RSS Feed for This Post

Kapitalizm kisvesinde Edebiyat / Mises

kapitalizm-edebiyatSunuş: 1881 doğumlu Ludwig von Mises, Avusturyalı bir ekonomist, tarihçi, filozof ve yazardır. 1903’te Carl Menger‘in Ekonominin Prensipleri kitabını okumasıyla tarihçi bakış açısından kurtularak ekonomi üzerine odaklanmaya başlamıştır. Modern liberteryenizm hareketinde büyük etkisi olmuştur. Üçüncü bölümünün çevirisini yaptığımız 1956 yılında basılan kitabı The Anti-Capitalistic Mentality, bir cümleyle özetlenirse, kapitalizmin neden yanlış anlaşıldığını ve korkularak reddedildiğini ortaya koyduğu teorisini içerir. ‘Kapitalizm Kisvesinde Edebiyat’ adıyla çevirdiğimiz bölümünde, edebiyat ve kapitalizmin öz olarak birbirine benzediğini söyler. Mises’e göre edebiyat ayrılıkçı görüşleri savunabilen mucit cesaretine sahiptir. Kapitalizm de aslında iyi olanın becerisini sergileyip başarılı olduğu bir sistemdir, bir başka deyişle mucit cesaretine yer açar. Ama bu sadece meta-anlatı olarak kalmış, ne edebiyat ne de kapitalizm sözüne sadık olabilmiştir. Nihayetinde körler sağırlar birbirini ağırlar durumu ortaya çıkmıştır.   İkisi de var olabilmek için birbirinden destek almıştır. Köstek olan fikirler ve düşünceler, büyük patronlarca saklanmış, yasaklanmış ve kötülenmiştir. Ancak Mises, edebiyatın mevcut durumu için sadece kapitalizmi suçlayanlar da tepki gösteriyor. En ilginç kısmı da dedektif hikayeleri üzerinden yaptığı sosyolojik muhayyile. Ayrıca, Mises, sosyalizm ve komünizm hakkındaki algı yanlışlıklarına dikkat çekerek, bu sorundan meydana gelmiş hataları üç madde olarak inceliyor. Son bölümde de işçi hayatını anlatan yazarları iki grupta ele alıyor ve bu iki grup yazarı deneyimleri ve bu deneyimlerini yazıya aktarma yöntemleri bakımından karşılaştırıyor. Zaman zaman sert ve ironik olan diliyle bizlerle sunduğu bu yazısında, Mises, kapitalist sistemde Marx’ın sunmuş olduğu ekonomik temelli iki sınıf olan Burjuva ve Proleterin, algılanma farkına göre nasıl da edebiyat dünyasında farklı şekillerde anlatıldığını göstermiş. Tasvir ettiği sorunlara açıkça bir çözüm getirmese de sunmuş olduğu farklı bakış açıları, konunun ilgililerine yeni pencereler açacak cinsten. Faydalı okumalar… (MB)

 Kapitalizm kisvesinde Edebiyat / Ludwig v. Mises

I.YAZINSAL ÜRÜNLER İÇİN PİYASA

Kapitalizm ön ayak olma talihiyle pek çok şeyi sağlar. Toplumsal yapının katılığı, herkese rutinliğin değişmez performansını emrederken, kapitalizm mucitleri destekler. Kar, prosedürün müşteri stilinden başarılı bir ayrılış ödülüdür; zarar ise, bu modası geçmiş eski yöntemlere cansız bir şekilde bağlı kalmak cezasıdır. Birey diğerlerinden daha iyi yapabildiği şeyleri gösterme konusunda özgürdür.

Ancak, bireyin bu özgürlüğü kısıtlanmıştır. Çünkü, bu özgürlük, piyasa demokrasisinin bir sonucudur ve bundan dolayı bireyin yüce tüketici üzerindeki başarılarına bağlı olarak değerlendirilir. Piyasada etkili olan şey performansın iyi olması değil; yeterli sayıdaki müşteri tarafından iyi olarak algılanmasıdır. Eğer satın alan halk, bir ürünün değerini hakkıyla değerlendiremeyecek kadar kalın kafalı ise, ürün ne kadar mükemmel olursa olsun, uğrunda çekilen bütün eziyetler bir hiç uğruna olmuş olur.

Esasında, kapitalizm, çoğunluğun ihtiyaçlarını tatmin yönünde bir seri üretim sistemidir. Sıradan insanların üzerine bolluk yağdırırlar. Ortalama yaşam standartlarını, hayal bile edilmemiş düzeylere çıkardı. Bir kaç nesil evvelinde sadece küçük elit bir grubun hakimi olduğu eğlenceyi milyonlarca insana erişilebilir kıldı.

Göz alıcı örneği, bütün çeşitleriyle geniş edebiyat piyasının gelişmesiyle ortaya çıktı. Kelimenin en geniş ifadesiyle, edebiyat, bugün milyonlar tarafından talep edilen bir meta. İnsanlar, gazete, dergi ve kitap okurlar; haberleri dinlerler ve tiyatroları doldururlar. Halkı istekleri doğrultusunda memnun eden yazarlar, üreticiler ve aktörler epey gelir elde ederler. Toplumsal iş bölümü çerçevesinde, yeni bir altbölüm gelişir; literati (edebiyat alanıyla ilgilenen iyi eğitimli kimseler), yani hayatlarını yazarak kazanan insanlar. Bu yazarlar da tıpkı diğer uzman iş sahiplerinin yaptığı gibi, çabalarının ürünü olan hizmetleri piyasaya sürerler. Yazar olarak, ful kapasiteyle ve sebatlı bir şekilde, piyasa toplumunun kooperatif vücuduna entegre olurlar.

Kapitalizm öncesi çağlarda, yazmak kazançsız bir sanattı. Sadece nalbantlar ve ayakkabıcılar hayatlarını kazanabiliyorlardı, yazarlar değil. Yazmak liberal bir sanat, bir hobiydi, ama bir meslek değildi. Varlıklı insanların, kralların, grandee(üst sınıf siyaset insanı) ve devlet adamlarının patrician(Roma’daki zengin halk) ve bağımsız olan diğer beyefendilerin asil bir uğraşıydı. Piskopos ve keşişlerce, üniversite hocaları ve askerlerce bir boş zaman aktivitesiydi. Meteliksiz adam için biraz gelir güvencesi yazarlıktan daha öncelikliydi. Krallar ve prensler şair ve yazarları kanatları altına almak konusunda birbirleriyle yarış halindeydi. Kale içleri, edebiyatın sığınacak yeriydi.

Patronaj sisteminin yazarlara geniş bir ifade özgürlüğü sağladığı tarihsel bir gerçektir. Patronlar, kendi zevk ve ahlak standartlarını empoze etmeyi göze almadılar. Daha çok, onları kilise otoritesine karşı korumaya hevesliydiler. En azından, bir veya bir kaç kale içi tarafından afaroz edilen bir yazarın rakip de olsa başka bir tanesinde barınması mümkündü.

Bununla birlikte, padişah nedimlerinin ortasına kayan ve tiranların hoş lütuflarının eline bakan filozof, tarihçi ve şairlerin görüşleri pek de yüce duygulara ulaştırmıyordu. Eski liberaller, yazınsal ürünler için bir piyasa gelişimi fikrini öne sürdüler. Ki bu, insanları kralların ve aristokratların vesayetinden kurtaracak sürecin gerekli bir parçasıydı. Onların düşündüklerine göre, bundan böyle, eğitimli sınıfın hükümleri son söz olacaktı. Ne harika bir umut! Şafağın sökmeye başlıyor göründüğü yeni bir aydınlık.

II. KİTAP PİYASASINDAKİ BAŞARI

Edebiyat uyumculuk değil, ayrı görüşlülüktür. Yalnızca herkesin duymak istediği ve onayladığı şeyleri tekrar eden bu yazarların hiç bir kıymeti yoktur. Kıymeti olan yalnızca mucit, muhalif, duyulmamış şeylerin habercisi, geleneksek standartlara itiraz eden, ve eskilerin yerine yeni değerler koyabilendir. Bu sebeple de otorite ve hükümet karşıtıdır ve muazzam çoğunluktaki çağdaşlarıyla uyuşmaz bir şekilde zıtlaşır. Ve genelde de halkın büyük kısmının teveccüh gösterip de almak taraftarı olmadığı kitapların yazarıdır.

Marx ve Nietzsche hakkında ne düşünülürse düşünülsün, kimse onların ölüm sonrası başarılarının kuvvetini inkar edemez. Ama, eğer asillikleri dışında bir gelir kaynağına sahip olmasalardı, ikisi de açlıktan öleceklerdi. Muhalif ve yenilikçinin, piyasadaki kitap satışından beklentisi azdır.

Kitap piyasasının haşmetli padişahı, kitleler için yazılmış hikayelerin yazarıdır. Bu alıcıların her zaman için kötü kitapları iyilerine tercih ettiğini varsaymak yanlış olacaktır. Ayırım kabiliyetinden yoksundurlar ve bundan dolayı da bazen iyi kitapları dahi soğurmaya hazırdırlar. Bugün yayınlanan roman ve oyunların çoğu çer çöptür. Her yıl binlerce serinin yazılıyor olmasından da başka bir şey beklenemez zaten. Keşke, basılan bin kitaptan bir tanesi geçmişin büyük kitaplarına eşit olabileceğini ispatlasa, çağımız yine de edebiyatın çiçeklenme çağı olarak çağrılabilir.

Birçok eleştirmen, edebiyatın düşüşü olarak adlandırdıkları şey için kapitalizmi suçlamaktan zevk alırlar. Belki de samanı buğdaydan ayırt edememe kabiliyetsizliklerinden dolayı kendilerini suçlamalıdırlar. Atalarının yaklaşık bin yıl öncesinde olduklarından daha mı hevesliler? Bugün, örneğin, bütün eleştirmenler Stendhal için övgü dolular. Ama Stendhal 1842’de öldüğünde, silik bir insandı ve yanlış anlaşılmıştı.

Kapitalizm kitleleri o kadar başarılı bir şekilde törpüler ki kitap ve dergiler alıcısız kalmaz. Sıradan bir adamın sıradan olmayan bir kitabı takdir etmemesi kapitalizmin suçu değildir.

III. DEDEKTİF HİKAYELERİ HAKKINDA DİKKAT ÇEKEN DEĞERLENDİRMELER

Radikal antikapitalist hareketlerin gözle görülür bir şekilde güç elde ettiği yıllar, beraberinde yeni bir edebi tarz getirdi; dedektif hikayesi. İşçi partisinin oylarını silip süpüren aynı jenerasyonun İngiliz Beyefendileri, Edgar Wallace gibi yazarlarca kendilerinden geçirildiler. Gözalıcı İngiliz sosyalist yazarlardan biri olan G. D. H. Cole’un de dedektif hikayesi yazarı olarak aşağı kalır yanı yoktur. Tutarlı bir Marxist – belki de, Holywood resimleri, karikatürler ve striptiz ‘sanatı’yla birlikte- dedektif hikayelerini işçi birliği ve sosyalizmi devrinin sanatsal bir üstyapısı olarak çağırırdı.

Bir çok tarihçi, sosyolog ve psikolog bu ilginç tarzın popülerliğini açıklamaya çalıştı. Bu araştırmaların en derini Professor W. O. Aydelotte’nin yaptığıdır. Professor Aydelotte, dedektif hikayelerinin tarihsel değerlerinin, hayalleri tasvir etmeleri ve bu yüzden onları okuyan insanlara ışık tutmaları olduğunu iddia etmekte haklıdır. Kişinin kendini dedektifle tanımladığını ve en genel ifadesiyle dedektifi kendi egosunun bir uzantısı yaptığını öne sürmekte de az haklı değildir.

Şimdi bu okuyucu, hırsının ulaşmaya zorladığı pozisyonu elde edemeyen, ümitleri boşa çıkmış bir adamdır. Daha önce de dediğimiz gibi, kendini kapitalist sistemin adaletsizliğini suçlayarak teselli etmeye hazırlanmıştır. Başarısız olmuştur çünkü dürüst ve kurallara bağlıdır. Şanslı rakipleriyle başarılarını, hiç düşünülmemiş adi hilelere başvurark edindiler. Keşke insanlar, bu kibirli sonradan görmelerin nasıl da eğri büğrü olduğunu bilseler! Ne yazık ki, suçları gizli kaldı ve onlar haketmedikleri bir ünün sefasını sürmekteler. Ama hesap günü gelecek. Ve o gün maskeler düşecek, kabahatler ortaya dökülecek.

Dedektif hikayelerindeki olayların tipik ilerleyişi şöyledir: Herkesin saygıdeğer bulduğu ve gücü kudreti her şeye yeten bir adam çok kötü bir suç işler. Kimse ondan şüphelenmez. Ancak, akıllı avcımız aptal yerine konulamaz. Bu tip mutaassıp ikiyüzlüler hakkında her şeyi bilir. Suçluyu mahkum etmek için tüm kanıtları toplar. Onun sayesinde, iyilik galip gelir.

Saygıdeğer bir yurttaş olarak bilinen suçlunun maskesini düşürmek yüksek edebiyatta da sıkça ele alınan bir konudur. Dedektif hikayesi olay örgüsünü alçaltır ve onun yerine herkesin kusursuz yurttaş olarak gördüğü bir adamı aşağılamaktan zevk alan kendine güvenen bir avcı karakterini koyar. Dedektifi harekete geçiren şey başarılı ‘burjuvazi’ye karşı bir bilinçaltı nefretidir.  Karşıtları, hükümetin polis güçlerinin dedektifleridir ki bilmeceyi çözemeyecek kadar ahmaktırlar. Hatta bazen suçlunun tarafını tutmaya meyillidirler çünkü suçlunun sosyal statüsü onları etkiler. Ancak, dedektif onların uyuşukluklarının yoluna koyduğu engellerin üstesinden gelmeyi başarır. Zaferi, bu tip polis memurlarını çalıştıran burjuva devletinin otoritesinin yenilgisidir.

 

Bundan dolayı dedektif hikayeleri boş hırslardan ızdırap çekmiş insanlarca popülerdir. Rakiplerinin ‘bileklerinde kelepçe, polislerce götürülürken’ki anlarını hayal ederler. Bu tatmin, onlara, kendilerini dedektifle ve yerlerini gasp etmiş olan rakiplerinin yakalanmasıyla özdeşleştirdikleri hikayenin doruk noktasınca vekaleten verilmiştir.

IV. BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ

Basın özgürlüğü, bir özgür yurttaşlar ulusunun temel özelliklerinden biridir. Eski klasik liberalizmin politik programındaki olmazsa olmaz noktalardan biridir. Şimdiye kadar hiç kimse, şu iki klasikleşmiş kitabı muhakeme konusunda savunması kolay herhangi bir itiraz geliştirmede başarılı olamamıştır: John Milton’un Areopagitica (1644)’sı ve John Stuart Mills’in On Liberty (1859)’si. Ehliyetsiz basım, edebiyatın hayat damarıdır.

 

Özgür basım sadece üretim araçlarında özel denetimin olduğu yerlerde var olabilir. Tüm yayın araçlarının ve basım evlerinin hükümet tarafından sahiplenildği ve idare edildiği sosyalist bir ulusta, basın özgürlüğü sorgulanamaz. Hükümet kimin yazmaya zamanı ve fırsatı olduğuna ve neyin basılıp yayınlanacağına tek başına karar verir. Sovyet Rusya’da galip gelen şartlarla karşılaştırıldığında, Çarlık Rusyası dahi basın özgürlüğünün olduğu bir yer gibi görünür. Naziler, adı çıkmış auto-da-fes(engizisyon devrinde ateşe atma cezası) kitaplarını uygulamaya soktular, tamamiyle büyük sosyalist yazarlardan biri olan Cabet’in tasarımlarına uydular.

Uluslar sosyalizme doğru ilerledikçe, yazarların özgürlüğü adım adım gözden kayboluyor. Günden güne, içeriği hükümeti ya da güçlü baskın kesimleri memnun edemeyecek kitaplar ve makaleleri yayınlamak daha da zor hale geliyor. Kafirlerin henüz ne Rusyadaki gibi ‘kurtuluşa ermeleri’ söz konusu ne de soruşturma düzenince kitaplarının yakılması… Ne de eski bir sistem olan sansürlemeye dönüş var. Şahsi tarzlarına sahip yenilikçiler, kendi tanzimlerinde daha etkili silahlara sahipler. Baskılarının en gelişmiş aleti yazarları, editörleri, yayınevlerini, kitap satıcılarını, reklamcıları ve okuyucuları boykot etmek.

Herkes sevmediği kitap, dergi ve gazeteleri okuma konusunda çekimser kalabilme ve diğer insanları da bu kitap,dergi ve gazetelerden sakındırma konusunda özgürlüğe sahip. Ama, insanları belli yayınevlerini himaye etmeleri durumunda ciddi misillemelerle tehdit etmek bambaşka bir konu. Bir çok ülkede, gazete ve dergi yayıncıları, işçi birliği tarafından gelmesi muhtemel boykot durumundan dolayı korkmaktadırlar. Bu yüzden, açık uçlu tartışmalardan kaçınırlar ve sözsüz olarak birliğin partonlarının söylemlerine eğilimlidirler.

Bu ‘işçi’ liderler, geçmiş zamanların imparator ve asillerin olduğundan daha alıngandırlar. Hiç şakaya gelmezler. Alınganlıkları, yasal tiyaroların hiciv, komedi ve müzikal komedi seviyelerini azaltır. Bununla birlikte, hareketli resimleri sterillik konusunda ayıplarlar.

Ancien regime(şu anda yürürlükte olmayan sistem) dönemlerinde, tiyatrolar Beaumarchais’in aristokrasiyle ve Mozart tarafından bestelenen ölümsüz operayla alayını üretmekte özgürlerdi. İkinci Fransız İmparatorluğu altında, Offenbach ve Halevy’nin Grandduchess of Gerolstein’ı mutlakiyet, askerlik ruhu ve yargıyı parodileştirilebildi. III. Napolyon’un kendisi ve diğer bir kaç Avrupalı hükümdar, kendilerini gülünç hale getiren bir oyuna katıldılar. Victoria devrinde, İngiliz tiyatrosunun sansürü, Lord Chamberlain, İngiliz hükümet sisteminin tüm saygıdeğer kurumlarıyla eğlenen Gilbert ve Sullivan’ın müzikal komedilerini sergilemesine engel olamadı.

Günümüzde, mevcut gücü sahnede parodileştirmek akla bile getirilemez. İşçi birliği, kooperatifler, hükümet destekli girişimciler, bütçe açıkları ve refah devletinin diğer özellikleri hakkında hiçbir saygısız atıf tolere edilmemekte. Birliğin partonları ve bürokratlar dokunulamaz. Komediye kalan konularsa Holywood’un çok kötü komedileri tarafından ele alınanlar.

V. YAZARLAR ve AYDINLARIN BAĞNAZLIĞI

Günümüz ideolojilerinin yüzeysel bir gözlemcisi, muhaliflerin sesini işitilemez hale getiren hilelerin ve çürümüş kamusal fikirlerin bağnazlıklarını görmekte kolayca başarısız olur. Önemli olarak düşünülen meseleleri dikkate alma konusunda bir anlaşmazlık varmış gibi görünür. Komünistler, sosyalistler ve müdahaleciler ve bu partilerin çeşitki ekol ve bölümleri birbirleriyle öylesine aşklı şevkli savaşırlar ki dikkatler temel dogmalardan aralarındaki tam uyuma çevirilir. Bir diğer yandan, bu dogmaları cesurca sorgulayan bir kaç bağımsız düşünür  hemen hemen yasalara karşı gelmiş sayılır ve fikirleri okuyan kesime ulaşamaz. ‘İlerlemeci’ propagandanın muazzam makinesi ve telkinleri kendi tabularını sağlamlaştırma konusunda pek başarılı oldu. Şahsi tarzdaki yenilikçiliğin toleranssız muhafazakarlığı sahneye hakim ton haline geldi.

Yenilikçi dogmacılık, kendisiyle çelişen ve kafa karıştırıcı, birbirine uymayan çeşitli doktrinler karışımıdır. En kötüsüyle seçmeciliktir ki bu da yanlış düşünce ve anlamalar sonucu ortaya çıkan bir zanlar koleksiyonudur. Hem ütopyacı hem bilimsel Marxist olmak üzere bir çok sosyalist yazardan, Alman Tarihi Ekolü’nden, Fabianlar’dan (İngiltere’de ılımlı sosyalist bir derneğin mensupları), Amerikan Kurumsalcıları ve Fransız Sendikalistlerden, Teknokratlardan bir çok hurdayı içerir. Godwin, Carlyle, Ruskin, Bismarck, Sorel, Veblen’in hatalarını tekrarlar.

Bu inancın temel dogması, yoksulluğun sosyal kurumların günahının bir sonucu olduğunu beyan eder. İnsanlığı mutluluk dolu Cennet Bahçesin’de yaşamaktan mahrum eden doğuştan gelen günah özel mülkiyet ve girişimin kuruluşuydu onlara göre. Kapitalizm sadece sömürücülerin bencil çıkarlarına hizmet eder. Dürüst adamlar topluluğunu fakirleşme ve yıkılmaya mahkum eder. ‘ Yapılması gereken bütün insanları varlıklı hale getirmek’ ifadesi, Devlet baba tarafından aç gözlü sömürücülerin evcilleştirilmesidir. ‘Hizmet’ motifi ‘kazanç’ motifi yerine konulmalıdır. Denilene göre, iyi ki, şeytani ‘ekonomik kralcılar’ tarafındaki hiçbir entrika ve vahşilik, reform hareketini bastıramıyor. Bir merkezi planlama çağının yaklaşmakta olduğu kaçınılamaz bir gerçek. Sonrasında, herkes için bolluk ve bereket olacak. Bu büyük değişimi hızlandırmaya hevesli olanlar kendilerini yenilikçi olarak adlandırırlar çünkü hem arzu edilen hem de tarihsel evrimin merhametsiz yasalarıyla uyum içinde olan şeyi gerçekleştirmek için çalışıyormuş gibi yaparlar. İlerleme diye adlandırılan şeyi durdurmak için boş bir çaba harcayan gericiler aleyhinde konuşurlar.

Bu dogmalara göre yenilikçiler, sıkıntı çeken kitleleri teskin edebilecek belli politikaları savunurlar. Kredi genişlemesi ve sirkülasyondaki para miktarının artmasını, en düşük maaş oranının hükümet veya işçi birliğince kararlaştırılmasını ve yürürlüğe konmasını, eşya fiyatları ve kiraların kontrolü gibi şeyleri önerirler. Ancak ekonomistler bu tip bütün koca karı ilaçlarının, savunulanın aksine sonuçlar doğurduğunu gözler önüne serdi. Ortaya çıkan sonuç, kendilerini tavsiye eden ve kendi işletimlerine baş vuran bakış açılarından itibaren, değiştirmeyi planladıkları bir önceki devlet güçlerinden çok daha yetersiz. Kredi büyümesi, ekonomik kriz ve iç karartıcı zaman dilimlerinin yinelenmesiyle sonuçlandı. Enflasyon, eşya ve hizmetlerin fiyatında artışa sebep oldu. Maaş oranlarıyla ilgili girişimler, kitleleri yıldan yıla büyüyen bir işsizliğe sürükledi. Fiyat tavanları, ilgili eşyaların tedariğinde düşüşe neden oldu. Ekonomistler bu teoremleri reddedilemez bir yolla kanıtladılar. Hiçbir ‘yenilikçi’ sözde ekonomist, onları çürütmeyi denemedi bile.  

Kapitalistlere karşı yenilikçiler tarafından getirilen zorunlu yük tabiatlarında var olan krizlerin, karanlık zamanların ve işsizliğin yinelenmesidir. Aksine, ispatlar, bu olağanüstülüklerin müdahaleci girişimlerin kapitalizmi düzenlemek ve sıradan insanların durumunu iyileştirmek sebebiyle ortaya çıkan yenilikçi ideolojilerin ve son vuruşun sonucu olduğu yönündedir. Yenilikçiler ekonomistlerin öğretilerine karşı savunulabilir herhangi bir itiraz geliştirebilecek pozisyonda olmadıklarından, onları insanlardan özellikle de entellektüellerden ve üniversite öğrencilerinden saklamaya çalışırlar. Bu sapkınlıklardan herhangi bir şekilde bahsetmek kesinlikle yasaklanmış hale gelir. Yazarları ismen zikredilir ve öğrenciler onların ‘saçma doldurmalarını’ okumaktan caydırılır.

Hataları ve çelişkileri yeniden ayrıntılı bir şekilde ele almaya gerek yok. Sadece, üç temel hata yeterli.

Birincisi: Çağımızın büyük ideolojik çelişkisi, ‘ulusal gelir’in dağılımı konusunda yaşanan mücadele değildir. Dağılımın erişilebilir kısmından olabilecek en büyük porsiyonu almaya hevesli gruplar arasındaki tartışma da değildir. Toplumun ekonomik organizasyonunun en yeterli sisteminin seçilmesi için verilen bir kavgadır. Sorun şu ki, her iki sistem de, kapitalizm ve sosyalizm, insanların yaşam standartlarını iyileştirmek için harcanan çabadan en yüksek verimi garantilerler. Sorun ayrıca, sosyalizmin kapitalizmin yerine düşünülüp düşünülemeyeceği ve herhangi bir mantıklı üretim aktivitesinin sosyalist durumlar altında başarılıp başarılamayacağı. Sosyalistlerin bağnazlık ve dogmacılığı, bu sorunların incelenmesini inatla reddettikleri durumlarda kendilerini gösterir. Bu da kapitalizmin kötülüklerin en kötüsü ve sosyalizmin de iyi olan her şeyin vücut bulduğu bir sistem olduğu sonucunun geçmişte olduğu gibi tekrar ortaya çıkmasıdır.  Sosyalist bir ulusun ekonomik problemlerini incelemeye dair her girişim, krala hainlik suçu olarak değerlendirilir. Batı ilkelerinde yaygın olan durumlar henüz bu tip suçluların Rusya tarzı tasfiyelerine müsaade etmediği için, onları aşağılayıp kötülerler ve onları şüpheli durumuna düşürüp boykot ederler.

 

İkincisi: Sosyalizm ve komünizm arasında ekonomik bir farklılık yoktur. İki terim de örneğin üretim araçlarının özel kontrolünden farklı olarak kamu kontrolünü savunan aynı toplumsal ekonomik düzenleme sistemini gösterirler. İki terim de eşanlamlıdır. Marxist sosyalistlerin inançlarının sarsılmaz kaynağını teşkil eden metin Komünist Manifestodur. Diğer bir yandan da komünist Rusya imparatorluğunun resmi ismi, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğidir.

 

Günümüz komünist ve sosyalist partileri arasındaki çekişme benimsedikleri politikalarının nihai hedefleriyle ilgilenmez. Rusya didktatörlerinin olabildiğince ülkeyi, en başta da Birleşik Devletleri, hükmü altına alma tutumuna başvurur. Dahası, üretim araçlarının kamusal idaresinin yasal metodlarla mı yoksa hükümetin vahşi yıkımıyla mı gerçekleştirilmesi gerektiği sorusuna başvurur.

Ne ‘planlama’ ne de ‘refah devleti’ terimleri  ekonomistlerin, devlet adamlarının, politikacıların ve diğer insanların dilinde kullanıldığı gibi sosyalizm ve kapitaizmin nihai hedefinden farklı anlamlara gelir. Planlama, hükümetin planının yurttaşların bireysel planlarının yerlerine geçmesi gerektiği anlamına gelir. Bu da girişimciler ve kapitalistlerin kendi sermayelerini tedbirli bir şekilde işlemelerinden yoksun olmaları ve kayıtsız şartsız merkezi planlama dairesinin düzenlemelerine uymaları gerektiği anlamına gelir. Böylelikle kontrol girişimci ve kapitalistlerden hükümete transfer edilir.

Bundan dolayı, komünizmden farklılık gösteren  ve ‘daha az mutlak’ veya ‘daha az radikal’ diye tahmin edilen toplumsal ekonomik düzenlemenin problemlerine sosyalizmin, planlamanın ve huzur devletinin çözüm olarak düşünülmesi ciddi bir hatadır. Sosyalizm ve planlama bir çok insanın inanıyor göründüğü gibi komünizm için bir panzehir değildir. Bir sosyalist, antikomünist burjuvaya suikast düzenlemediği ve kendi ülkesinin gizli dokümanlarını açık etmediği için bir komünistten daha ılımlıdır denebilir. Ve tabi ki bu da önemli bir farktır. Ama siyasi hareketin nihai hedefine ilişkin her hangi bir şeyi yoktur.

Üçüncüsü: Kapitalizm ve sosyalizm toplumsal düzenlemenin farklı iki kalıbıdır. Üretim araçlarının özel ve kamusal kontrolleri çelişkili kavramlardır ve sadece zıt kavramlar değildirler. Kapitalizm ve sosyalizmin ortasında duran karma ekonomi diye bir sistem yoktur. Hatalı bir inanış olan bu orta yol çözümü savunması kapitalizm ve sosyalizm arasında bir uzlaşma önermez, kendine has özellikleri olan ve kendi çerçevesinde değerlendirilebilen üçüncü bir yol öne sürer. Ekonomistlerin müdahalecilik diye adlandırdıkları bu üçüncü sistem kapitalizmin bazı özelliklerini sosyalizminkiyle birleştirmez. İkisinden de tamamen farklıdır. Müdahaleciliğin ulaşılması istenen sonlara ulaşmak yerine her şeyi daha da kötü hale getirdiğini söyleyen ekonomistler uzlaşması olanaksız ve aşırıcı değildirler. Sadece müdahaleciliğin kaçınılamaz sonuçlarını tasvir ederler.

Marx ve Engels Komünist Manifesto’da kesin interventionist ölçüleri savunurken, sosyalizm ve kapitalizm arasında bir uzlaşma önerisini kastetmediler. Onlar bu ölçüleri tamamiyle komünizmin kurulması yolunda ilk adımlar olarak düşündüler. Bu ölçüleri ‘ekonomik olarak yetersiz ve savunulamaz’ olarak tanımladılar ve sadece ‘sosyal düzen üzerine başka baskınlar gerektirdiği ve üretim biçimine tamamen devrim yapmak için kaçınılamaz bir araç oldukları’için bu ölçülere başvurdular.

Böylece, yenilikçilerin sosyal ve ekonomik felsefeleri sosyalizm ve komünizm için bir mazerettir.

VI. ‘SOSYAL’ ROMAN VE OYUNLAR

Sosyalist fikirleri benimsemiş bir halk sosyalist (‘sosyal’) roman ve oyunlar ister. Kendilerini sosyalist fikirlerle doldurmuş yazarlar talebi karşılamaya hazırdırlar. İma ettikleri üzere, kapitalizmin kaçınılmaz sonuçları olan yetersiz durumları açıklarlar. Sömürülen sınıfın yoksulluğunu, cehaletini, kirliliğini ve hastalığını tasvir ederler. Sömürücü sınıfın lüks yaşantısını, aptallığını ve ahlaki bozulmalarını cezalandırırlar. Onların gözünde kötü ve gülünç olan her şey burjuvazi, iyi ve yüce olan her şey ise proleteryadır.

Yoksulluktan muzdarip yaşamlarla ilgilenen yazarlar iki sınıfa ayrılabilir. İlki, yoksulluğu hakkal yakin tecrübe etmemiş yazarlardır. Burjuvazi çevresinde ya da yüklü bir maaşa sahip bir çevrede doğup büyümüşlerdir. Bu yazarlar, yazmaya başlamadan önce, resmetmek istedikleri altsınıf hayatı hakkında bilgi toplarlar. Araştırma üzerine hareket ederler. Ama tabi ki, çalışmalarının öznesine tarafsız bir akılla yaklaşamazlar. Keşfedecekleri şeyi öncesinde bilirler. Maaşlı çalışanların durumlarının hayallerin de ötesinde harap ve korkunç olduğuna ikna olmuşlardır. Görmek istemedikleri her şeye gözlerini kaparlar ve sadece önyargılarını onaylayacak fikirleri bulurlar. Bu yazarlar, kapitalizmin, kitleleri korkunç sıkıntılara süreklediğini savunan sosyalistler tarafından eğitilirler. Bu öğretilere göre de, kapitalizm olgunluk noktasına doğru ilerledikçe, daha geniş bir kitle fakirleşecektir. Bu yazarların oyunları ve romanları da Marxist dogmayı göstermek için bir saha çalışması olarak dizayn edilir.

Bu yazarların yanlış yaptığı şey yoksulluk ve mutsuzluğu tasvir etmeleri değildir. Bir sanatçı başyapıtını istediği her hangibir konu üzerine yazabilir. Gafları daha çok sosyal durumların yanlış mülahazalarını içerir. Tasvir ettikleri şok edici durumların kapitalizmin olmayışından, geçmişin kapitalizm öncesi kalıntılarından ya da kapitalizmi sabotaj eden polititkalardan kaynaklandığını farkedemezler. Özünde kapitalizmin, aşırı yoksulluğu olabildiğince ortadan kaldırmaya çalışan bir sistem olduğunu anlayamazlar. Maaşla geçinen işçileri sadece fabrika düzeyinde ele alırlar. Asla onların da üretilenden tükettiklerini gözönünde bulundurmazlar.

Bu yazarların sıkıntı ve zorluklarla uğraşma tercihleri, raporladıkları şeylerin kapitalizmin tipik ilişki durumu olduğunu ifade ettikleri anda, gerçekliğin skandal bir çarpıtmasına dönüşür. Üretim ve satışla ilgili istatistiki verilerce sağlanan bilgiler, tipik bir maaşlı işçinin hiç de zavallı bir durumda olmadığını açıkça gösterir.

‘Sosyal’ edebiyat ekolünün göze çarpan bir figürü Emile Zola’dır. Ona göre, sanat bilimle yakından ilgiliydi. Araştırmaya dayanmalı ve bilimin bulgularını resmetmeliydi. Zola’ya göre, sosyal bilimin ana sonucu, kapitalizmin kötülerin en kötüsü ve yaklaşmakta olan sosyalizmin hem kaçınılamaz hem de şiddetle arzu ediliyor olduğu dogmasıydı. Romanları ‘sosyalist vaizlerce vücuda getilmişti’. Ama Zola, kısa bir zamanda ‘proleterya’ edebiyatınca alt edildi.

 

Edebiyatın ‘proleteryan’ eleştirmenleri, bu ‘proleteryan’ yazarların uğraştıkları şeyin işçi deneyimi gerçeklerinin karıştırılmamış hali olduğunu varsaydılar. Ancak, bu yazarlar sadece gerçekleri raporlamıyorlar. Bu gerçekleri Marx’ın, Veblen’in ve Webbs’in bakış açılarına göre yorumluyorlar. Bu yorumlar, yazılarının özetidir ve sosyalist taraftarı bir propagandanın dikkat çeken noktalarını karakterize eder. Olayların açıklamalarını dayandırdıkları dogmalar reddedilemezdir ve okuyucuya da aynı güveni verdiklerine dair inançları tamdır. Bu yüzden doktrinlerden direk olarak bahsetmeye gerek duymazlar, bazen sadece ima etmek yeterli gelir. Ama bu kitaplarında aktardıkları her şeyin sosyalist doktrinlere ve sözde ekonomik yapılara dayandığı gerçeğini değiştiremez. Kitaplarındaki hayali kurmacaların hepsi antikapitalist öğretilerin verdiği derslerin gösterilmesidir.

‘Proleterya’ yazarlarının ikinci grubu ise kitaplarında benimsedikleri proleter çevrede doğmuştur. Bu adamlar kendilerini ağır işçilerden ayırmışlar ve profesyonellerin rütbesine katılmışlardır. Maaşlı işçilerin hayatını öğrenmek için araştırma yapma gerekliliği duyan ‘burjuva’ temelli bir proleter yazardan farklıdırlar. Kendi deneyimlerinden yola çıkarlar.

Bu şahsi deneyim, onlara, sosyalist inancın temel dogmalarıyla çelişen şeyleri öğretir. Mütevazi şartlarda yaşayan ailelerin çalışkan evlatları daha iyi pozisyonlara ulaşmaları konusunda engellenmemişlerdir. ‘Proleterya’ temelli yazarlar bu geçekliğe bizzat şahit olurlar. Niçin büyükleri başarılı olamamışken kendilerinin başarılı olduklarını iyi bilirler. Hayatlarını daha iyi bir düzeye taşıma konusunda, kendileri gibi düşünen, öğrenmeye ve ilerlemeye meraklı genç lerle tanışma fırsatı yakaladılar. Ve burjuvayla yaşarken farkettiler ki, daha fazla kazananı daha az kazanandan ayırt eden şey bir öncekinin alçaklığı değil. Eğer bir çok iş adamının ve profesyonelin sıfırdan başlayıp şimdiki pozisyonlarını çalışarak edindiklerini göremeyecek kadar ahmak olsalardı, doğdukları hayat şartlarında yaşamaya devam edemezlerdi.

Eğer bir yazar bu tip sosyalist taraftarlarına ait şeyleri yazmaya düşkünse, samimiyetsizdir. Romanları ve oyunları doğruyu sözlemez ve bu yüzden de yazdıkları çer çöpten başka bir şey değildir. ‘Burjuva’ temelli yazar arkadaşlarının kitap standartlarından çok çok aşağıdadırlar. Çünkü en azından bu burjuva geçmişli yazarlar, yazdıklarına inanırlar.

Sosyalist yazarlar kapitalizmin kurbanlarını tasvir etmekle yetinmezler. Aynı zamanda kapitalizmden faydalananlarla, işadamlarıyla da ilgilenirler. Kazancın nasıl elde edildiğini de okura anlatmayı hedeflerler. Çok şükür ki, kendileri bu konuya vakıf olmadıklarından, öncelikle bilgi edinmek için yetenekli tarihçilerin kitaplarına bakarlar. Bu uzmanların ‘mali gangsterler’ ve ‘soyguncu baronlar’la ilgili söyledikleri tek şey: ‘ Kariyerine ailesinin sığırlarını pazarda satarak başladı. Sığırlar, kasaba kiloyla satılırdı. Pazara gitmeden hemen önce, hayvanları tuzla beslerdi ve büyük miktarda su içirirdi. Bir galon su sekiz pound demekti. Ama bir inekte üç veya dört galon su demek, satışta fazladan kar elde etmekti.’ Bu mizaçla, düzinelerce oyun ve roman, hikayenin hain kahramanı olan işadamını böyle işler şekilde raporlar. Patron, çatlak çelik, çürümüş yiyecek, karton tabanlı ayakkabılar satarak zengin oldu. Senator ve valilere, yargıç ve polislere rüşvet verdiler. Müşterileri ve çalışanlarını kandırdılar. Bu çok basit bir hikaye.

Bu yazarların anlattıklarının üstü kapalı bir şekilde tüm diğer Amerikalıları kolayca kandırılabilir harika aptallar olarak göstermesi mümkün değildir. Yukarıda bahsedilen şişirilmiş inek hilesi dolandırıcılığın en ilkel metodudur. Gözleri bağlı bir şekilde bu zokayı yutacak bir sığır alıcısının var olduğuna inanmak çok zor. Birleşik Devletlerde, bu yolla aldatılabilecek kasapların olduğunu varsaymak, okuyucudan fazlaıyla basitlik beklemek demektir. Diğer masalvari düzmeceler için de aynı şey geçerlidir.

‘Yenilikçi’ yazarın resmettiği şekliyle, bir işadamı özel yaşamında bir barbar, bir kumarbaz ve bir ayyaştır. Gündüzlerini yarış izleyerek, gecelerini de gece klüplerinde ve hoş bayanlarla geçirir. Amerikan iş yaşamının Amerikan edebiyatında yansıtıldığı hali genellikle böyledir.

 

… Bu konuda e-kitap okumak için…

Ey Kapitalizm! Kara Sevdam! / Charles Allen Scarboro

Ne gariptir ki Türkiye’de hemen her kesimden insanı kolaylıkla birleştirebilen bir slogan var: “Kapitalizme Hayır!”. İslâmcı, komünist, ülkücü, Kemalist… Yürüyüşler yapıyorlar. Seminerler düzenliyorlar.“Küresel sermayeye geçit yok!” . İşçilerin sömürülmesinden Afrika’daki açlığa, ortadoğudaki petrol savaşlarından dünyanın kirlenmesine kadar her taşın altından çıkan bir düşman bu. İyi ile kötü arasında bir çizgi çekmek, kötüleri “öteki tarafta” bırakmak… O kadar kolay mı?

“Ah keşke her şey o kadar basit olsaydı. Bütün kötülükleri içi kararmış birileri yapsaydı ve bütün mesele onları bulup yok etmekten ibaret olsaydı. Ne var ki İyi ile Kötü arasındaki çizgi her insanın kalbinden geçiyor. Kim kendi kalbinin bir parçasını yok etmek ister?” (Soljenitsin)

Okuyacağınız bu kitap insanların para ile, tüketim ile kurdukları ilişkiye ışık tutuyor. Charles Allen Scarboro’nun Karl Marx ve Max Weber’in fikirlerinden de isitifade ederek hazırladığı özgün bir çalışma. Scarboro İstanbul’da yaşayan bir Amerikalı. Akademik birikiminin yanı sıra kapitalizmin anavatanından gelmesi,“içimizde yaşayan bir öteki” olması bu kitaba ayrı bir lezzet katıyor. Buradan indirebilirsiniz.

 

Banka Ordudan Tehlikelidir!

Bankacılarına söz geçiremeyen batı ülkeleri tıpkı 1980′lerde ordusuna söz geçiremeyen Türkiye’nin durumuna düştüler. Zira bize yansıtılanın aksine, 2008’de Amerikan emlâk sektöründen başlayan kriz öngörülemez bir felaket değildi. Yapılan düpedüz bir piyasa darbesi idi aslında. Tasarlanmış, planlanmış, yürürlüğe konmuş bir operasyon. Bu operasyonu yöneten insanlar daha 1980’lerde Batı adaletinin üzerine çıkmışlardı. Krizi frenleyecek yasal engelleri bir bir kaldırdılar, krizin küreselleşmesini sağlayacak mekanizmaları yine onlar kurdular. Elinizdeki 60 sayfalık bu e-kitap Batı’da demokrasinin gerileme sürecini sorguluyor:Demokrasinin zayıf noktaları nelerdir? Bankalar nasıl oldu da halkın iradesini ayaklar altına alabildiler? “Hukuk devleti” diyerek örnek aldığımız demokratik ülkeler neden bu Piyasa Darbesi‘ne engel olamadılar?Askerî darbelerden yakasını kurtaran Türkiye’de hükümet Piyasa Darbesi ile devrilebilir mi?  Buradan indirebilirsiniz.

Liberalizm Demokrasiyi Susturunca

Halkın iradesi liberalizm ile çatışırsa ne olur? 2008′de başlayan ekonomik kriz sürmekte. Eğitim, sağlık ve güvenlik hizmetlerine ayrılan bütçeler kırpılırken batan bankaları kurtarmak için yüz milyarlarca dolar harcanıyor. Alın terinin finans kurumlarına peşkeş çekilmesini istemeyenler protesto ediyor. Ama batılı devletler polis copuyla finans sektörünü savunmaktalar. Ne oldu? Bütün nüfusun binde birini bile temsil etmeyen bankacıların çıkarları geri kalan %99.99′un önüne nasıl geçti? Alıp satma, üretip tüketme özgürlüğü nasıl oldu da halkı finans sektörünün kölesi yaptı? Mal, hizmet ve sermayenin serbest dolaşımı uğruna halkın iradesi çiğnenebilir mi?Okuyacağınız kitap demokrasi ile liberalizmin savaşı üzerinedir. Buradan indirebilirsiniz.

Liberalizmin Ak Kitabı

1930 model bir ulus-devletin, bir “devlet babanın”çocuklarıyız. Son derecede “Millî” bir eğitim gördük, öğrenim değil. Hayatta işimize yarayacak meslekî bilgileri ya da eleştirel bir bakışı öğrenmedik “millî” okullarda.“Varlığımızı Türk varlığına armağan etmek” için eğitildik, eğilip büküldük.

Liberallerin dilinden düşmeyen “Bireysel haklar ve özgürlükler” bizim gibi Kemalist çamaşırhanelerde yıkanmış beyinler için çok yeni. Türkiye’de yaşayan insanların ulus-devlet boyunduruğundan kurtulmasında önemli bir rol oynuyor liberaller. Biz de bu kitaptaliberalizmin temel tezleriyle uyumlu, bu fikir akımına doğrudan ya da dolaylı destek veren makaleleri birleştirdik. Buradan indirin.

Liberalizmin Kara Kitabı

Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan… Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur. Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 1 Yorum

  2. Yazan:Güncel Haberler (@guncelhaberler) Tarih: Şub 3, 2013 | Reply

    Kapitalizm kisvesinde Edebiyat / Mises: http://t.co/I5EtlX1E

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin