RSS Feed for This Post

Ümmiliğe Hasret Zamanlar

Derin kopuş hali iyice kendini hissettirmeye başladı. Müslümanlar iktidar hedeflerini gerçekleştirdikten sonra bir boşluk içinde kaldılar. Bu süre sanırım 2009 yılına kadar sürdü. Derli toplu eleştirilere, ciddi şekilde yükseltilen seslere içi dolu yanıtlar verilemediği sürelerdi. 2009 Davos olayında ise taraflar seçildi, menzil belirli tutuldu ve haydi bismillah! Bir sene sonra gelişen Mavi Marmara olayıyla taçlanan yürüyüş Müslüman coğrafyalarda bir diriliş, ‘intifada’, özgüven, nerede durduğunu, nereye gitmesi gerektiğini, kim olduğunu belirleyen süreç olarak işledi. Türkiye Osmanlı’nın unutturulamayan kültürel coğrafyasını sahiplenme vazifesini çok daha kuşatıcı, kucaklayıcı bir kıvama oturttu. Safları sıklaştırdı. Sınırları tüm dünyaya inat hiçe saymaya başladı.

Menzile hayatları boyunca yürümeye çalışanlar iyi bilirler ki o yollar dikenli yollardır. Menzil, dikenli menzildir. Hayat: imtihan, zafer: Allah’ın rızasıdır. Hz. Peygamber ki Allah’ın habibidir fakat en çok o zulme maruz kalmıştır. Müjdelenen sınav ise çekemeyeceğimiz bir yükün yüklenmeyeceğini en başında açıkça belirtmiştir. Kardeşlerimiz bu dikenli yolda bir bir düşmedeler şimdi. Suriye, Mısır, Libya.. İntifadanın bizatihi kendisini damarlarında taşıyan coğrafya burası. Durduğumuz yer. Bu toprakların birikimini yok etmek demek, küresel değişimin kontrolünü bir yüz sene daha ele geçirmek demektir. Elde kalan tek kale Türkiye.

Tarihsel olarak 1000 yıldır İslam’ın sancaktarlığını yapan Türkler bir kuşatmayla karşı karşıya bırakıldı. Ehli Sünnet omurganın çökertilmesi asıl amaç. Ilımlı İslam en makul araç. Plan ve program tam olarak nasıl yapıldı dilimiz döndüğünce izah etmeye çalışalım.

70’ler ve 80’ler donanımlı, ateşli ve ehli sünnet bir vaizin camileri doldurduğu, dinleyenlerin bam teline dokunduğu, ağladığı, ağlattığı zor, acılı ve bir o kadar güzel günlerdir. İçten içe bir hedef vardır. Müslümanlar neden parya, neden ‘azınlık’, neden hakir, neden fakir, neden hep ‘taksir’. Eğer devlet bir sözleşme ise biz de bir tarafız, bizim de yönetmek hakkımız. Fakat alenen bir şekilde bu savaşı kazanacak ne gücümüz, ne cephemiz var. Gayrimeşru harplere gayrinizami bir cevap verelim. İlmek ilmek, emek emek, yorula yorula, bir kıyafet ortaya getirelim içine girecek adamı nasılsa buluruz. Hareketin asıl kökenlerinden çok ciddi kopuşlar ilk dönemlerde görülmese dahi özellikle 90’lı yıllarda kökhareket mensupları tarafından yüksek sesle eleştirilere maruz kalındı. Bir şekilde sesleri kesildi bu insanların. Konjonktür fazlaca müsaitti. Var olan son derece taraflı ve bağımlı bir medyaya kendi alternatif medyası eklendi. Duyulmak istenmeyen sesler nasılsa kendileri hariç asla duyulmayacaktı. Dönem itibariyle daha bağımsız fakat İslami damarları olan gazetelerse yetersiz, kısmi fikri açılımları yapmaktansa son derece uzak tutulacak bir gündemle meşguldüler.

Özet geçersek 2002’de iktidar olan AKP gayri resmi bir koalisyon ortağı arayışı içine girdi. Elindeki gücü itibariyle, fikri, zihni ve kalbi yakınlığı hasebiyle bu ortak, ‘arka-daş’, köklerinden son derece kopmuş olan Gülen Cemaati olacaktı. Küresel ortam AKP’yi desteklemek mecburiyetindeydi. Daha sonra bunu uzunca konuşabiliriz. İçeride de bulunan gayri resmi koalisyon ortağıyla hareket uzunca devam etti. Herkesin bildiği, kolluk kuvveti, yargı, medya, stk gücüyle birlikte kısmen de alternatif ekonomik gücüyle çeşitli operasyonlar yapıldı. Külliyen inkar edemeyeceğimiz çok faydalı işlere de imza atıldı. Fakat gün geldi ılımlı İslam’ın küresel temsilcisi Gülen Hareketiyle Neoliberal Muhafazakar AKP’nin hedefleri birbirinden saptı. Bu olay şahsi kanaatin ‘2009 One Minute’ olayıdır. İsrail ile ters düşülmesi, dünya sistemine okunan meydan bir kopuştur. Çünkü Cemaat sadece ılımlı İslam için düşünülmüş projenden başka, küresel bir ekonomik yapıdır. Kendi içinde istihdam edilen, ümmete kapalı dünyaya açık büyük bir organizasyondur. Türkiye’nin başkaldırısının, medeniyet tasavvurunun, intifadanın reçetesini ödeyemeyecek kadar ‘ATM’ bağımlısı bir yapıdır. Protestan İslam ahlakının oturtulması için hazırlanan senaryonun başaktörü, yıldızıdır. 2010 Mavi Marmara olayıyla birlikte kalbi olarak ümmet derdiyle yanıp tutuşanlarla ‘barış köprülerini’ zaten atmıştır. Manşetten verilen keşke gidilmeseydi, diyalog, diplomasi dili kullanılsaydı gibi akla mantığa muhalif, Müslüman kardeşini yalnızlaştıran ve tabanını mobilize eden açıklamayla biz sizden çok farklıyız mesajı hem içeridekilere hem dışarıdakilere açıkça verildi. Sonrası malum Hakan Fidan olayı diyebileceğimiz Mit krizi 2012. Ortaya getirilen bu kıyafet AKP döneminin 2009 yılı sonrası itibariyle dar gelmeye başladı. Kalıplara her sığmayan hareket kıyafetin bir yerini patlattı. Kol gitti, bacak gitti… Kıyafeti ören, üzerinde provasını yaptığımız arkadaşlardan birini geçirelim denildi. Bunun için ilk adım Mit kriziydi. Plana göre Recep Tayyip Erdoğan bir narkoz etkisiyle en azından bu işe karışamayacak hale getirilecekti. Olmadı. Oldurulmadı. Ardından olduğunu herkesin düşündüğü dinlemeler başladı.( Belki de daha önce ki okuduğumuz kadarıyla çok daha öncesinden başlamış.) Tabi AKP’nin ‘şirazeden’ çıktığını düşünenler alternatif bir muhalefet yaratma yarışını 1 yıl evvelki genel seçimlerden önce girmişlerdi. Hem kontrolü elde olan %25 ortalama mobilizasyon gücü elinde bulunan bir partiyi elde ettiler, hem de meclisin kritik süreçte meşruluğunu tartıştıracak muhalefet partilerinden birini saf dışına itmek istediler. Plan minimum düzeyde tutunca mit kriziyle başlayan süreç halihazırda artarak devam ediyor. Baronların isteğine matuf bir belediye başkanının yıllardır il il gezdirilerek bir sürece hazırlatılması kanaatim odur ki boşuna değil. En kritik süreçte, ablukada, her taraftan kuşatma altında olduğumuz şu dönemde o koz da sahaya sürüldü.

Şimdi söyleyeceklerim kısmı eleştiri kısmi öneri ama asla salt mantıkla anlayabileceğimiz şeyler değil.

Cemaat bu kuşatmayı ilmek ilmek örerken müthiş sosyolojik bir iş yaptı. Sac ayaklarını belli sınıflardan kurdu. Özellikle öğretmenlerin çoğunlukta olduğu, polis, avukat v.s. Biraz pratik işleyişlerin farkında olursak eğer ülkenin en cahil kesimlerinin belki de bu sosyal sınıflar olduğunun ve en etkin kesimlerinin de bu sosyal sınıflar olduğunun farkına varabiliriz. Hz. Peygamberin çevresinde en önce toplananlar ümmilerdi. Cahiller ise ölene kadar muhalefet ettiler. Son olaylar kapsamında tepeden bir gözlem yaparsak ümmi halkın bir şekilde Başbakanı sevsin sevmesen yapılanların karşısında olduğunu göreceğiz. Fakat bu sınıfların kuşatılmışlığının çok ciddi bir sorun oluşturduğu ortada. Kendi gazetesini okuyan, kendi televizyonunu izleyen, cemaat içinden evlenen, cemaatin verdiği hediye çekleriyle gidip alış veriş yapan, o evlerde yaşayan, kurumlarda çalışan vs. vs. Bu kuşatılmışlık altında baskı, muhalefetin köreltilmesi olabileceği gibi asıl olarak algı ameliyatları yapılıyor. Bu savaşın belki de en kirli yönü, en kirli yanı burası. Cahil Müslümanlar ümmi Müslümanlardan tarih boyunca ilk kez fazlalar. Tarih boyunca yaşadığımız en büyük krizlerinden birini tam olarak bu süreçte yaşamamız tesadüf değil.

Söz söylemek için önümüzde fazla bir zaman kalmadı. Ya son ve aslında dünya için kurtarıcı olacak uzun bir süre sonra ilk sözümüzü söyleyeceğiz ya da yok olup gideceğiz. Bu tezgahtan Recep Tayyip Erdoğan ile beraber çıkamadığımız durumda ağıt yakmaya başlayabiliriz. Benim şahsi ricam şudur Recep Tayyip Erdoğan milletin kalbinde Cumhurbaşkanlığını çoktan almıştır. Başbakan kalmalıdır. Ümmetin yoluna taşları bir bir döşemek için bu dik duruşa ihtiyacımız var. Şu eleştiriyi de rahatlayan günlere saklı tutuyorum. Modernleşen Müslümanlar, dünya üzerinde tahakküm kuran tek bir kültürün bağımlılığına koşan Müslümanlar bu dönemin ürünüdür. Buna alınacak önlemler ve bu konunun dalları konumunda olan problemler sükunetin sağlandığı an tartışılmaya ve hızla önlem alınmaya muhtaçtır.

Herkesin hesabı vardır, mutlak olan Allah’ın hesabıdır!
.

… E-kitap okumak için…


freud-kapakGurbetçi Freud ve “Das Unheimliche”

Modern insanın kalabalıkta duyduğu yalnızlığı sorgulamak için iyi bir fırsat… Sigmund Freud gurbette olma duygusunu, yabancılık, terk edilmiş hissini anlatan “Das Unheimliche” adlı denemesini 1919’da yayınlamış. İsminden itibaren tefekküre vesile olabilecek bir çalışma. Zira “Unheimliche” alışılmışın dışında, endişe verici bir yabancılık hissini anlatıyor.

Bu hal sadece İnsan’a mahsus: Kaynağında tehdit algısı olmayan, hayvanların bilmediği bir his. Belki huşu / haşyet ile akrabalığı olan bir varoluş endişesi? Gurbete benzer bir yabancılık hissi, sanki davet edilmediğim bir evdeyim, kaçak bir yolcuyum bu dünyada. Freud’un İd (Alt bilinç), Benlik (Ego), Üst Benlik (Süperego) kavramları iç dünyamızdaki çatışmalara ışık tutabilir mi? Dünyada yaşarken İnsan’ın kendisini asla “evinde” hissetmeyişi acaba modern bir hastalık mıdır? Teknolojinin gelişmesiyle baş gösteren bir gerginlik midir? Yoksa bu korku ve tatminsizlik hali insanın doğasına özgü vasıfların habercisi,  buz dağının görünen ucu mudur? Hem Sigmund Freud’u tanıyanların hem de yeni keşfedecek olanların keyifle okuyacağını ümid ediyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

Soyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır

yitikAfganistan’daki bir medreseyi, Bosna’daki bir camiyi, Hindistan’daki Taj Mahal’i görsel olarak islâmî yapan nedir hiç düşündünüz mü? Anadolu kilimlerini, İran halılarını, Fas’taki gümüş takıları, Endülüs’teki sarayları birleştiren ortak unsur nedir? Müslüman olmayan bir insan bile kolaylıkla“bunlar İslâm sanatıdır” diyebilir. Sanat tarihi konusunda hiç bir bilgisi olmayanlar için de şüpheye yer yoktur. Şüpheye yer yoktur da… bu ne acayip bir bilmecedir! Endonezya’dan Fas’a, Kazakistan’dan Nijerya’ya uzanan milyonlarca kilometrekarelik alanda yaşayan, belki 30 belki 40 farklı lisan konuşan Müslüman sanatkârlar nasıl olmuş da böylesi muazzam bir görsel bütünlüğe sadık kalabilmiştir?

Bakan gözleri pasifleştiren tasvirci sanatın aksine İslâm sanatı okunan bir sanattır. Yani görünmeyeni anlatmak için çizer görüneni. Doğayı taklid etmek değildir maksat. İnsanların aklını uyandırması, kalplerine hitab etmesi sebebiyle İslâm sanatının soyut bir sanat olduğu da aşikârdır. Ama Avrupa kökenli soyut sanattan ayrıdır İslâm sanatı. Meselâ Picasso, Kandinsky, Klee, Rothko gibi ressamlar gibi sembolizme itibar edilmemiştir. 284 sayfalık kitabımıza çok sayıda İslâm sanatı örneği ekledik. Bakmak için değil elbette, görünen sayesinde görünmeyeni akledebilmek, yani İslâm sanatını “okumak” içinBuradan indirebilirsiniz.


İslâm’da Mimar ve Şehir

Cumhuriyet’in ilânından beri yaşadığımız şehirler hızla tektipleşiyor. Betondan yapılmış kareler ve dikdörtgenler kapladı ufkumuzu. Trabzon, Aydın, Malatya… Anadolu’nun her yeri birbirine benzedi. Fakat Türkiye’ye has bir sorun değil bu. Batının “alternatifsiz” demokrasisi ve serbest piyasası mimarları da tektipleştirdi. Farklı düşünemeyen, yerel özellikleri eserlerine yansıtmayan mimarlar kutu gibi binalar dikiyor. Moskova, Tokyo, Paris, Hong Kong da tektipleşiyor ve çirkinleşiyor.

Çare? Binalara değil de mimara, yani insana odaklanmak olabilir; yani eşyayı ve sureti değil İnsan’ı ve sîreti merkeze almak. Zira bu bir norm ya da ekol meselesi değil: İslâmiyet’in ilk asırlarında bir şehir övüleceği vakit binalar değil yetiştirdiği kıymetli insanlar anılırmış. Biz de güzel binalarda ve güzel şehirlerde hayat sürmek için önce güzel mimarlar yetiştirerek başlayabiliriz işe. İnsan gibi yaşamak için mimarî çirkinliklerden ve bunaltıcı tektipleşmeden kurtulabiliriz. Bu ancak Güzel Ahlâk ile Güzel Mimarî arasındaki bağı yeniden tesis etmekle olabilir. Çare Mimar Sinan gibi cami yapmak değil Mimar Sinan gibi insan yetiştirmek. Kitabımızın maksadı ise teşhis ve tedaviye hizmet etmekten ibaret. Buradan indirebilirsiniz.

Hükümeti devirmek isteyen birileri mi var?

Hükümeti_devirmek_kapak4 Türk bankası çalışanlarını sömürmek, tüketiciyi kandırmak ve haksız rekabetten dolayı çok ağır cezalar yediler. Hemen ardından Türkiye tarihin en büyük anti-kapitalist ayaklanmasını yaşadık. Göstericiler “Sosyalist Türkiye” ve “yaşasın devrim” sloganları atarak orak-çekiçli pankartlar, Deniz Gezmiş posterleri taşıdılar. Tuhaf olan ise bazı bankaların ve holdinglerin bu ayaklanmaya destek olmasıydı. Anti-kapitalist göstericiler 20 gün boyunca İstanbul’un en lüks otellerinden birinde bedava kaldılar. Tuhaflıklar bununla da bitmedi. CNN, BBC, Reuters ve daha bir çok medya kuruluşu bir kaç sene önce, üstelik yabancı ülkelerde çekilmiş yaralı ve ölülerin  fotoğraflarını “Türkiye” diyerek servis etti. Tayyip Erdoğan’a destek için toplanan AKP’lilerin fotoğrafı CNN tarafından kazayla(?) “Ayaklanmış Protestocular” olarak yayınlandı.

Dünyada da tuhaf şeyler oldu:

  • Türkiye ile neredeyse aynı anda Brezilya’da bir halk(?) ayaklanması başladı.
  • Georges Soros’a ait ekonomi gazeteleri Çin ekonomisi hakkında aşırı kötümser haberler yaydılar.

“Kazalar” bu kadar çoğalınca insanlar ister istemez bazı şeyleri sorguluyor:

  • Türk bankaları neden sermaye düşmanı, anti-kapitalist bir ayaklanmaya destek oldu?
  • Acaba 2008 krizinden sonra kan kaybeden ABD ve Avrupa kaçan sermayeyi geri  çekmeye mi çalışıyor?
  • Brezilya, Çin ve Türkiye Avrupa ve ABD’deki yatırımları çekmenin cezasını mı ödüyor?

Elinizdeki kitap bu sorulara ve darbe iddialarına cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.

kapak_kitap_capulcularÇapulcular” ne istiyor?

Genel seçimler yaklaşırken başladı Taksim Gezi Parkı olayları. İnsanlar öldü, yaralananlar, tutuklananlar oldu. Taksim’deki sanat galerileri bile yağmalandı. Maddî zarar büyük: Yakılan otobüsler, özel araçlar, iş yerleri. Ancak hâlâ isyancıların ne istediğini bilmiyoruz. Taksim Dayanışma Grubu’ndan çelişkili açıklamalar geliyor. Polisi ya da göstericileri suçlamadan önce şunu bilmek gerekiyor: “Çapulcular” ne istiyor? Daha fazla demokrasi? Sosyalizm? Devrim? Darbe? Elinizdeki e-kitap bu sorulara cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.

 

 Alevilik, Ortak Acılardan Bir Kimlik

Aleviler ızdıraplarda, geçmişin acılarında buluşuyorlar. Dersim, Madımak… Bu isimler anıldığında kırmızı bir düğmeye basılmış gibi bütün farklı Alevilik-LER birleşiyor ve bir tepki geliyor. Hızlı, öngörülebilir ve manipülasyona açık bir tepki bu. Ortada geç-ME-miş bir geçmiş var. Kıymetli yazarımız Cemile Bayraktar’ın dediği gibi “yüzleşilmediği müddetçe de geçmeyecek bu geçmiş” , çıkarılmayı bekleyen bir diken gibi acı vermeye devam edecek.

Diğer yandan çok sayıda Alevi kendi atalarına, dedelerine, manevî önderlerine en büyük acıları reva görmüş olanlara büyük bir sadakat ile bağlılar. Yani Kemalistlere ve CHP’ye. Yakın tarihi sorgulamak şöyle dursun ibadethanelerini Atatürk resimleriyle donatıyorlar. Ortak acıların ve siyasî tercihlerin dışında Alevileri birleştirecek bir inanç, bir kültür yok mu? Acaba Aleviler Stockholm sendromundan kurtulabilecekler mi? Elinizdeki kitap bunları sorguluyor. Buradan indirebilirsiniz.

Tiryandafilya, Güneşe “ya doğ, ya da ben doğacağım” diyen güzel!

kapak_Tiryandafilya“… Senden önceki hiçbir kadın tarafımdan böyle sigaya çekilmedi Tiryandafilya. Sen benim tüm aşklarımın  raporusun, tüm aşklarımın hülasası, ana fikrisin Tiryandafilya. Senden öncekiler ya masadan kaçtı ya da onları masadan ben kovdum. Şimdi benim tüm bu kaybolan yıllarımın hesabını vermek de sana kaldı. Sevdiğin başka bir erkek olmasına rağmen bu yola girmen için de seni zerre kadar zorlamadım, bunu da biliyorsun Tiryandafilya. Duvarımın arkasına dolanman için sana elimden gelen tüm kolaylığı gösterdim. Bu asla senin marifetin, el çabukluğun, kahredici, tahrik edici, tahkir ve de tezyif edici dişiliğinle olmadı. Senden önce gidip, tüm kapıların kilidini senin için açan irade bendim. Orada beni çırılçıplak gördüysen benim sayemdedir. Şimdi dürüstçe oynayalım o zaman. Ama unutma Tiryandafilya; ihanet ilgi çekse de hain sevilmez…”

Efraim K‘nın kitabını buradan indirebilirsiniz.

 

kitap tanitan kitap 5Kitap tanıtan kitap 5

İmkânsız bir buluşma düşleyin: Nietzsche, Montaigne, Chomsky ile Fârâbî ve Muhyiddin İbn Arabî Hazretleri bir arada. Ama yalnız değiller, hemen yanı başlarına John Berger, Cahit Zarifoğlu, André Gorz , Oğuz Atay, İsmet Özel, Amin Maalouf, Gilbert Achcar, Nevzat Tarhan, Randy Pausch ve daha bir çok aşina olduğumuz yazar, şair, düşünür gelip oturmuş. Bu imkânsız buluşmayı Derin Düşünce sitesinin yazarlarına borçluyuz. Sadık dostlarımız Alper Gürkan, Mustafacan Özdemir, Mehmet Alaca, Mehmet Salih Demir ve en az “eskiler” kadar çalışıp didinen genç yetenekler: Essenza, Esma Serra İlhan, Gülsüm Kavuncu Eryilmaz, Abdülkadir Hacıaraboğlu, Azat Özgür. Kitap tanıtan kitapların beşincisini ilginize sunuyoruz, kitapların dünyasına açılan 23 pencereden bakmak için. Buradan indirebilirsiniz.

hamza_yusuf Hamza Yusuf ile İslâm’ı anlamak

Elinizdeki bu kitap Ekrem Senai tarafından yapılan iki tercümeyi içeriyor:

  • Zaytuna Institute’den Hamza Yusuf Hanson’ın 2010 yılı Mayıs’ında Oxford üniversitesinde yaptığı İslâm’da reformkonulu konferans,
  • Yine  Hamza Yusuf Hanson’ın Dr.Murata ve Prof.Chittick’in İslam’ın vizyonu isimli eseri üzerine yaptığı konuşma (Bahsedilen kitap, Türkçe’ye de çevrilmiştir.)

Hamza Yusuf Hanson 1960 yılında Amerika’nın Washington Eyaletinde dünyaya geldi; Kuzey California’da büyüdü. 1977 yılında müslüman olduktan sonra on yıl boyunca İslâm coğrafyasında Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Kuzey ve Batı Afrika gibi bölgeleri gezdi. Farklı ülkelerde iyi büyük alimlerden icazet aldı. Hamza Yusuf bu seyahatten sonra ülkesine dönerek Dinler Tarihi ve Sağlık Hizmetleri alanlarında diploma aldı. Dünyanın dört bir tarafında İslâm hakkında konferanslar veren Zaytuna Enstitüsü’nü kurdu. Batıya İslâm’ı sunan, İslâmî ilimlerin ve geleneksel metodlarla eğitimin yeniden canlanmasını amaçlayan Enstitü, dünya çapında üne sahiptir. Shaykh Hamza Yusuf, Fas’ın en prestijli ve en eski Üniversitelerinden birisi olan Karaouine’de ders veren ilk Amerikalı öğretim görevlisi olmuştur. Bunların yanısıra, klasik haline gelmiş geleneksel bazı Arapça metinleri ve şiirleri modern ingilizceye tercüme etmiştir. Halen eşi ve beş çocuğuyla birlikte Kuzey California’da yaşamakta. Buradan indirebilirsiniz.

Organik dinimi geri istiyorum 

organik_dinimi_geri_istiyorum - kcBilim ve teknoloji alanında buluşumuz pek yok ama gün geçmiyor ki din konusunda yeni bir icat çıkmasın. Televizyon karşısında merakla “acaba bugün neler caiz ilan edilecek, neler haram edilecek?” diye merakla bekliyoruz. Bektaşi’ye sormuşlar: “İslam’ın şartı kaçtır?” diye, “Birdir!” demiş. “Hac ve zekatı siz kaldırdınız, oruçla namazı biz kaldırdık, geriye kelime-i şahadet kaldı”. Ben kelime-i şahadetten de emin değilim, her an bir profesör çıkıp “böyle bir şey yoktur, imanın şehadeti mi olur?” diye ortaya çıkabilir. […] İlahiyat profesörlerinin bir büyük zararı da bu oldu. Din’in siyaset gibi, futbol gibi, tartışılacak, insanın bilgisinin olmasa da fikrinin olabileceği bir alan olduğu tevehhümü oluşturdular. Her şeyin kutsallığını bozdular. Artık bacak bacak üstüne atıp çiğ ağzımızla Allah, peygamber ne demek istemiş “muhakeme” yapıyoruz hiç ar duymadan, hepimiz birer küçük şeyhülislam, birer fetva emini… hangi hadis uydurma, hangisi sahih şıp diye gözünden anlayıp ayetleri engin din bilgimizle şerh ediyoruz. Şu muhakemelerin bolluğundan da dini yaşamaya bir türlü sıra gelmiyor. Halbuki bir güzel insanın dediği gibi: “Din öğrenmekle yaşanmaz, yaşandıkça öğrenilir”.

Elinizdeki bu kitap Ekrem Senai’nin kaleme aldığı yazılardan ve tercüme ettiği makalelerden oluşuyor: Hamza Yusuf, Noah Feldman, Charles Townes, Marc Levine ve Karen Armstrong ile İslâm, Hayat ve Bilim üzerine… Buradan indirebilirsiniz.

Banka Ordudan Tehlikelidir!

(Son güncelleme: İkinci sürüm, 27 Ekim 2013)

Bankacılarına söz geçiremeyen batı ülkeleri tıpkı 1980′lerde ordusuna söz geçiremeyen Türkiye’nin durumuna düştüler. Zira bize yansıtılanın aksine, 2008’de Amerikan emlâk sektöründen başlayan kriz öngörülemez bir felaket değildi. Yapılan düpedüz bir piyasa darbesi idi aslında. Tasarlanmış, planlanmış, yürürlüğe konmuş bir operasyon. Bu operasyonu yöneten insanlar daha 1980’lerde Batı adaletinin üzerine çıkmışlardı. Krizi frenleyecek yasal engelleri bir bir kaldırdılar, krizin küreselleşmesini sağlayacak mekanizmaları yine onlar kurdular. Elinizdeki 60 sayfalık bu e-kitap Batı’da demokrasinin gerileme sürecini sorguluyor: Demokrasinin zayıf noktaları nelerdir? Bankalar nasıl oldu da halkın iradesini ayaklar altına alabildiler? “Hukuk devleti” diyerek örnek aldığımız demokratik ülkeler neden bu Piyasa Darbesi‘ne engel olamadılar? Askerî darbelerden yakasını kurtaran Türkiye’de hükümet Piyasa Darbesi ile devrilebilir mi?  Buradan indirebilirsiniz.

 

Sanat Yoluyla Hakikat Bulunur mu?

İnanmak belki zor ama … eğer sınırsız görme kabiliyetine sahip olsaydık hiç bir şey göremezdik! güneşe dürbünle bakan biri gibi kör olurduk.Gözlerimizin sınırlı oluşu sayesinde görüyoruz dünyayı. Immanuel Kant’ın meşhur bir güvercini vardır, havayı iterek uçar ama havanın direncinden yakınır durur. “Hava olmasaydı daha hızlı uçabilirdim” der. Hakikat’i görmekte zorluk çekmemizin sebebi O’nun gizli olması değil tersine aşikar olmasıdır. Aksi takdirde Hakikat’i içeren, kapsayan ve perdeleyen daha hakikî bir Hakikat olması gerekirdi. İşte bu sebeple Hakikat’i görmek için Bilim’e değil Sanat’a ihtiyacımız var, bilmek için değil bulmak söz konusu olduğu için. Derin Düşünce yazarları Sanat-Hakikat ilişkisi üzerine yazdılar. Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin