RSS Feed for This Post

Muadili Allah olan bir sevgiliye kavuşsan ne olur, kavuşmasan ne olur?

kavusmak

Yolcu Dergisi’nde yayımlanmıştır.

Hacer çölde bir başına kaldığında, zemzemden önce İsmail’in ağlaması ona “Rabbin seninle!” demişti. Elbet görmek isteyen için bunda bir mucize mevcut, gözlerimizi aç ya Rab!

  Gündüz ve gece vaktini şaşmadan birbirlerine kavuşuyor biz kavuşamıyorduk, kavuşsak dahi çok kısa sürüyor ya kavuştuğumuz gibi ayrılıyor ya da hiç kimsenin bilmediği ancak ikimizin bildiği sırrımızda küçük bakışlarla birbirimizle konuşmaya, kavuşmaya çalışıyorduk. İşte o kavuşamamalarımız arasında bir gölge boyu, bir ezan aralığı kadar kısa süren vakitlerdeki kavuşmalarımızda, karşımda durup yahut karşında durup “hiç tanışmıyormuşçasına” gündelik kısa konuşmalar yapmamıza sırf yokluktan “kavuşma” adını veriyordum; bununla avunuyordum, avunuyordun, avunuyorduk.

Sırf yokluktan kavuşma adını verdiğim, kavuşamama günlerinden birinin akşamında yalnız olduğum evimde tam üç kişi saydım: Ben, senin yokluğun, senin yokluğunun acısı… sen dışında her şey yani. İçimin acıyla kıvrıldığı bir yatsı vakti, yalnızlığıma hüzünleri buyur ederken okunan ezanla birlik, Allah’ın bana “Yalnız değilsin, ben varım” dediğini fark ettim. Bir cümle düştü kalbime, biraz özenti, biraz da ilhamla dolu: “Muadili Allah olan bir sevgiliye kavuşsan ne olur, kavuşmasan ne olur?

Muadili Allah olan, sızısı Allah’ı tesbih ile dinen bir hasretin varken bende kavuşamamaları, istiğfarlar için fırsat gördüm. Sonra çok geçmeden düşünedurdum; senden mi kaynaklandı bu yüce deva, yoksa benden mi? Alınma lütfen, sende bu yüce devaya layık bir taraf yoktu, kendime de bu rolü biçemezdim ve bunun Allah’ın bir lütfu olduğunu düşündüm. Kavuşamamaktan da bir şükür vesilesi çıkarttım böylelikle. (Lütfen üzerine alınma, sevmek, hasretten kıvranmak başka kıvrandıranın buna layık olması başka şeyler; üzgünüm layık değilsin)

Nasıl oldu ben de bilmiyorum, bırakıp gittiğin yeri bırakıp da gitmiyorken acın, içimde sözlerinin kırdığı yerler mi vaz geçti senden, yoksa muadilin mi işitti sızımı bilemedim, birden oldu işte… Birden senden başka bir şeye odaklanamayan dünyam seni orada bıraktı, sen orada kaldın ben dünyamla dönmeye devam ettim; ağır aksak olsa da.

Ardımda kaldığın günleri sürerken sen de bu terk edişimi hissetmiş olacaksın ki, duruma isyan edercesine geldin dikildin karşıma, bana sana sızılandığım günleri hatırlatmak istercesine baktın, baktın, o bakışta kaybolup da seni kovduğum yere geri dönmek istedin sanki. Olmadı, yapamadın. Öfkelendin ve geldin yanıma dikildin, gölgen üzerime düşsün istedin, seni istemememe dayanamadın, elinle tutamadığın beni, gölgenle tutmaya kalktın. Tüm bunlar yetmedi sana, kesmedi seni ikimiz arasında, kendimizden başkasının bilmediği, birbirimize gizli işaretimiz olan şairi ve şiirini ifşa ettin uluorta, sırf bana kavuşacak bir sözün olsun diye yaptın bunu ama tam aksi oldu işte ifşa ettiğin anda kalan incecik bağımızı da kopardın. Başka ağızlardan duymamalıydım bizim şiirimizi ve şairimizi, sırf bu özensizliğin için bile seni terk etmek bir zorunluluk olmuştu.

Şimdi seni özleyerek başladığım bir gün içerisinde, kavuşamamalardan bile kavuşma çıkartacak kadar sana düşkünken, bir Amerikan dizisinden arakladığım “Yerini hiçbir şey tutamaz” cümlesiyle seni anarken, aynı günün ikindi vakti akşamın vaktine kavuşmak üzereyken sana nasıl oldu da “Artık görüşmek istemiyorum, bu böyle yarım kalmalı.” diyebildim ben de bilmiyorum. Nasıl oldu da, duhâ vaktinden başlayıp, teheccüd vaktine kadar hayranlıkla zikrettiğim seni, ikindi ve akşam ezanı arası gibi kısa bir aralıkta böyle arkama bakmadan gidebildim ve nasıl tüm hoşlanılmayası taraflarınla seni mühürleyebildim. İnan ben de anlamadım, terk edişimden sonra sendeki afallayan şaşkın halleri ve acını da görebildim ama nedendir bilmiyorum -belki hak etmediğinden- hiçbir şeyine güvenmeyen ama merhametine güvenen ben sana merhamet bile etmedim.

Sen şaşkınlık içerisinde benim yokluğumu hissedemezken ben en sakin halimle senin yokluğunun yerine usul usul, ağır ağır “tevekkül” denilen dindirenimi yerleştirdim. Veda niyetine son bir kez beni güldürdüğünde, gülme sesim biraz kıvamını taşınca elinle tonunu azaltmam için yaptığın hareketini yaparken, benimle birlikte gülen yüzünü anımsadım, kavuşamadığımız hayatımızda kavuşan gülücüklerimizi hatırlayıp, senden arda iyi bir şey kalsın diye o kavuşan gülücüklerimizi bu gölge aralığı kadar kısa olan vakte kazıdım. Rabbim kendi bildiğince hüzünlü kalbimin sızısını dindirirken, veda niyetine bir cümle kurdum: “Yerini yalnızca bir şey tutabilirdi; tuttu. Elhamdülillah

 

 

… Cemile Bayraktar’ın e-kitaplarını okumak için…

 

Şiirlerim, Öykülerim / Cemile Bayraktar

İnsan ya zevkten yazar ya dertten yazar. Ama insan bazen dertli olduğunu kendi bile bilmez, derdini ve zevkini kendi yazar ama farkında değildir, derdini de, şevkini de bazen kendi yazmamışçasına, yazdığından okur, insanın kendinde bilmediği yansımıştır yazıya, insan dertten yahut zevkten yazarken herkes kadar kendini okur. İnsan önce kendi için yazar. O vakit yazdığı aynası olur. Buradan indirebilirsiniz.

 

 

Kendi ülkesini işgal eden ordu

Hiç bir yeri işgal edemeyen ordular kendi ülkelerini işgal ederler. Çünkü her orduya insan gücü ve maddî kaynak gerekir. Beceriksiz ordular disiplinsiz olduklarından YABANCI DÜŞMAN ile savaşamazlar. Kolayca yenebilecekleri İÇ DÜŞMANLAR uydururlar ve bu bahane ile kendi ülkelerini işgal ederler. Başbakan asarlar. Milletvekillerini hapse atarlar. Korumakla yükümlü oldukları halkı işkenceler altında inletirler. İşgalciler kimseye hesap vermezler. Halkın isyan etmesine engel olmak için “etrafımız düşmanla çevrili” diyerek KORKU PROPAGANDASI yaparlar. Eleştirilerden uzak kalmak için farklı inançlardan ve kültürlerden olan insanların birbirine düşman olması da bu eşkiyaların işine gelir. Bu sebeple terörü destekleyebilir hatta teröristlere silah ve para yardımında bulunabilirler. Okuyacağınız kitap kendi ülkesini işgal etmiş bir ordunun kısa tarihidir. Buradan indirebilirsiniz.

Söz yıkar şiir imar eder

İncitmeden söylemek istersin ama söz incitir bazen. Ağlatmak istersin bazen ama söz ağlatmaz. Bazen sesini sözle duyurmak istersin ama duyulmaz. Bazen birsindir, bin olmak istersin söz yetmez. Sözün söz; kelimenin kelime olarak kaldığı anlar bazen yetmez, bazen tam aksine düşer, öyle zamanların sihri sadece şiirdir… Tahran’dan, Washington’a; Beyrut’tan, Tokyo’ya; İstanbul’dan Şam’a; Paris’ten Kazablanka’ya; Filistin’den Keşmir’e kadar uzatabilir kollarımızı şiir, tel örgülere, mayınlı topraklara, kırmızı çizgilere mahkûm etmeden beşeri, uzanır uzanabildiğince…Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 1 Yorum

  2. Yazan:my Tarih: Eyl 22, 2013 | Reply

    bu kadar güzel bir yaziya yorum yazacak yetenekte degilim ama Niyazî Misrî Hazretleri’nin su misralariyla cevap vermek isterim yine de:


    Dermân arardım derdime derdim bana dermân imiş,
    Bürhân sorardım aslıma aslım bana bürhân imiş.
    Sağ u solum gözler idim dost yüzünü görsem deyü,
    Ben taşrada arar idim ol cân içinde cân imiş.
    Öyle sanırdım ayriyem dost gayrıdır ben gayriyem,
    Benden görüp işiteni bildim ki ol cânân imiş.
    Savm u sâlât u hac ile sanma biter zâhid işin,
    İnsân‐ı Kâmil olmaya lâzım olan irfân imiş
    Kande gelir yolun senin ya kande varır menzilin,
    Nerden gelip gittiğini anlamayan hayvân imiş.
    Mürşid gerektir bildire Hakk’ı sana Hakk’al‐yakîn,
    Mürşidi olmayanların bildikleri gümân imiş.
    Her mürşide dil verme kim yolun sarpa uğratır,
    Mürşidi Kâmil olanın gâyet yolu âsân imiş
    Anla hemen bir söz durur yokuş değildir düz durur,
    Âlem kamû bir yüz dürür gören anı hayrân imiş.
    İşit Niyâzî’nin sözün bir nesne örtmez Hakk yüzün,
    Hakk’dan ayân bir nesne yok gözsüzlere pinhân imiş

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin