RSS Feed for This Post

Nietzsche Ağladığında / Irvin Yalom

 nietzsche-agladiginda-irvin_yalomİki Ayna: Nietzsche ve Breuer

 “Kendi alevinle yakmaya hazır olmalısın kendini: Kül olmadan nasıl yeni olabilirsin ki?”(Zerdüşt Böyle Buyurdu[1])

Nietzsche: ”Bazen yaşamın o kadar içini görebiliyorum ki birden doğrulup çevreme baktığımda kimsenin yanımda olmadığını, bana eşlik eden tek şeyin zaman olduğunu görüyorum.” (syf:280)

Breuer:”Sık sık yolumu şaşırdığımı düşünüyorum: Eski hedefler artık işe yaramıyor ve yenilerini de bulacak halde değilim. Hayatımın nasıl aktığını düşündükçe kendimi ihanete uğramış veya oyuna gelmiş gibi hissediyorum; sanki göklerdeki birileri bana bir oyun oynuyor, sanki bütün hayatım boyunca yanlış melodiyle dans edip durmuşum.” (syf:231)

Breeur ve Nietzsche farklı dünyaların ama aynı korkuların, yanılsamaların ve anlamsız anlamların heybesini yüklenmiş iki insan. Breur, Nietszche’in aynası olmak isterken Nietzsche kendisine ayna olur ve nihayet bu aynada Nietzsche kendisini görür; böylece başlar hikayeleri…

Hayat, anlam verme ve yeniden anlam verme üzerine kurgulanmış gidiş ve dönüşlerden ibaret… Önemli olan anlam verilenin, gerçeği ne kadar yansıttığı. Gerçekle ilgisi olmayan imgeler ve özlemlerle örülü yanılsamalarla gidilen yollar hep çıkmaz sokak olmuş insanlık için. Susayan serap  görür; aslında görülen şey su değildir. Yani “Arzu edilenden çok arzu etmeye aşığızdır.” (syf:280) Ademoğlunun baktığı, işaret parmağı olmuş ve fakat çok azı işaret edilen yönü
görebilmiş…

’Bertha’; gizemin, kol kanat germenin ve kurtuluşun simgesi. Breuer buna aşk diyor. Ama bunun asıl adı dua.” (syf:286) “Breuer, bütün anlamlarından sıyrıldığında o kadının da yalnızca bir insan olduğunu görecektir; insanca pek insanca.” (syf:287)

İnsanın imgelerle iilişkisi gerçek dışı olmasa da, gerçekle hiçbir ilgisi olmayan özlemler ve arzularla kör düğüm atılmış bir yanılgı içinde yaşıyor insan. Mesela Breuer, “ ’Bertha’ üzerinden yaşadığı ‘Bertha’yı” gerçek sanıyor. Gerçek dışı anlam yüklemeler, insanın korkularının ve saplantılarının birer yansıması oluyor. Yanılsamalardan kurtulmanın tek çaresi ise, kör düğümü kökünden kesebilmek ve asıl gerçekliklerle yüzleştirecek olan ufuklara doğru yelken açabilmek özgürce.

 Bureuer: “O gün öğrendiğim şeyler arasında en güçlü olanı belki de benim Bertha’ya değil, ona yüklediğim özel anlamlara, onunla hiçbir ilgisi olmayan anlamlara bağlı olmamdı.” (syf:364)

Neden yanılsamalarla dolu anlamlar dünyası içinde yaşarız? Karışımlar bileşeni olan acının imbikten süzülen bir bal şerbeti olduğunu anlamak için mi?

Sırası gelen herkes kendi kader sahnesinde oynar. Senaryo farklı olsa da roller aynıdır. Giyilen elbise bazen sıkar bazen bol gelir ama düşünerek, deneyerek  oynamaya devam etmek gerekir;  kendin olmak için acıya sancılanmaktır aslolan…  Rolle bütünleşmek gerekir;  yalnız, melodi ve dansın birbirine uyum sağlaması gerektiği unutulmadan…

Önemli olan hangi rolü kime oynadığımız değil mi? Girilen ilişki biçiminde bir kap yemek, sıcak bir ev, şişkin bir cep, şehvet, şan, şöhret, gençlik ve güzellik yanılsamaları eşlik etmez mi bize çoğu zaman?

“Bizler birbirimizin gerçeğini göremeyen ve aynı acıları paylaşan insanlarız.”(syf:365) Bir yanılsamayı bırakıp henüz bilinmeyen başka bir yanılsamaya tutunmak için atmaya devam ederiz küçük adımlarımızı…

Çoğu zaman “mış gibi” hayatların adıdır yaşam…  Beklersin öyle çaresiz ve sessiz kuytu köşelerde; sihirli bir el dokunacak ve değiştirecektir hayatını ama nafile…

Derler ve desinler diye yaşamak sıkar bir gün insanoğlunu ve içlerinden birkaçı dümeni kırar o meçhule doğru. Neyle karşılaşacağını bilmeksizin beklediği limandan bir kapı açılır. Tecrübe ederek görecektir önündeki kapının hangi kapıları açacağını…

 

Düşünmek istersen bir yol bulursun düşüncelere kendinden.

Düşünmek istemezsen konuşulacak bir şey yoktur senden.

Sen suya sabuna dokunmadan mutluca yaşarsın öylece,

Kirin kalır sadece senden geriye…

Düşünmek lazım yine düşünceyi, yazmak lazım en kayda değer cümleyi.

Yoksa sana maske olan hayatının makyajı akar ve herkesleşiverirsin ani.

 

Hiçbir yere ait olmayan Nietzsche ve aitler dünyasından olan Breuer’nin yollarını kesiştiren arayışın nihayeti, “‘amor fati’ / ‘yazgını seç, yazgını sev’ ile bitiyor. Yani ‘önce zorunlu olanı istemek, sonra da istenileni sevmek’;  ‘böyle olduyu böyle istedim’e dönüştürmek.” (syf:345)

Nietzsche gidendi, hiç gelmemişti, gelemezdi…  Breur ise eve dönendi, zaten ait oluğu evine…  Breur, “Bertha” yanılsamasını dostu Nietzsche’nin, Nietzsche de “Lou Salome” saplantısını dostu Breuer’in gözlerinde görmüş oldu. Birbirlerine tuttukları bu aynanın yansıması, bu sefer yanılsamalarının gerçek yüzüydü…  Kader onları böyle bir yol ayrımında buluşturmuştu. Senin yanılsamaların, dönemeçlerin, yol ayrımın ne? Esas soru bu işte…

Benim gözümdeki Nietzsche’den bir yansıma/yanılsama: Hayat bir soluk alma ve verme arasında bir zaman. Ölüm kaldırım köşelerindeki soluk benizlere üfleyecek soluğunu kimi zaman usulca. Belki bazen kuytu köşedeki kırmızı vücutlarda ıstırabın son imzası olacak son nefes. Ölümün her renginde, bitip gideni görenin boşluktan düşen bakışları olacak.

Sancı çekeni arar gözlerim, ölümlerinden sonra sözleriyle doğanlardır gördüklerim. Yaşadığı günlerde çektiği sancıyla, yarından sonraki günlerde doğan tüm bilge yüzlüler beni aydınlatır ve gözlerimi ışıldatan ışık, gerçeğin ta kendisidir!

Baba adam Nietzsche vesselam…

Velhasıl, “Soruşturulmayan, üzerinde düşünülmeyen bir hayat yaşamaya değmez.”  (Sokrates)

Nietzsche’nin aforizmalarından:

“Ölümün son iyiliği, bir daha ölmemektir.” (syf:91)

 “Ruhunda sükunete kavuşmak ve mutlu olmak isteyenler inanmalı ve iman etmelidir, ama hakikatın peşindeki insanlar iç huzurundan vazgeçip yaşamlarını bu sorgulamaya adamak zorundadır.” (syf:222)

 “Kimler daha rahat, kimler sonsuza dek mutludur? Yalnızca sığ zihinli olanlar, yani sıradan insanlar ve çocuklar!” (syf: 223)

 “Eğer sizi kimse dinlemiyorsa, bağırmak en doğal şeydir.” (sayf:242)

 “Semptomlar yalnızca, ta derinlerdeki korkunun patlamakta olduğunu haber veren ulaklardan ibarettir.” (syf:285)

 “Benim günlerim yarından sonraki günler. Bazı filozoflar ölümlerinden sonra doğarlar.” (syf:301)

 “En çok çiy damlası, en sessiz gecede düşer.” (syf:311)

 “Hiçbir şey her şey demektir! Güçlenmek istiyorsan, önce köklerini hiçliğin derinlerine gömmeli ve en yalnız yalnızlığınla yüz yüze gelmeyi öğrenmelisin.” (syf:329)

 “Toprak ne kadar zengin olursa, orada bir şey yetiştirememen de o kadar affedilmez olur.” (syf: 335)

 “Yazgımızdan kaçamasak da onun karşısına dikilebilmeliyiz, alınyazımızı kendi irademizle yaşamalıyız. Yazgımızı sevmeliyiz.” (syf: 335)

 “Düşmanını doğru seç.” (syf: 339)

 “Biriyle tam bir ilişki kurabilmen için önce kendinle ilişki kurabilmelisin.” (syf: 342)

 “Kaybetmek için sahip olmak gerekir.” (syf:360)

“Bizler yalnızca varılan son uzlaşmadan sorumlu tutulabiliriz, her parçanın sahip olduğu karmaşık dürtülerinden değil.” (syf:367)

 

KİTABI YORUMLAYANIN NOTU: Bu kitabı okumam, insan olarak hepimizin anlam dünyamızı aslında ne kadar da dar bir çerçeve üzerine oturtmuş olduğumuza dair bir farkındalığın uyanmasını sağladı bende. Dar bir çerçeveyle kendisini ve dünyayı seyre daldığının farkına varabilen her insan, isterse kendisini büyük ve gerçek değişimlere hazırlayacak olan o kapıdan adımını dışarı atmasıyla, dünyasını, korkular ve kendisine yüklediği anlamlarla nasıl da prangaladığının farkına varacak; attığı her adım, kendisinin kendisine vurduğu zincirin birer halkasını kıracaktır.

Sonra güneşin bugüne kadar aslında gözlerine her gün yeniden doğmuş olduğunu fark edebilmiş olmanın huzuruyla, zincirin son halkasını da kıracak ve yeniden kendisine, özüne doğacaktır insan tüm inancıyla… Bu kitabın, her yeni günde, insanın insanlığa doğuşunun bir muştucusu olması dileğiyle, herkese iyi okumalar diliyorum.

 

YAZARIN NOTU:  “ Friedrich Nietzsche ve Josef Breuer hiç karşılaşmadılar. Yine de, romanın baş karakterlerinin yaşamlarındaki kesitler ve romanın örgüsüne giren önemli olaylar; Breuer’in zihinsel acısı, Nietzche’nin ümitsizliği, embriyo halindeki psikoterapinin nabzının hızlanmaya başladığı dönem olan 1882 yılında yaşanmıştır. “(syf:370) Psikanaliz öğretisini geliştirmiş olanYahudi kökenli Avusturyalı  nörolog Sigmud Freud da bu dönemde yaşamıştır. 1895’li yıllarda Freud,  Breuer ile birlikte histeri üzerine çalışmalar yapmıştır. “Friedrich Nietzsche 1882 baharında genç Lou Salome ile arkadaşı  Paul Ree aracılığıyla tanışmış, Nietzsche birkaç ay boyunca onunla kısa, yoğun ve lekesiz bir aşk yaşamıştır. Nietzsche’nin Lou Salome ile ilişkisi, Paul Ree’nin devrede olmasıyla karmaşıklaşmış ve ablası Elisabeth tarafından sabote edilerek onun için acı bir sonla noktalanmıştır; yıllarca yitirilmiş bir aşkın ve uğradığını düşündüğü ihanetin acısını duymuştur Nietzche.” (syf:370)

“Gerçek Josef Breuer’in de Bertha Pappenheim’a dönük erotik bir saplantısı olmuş muydu? Breur’in özel yaşamı hakkında pek az şey bilinmektedir, ama bu ihtimali imkansız kılan bir şey de yoktur. Birbiriyle çelişkili tarihsel bilgilere başvurulunca kesin gözüyle bakılabilien tek şey Breuer’in Betha Pappenheim’i tedavi ettiği sıralarda, her ikisi tarafından da çok karmaşık ve güçlü duyguların yaşanmış olduğudur.” (syf:371)  “Breuer’in psikoterapiye büyük bir etkide bulunmasına rağmen, yaşamının yalnızca küçük bir bölümünde psikolojiye ilgi göstermiş olduğunu görmek hayli şaşırtıcıdır. Tıp dünyası Breuer’i yalnızca solunum ve denge fizyolojisindeki araştırmalarıyla değil, yüzyıl sonu Viyana’sında bir nesil boyunca önemli adlara doktorluk yapmış parlak bir tanı uzmanı olarak da hatırlayacaktır.

Nietzsche hayatı boyunca sağlık sorunları çekmiştir. 189O yılında, iyice çökmüş ve paresisten (üçüncü evredeki frengi) kaynaklanan şiddetli bir felç geçirerek aklını kaybetmiştir, bu hastalık 1900 yılında ölümüne sebep olmuştur; ancak hayatının büyük bir kısmında şiddetli migren ağrıları çektiği sanılmaktadır. Nietzsche migreni yüzünden Avrupa’nın önde gelen çok sayıdaki doktoruna başvurmuştur, bu yüzden tanınmış bir doktor olan Breuer’e de uğraması kuvvetli bir ihtimaldi.” (syf:372-373)

 “1882’de, Psikoterapi henüz doğmamıştı ve tabii ki Nietzsche de asla bu konuyla resmi olarak ilgilenmemiştir. Ancak Nietzsche de okumalarından anladığım kadarıyla kendini anlama ve kişilerin değişimi konusuna çok yakın ve derin bir ilgi duymuştur.” (syf:373)

 

YAZAR HAKKINDA: Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra 1931’de Washington’da dünyaya gelen Irvın D. Yalom kendisini Tolstoy’a ve Dostoyevski’ye daha çok yaklaştıracağını düşündüğü için tıp fakültesine gitmeye karar vermişti. Bu yüzden meslek olarak doktorluğu, uzmanlık olarak da psikiyatriyi seçti. Psikiyatr olarak tüm hastalarına, hikayeleri ortaya çıktıkça bir şaşkınlık duygusuyla yaklaştı. Her hastanın benzersiz bir hikayesi olduğuna, bu yüzden hepsi için farklı bir terapi uygulamak gerektiğine inandı. Bu tutumu, yıllar geçtikçe onu bugün ekonomik güçler tarafından farklı yönlere çekilen profesyonel psikiyatriden, semptomlara dayalı tanı ve herkes için tek tip, kısa süreli tedaviden uzaklaştırdı.

Irvın D. Yalom, yoksul bir mahallede büyürken tek avuntusu kitaplar, özellikle de kendisine gerçeğinden daha mutluluk verici bir dünya sunan kurmaca yapıtlardı. Roman yazmanın bir insanın yapabileceği en iyi şey olduğu düşüncesi küçük yaşta aklına yerleşti ve bu düşünceden bir daha hiç vazgeçmedi. Romanlarının genel bir okura ulaşıp epey ilgi görmesine ve edebi ölçülere tabi tutularak değerlendirilmesine karşın, Yalom onları pedagojik eserler olarak düşünmüş, romanlarını “öğretici roman” adını verdiği yeni bir türün örnekleri olarak tasarladığını söylemiştir.

İlk basımının 1993 yılında yapıldığı Nietzsche Ağladığında kitabının orijinal ismi When Nietzche Wept’tir. Nietzsche aracılığıyla varoluşun kader, inanç, hakikat, huzur, mutluluk, acı, özgürlük, irade ve neden, nasıl gibi önemli duraklarından söz eden Nietzsche Ağladığında romanı büyük bir ilgi gördü. Kitap, dört yılı aşkın bir süre İsrail’de çok satanlar listesinde yer aldı.

Diğer romanları gibi yirmi kadar dile çevrilerek dünyanın dört bir yanındaki okurlara ulaşan bu kitap, Türkiye’de Ayrıntı Yayınları tarafından 1996 yılında, Aysun Babacan’ın çevirisiyle yayımlanmış, 2011 yılına gelindiğinde ise kırk üçüncü basımına ulaşmıştır.

 

 

Irvın D.Yalom, Nietzsche Ağladığında, çev.: Aysun Babacan, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 1996

 

 


[1] Friedrich Nietzsche, Zerdüşt Böyle Diyordu, çev.: Osman Derinsu, Varlık Yay., 1996

 

Kitap Tanıtan Kitap 1

Kitap okumak… Jean Paul Sartre, Nazan Bekiroğlu, Toshihiko Izutsu, Henri Bergson, Mustafa Kutlu, Dostoyevski, Elif Şafak, Clausewitz, Sadık Yalsızuçanlar, Alber Camus ile sohbet etmek… Suyun resmine bakmakla yetinmeyen, su içmek isteyenler için var kitaplar. Mesnevî var, El-Munkızü Min-ad-dalâl, Kitab Keşf al Mânâ, Er-Risâletü’t-tevhîd var.  Elinizdeki bu kitap Derin Düşünce yazarlarının seçtiği kitapların tanıtımlarını içeriyor. Bizdeki yansımalarını, eserlerin ve yazarların bıraktığı izleri. Farklı konularda 44 kitap, 170 sayfa. Zaman’a ayıracak vakti olanlar için… Buradan indirebilirsiniz.

Kitap Tanıtan Kitap 2

Kitap tanıtan Kitapların birincisi kadar sevildi, o kadar çok ilgi gördü ki ikincisini yayınlamak için sabırsızlanıyorduk. Yeniden 44 kitap tanıtımıyla geliyoruz karşınıza: Dostoyevski, Sezai Karakoç, Yıldız Ramazanoğlu, Jean Paul Sartre, Amin Maalouf, Taha Akyol, Hasan Cemal, Ali Şeriati, William C. Chittick, Alain Touraine, Muhyiddin İbn Arabi Hazretleri… Farklı asırlar, farklı coğrafyalar, farklı konularla dergi tadında bir kitap… Ortak olan tek şey İnsan belki de? İnsan’ın iç dünyasındaki saklı hazineleri paylaşma muradı…Buradan indirebilirsiniz.

Kitap tanıtan kitap 3

İnsanları birleştiren, engelleri ortadan kaldıran bir eylem yazmak… ve tabi okumak. Heinrich Böll, Sadık Yalsızuçanlar, Jean-Paul Sartre, Leyla İpekçi, Samuel Beckett, Peyami Safa, Immanuel Wallerstein, Marilyn Monroe veya Baudelaire… Farklı ülkelerde yaşamış, farklı kaygılarla yazmış olsalar da bütün yazarlar bir iz bırakmak, günü gelince başka insanlarca okunmak isterler. Evet… Yazmak vermektir. Kitap tanıtan kitaplarımızın üçüncüsünü ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

 

Kitap tanıtan kitap 4

Alışılagelmiş kitap sunumlarından farklı bir çalışma bu. Neden? Öncelikle kitap tanıtan kitap serisinde tanıtımı yazanlar da tıpkı tanıtılan sanatçı ve filozoflar gibi birer yazar. Bir çoğu profesyonel ve yarı-profesyonel olarak yazı hayatlarını sürdürmekteler. Ek olarak… katkıda bulunan yazarlar eserin güzelliği kadar kendi iç güzelliklerini, kişisel tecrübelerini, eserle ve yazarla tanışma serüvenlerini de ortaya koyuyorlar. Bu bakımdan kitap tanıtan kitap Aktaş, Kafka, Ramazanoğlu veya Kazancakis ile olduğu kadar Başarslan, Gürkan, Becer ve Özdemir ile de tanışmanın veya mevcut dostluğu ilerletmenin güzel bir yolu. Bu 4cü kitapta Yine « ağır » konuklarımız var : Franz Kafka, Cihan Aktaş, Michel Houellebecq, Yıldız Ramazanoğlu, Nikos Kazancakis, Ali Şeriati, Jacques Derrida, Selim İleri, André Gide. 20 farklı kitap, Rusya, Fransa, İran, Almanya ve Türkiye’den 20 yazar. 98 sayfalık bu kitabı, kitap tanıtan kitapların dördüncüsün ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

 

 

Trackback URL

  1. 6 Yorum

  2. Yazan:sefa setirek Tarih: Oca 14, 2013 | Reply

    Nietzsche Ağladığında kitabını okudum ancak bu denli farklı bir pencereden bakamamıştım doğrusu. çok ufuk açıcı bir yorumlama . teşekkürler Esma Serra İlhan ve http://www.derindusunce.org.

  3. Yazan:Melike Tarih: Oca 14, 2013 | Reply

    Kitabı okumadım okumayı da düşünmüyordum ama fikrim değişti bu yazıyı okuyunca teşekkürler Esma Serra İlhan:)

  4. Yazan:ayşe berrah Tarih: Oca 15, 2013 | Reply

    Canım kızım Esra sen ne güzel bir yoldasın biliyormusun? Seni tüm kalbi duygularımla tebrik ediyorum vede gözlerinden öpüyorum çocuğum.Duygularını ne güzel ifade etmissin.Şiir seninmi?O güzel duygu akışları vede mantık hepsi çok güzel.Kalemine sağlık seni seviyordum ama şimdi aylıkların acısını daha çok hissettirdin çocuk.İnşallah Rabbim yardımcın olsun daha güzel şeyler ortaya çıkarabilesin.Seni özlemle öpüyorum Allaha emanet ol yavrum.Kendine iyi davran sev vede say ki ışığnı görüp sesini duyalım güzel kızım.

  5. Yazan:Elif Tarih: Oca 16, 2013 | Reply

    Çok güzel, içime dokunan, derinlere daldıran bir yorum olmuş, yüreğine sağlık ablacım. Sayende bu kitabı acayip okuyasım geldi :)) devamını beklerim tebrikler 🙂

  6. Yazan:Sevda Karaca Tarih: Oca 21, 2013 | Reply

    Esma Serra İlhan, öncelikle farklı bir bakış açısıyla bu kitap hakkında, bu güzel yazınla merak uyandırdığın için teşekkür ederim.En kısa zamanda bu kitabı edinip okuyacağım inşaAllah, önemli bir noktadan yakalamışsın okurken sıkılmadım yazılarının devamını dilerim…”Hayat, anlam verme ve yeniden anlam verme üzerine kurgulanmış gidiş ve dönüşlerden ibaret… Önemli olan anlam verilenin, gerçeği ne kadar yansıttığı.”

  7. Yazan:esra çandır Tarih: Oca 22, 2013 | Reply

    yorumunuz ve tanıtımınız çok güzel olmuş… elinize kaleminize ve yüreğinize sağlık…

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin