

 

 Alevilik, Ortak Acılardan Bir Kimlik

Aleviler ızdıraplarda, geçmişin acılarında buluşuyorlar. Dersim, Madımak… Bu isimler anıldığında kırmızı bir düğmeye basılmış gibi bütün farklı Alevilik-LER birleşiyor ve bir tepki geliyor. Hızlı, öngörülebilir ve manipülasyona açık bir tepki bu. Ortada geç-ME-miş bir geçmiş var. Kıymetli yazarımız Cemile Bayraktar’ın dediği gibi “yüzleşilmediği müddetçe de geçmeyecek bu geçmiş” , çıkarılmayı bekleyen bir diken gibi acı vermeye devam edecek.

Diğer yandan çok sayıda Alevi kendi atalarına, dedelerine, manevî önderlerine en büyük acıları reva görmüş olanlara büyük bir sadakat ile bağlılar. Yani Kemalistlere ve CHP’ye. Yakın tarihi sorgulamak şöyle dursun ibadethanelerini Atatürk resimleriyle donatıyorlar. Ortak acıların ve siyasî tercihlerin dışında Alevileri birleştirecek bir inanç, bir kültür yok mu? Acaba Aleviler Stockholm sendromundan kurtulabilecekler mi? Elinizdeki kitap bunları sorguluyor. Buradan indirebilirsiniz.

Tiryandafilya, Güneşe “ya doğ, ya da ben doğacağım” diyen güzel!

kapak_Tiryandafilya“… Senden önceki hiçbir kadın tarafımdan böyle sigaya çekilmedi Tiryandafilya. Sen benim tüm aşklarımın  raporusun, tüm aşklarımın hülasası, ana fikrisin Tiryandafilya. Senden öncekiler ya masadan kaçtı ya da onları masadan ben kovdum. Şimdi benim tüm bu kaybolan yıllarımın hesabını vermek de sana kaldı. Sevdiğin başka bir erkek olmasına rağmen bu yola girmen için de seni zerre kadar zorlamadım, bunu da biliyorsun Tiryandafilya. Duvarımın arkasına dolanman için sana elimden gelen tüm kolaylığı gösterdim. Bu asla senin marifetin, el çabukluğun, kahredici, tahrik edici, tahkir ve de tezyif edici dişiliğinle olmadı. Senden önce gidip, tüm kapıların kilidini senin için açan irade bendim. Orada beni çırılçıplak gördüysen benim sayemdedir. Şimdi dürüstçe oynayalım o zaman. Ama unutma Tiryandafilya; ihanet ilgi çekse de hain sevilmez…”

Efraim K‘nın kitabını buradan indirebilirsiniz.

 

kitap tanitan kitap 5Kitap tanıtan kitap 5

İmkânsız bir buluşma düşleyin: Nietzsche, Montaigne, Chomsky ile Fârâbî ve Muhyiddin İbn Arabî Hazretleri bir arada. Ama yalnız değiller, hemen yanı başlarına John Berger, Cahit Zarifoğlu, André Gorz , Oğuz Atay, İsmet Özel, Amin Maalouf, Gilbert Achcar, Nevzat Tarhan, Randy Pausch ve daha bir çok aşina olduğumuz yazar, şair, düşünür gelip oturmuş. Bu imkânsız buluşmayı Derin Düşünce sitesinin yazarlarına borçluyuz. Sadık dostlarımız Alper Gürkan, Mustafacan Özdemir, Mehmet Alaca, Mehmet Salih Demir ve en az “eskiler” kadar çalışıp didinen genç yetenekler: Essenza, Esma Serra İlhan, Gülsüm Kavuncu Eryilmaz, Abdülkadir Hacıaraboğlu, Azat Özgür. Kitap tanıtan kitapların beşincisini ilginize sunuyoruz, kitapların dünyasına açılan 23 pencereden bakmak için. Buradan indirebilirsiniz.

hamza_yusuf Hamza Yusuf ile İslâm’ı anlamak

Elinizdeki bu kitap Ekrem Senai tarafından yapılan iki tercümeyi içeriyor:

  • Zaytuna Institute’den Hamza Yusuf Hanson’ın 2010 yılı Mayıs’ında Oxford üniversitesinde yaptığı İslâm’da reformkonulu konferans,
  • Yine  Hamza Yusuf Hanson’ın Dr.Murata ve Prof.Chittick’in İslam’ın vizyonu isimli eseri üzerine yaptığı konuşma (Bahsedilen kitap, Türkçe’ye de çevrilmiştir.)

Hamza Yusuf Hanson 1960 yılında Amerika’nın Washington Eyaletinde dünyaya geldi; Kuzey California’da büyüdü. 1977 yılında müslüman olduktan sonra on yıl boyunca İslâm coğrafyasında Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Kuzey ve Batı Afrika gibi bölgeleri gezdi. Farklı ülkelerde iyi büyük alimlerden icazet aldı. Hamza Yusuf bu seyahatten sonra ülkesine dönerek Dinler Tarihi ve Sağlık Hizmetleri alanlarında diploma aldı. Dünyanın dört bir tarafında İslâm hakkında konferanslar veren Zaytuna Enstitüsü’nü kurdu. Batıya İslâm’ı sunan, İslâmî ilimlerin ve geleneksel metodlarla eğitimin yeniden canlanmasını amaçlayan Enstitü, dünya çapında üne sahiptir. Shaykh Hamza Yusuf, Fas’ın en prestijli ve en eski Üniversitelerinden birisi olan Karaouine’de ders veren ilk Amerikalı öğretim görevlisi olmuştur. Bunların yanısıra, klasik haline gelmiş geleneksel bazı Arapça metinleri ve şiirleri modern ingilizceye tercüme etmiştir. Halen eşi ve beş çocuğuyla birlikte Kuzey California’da yaşamakta. Buradan indirebilirsiniz.

Organik dinimi geri istiyorum 

organik_dinimi_geri_istiyorum - kcBilim ve teknoloji alanında buluşumuz pek yok ama gün geçmiyor ki din konusunda yeni bir icat çıkmasın. Televizyon karşısında merakla “acaba bugün neler caiz ilan edilecek, neler haram edilecek?” diye merakla bekliyoruz. Bektaşi’ye sormuşlar: “İslam’ın şartı kaçtır?” diye, “Birdir!” demiş. “Hac ve zekatı siz kaldırdınız, oruçla namazı biz kaldırdık, geriye kelime-i şahadet kaldı”. Ben kelime-i şahadetten de emin değilim, her an bir profesör çıkıp “böyle bir şey yoktur, imanın şehadeti mi olur?” diye ortaya çıkabilir. […] İlahiyat profesörlerinin bir büyük zararı da bu oldu. Din’in siyaset gibi, futbol gibi, tartışılacak, insanın bilgisinin olmasa da fikrinin olabileceği bir alan olduğu tevehhümü oluşturdular. Her şeyin kutsallığını bozdular. Artık bacak bacak üstüne atıp çiğ ağzımızla Allah, peygamber ne demek istemiş “muhakeme” yapıyoruz hiç ar duymadan, hepimiz birer küçük şeyhülislam, birer fetva emini… hangi hadis uydurma, hangisi sahih şıp diye gözünden anlayıp ayetleri engin din bilgimizle şerh ediyoruz. Şu muhakemelerin bolluğundan da dini yaşamaya bir türlü sıra gelmiyor. Halbuki bir güzel insanın dediği gibi: “Din öğrenmekle yaşanmaz, yaşandıkça öğrenilir”.

Elinizdeki bu kitap Ekrem Senai’nin kaleme aldığı yazılardan ve tercüme ettiği makalelerden oluşuyor: Hamza Yusuf, Noah Feldman, Charles Townes, Marc Levine ve Karen Armstrong ile İslâm, Hayat ve Bilim üzerine… Buradan indirebilirsiniz.

Banka Ordudan Tehlikelidir!

(Son güncelleme: İkinci sürüm, 27 Ekim 2013)

Bankacılarına söz geçiremeyen batı ülkeleri tıpkı 1980′lerde ordusuna söz geçiremeyen Türkiye’nin durumuna düştüler. Zira bize yansıtılanın aksine, 2008’de Amerikan emlâk sektöründen başlayan kriz öngörülemez bir felaket değildi. Yapılan düpedüz bir piyasa darbesi idi aslında. Tasarlanmış, planlanmış, yürürlüğe konmuş bir operasyon. Bu operasyonu yöneten insanlar daha 1980’lerde Batı adaletinin üzerine çıkmışlardı. Krizi frenleyecek yasal engelleri bir bir kaldırdılar, krizin küreselleşmesini sağlayacak mekanizmaları yine onlar kurdular. Elinizdeki 60 sayfalık bu e-kitap Batı’da demokrasinin gerileme sürecini sorguluyor: Demokrasinin zayıf noktaları nelerdir? Bankalar nasıl oldu da halkın iradesini ayaklar altına alabildiler? “Hukuk devleti” diyerek örnek aldığımız demokratik ülkeler neden bu Piyasa Darbesi‘ne engel olamadılar? Askerî darbelerden yakasını kurtaran Türkiye’de hükümet Piyasa Darbesi ile devrilebilir mi?  Buradan indirebilirsiniz.

 

Sanat Yoluyla Hakikat Bulunur mu?

İnanmak belki zor ama … eğer sınırsız görme kabiliyetine sahip olsaydık hiç bir şey göremezdik! güneşe dürbünle bakan biri gibi kör olurduk.Gözlerimizin sınırlı oluşu sayesinde görüyoruz dünyayı. Immanuel Kant’ın meşhur bir güvercini vardır, havayı iterek uçar ama havanın direncinden yakınır durur. “Hava olmasaydı daha hızlı uçabilirdim” der. Hakikat’i görmekte zorluk çekmemizin sebebi O’nun gizli olması değil tersine aşikar olmasıdır. Aksi takdirde Hakikat’i içeren, kapsayan ve perdeleyen daha hakikî bir Hakikat olması gerekirdi. İşte bu sebeple Hakikat’i görmek için Bilim’e değil Sanat’a ihtiyacımız var, bilmek için değil bulmak söz konusu olduğu için. Derin Düşünce yazarları Sanat-Hakikat ilişkisi üzerine yazdılar. Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 1 Yorum

  2. Yazan:kudret Tarih: Ağu 14, 2014 | Reply

    Kaybedenler kulubü kitabınızı evimde ilgiyle okudum.Yanlız 17 aralık ve 25 aralık ta olan olaylardan ve paralardan milyonlarca kişinin bilgisi var.Can Dündar’ın 38 dakikalık belgeselini’de izledim.Her halde o belgeseli izlemediniz. izlemenizi isterdim.Kitapta tarihi çok iyi işlemişşınız.Okurken o günleri sanki yaşadım.bu ono hakkında bilgi verirmisiniz.

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin