RSS Feed for This Post

Er-Riaye li Hukukillah / El Muhasibi

er-riaye-li-hukukillahBismihu.

Men arefe nefsehu fekad arefe Rabbehu.

İbn Ataullah El İskenderi, Tacü’l-Arus El Havi Li Tezhibi’n-Nüfus’ta şöyle der:

“Allah’ım, yalnızca senden yardım istiyorum, bana yardım et. Sadece sana güvenip dayanıyorum; beni senden başkasına ısmarlama. Yalnızca senden istiyorum; beni isteklerimde boş çıkarma. Senin zenginlik ve cömertliğine değer veriyor ve rağbet ediyorum; beni mahrum etme. Zatı cenabına intisap ediyorum, beni lütfundan uzaklaştırma. Sadece senin kapında duruyorum, beni kapından kovma.”

El İskenderi’nin Allah ile arasındaki kalbi bağın kelimeler âdetince çoğaldığı, bulmak-kaybetmek ikileminde denizlerin incilerini içimize fırlattığı nettir. Bulan bir şey kaybetmemiştir, ziyana uğrayan; yüz çeviren ve bulduğundan değil de başkasından hoşnut olandır. Bu bilgi, insan ruhunda saklı olan zekâdadır.

Ruh bilgiyi, dışarıdan gelen gerçekliği anlamaya çalışır, onu özümsemeye meyleder. Bir alemden bu aleme nüzul eden ruh bedene girmiştir. Orada tabiri caizse hapsedilmiştir. Ölümse ruhun bundan sıyrılışıdır. Hakikatin şuhud aleminden sonra bu nüzulleri görünemez oldu. Bu alemde gözlenen nesneler, eşyalar, varlıklar ezeli alemde temaşa edilenlerdir. Yansımalar, gölgeler aslın ve hakikatin çemberinde dönüp dolaşan birer timsalleridir. Hermes şöyle diyordu:

“Nefsimden ileri ve içeri ölümsüz bir bedenin içine gittim, akılda doğdum. Ben gökteyim, yerdeyim, sudayım, havadayım. Ben her bir canlı içindeyim, ben her yerdeyim.”

Sebepler gizli, ölüm her şeyin başlangıcıdır. Ruh yeryüzüne iner. Onun için orada bir sınav vardır. Bu bir yolculuktur, hem ruhun hem de kalbin. Ruh maddeye, eşyaya yenilirse, onun timsallerine aldanırsa ilahi olandan uzaklaşır ve sınavı çetinleşir. Kalbin ve ruhun kötü içinde güzelliği arayışı, ona düşkünlüğü ruhun bu aleme gelmeden önce aslı ve hakikati iç içe görüyor olmasındandır. Yeryüzünde insan ruhu hatırlar. İster bir eşyayı, isterse bir varlığı, ruhu. Zira insan ruhu ilahidir, onda bir nur vardır. Celal, Cemal iledir. İlahi temaşadan zevk alır. Temaşa, ruhun aynasıdır. İlahi olan mükemmelse, mutlak bir güzellik, doğruluksa, hakikat için insan teşebbüsü bir nazardır. Muhyiddin İbn Arabi’ye göre alem, varlık bir nurdur, ışıktır. Allah’ın bir nurudur. Zulmetse, nurun diğer yanıdır, birbirinden farklı değildir. Nur Suresi, 35. Ayet:

“Allah, göklerin ve yerin nurudur. O’nun nurunun temsili şudur: Duvarda bir hücre; içinde bir kandil, kandilde de bir cam fanus içinde. Fanus sanki inci gibi parlayan bir yıldız. Mübarek bir ağaçtan, ne doğuya, ne de batıya ait olan zeytin ağacından tutuşturulur. Bu ağacın yağı, ateş dokunmasa bile neredeyse aydınlatacak kadar berraktır. Nur üstüne nur. Allah dilediği kimseyi nuruna iletir. Allah insanlar için misaller verir. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.”

Cismani alemi gören akıl ve bilgi, mutlak bir hakikata ulaşmakta yetersizdir. Maddi alemi gören akıl, Batıni alem için körlüğünü atması gerekir. Kuşeyri ve Gazali’nin hem fikir olduğu şeriat nazarıyla maddi alemden sıyrılarak manevi alem görülebilir, hakk ve batıl ayrımı yapılabilir. Bunun için kötüden uzaklaşmak, saflaşmak ve arınmak elzemdir. İnsanda hayvani cenah olduğu gibi ilahi cenah da mevcuttur. Ruhun, ilahi özüyle; sevgi ve güzellik arayışına girmesi bununla ilişkili olup, yeryüzüne geldiğinden beri sürekli bir arayış içine girmesi de bir hakikattir. Şüphesiz ki sevgisini, güzelliğini muhatabında bulanlar insan-ı kamilden başkası değildir. Er Riaye’de girişindeki şerh (bkz: Bediüzzaman Said Nursi, Lemalar – 17. Lema 14. Nota) bu noktada önemlidir:

“Hayvaniyetten çık, cismaniyeti bırak, kalb ve ruhun derece-i hayatına gir. Tevehhüm ettiğin geniş dünyadan daha geniş bir daire-i hayat, bir alem-i nur bulursun. İşte o alemin anahtarı ‘marifetullah’ ve ‘vahdaniyet’ sırlarını ifade eden ‘la ilahe illallah’ kelime-i kudsiyesiyle kalbi söyletmek ve ruhu işlettirmektir.”

Ruh, kalp ile bir seyirdedir. Onun cismaniyete olan nazarı bir müddet onu karanlığa gömer. Aydınlanınca da bilir, ve anlar. Ondan yüz çevirir. Müellifimiz El Muhasibi’nin Er Riaye’sinde bu yolculukta insanın karşısına çıkan nefs, kibir, vera, ucub, hased gibi kavramları ve onunla nasıl bir önlem alınabileceğine ışık tutmaktadır. Öncelikli olarak El Muhasibi’nin satır aralarında kalınmışlığı dikkatimizi çeker. Pek bilinen bir isim olmamakla beraber, müellifin 781-857 yılları arasında yaşadığı, gençliğinde zahiri ilimlerle uğraştığı kadar batıni ilimlerle de derinleşerek yoğun bir telif dönemi içine girdiği belirtilir. El Muhasibi künyesini kendi yaptığı muhasebeye ve riyazete dayanarak şu şekilde ifade eder:

“Ben derinliğe tefekkür edip uzun uzun düşünerek hidayete ulaştıracak bilgi aradım. Daha sonra Allah’ın Kitabı, Resulü’nün sünneti ve müminlerin icmaından anladım ki haris olmak insanı körleştirir ve böylece onu hak yolu aramaktan engeller, neticede de batıla düşürür.”

Basra’da doğup büyüyen sonra da Bağdat’a göç eden El Muhasibi, hadiste, kelamda ve tasavvufta muhtelif ve sayısız eserler vermiş bir zattır. İki yüz civarında eser verdiği rivayet edilir. Belli başlı, elyazması şeklinde, tahkikle basılarak günümüze ulaşan eserleriyse: Adabu’n-Nüfus, Faslun Min Kitabi’l-Azama, Fehmu’s-Salat, El Kast Ve’r-Rücu’ İlellah, Mahiyetu’l-akl ve Ma’nahu ve İhtilafi’n-nasi Fihi, El Mekasib ve’l-Vera’ ve’ş-Şübühat, El Mesail fi A’mali’l-Kulup ve’l-Cevarih, Kitabu’l-‘İlm, Risaletu’l-Müsterşidin, Şerhu’l-Ma’rife ve Bezlü’n-Nasiha, El Vesaya, Kitabu’t-Tevehhüm, Bed’u Men Enabe İlellah, Fehmu’l-Kur’an ve Ma’nahu, El Hubbu Lillahi Ta’ala ve Meratibu Ehlihi, El Halvetu ve’t-Tevekkülü fi’l-İbadeti ve’Derecati’l-Abidin, Vahdu’t-Nizam ve Vahdaniyyetu’l-Lah. Er Riaye’nin girizgah bölümünde ilgili eserler hakkında yayına hazırlayan, eseri tercüme eden Prof. Dr. Abdulhakim Yüce’nin verdiği bilgiler yer almaktadır. Buna ek olarak, El Muhasibi hakkında eserin girişinde önbilgiyle ilimdeki konumunun altı çizilmektedir. Er Riaye ile ilgili yapılan Arapça ve Türkçe çalışmaların, Batıda yapılan araştırmaların, El Muhasibi’nin etkilerinin eserin esas konusundan önce oldukça nacizane bir sunuşla verilmesi, ona artı bir değerlik kazandırmaktadır. Abdulhakim Yüce’nin gayet mazbut bir hâl diliyle Er Riaye ve belki de en önemlisi El Muhasibi hassasiyeti adına sade ve güzel bir iş çıkardığı ortadadır. Önsözündeki kalbi yaklaşımından tasavvuf için ortaya koyduğu emek göz ardı edilmemeli, diğer ilim adamları gibi rıza-yı İlahi adına yola çıktığı unutulmamalıdır.

Şeriat tarikat yoldur varana / Hakikat marifet andan içerü

Mumsuz baldur şeriat, tortsuz yağdur tarikat / Dost içün balı yağı ne içün katmayalar

 

Yunus Emre Divanı

Yunus Emre, Allah’a varan yolun hakikatli ve olması gerekenin bu olduğunu söyler. Hakikate, marifetullaha ulaşmakta gayede muhtelif yolları açarak  şeriat, medrese, sünnet-i seniyye gibi yollarla Allah’a varırken insanın ruh yolculuğunda bir şeyin derdini taşıyıp da erişilen mertebeyi, noktayı vurgular. Bu yolun önemi yoktur. Önemli ve gerekli olan, hakikatin salt kendisine, Allah’a varmaktır. Niyazi Mısri de şeriatsiz hakikatin olamayacağını savunuyordu. Ruhun ve kalbin yeryüzündeki seyrinde şeriat, hakikat, tarikat dairesi bir rehber olmakla beraber insanın tek başına bu yeryüzünde yolunu kaybedebileceğini izah edilebilir. Beyazıdi Bestami, üstadı olmayanın imamı şeytandır derken insanın kainata nazarında onun önünde olması gereken bir imama, bir mürşide, bir kılavuza, bir nura dikkatini çekiyordu. El Muhasibi’nin de Er Riaye’de insanın kainattaki düzende yaşamını sürdürürken onun rehberliği için hakikatin, tasavvufun, şeriatın kalbe ve ruha bir şifa olduğunu belirtir. Er Riaye’nin bu bağlamda tamamıyla erdem, tasavvuf ve de ahlak felsefesine oturtularak hacimli ve bol tefekkürlü bir kaynak olduğu görülür. Sünneti, Hadisleri, Kur’anı, Tasavvufu bir rehber edinir kendisine. Yoluysa, nazargahtır.

Müellif El Muhasibi’nin Er Riaye’si, (Er-Riaye li Hukukillah: Allah’ın Haklarına Riayet Etmek) riya, arkadaşları tanıma, nefs, ucub, kibir, aldanma, vera, hased, müridin terbiyesi, uzlet, dünya, şirk, bidat, nazar gibi sair konularda derinlemesine inilerek tahliller sunmakta, insanın seyrini ferahlatıcı kandilleri duvara asmaktadır. Eserin bölümlere ayrılarak, her bölümün kendi içindeki soru-cevap diyalektiğiyle bilerek ya da bilmeyerek giriştiğimiz eylemlerin, söylediğimiz sözlerin ve içimizde olup bitenin dışavurumu, kurani, ilmi ve de tasavvufi bakış açısıyla su gibi berrak bir hâl diline dönüştüğü açıktır. El Muhasibi’nin her konuyu tahlil ederkenki duruşu beraberinde getirdiği timsallerle, şerh düştüğü hadislerle, tasavvufi hâllerle, başta Allah Hakkına Uymak, Takva ve Mahiyeti kavramlarını ayetler ve hadislerin ışığında konu edinerek nelere riayet edileceğinin altını çizer, duru bir izahla meramını açıklar. Bediüzzaman Said Nursi de iman hakikatleri ilhamını, kaynağını doğrudan Kuran’dan aldığını bahseder. (bkz: Sikke-i Tasdik-i Gaybi, 1. Şua) Bir ayna ve yansıttığı güneş timsali. Herkesin içinde kendine bir has ayna varsa şayet, o bir saray gibidir. Yol ve ömür, Bediüzzaman’ın şerh düştüğü gibi bu sarayda bir ibadete dönüşür, zikre ve de hakikat dairesinden içeri girmeye teşebbüs eder. El Muhasibi’nin asırlar sonrasında Bediüzzamani hakikat çekirdeklerini Kuran’ın, Sünnetin nuruyla nurlandırdığı tasdik edilir. Er Riaye’nin ilhamı asıldan gelir, saifeleri hakikatmeşrep bir insanın kainattaki tecellileri arayışındaki mutlak teslimiyetini sorgular. Onun için öğütler verir, kapıları zorlar, eşiklerden içeri girmesine yardımcı olur. Terbiyesinde ahlak vardır müellifin ve eserinin. Güzellikleri perdelerin ardından aralamaya teşvik eder, hatırlatır ve de ruhun, kalbin sebatlılığı adına dikenlere karşı koyabilmeyi muallimliğiyle, haceliğiyle zikreder. Her kıstas için ayrı bir pencere açar, pencerelerin genişliği kalbiyle eşittir El Muhasibi’nin.

“Beni kendine kalb edemezsin, ancak sen bana inkılap edersin.”

Bağdat Medresesi’nin en önemli şahıslarından, ilmiyle Gazali’yi oldukça etkileyen El Muhasibi’nin Er Riaye’si soru-cevap üzerine bir üslupla inşa edilmiştir. Soruyu soranın El Muhasibi’nin ismi belirtilmemiş talebelerinden biri ya da Cüneydi Bağdadi gibi bir zat, cevap verenin de El Muhasibi olduğu belirtilmektedir. Zira, sorulan sorular ilmi olarak da yüksek ve seviyeli sorular olduğundan ilmi kuvvetli birinin sorular sorduğu ya da tamamıyla soru soranın da cevap verenin de El Muhasibi olabileceği ihtimal dahilindedir. Bu konuyla ilgili kesin bir bilgi mevcut değildir. Bildiğimiz ve gördüğümüz şudur ki El Muhasibi, her biri ayrı ders olan Er Riaye’sinde ilmi meseleler için araştırmalar yapmış, hakikatleri sorgulamada öncü olmuş, onları telife ayırmış ve de kendinden sonraki ilim sahiplerine, insanlara bir kaynak olmuştur.

Nur-u ilahiden bir cevher olan insan ruhu, El Muhasibi’nin Er Riaye’de dile getirdiği hikmetlerle bir üst mertebeye doğru kıvrılır. Bildikleri, bilmediklerinden azdır insanın. Müellifin her çeşit sualle ve cevapla aydınlattığı kalpler, gölgelerde yitmeme ümidini taşır. Bunu eserde sıklıkla yineler. Tekrarları hoştur, onlar bizi ayakta tutmak ve mananın özünü idrak edebilmemiz içindir. Ondan dolayıdır ki müellif eseri telif ederken her kısımda aslında birbirini kapsayan bir çekirdeğin küçük tohumlarını serpiştirir. Samimiyetle, hakkaniyetle, muamelat ilmiyle bir mum olur El Muhasibi. Er Riaye’sini derslere böler. Eserin riya bölümünde, riyanın mahiyeti, özellikleri, onu bertaraf etmenin yolu, riyadan kaçma, galip olma sevdası, niyetin ne olduğu, böbürlenme ve övünmenin neticesi, yalnızken ve topluluktayken riya ve riyayla ilişkili sair konularda deruni ve kapsamlı açıklamalar yapar. El Muhasibi’nin Er Riaye’de en uzun tuttuğu kısım budur. Diğer ana konularda olduğu gibi bu konuda da ilgili hadislerin kaynağı eserde dipnotla şerh düşülmüştür. Sonraki bölümlerde çevreyle münasebette karşılaşılan manevi tehlikeler, nefsin özellikleri ve onu rağbet ettikleri, amel, dünya malı, kibir, düşmanlık, kin, hased, vera, ucub, ilim, düşünce, terbiye, ahlak üzerine kalbi ve manevi diğer meseleler detaylıca incelenmiştir.

Er Riaye, Tasavvuf klasiklerinden biri olmasının dışında en eski eserlerden biridir. Muamelat ilmine dair ince nakışlar, kalbi ilgilendiren meseleler ve mücadeledeki dersler eserin sağlamlılığını ve hakikatini kanıtlamaktadır. El Muhasibi’nin günümüze ulaşan bu eseri, ilmi açıdan faideli, insanın manevi yolculuğunda ona bir ışık, şahs-ı manevisinde bir  kılavuzudur. İşbu hakikatle yollara çıktığında insan artık tehlikenin nereden geleceğini anlamaya çalışır, iyiyle beraber olmaya gayret gösterir. Niyetini temiz tutar. Bilir ki niyetini halis tuttuğu müddetçe, Allah ona doğruyu ve güzelliği işaret edip kalbine nakşedecek, dinlemeyle istifadesini arttıracaktır. Allah kalpleri ve sırları bilendir. Vera sahibi olmaya çalıştıkça insan kainata ve manevi alemi tefekküründe vakur davranır, güzel için gayret gösterir. Allah, El Muhasibi’den razı olsun ve O’nun sırrını arttırsın.

Eseri hediye edip okumamda ve mütalaa etmemde beni oldukça teşvik eden, İbrahim Sâki Beyefendi’ye teşekkürü bir borç bilirim.

 

kitap tanitan kitap 5Kitap tanıtan kitap 5

İmkânsız bir buluşma düşleyin: Nietzsche, Montaigne, Chomsky ile Fârâbî ve Muhyiddin İbn Arabî Hazretleri bir arada. Ama yalnız değiller, hemen yanı başlarına John Berger, Cahit Zarifoğlu, André Gorz , Oğuz Atay, İsmet Özel, Amin Maalouf, Gilbert Achcar, Nevzat Tarhan, Randy Pausch ve daha bir çok aşina olduğumuz yazar, şair, düşünür gelip oturmuş. Bu imkânsız buluşmayı Derin Düşünce sitesinin yazarlarına borçluyuz. Sadık dostlarımız Alper Gürkan, Mustafacan Özdemir, Mehmet Alaca, Mehmet Salih Demir ve en az “eskiler” kadar çalışıp didinen genç yetenekler: Essenza, Esma Serra İlhan, Gülsüm Kavuncu Eryilmaz, Abdülkadir Hacıaraboğlu, Azat Özgür. Kitap tanıtan kitapların beşincisini ilginize sunuyoruz, kitapların dünyasına açılan 23 pencereden bakmak için. Buradan indirebilirsiniz.

hamza_yusuf Hamza Yusuf ile İslâm’ı anlamak

Elinizdeki bu kitap Ekrem Senai tarafından yapılan iki tercümeyi içeriyor:

  • Zaytuna Institute’den Hamza Yusuf Hanson’ın 2010 yılı Mayıs’ında Oxford üniversitesinde yaptığı İslâm’da reformkonulu konferans,
  • Yine  Hamza Yusuf Hanson’ın Dr.Murata ve Prof.Chittick’in İslam’ın vizyonu isimli eseri üzerine yaptığı konuşma (Bahsedilen kitap, Türkçe’ye de çevrilmiştir.)

Hamza Yusuf Hanson 1960 yılında Amerika’nın Washington Eyaletinde dünyaya geldi; Kuzey California’da büyüdü. 1977 yılında müslüman olduktan sonra on yıl boyunca İslâm coğrafyasında Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Kuzey ve Batı Afrika gibi bölgeleri gezdi. Farklı ülkelerde iyi büyük alimlerden icazet aldı. Hamza Yusuf bu seyahatten sonra ülkesine dönerek Dinler Tarihi ve Sağlık Hizmetleri alanlarında diploma aldı. Dünyanın dört bir tarafında İslâm hakkında konferanslar veren Zaytuna Enstitüsü’nü kurdu. Batıya İslâm’ı sunan, İslâmî ilimlerin ve geleneksel metodlarla eğitimin yeniden canlanmasını amaçlayan Enstitü, dünya çapında üne sahiptir. Shaykh Hamza Yusuf, Fas’ın en prestijli ve en eski Üniversitelerinden birisi olan Karaouine’de ders veren ilk Amerikalı öğretim görevlisi olmuştur. Bunların yanısıra, klasik haline gelmiş geleneksel bazı Arapça metinleri ve şiirleri modern ingilizceye tercüme etmiştir. Halen eşi ve beş çocuğuyla birlikte Kuzey California’da yaşamakta. Buradan indirebilirsiniz.

Organik dinimi geri istiyorum 

organik_dinimi_geri_istiyorum - kcBilim ve teknoloji alanında buluşumuz pek yok ama gün geçmiyor ki din konusunda yeni bir icat çıkmasın. Televizyon karşısında merakla “acaba bugün neler caiz ilan edilecek, neler haram edilecek?” diye merakla bekliyoruz. Bektaşi’ye sormuşlar: “İslam’ın şartı kaçtır?” diye, “Birdir!” demiş. “Hac ve zekatı siz kaldırdınız, oruçla namazı biz kaldırdık, geriye kelime-i şahadet kaldı”. Ben kelime-i şahadetten de emin değilim, her an bir profesör çıkıp “böyle bir şey yoktur, imanın şehadeti mi olur?” diye ortaya çıkabilir. […] İlahiyat profesörlerinin bir büyük zararı da bu oldu. Din’in siyaset gibi, futbol gibi, tartışılacak, insanın bilgisinin olmasa da fikrinin olabileceği bir alan olduğu tevehhümü oluşturdular. Her şeyin kutsallığını bozdular. Artık bacak bacak üstüne atıp çiğ ağzımızla Allah, peygamber ne demek istemiş “muhakeme” yapıyoruz hiç ar duymadan, hepimiz birer küçük şeyhülislam, birer fetva emini… hangi hadis uydurma, hangisi sahih şıp diye gözünden anlayıp ayetleri engin din bilgimizle şerh ediyoruz. Şu muhakemelerin bolluğundan da dini yaşamaya bir türlü sıra gelmiyor. Halbuki bir güzel insanın dediği gibi: “Din öğrenmekle yaşanmaz, yaşandıkça öğrenilir”.

Elinizdeki bu kitap Ekrem Senai’nin kaleme aldığı yazılardan ve tercüme ettiği makalelerden oluşuyor: Hamza Yusuf, Noah Feldman, Charles Townes, Marc Levine ve Karen Armstrong ile İslâm, Hayat ve Bilim üzerine… Buradan indirebilirsiniz.

Banka Ordudan Tehlikelidir!

Bankacılarına söz geçiremeyen batı ülkeleri tıpkı 1980′lerde ordusuna söz geçiremeyen Türkiye’nin durumuna düştüler. Zira bize yansıtılanın aksine, 2008’de Amerikan emlâk sektöründen başlayan kriz öngörülemez bir felaket değildi. Yapılan düpedüz bir piyasa darbesi idi aslında. Tasarlanmış, planlanmış, yürürlüğe konmuş bir operasyon. Bu operasyonu yöneten insanlar daha 1980’lerde Batı adaletinin üzerine çıkmışlardı. Krizi frenleyecek yasal engelleri bir bir kaldırdılar, krizin küreselleşmesini sağlayacak mekanizmaları yine onlar kurdular. Elinizdeki 60 sayfalık bu e-kitap Batı’da demokrasinin gerileme sürecini sorguluyor:Demokrasinin zayıf noktaları nelerdir? Bankalar nasıl oldu da halkın iradesini ayaklar altına alabildiler? “Hukuk devleti” diyerek örnek aldığımız demokratik ülkeler neden bu Piyasa Darbesi‘ne engel olamadılar?Askerî darbelerden yakasını kurtaran Türkiye’de hükümet Piyasa Darbesi ile devrilebilir mi?  Buradan indirebilirsiniz.

 

Sanat Yoluyla Hakikat Bulunur mu?

İnanmak belki zor ama … eğer sınırsız görme kabiliyetine sahip olsaydık hiç bir şey göremezdik!güneşe dürbünle bakan biri gibi kör olurduk.Gözlerimizin sınırlı oluşu sayesinde görüyoruz dünyayı. Immanuel Kant’ın meşhur bir güvercini vardır, havayı iterek uçar ama havanın direncinden yakınır durur. “Hava olmasaydı daha hızlı uçabilirdim” der. Hakikat’i görmekte zorluk çekmemizin sebebi O’nun gizli olması değil tersine aşikar olmasıdır. Aksi takdirde Hakikat’i içeren, kapsayan ve perdeleyen daha hakikî bir Hakikat olması gerekirdi. İşte bu sebeple Hakikat’i görmek için Bilim’e değil Sanat’a ihtiyacımız var, bilmek için değil bulmak söz konusu olduğu için. Derin Düşünce yazarları Sanat-Hakikat ilişkisi üzerine yazdılar. Buradan indirebilirsiniz.

Kitap tanıtan kitap 4

Alışılagelmiş kitap sunumlarından farklı bir çalışma bu. Neden? Öncelikle kitap tanıtan kitap serisinde tanıtımı yazanlar da tıpkı tanıtılan sanatçı ve filozoflar gibi birer yazar. Bir çoğu profesyonel ve yarı-profesyonel olarak yazı hayatlarını sürdürmekteler. Ek olarak… katkıda bulunan yazarlar eserin güzelliği kadar kendi iç güzelliklerini, kişisel tecrübelerini, eserle ve yazarla tanışma serüvenlerini de ortaya koyuyorlar. Bu bakımdan kitap tanıtan kitap Aktaş, Kafka, Ramazanoğlu veya Kazancakis ile olduğu kadar Başarslan, Gürkan, Becer ve Özdemir ile de tanışmanın veya mevcut dostluğu ilerletmenin güzel bir yolu. Bu 4cü kitapta Yine « ağır » konuklarımız var : Franz Kafka, Cihan Aktaş, Michel Houellebecq, Yıldız Ramazanoğlu, Nikos Kazancakis, Ali Şeriati, Jacques Derrida, Selim İleri, André Gide. 20 farklı kitap, Rusya, Fransa, İran, Almanya ve Türkiye’den 20 yazar. 98 sayfalık bu kitabı, kitap tanıtan kitapların dördüncüsün ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 5 Yorum

  2. Yazan:@Sofistik_e Tarih: May 18, 2013 | Reply

    Tadımlık. Afiyet ola. http://t.co/U4qzYI4pkl

  3. Yazan:@moyalitu Tarih: May 18, 2013 | Reply

    er-riaye: http://t.co/rkocqnQax9

  4. Yazan:Tasaffi Tarih: May 18, 2013 | Reply

    Atâullah İskenderî Hazretlerinin münâcâtı ile giriş yapılarak gönlümüzü mutmain eden ve sonunda tefekkür hâlinde bırakan dolu dolu bir yazı olmuş. Seyr-u Sülûk’un ehemmiyetini, tek başınalığın ve bireysel Müslümanlığın uçsuz bucaksız bir sahrada rehbersiz yol almaya benzediği ve bu şekilde yolunu kaybetmenin kaçınılmaz olduğunu bir kez daha fark ettiren bir yazı… Bu durumda da el Muhasibî gibi, İmam-ı Gazâlî gibi, İmam-ı Rabbânî gibi ilmin efendilerinden olan Peygamber vârislerinin, bize bu yolda ışık tutacak eserlerinin ne kadar önemli olduğunu hatırlatan bir yazı… Bir Mürşid-i Kâmil’e (Allah’a giden yolun rehberine) tabi olmadan, Allah’a ulaşmanın imkânsızlığı hakikatini vurgulayan bir yazı…

    el Muhasibî ismini bizlere duyuran, haberdar eden, inşâallah bu önemli eseri te’min edecek olmamıza vesile olan gönlü zengin Ali Hasar abime çok teşekkür ediyorum. Allah muhabbetini arttırsın…

  5. Yazan:@ysfzygokcek Tarih: May 19, 2013 | Reply

    @jsolpartre ‘ın güzel değerlendirmeyle yazısıyla http://t.co/ajw8veCza0 Muhasibi’nin kitabı, fırsat bulp okumak lazım http://t.co/7FGMYaUmvS

  6. Yazan:@aylakbayan Tarih: May 20, 2013 | Reply

    @Yu_Sufi http://t.co/RweNAy6NwK doktor sayfanın aşagılarında hamza yusuf ile ilgili bir kitap var?

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin