RSS Feed for This Post

Başörtülü Anne Yoksa Gelecek de Yok!

“Başörtülü aday yoksa oy da yok” ya da “kamuda tesettür” gibi tartışmalar dindarlar açısından esas mecrasını bulmak zorunda. Bu slogan gibi sözlerin amaçladığı özgürlüklerin en kısa sürede hayata geçirilmesini dileriz; ki birbirimize kızmadan, öfkelenmeden, hızla içine girip debelendiğimiz modern yaşamda A. Bulaç’ın ifadesiyle “kadın-erkek ilişkilerinin temelini oluşturan fıtri düzenin alt üst olması” meselesini konuşabilelim. İki konu arasında doğrudan bir bağlantı yok diyenler olabilir; ama bence var. Başörtülü kadınların yasaklar yüzünden ayrımcılığa maruz kalmaları sürdükçe, kadının aile ve toplum açısından rolü ve önemi konusunda Müslüman’ca bir bakış denemesiyle söylenen her şey, bir kısmı modernist/feminist/liberal, bir kısmı oryantalist imajlarla bezeli şiddetli itirazlarla karşılaşıyor. Zira söz konusu eleştirileri yapanların sanki bu yasakların sürmesini zımnen onayladıkları ve “kadının eve hapsolmasını” istedikleri zannediliyor. Elbette ki hak ve özgürlüklerin yanında fırsat eşitliği yönlerinden bu yasaklar kesinlikle kalkmalı. Ama bu serbestlikleri talep etmek, konunun aile müessesesi ve kadının yuvanın dışına çıkartılması (evin dışına değil) noktalarından ele alınmasına ve bunun ardındaki esas paradigmanın Müslüman toplum tasavvuruna göre bir kritiğe tabi tutulmasına engel olmamalı.

Bizim gibi Müslüman toplumlarda “kadının iş gücüne katılımı”, hatta daha özensiz bir söylemle “kadının sosyal yaşama katılımı” gibi sloganların nasıl bir ideolojik yaklaşımın uzantısı olduğunu çözümlemek zorunluluğu ile karşı karşıyayız. Fakat bu çabanın zorluğunun şahsen farkındayım. Çünkü bu konuyla ilgili ağzınızı açtığınız anda zihinlerde kökleşmiş ne gibi ön yargıların hareke geçtiğine A. Bulaç örneğinde şahit olduk birkaç kez; dindar, modern pek çok kesimden kadınların hışmına uğruyor bu meseleyi kaleme alan yazarlar. Bazı kalıplaşmış ön yargıların esaretinden kurtulamıyoruz bir türlü; konuyu hakkını vererek tartışacak zihni selametten uzaklaşıyoruz her geçen gün.

Öncelikle bir ayrım yapmalıyız; kadının sosyal hayata katılması ile iş hayatına katılmasının aynı anlamda kullanılması, sorunun anlaşılması ve açıklığa kavuşturulmasının önünde en büyük handikabı oluşturuyor. Evin kadın için hapishane olduğu ya da kadının eve hapsedilmesi tamamıyla oryantalist imajlar. Kadının Müslüman ülkelerde sosyal hayattan kopartıldığı, bütünüyle tecrit edildiği bir dönem olmamıştır. Tabi buradaki sosyal hayat geçmişte, kendi ölçeğinde ve meşru dairede hanımlara mahsus nispeten mahrem bir yaşam alanını ifade ediyor daha ziyade.  Kadının iş yaşamına katılması ise onu, kariyer tutkusunun baskısı altında sabah 8-akşam 5 arası mesaiye mahkûm etmektir- ki bu ona büyük bir zulümdür bence; onun fıtratını, letafetini, zarafetini, narin yapısını çok zorlayacak bir yaşam biçimidir.

Meseleyi konuşmaya başlarken Batıda kadının iş gücü piyasasına girmesi ile bizim gibi ülkelerde iş gücüne katılımı arasındaki farkı vurgulamak şart. Özelikle 19. yüzyılda Batıda devasa sanayi çarklarının öğüteceği daha fazla miktarda emeğe ihtiyaç duyulduğunda, kapitalizmin iştahı çocuk ve kadınlara yöneldi. Acımasızca kullanıldılar uzunca bir süre, daha uygun bir tabirle sömürüldüler. 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ise hizmet sektörünün çok büyümesi, yaygın tabirle ”bilgi çağına” geçmiş olmamız ve teknolojinin çok ilerlemesiyle emeğe duyulan ihtiyaç azaldı. Şimdi teknolojinin desteği ile mümkün olan en az emek girdisi ile üretim yapmak, maliyetleri azaltmak ve karlılığı en yüksek düzeye çıkarmak hedefleniyor. Bu yüzden daha fazla emeği işgücü piyasasına sokmanın bir gereği kalmadı. Fakat kadının bu hesapsızca sömürüsü, arkasında Batının üzerinde kara kara düşündüğü başta “aile kurumu” olmak üzere pek çok dert bıraktı.

Bizim gibi Müslüman ülkelerde ise kadının iş yaşamına girmesi, üretimi arttırmak maksadıyla sanayinin daha fazla emeğe ihtiyaç duyması dolayısıyla değildir; tepeden tırnağa bir modernleştirme projesinin en önemli ayağı olarak ele alınmıştır her zaman. Yüzünü birkaç asırdır kendisine çevirdiğimiz Batı da, kadın meselelerinde hep ön ayak olmuştur.  Batılılar kendi tabirleriyle bizim gibi “gelişmekte olan ülkelerde” kadının işgücü piyasasına girmesini toplumumuzu dönüştürmek, kendilerine daha çok benzetmek amaçlarına dönük olarak desteklediler, desteklemeye devam etmekteler. Bu konuda AB’nin teşvik ve yönlendirmeleri her türlü kanaldan çalışıyor. Onlara benzememizi de elbette ki bizi çok sevdiklerinden değil;  kültürlerini empoze etmek, tüketim alışkanlıklarımızı, ilişki biçimlerimizi, toplumsal dokumuzu değiştirmek ve böylece hem onların ürünleri için ülkemizi elverişli bir pazar haline getirmek hem de her daim kolay yutulur bir lokma olarak onların kontrolünde kalmamızı sağlamak için istiyorlar. En önemlisi de köhnemiş ve yaşlı medeniyetlerine karşı en kuvvetli iddianın İslam’dan geleceğinin farkında olduklarından, bu iddiayı sırtlamaya namzet kesimlerin toplumsal genetiği ile oynamak istediklerini düşünüyorum.

Paranoyakça bulunabilir ancak yine de söylemek istiyorum; çok bilinçli ve planlı bir şekilde aile kurumumuza kastedildiğini düşünüyorum. Eğer o müessese zayıflarsa toplumumuzun çok kolay çözüleceğinin farkındalar. Bu yüzden hep o yapıyı bozacak adımlar atmamızı istiyorlar. Hedeflerinde de bu kuruma geleneksel olarak en çok sahip çıkan ve önemseyen dindar/muhafazakâr kesimler bulunmakta.

Son on yılda Türkiye üzerinde bir modernleştirme projesinin icra edildiğinin herkes farkında. Ülkedeki müspet değişimlerin temelinde tek başına bir kitle partisinin siyasi başarısının yattığını söylemek eksik bir değerlendirme olur. Tarihi ve bölgesel jeopolitik önemi ortada olan bir ülkenin güçlü Batılı devletler tarafından başıboş bırakılmayacağı açık. Ekonomik ve siyasi açılardan olumlu değerlendirilebilecek gelişmelerin, toplumsal dokumuzun da Batılılara gitgide benzemesi sonucu pek çok menfi neticeyi de beraberinde getirdiğini kabul etmeliyiz. Bu yüzden kadının iş gücüne katılımı meselesini, Türkiye Müslümanlığının Protestanlaştırılması,  küresel sisteme ekonomik ve siyasi açılardan entegrasyonu konularından bağımsız düşünemeyiz.

Sözünü ettiğimiz bu modernleştirme projesinin en önemli ayağı kadın konusudur dedik. Hatırlarsanız Diyanet İşleri Başkanlığı bile bu uğurda kullanılmıştı. Yeterince açık cevaplanmadı, sahi kadınları camiye, cumaya getirmeye çalışan Diyanet neyi amaçlamıştı? Kadınların gerçekten namaz kılmalarını mı teşvik etmek istiyordu? Hayır, bahsettiğimiz ideolojik yaklaşımın bir parçasıydı o kampanyalar. Ama tutmadı. Zira namaz kılan zaten kılıyor her durumda ve her yerde, kılmayan da camiler kadınlara daha çok açıldı diye kılmaya başlayacak değildi. Buna karşılık kadının iş hayatına katılımı şeklindeki bir söylem ise çok rağbet görüyor. Nedeni hakkında pek çok şey öne sürülebilir; ama bizce en temelindeki sebeplerden biri, kadınların, ideolojisini liberalizmden, gıdasını feminizmden alan kadın hakları ve kadının istihdamı söylemlerinin kuvvetli tesiri altına girmiş olmasıdır. Para kazanma, ekonomik özgürlüğüne kavuşma, kariyer yapma gibi hırslar da bu tesirle bir arada yürüyor tabi. Kadının sosyal hayata katılımına esasında İslam’ın bir engel çıkarmıyor oluşu da bu taleplerin peşinden koşmayı daha meşru, kolay kabullenilebilir ve savunulabilir bir kılıfa sokuyor. Oysa yukarda belirttik, kadının sosyal hayata katılımı ile iş gücü piyasasına katılımı kesinlikle aynı şeylere işaret etmiyor.

Söz konusu etkinin en vahim sonuçlarından biri hanımlarda evlenme yaşının yükselmesi, evlenmeye uzunca bir süre mesafeli durmasıdır. Onları, doğurganlık ve çocuklarının annesi bir öğretmen olarak en verimli olacakları enerji dolu dönemlerinde evlenmekten alıkoyan psikoloji nedir? Şüphesiz bu konular nasip kısmet ancak, bir aile kurma ve çocuk sahibi olma kararını sürekli tehir ettiren mütereddit ruhun ardındaki esas düşünce nedir; iyi tahlil etmek lazım. Bir erkeğin iş sahibi olmadan evlenmekten kaçınması anlaşılır da kadınlarımızdaki bu kariyer, ekonomik özgürlük, kendi ayaklarının üzerinde durma gibi hedeflerinden dolayı evlenmekten imtina etmesinin ileriki on yıllarda çok vahim sonuçları olabilir ülkemiz açısından. Böyle bir zihniyetin, bakış açısının sonu yaşlı ve gelecekten endişeli bir Avrupa devletinin rezil bir kopyası olmaktır. Tabi Batılı ülkelerde de bu konuda bir muhasebe ve özeleştiri yaparak toplumu uyarmaya çalışan insanların olduğunu da söylemeden geçmeyelim. Kapitalist üretim düzeninde kadının aile ve yuvasından uzaklaştırılmasının Avrupa ülkelerinde ne gibi neticeler verdiği artık daha net gözlemlenebilir hale geldi.

Hiç şüphesiz, modern kapitalist dünya kadın erkek bütün Müslümanları farklı derecelerde kirletmiş, fıtratlarını bozmuştur ne yazık ki. Ancak bazılarının feryadı, kadının fıtratının bozulmasının ve rolünün saptırılmasının toplumsal maliyetinin çok daha ağır olacağına dairdir. Kadının sınırsız kazanç güdüsüyle hareket eden kapitalist işletmelerde köle gibi emekçilere dönmesinin bedeli, erkeğin emekçi kölelere dönmesinden kat kat ağırdır. Bunun sebebi kadının, bir annelik görevi ile ailede ve toplumda burada hiç anlatma gereği duymadığımız çok önemli bir yere sahip olmasındadır. Evet, kadının yükü ağırdır. Cennet bu yüzden anaların ayağı altındadır ve Efendimiz (sav) “baba” demeden önce üç kez “anne” demiştir.

Kadının pozisyonunun aile bağlamında ele alınmasından oldukça rahatsız bir kesim var ve maalesef dindar hanımlar da bu yaklaşımın etki alanına giriyorlar gün geçtikçe. 21. yüzyıl aile kurumunu koruyabilen ülkelerin yüzyılı olacaktır; aile kurumunu koruyabilen medeniyetler dünyanın gerçek süper gücü olacaktır. Ne iş yaptığı sorulduğunda “ev hanımıyım” demek zorunda kalmak kadınların en büyük kâbusu haline getirildi. Ev hanımlığına hak ettiği itibarı ve değeri geri kazandırmalıyız. Dindar hanımlarımızın, özelikle entelektüel derinliği olan, düşünen-yazan hanımlarımızın sakince, soğukkanlılıkla, “ama erkeler de…” demeden,  pozitivist, modernist bir bakışla değil de, iyilikte ve takvada birbirlerine yardımcı olan insanların bir arada yaşadığı Müslüman bir toplum telakkisi ile bu konuyu ele almaları acil ve önceliklidir. Ahmet Turan Alkan’ın bir yazısında dediği gibi, bu sadece bir kadın meselesi değil, insanlık meselesidir esasında.

Hülasa ederek söyleyecek olursam; kadının iş gücüne katılımı söyleminin ardında hiç de masum olmayan bir ideolojik bakış yatmakta; kadının aile ve yuvasından uzaklaşmadan sosyal hayata katılma biçim ve yöntemleri hakkında yeniden düşünmemiz ve farklı çözümler bulmamız gerekiyor. Aksi takdirde bu kopuşun geleceğimiz açısından vahim sonuçları olabilecektir.

Başta da yazabilirdik, sonda yazalım; bu yazının esas muhatabı, aile müessesesinin öneminin kendilerine anlatılmasına hiç gerek olmayan ve hayata Müslüman’ca bakmaya çalışan dindar insanlardır. Yoksa İslami herhangi bir tasavvura sahip olmayan, ona yaşamında hemen hemen hiç yer vermeyen, Batı’dan gelen her şeyi sorgusuz sualsiz baş tacı eden, Batılı ölçülerle düşünen ve yaşamını tanzim etmeye çalışan “modern” insanlar sözlerimizi anlayamazlar, anlamak istemeyeceklerdir de.

 
… e-kitap okumak için…

 

Müslüman’ın Zaman’la imtihanı

Sunuş: Müslümanlar dünyanın toplam nüfusunun %20’sini teşkil ediyorlar ama gerçek anlamda bir birlik yok. Askerî tehditler karşısında birleşmek şöyle dursun birbiriyle savaş halinde olan Müslüman ülkeler var. Dünya ekonomisinin sadece %2-%3′lük bir kısmını üretebilen İslâm ülkeleri Avrupa Birliği gibi tek bir devlet olsalardı Gayrı Safi Millî Hasıla bakımından SADECE Almanya kadar bir ekonomik güç oluşturacaklardı. Bu bölünmüşlüğü ve en sonda, en altta kalmayı tevekkülle(!) kabul etmenin bedeli çok ağır: Bosna’da, Filistin’de, Çeçenistan’da, Doğu Türkistan’da ve daha bir çok yerde zulüm kol geziyor. Müslümanlar ağır bir imtihan geçiyorlar. Yaşamlarını şekillendiren şeylerle ilişkilerini gözden geçirmekle başlıyor bu imtihan. Teknolojiyle, lüks tüketimle, savaşla, kapitalizmle, demokrasiyle , “ötekiler” ile ve İslâm ile olan ilişkilerini daha sağlıklı bir zemine oturtabilecekler mi? Müslüman’ın Zaman’la imtihanı adındaki 204 sayfalık bu kitap işte bütün bu konuları sorgulayan ve çözümler öneren makalelerden oluşuyor.

İslâmcılık, Devrim ile Demokrasi Kavşağında

Müslümanca yaşamak için devletin de “Müslüman” olması mı gerekiyor? Bu o kadar net değil. Çünkü İslâm’ın gereği olan “kısıtlamaları” insan en başta kendi nefsine uygulamalı. Aksi takdirde dinî mecburiyet ve yasakların kanun gücüyle dayatılması vatandaşı çocuklaştırıyor ister istemez. İyi-kötü ayrımı yapmak, iyiden yana tercih kullanacak cesareti bulmak gibi insanî güzellikler devletin elinde bürokratik malzeme haline geliyor. 21ci asırda Müslümanca yaşamak kolay değil. Yani İslâm’ın özüne dair olanı, değişmezleri korumak ama son kullanma tarihi geçmiş geleneklerden kurtulmak. AKP’yi iktidara taşıyan fikrî yapıyı, Demokrasi-İslâm ilişkisini, İran’ı ve Milli Görüş’ü sorguladığımız bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 4 Yorum

  2. Yazan:@Sabriyemercan Tarih: Oca 21, 2013 | Reply

    RT @DDGrubu: Başörtülü Anne Yoksa Gelecek de Yok!: http://t.co/BfiyjvFf

  3. Yazan:Güncel Haberler (@guncelhaberler) Tarih: Oca 22, 2013 | Reply

    Başörtülü Anne Yoksa Gelecek de Yok!: http://t.co/srHo1Wax

  4. Yazan:Mehmet S Demir (@Mehmet_S_Demir) Tarih: Oca 24, 2013 | Reply

    @Leyyanur @serdaraydn17 Bu duygularla yazdığımız bir yazı. Kadının bir hazine olarak değerinin yitmemesi dileğiyle. http://t.co/uxYyZAI8

  5. Yazan:@Leyyanur Tarih: Oca 24, 2013 | Reply

    RT @Mehmet_S_Demir: @Leyyanur @serdaraydn17 Bu duygularla yazdığımız bir yazı. Kadının bir hazine olarak değerinin yitmemesi dileğiyle. http://t.co/uxYyZAI8

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin